10 Mart 2010 Çarşamba

7- OSMANLI DEVLETİNİ KURTARMA ÇABALARI OSMANLI DEVLETİNİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ

Ahmet AVCI



7 AĞUSTOS 2009


SEFERİHİSAR



OSMANLI DEVLETİNİ KURTARMA ÇABALARI


VE


OSMANLI DEVLETİNİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ



İMPARATORLUĞU KURTARMA ÇABALARI:


Osmanlı Ordusunun eski gücünün kalmadığı, şehirlerde yaşam düzeninin bozulduğu, 17.yy.da kısmen görülmüş, fakat bunu, İmparatorluğun sosyo-ekonomik düzeninin bozulmasından kaynaklandığı anlaşılamamıştı.


Osmanlı da asıl Reform Çağı, 3. Selimle (1789–1807) başlamıştır. Arada bazı kesintilere karşın ıslahat çabaları çeşitli alanlarda devlet sona erinceye dek nerede ise 150 yıl sürmüştür. 150 yıl sürüp de belli başlı ve toplumu kurtarıcı somut hiçbir sonuca ulaşamayan ve tamamlanamadan biten başka bir reform hareketine rastlamak mümkün değildir. Bunun nedeni, Osmanlı Islahat hareketlerini yürütenlerin- birkaç kişi dışında- gerçek anlamıyla, ileri bir toplum modelinin hangi esaslara dayandığını kavrayamamaları olmuştur.

1. ISLAHAT HAREKETLERİ:


Islahat hareketlerinin genel karakterleri:


Osmanlı dönemindeki Reformların temel amacı “devleti” kurtarmaktı. Birey yani insan, ikinci üçüncü plana itilmişti. Hedef “ devletin parçalanmaktan kurtarılması, tekrar eski gücüne hiç olmazsa yaklaşmasını sağlamaktı. Durum böyle olunca ve devletin onu yaratan asıl insan öğesinden soyutlanıp yalnızca, dayandığı dinsel temellerin biraz “liberalleştirilmesi” ile kurtulacağı sanılınca, tüm çabalar bu yöne doğru yönelmiştir.


Nedir bu çabalar?


Devlet Adamlarının görebildikleri başlıca sorun: Osmanlı ordularının, bir zamanlar titrettiği batı karşısında sürekli yenilmesidir. O halde “Ordu” düzeltilmelidir.


Ordunun toplumun içinden çıkan bir kurum sayılması gerektiği ve ona can veren asıl öğenin insan olduğu unutuldu. Bir “insan” olarak subay yetiştirilmeye çalışıldı.


Ama esas olan “iyi” bir meslek adamının yetiştirilmesi idi. Orduyu yüceltip yükseltecek asıl öğelerin, tüm ulusu oluşturan insanların yasal, toplumsal ve kültürel açıdan teker teker düzeltilmesi işi bir yana bırakıldı.


17.Yy.dan itibaren, sürdürülen düzenlemeler; yapı olarak, Devletin üst kademesinde alınan kararların alt kademeye doğru yönelmesi biçiminde olmuştur.


Avrupa’da; alttan üste doğru talep biçiminde olmuştur.


Islahatlarda devlet otoritesi kullanıldı, halka mal edilmedi. Halk da yapılanları sahiplenmedi ve korumadı.


En büyük şanssızlık da ıslahatlarla uğraşılırken; Dış saldırı ve iç isyanların sürmesidir.


A. 17.YÜZYIL ISLAHATLARI:


Birinci Ahmet (1603–1617), Genç (II.) Osman (1618–1622), 4. Murat (1623–1640); Sadrazamlar; Tarhuncu Ahmet Paşa, Köprülü Mehmet Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Kuyucu Murat Paşa;


17. Yüzyılda, Avrupa etkisi yoktur. Genel hedef Kanuni dönemine erişmektir. 4. Murat Koçi Beyden rapor istemiş. Koçi Bey Risalesi hazırlanarak Padişaha sunulmuştur. Bu raporda problemler ve çözümleri ortaya konulmuştur.


Birinci Ahmet; yönetici seçiminde; sancağa çıkma usulünü kaldırdı. Padişahlık için; “Ekber ve Erşed” en büyük ve en yetkin şehzadenin VELİAHT olması sistemini getirdi. Bu şehzade kavgalarını önledi, ancak yeteneksiz kişilerin de Padişah olmasına yol açtı.


İkinci Osman (GENÇ), yeniçeri ocağını kaldırmak istedi. Saraydaki cariyelerle evlenme usulüne uymadı. Ve Türk kızı ile evlendi. Kıyafet olarak da Orta Asya Türklerinin giysilerini giydi. Ancak devleti sarmış olan odaklarla mücadelede yetersiz kaldı ve yeniçerilerce öldürüldü.


Dördüncü Murat ve Sadrazam Köprülüler döneminde; şiddet yolu ile düzeltirlere gidilmiş hatta 20 bin isyancı öldürülmüş yeniçerilerle mücadele edilmiş ama önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Ya bu işi yürütenlerin ölmeleri ya da başka nedenlerle ayrılmaları dolayısı ile sosyo- ekonomik yapıdaki hastalığın ürünü olan çöküntü ve bozulma hemen kendini göstermiştir.

B. 18. YÜZYIL ISLAHATLARI


Yakın Çağların başında, hala üç kıtada toprakları bulunan ve siyasi varlığını sürdüren Osmanlı İmparatorluğu, gerçekte büyük bir çöküntü içinde idi. 18.Yüzyılda uğradığı askeri yenilgiler, İmparatorluğun varlığını kendi başına sürdüremeyeceğini göstermişti.


1683 Viyana bozgunundan sonra, imzalanan Karlofça anlaşması ile büyük çapta toprak yitiren devlet, açıkça Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etti.


Çöküntünün yalnız askeri kurumlarda olduğunu zanneden, 18.yy.ın ilk yarısındaki Padişah ve diğer yöneticiler, öncelikle bu kurumun ıslahına giriştiler.


Avrupa’dan uzmanlar getirilerek, batının savaş yöntemleri ve silahları öğrenilmeye çalışıldı.


18.yy.ın ilk yarısında en köklü ıslahat hareketi, tarihimize “Lale Devri” adıyla geçen, 1718–1730 dönemi oldu. ( 3. Ahmet dönemi; 1703–1730)


Matbaanın Türkiye’ye koşullu olarak (Dini kitaplar basılmayacak) bile olsa ilk girdiği bu dönem, 1730 tarihinde çıkan Patrona Halil ayaklanması ile yıkıldı. Getirilmek istenen yeni yaşam biçimi ve değerler ortadan kaldırıldı. Matbaa da ülkeye bu dönemde girdi.


**** Matbaa konusunda birkaç not:


Matbaanın Avrupa da kullanmaya başlanması: 1440


Matbaanın Osmanlı Yahudilerince kullanılmaya başlanması: 1493


Matbaanın Osmanlı Ermenilerince kullanılmaya başlanması: 1567


Matbaanın Osmanlı Rumlarınca kullanılmaya başlanması: 1627


Matbaanın Osmanlı Devletince kullanılmaya başlanması: 1727


Osmanlıda ilk kitabın basılması: 1729


Osmanlıda 17. kitabın basılışı ve matbaanın kapanışı: 1743


Osmanlıda matbaanı tekrar açılışı: 1784


Avrupa’da 16 yy la girişte 1000 kitap basılmış,


Osmanlı matbaayı kullanmaya başladığında Avrupa'da 1,5 milyon kitap basılmış ve 1,5 milyon baskı yapılmış.


Patrona Halil İsyanı matbaaya dokunmadı.


Tüm yenileşme çabaları, gerici ayaklanmalarla engellenmekteydi. Askeri alandaki yenileşme çabaları da sonuçsuz kalmıştı.


Asıl bozukluğun, Tüm devlet kurumlarının ve sosyo-ekonomik yapının bozukluğundan kaynaklandığı anlaşılamıyordu.






C. ÜÇÜNCÜ SELİM DÖNEMİ: (1789–1807)


1789 yılında Tahta çıkan 3. Selim, Devleti Rusya ve Avusturya ile savaş halinde idi. Selim, 18.Yüz yılın ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha Veliaht iken Fransız İhtilali öncesi Fransa’nın son Kralı olan 16. Louis ile yapılacak ıslahat konusunda gizlice mektuplaşmış, ondan öneriler almıştı.


Batının üstünlüğünün; Batının devlet, toplum ve ekonomik yapısından ileri geldiğini en iyi anlayan padişah 3. Selim olmuştur


Tarihimize “Nizam-ı cedit” adıyla geçen ıslahat döneminin, padişahı olan, 3. Selim, tahta çıktığı yıl Fransız Devrimi başlamıştı.


Nizam-ı Cedit (Yeni düzen) hareketi;


1. Dar anlamda;


• Avrupa usulünde yetiştirilmek amacı ile kurulan yeni askeri düzeni ve orduyu tanımlar.


• Geniş anlamda ise;


3. Selimin, yeniçeri ocağını kaldırıp, yerine Avrupa düzeninde, bir ordu kurmak,


• Ulema nüfuzunu kırmak,


• Osmanlı Devletini, Avrupa’nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve uygarlıkta yaptığı tüm gelişmelere ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketlerinin bütünüdür.


Nizam-ı Cedit bu anlamı ile Osmanlı İmparatorluğunda mevcut idare sisteminin yerine Avrupa modelinden alınan yeni bir sistemin kurulması demektir.


Üçüncü selim Devleti kurtarma yolunda önemli adımlar atmıştır ama tarihin bir cilvesi olarak Osmanlı Devleti de çöküş sürecine onun döneminde girmiştir.


Aslında Osmanlı; Tarihi bir gerçek olarak çöküş sürecine İstanbul’un fethi ile girmiştir:


İstanbul’un fethi, Amerika’nın keşfine, Amerikanın keşfi, Dünyanın değişmesine, Dünyanın değişmesi de Osmanlının yıkılmasına yol açmıştır.






D. DIŞ VE İÇ SİYASET FIRTINALARI:


Bir Dünya Savaşı çap ve Niteliğinde olan Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları sırasında Osmanlı Devleti kendisini yıkıp parçalayacak iki kasırgaya tutuldu.


• Biri, Fransa’nın ihtilalci heyecanla her yanda bu arada Osmanlı ülkesinde yaymakta oldukları demokrasi ve milliyetçilik akımıydı.


• Diğeri de Rusların ihtilale “panzehir” ve emperyalizmlerinin silahı olarak Rumeli’de yaptıkları, fakat sonuç olarak aynı noktaya, Osmanlı ülkesini parçalama noktasına ulaşan, Ortodoksluk ve Slavcılık propagandası idi.


• Bu arada Müslüman Osmanlıların Ayanlık ( yerel Önder) ve talimli asker- Yeniçeri sorunları ile uğraşıyor olması bu etkileri daha da yıkıcı kılıyordu. Merkeze karşı başlarına buyrukluk davasında olan Ayanlar her türlü dış desteği kabule hazır durumdaydılar.






2. OSMANLI DEVLETİNİN ÇÖKÜŞ SÜRECİNE GİRMESİ:


A. NAPOLYON’UN MISIR SEFERİ, OSMANLININ DIŞ TEHDİTLE BAŞA ÇIKAMAMASI VE OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞ SÜRECİNE GİRMESİ: 1798


1798 (1 Temmuz) Yılında Napolyon komutasındaki, Fransız Ordusu, Mısır’ı; Osmanlı Ülkesinden pay almak ve İngilizlerin Hindistan yolunu tehdit etmek amacıyla, işgal edince; Osmanlı Devleti, acizliği ve güçsüzlüğünden ötürü ancak, 2 Eylül 1798’de Fransa’ya savaş ilan edebilmiş, Rusya ve İngiltere’den yardım istemiştir. Ancak böylelikle Fransız işgalinden kurtulabilmiştir.


İşte bu; Osmanlı Devleti için önemli bir dönüm noktasıdır.


Osmanlı artık, “TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUYABİLMEK İÇİN” dış yardıma ve ittifaka muhtaçtır.


B. Sırp İsyanı (1804):


Sırplar,1804 yılında, Kara Yorgi öncülüğünde, Avusturya ve Rus desteği le ayaklandılar,


Bu ayaklanmada; Fransız İhtilalinin Milliyetçilik, bağımsızlık ve hürriyet gibi fikirlerin Sırplar üzerinde etkili olması, Batıdaki savaşların Sırbistan toprakları üzerinde geçmesi ve bu savaşlarda, Sırbistan’ın sık sık el değiştirmesi, Sırbistan’daki Yeniçerilerin olumsuz davranışları etkili olmuştur. Sırplar, Osmanlı devletine karşı “ Milliyetçilik” duyguları ile ayaklanan ilk topluluktur.


Sırplara; 1806–1812 Osmanlı Rus savaşı sonrasında, imzalanan Bükreş antlaşması ile bazı haklar verilmiş, 1828–1829 Osmanlı- Rus savaşı sonrasında da Edirne Antlaşması ile özerklik, 1877–1878 Osmanlı Rus savaşı sonrasında da İmzalanan Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları ile Bağımsızlık verilmiştir.


C. Kabakçı Mustafa İsyanı ve Üçüncü Selim’in katli:


Üçüncü Selim’in ıslahat hareketi, ilk kez, batı kurumlarını örnek alan, sistemli bir hareket idi. Ancak Üçüncü Selimin izlediği bu ıslahatçı politika, yenlik karşıtı çevrelerce dikkatle izlenmekteydi. Yeniçeriler arasında da Nizam-ı Cedit düşmanlığı gün geçtikçe artmaktaydı. Camilerde sürekli olarak halk, 3. Selim ve Nizam-ı cedit aleyhinde kışkırtılmaktaydı.


1807 yılında Yeniçeri Ocağı içerisindeki Boğaz yamakları Kabakçı Mustafa lakaplı kişinin liderliğinde ayaklandılar. Padişah isyancıların isteğini kabul ederek Nizam- Cedit’i kaldırdığını açıkladı. Ancak bunla yetinmeyen isyancılar, 3. Selimi tahttan indirerek 4. Mustafa’yı padişah yaptılar.


Yeni Padişah, yeniçerilerle anlaşma yaparak tahtını sağlama almaya çalıştı ise de; Nizam-ı Ceditçilere ve yenilikçilere karşı yürütülen katliamları sürdüren, kendini tahta çıkaran odaklarla başa çıkamadı.


İstanbul’daki gelişmeleri öğrenen Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa askerleri ile birlikte İstanbul’a gelmiş, İsyancıları etkisiz hale getirmiş, Eski Padişahın öldürüldüğünü görünce ve 4. Mustafa’yı da yetersiz bulunca da 2. Mahmut’ padişah yapmış ve kendisi de Sadrazam olmuştur.


Ç. İKİNCİ MAHMUT DÖNEMİ (1808–1839)


İkinci Mahmut da; 1808’de AYAN’A bulunduğu yörede, hukuki ve ekonomik haklarını tanıyan buna karşılık devletin asker ve vergi toplama yükümlülüklerini ortaya koyan, Türkiye’nin MAGNA KARTA’SI, “Sened-i ittifak”ı imzalamak zorunda kaldı.


İkinci Mahmut da yeniçeri ocağının ve ulemanın baskıları yüzünden, 1826'ya kadar hiçbir yenileşme hareketine girişemedi.


İkinci Mahmut dönemi Islahatları:


İkinci Mahmut Islahat fikirlerinde ve hızla Batıya yönelmesinde Avrupa’daki elçilerin izlenimleri ve tavsiyeleri etkili olmuştur. Önünde iki örnek vardır; Mısır ve M. Ali Paşa ile Rusya ve 1. Petro.


Avrupa’nın Osmanlıya bakış açısı olan BARBARLIK imajından kurtulmak için toplumun tepeden tırnağa kendini yenilemesi, her şeyi ile bir Avrupalı gibi görünmesi için çabalamıştır. Özellikle Mehmet Ali Paşa ayaklanması karşısında, devletin içine düştüğü çıkmaz, 2. Mahmut’u derinden etkilemiş ve devletin dışarıdan ve içeriden görünüşünü değiştirmek amacıyla ıslahatlara başlamıştır.


Düşünce şekle bağlı olunca, Avrupa aynen taklit edilmeye çalışılmıştır.


İkinci Mahmut kendi yaşantısında da bir Avrupalı gibi giyinmiş, 1835’te geleneksel bir tarda düzenlenmiş olan Topkapı yerine Avrupa usullerine göre düzenlenen Dolmabahçe Sarayına taşınmıştır.


Askeri Alandaki Yenilikler:


1. Yeniçeri Ocağı kaldırıldı (1826) Vaka’yı Hayriye olarak adlandırılan bu olaydan sonra, Askir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kuruldu. Serpuş olarak da fes giydirildi. (Yeniçeriler, Yalnızca bir askeri sınıf değil, toplumun hemen tüm yönlerine etki etmiş bir zümre idiler. Yeniçerilerin isyanı sırasında yağmaya teşvik ettikleri Irgat ve Hamal taifesiyle Kayıkçılar da takibata uğradılar. Yine Yeniçerilere bağlı olarak kabul edilen, Tulumbacı ocağı da kaldırıldı. Yeniçerilere yakınlığı ile tanınan Bektaşi Tarikatı’nın tekkeleri de ortadan kaldırıldı. Yeni çeri ocağının kaldırılması, Osmanlı Devleti’ni derinden etkileyen bir olaydır.)


2. Avrupa usulüne göre tabur ve bölüklere ayrılan askerlere sıkı ceket, setre pantolon ve potin giyme zorunluluğu getirildi.


3. Askeri eğitim için Prusya’dan küçük rütbeli subaylar getirildi.


4. Mehterane-i Askeri kaldırıldı. Avrupa usulüne göre Mızıka-i Hümayun kuruldu.


5. 1834’te Harbiye kuruldu.


Eğitim Alanındaki Yenilikler:


1. İlk Öğretim zorunlu hale getirildi. (İstanbul’da)


2. İlkokul düzeyinde Mekteb-i Maarif-i Adli okulları açıldı.


3. Avrupa’ya eğitim için 150 öğrenci gönderildi.


4. Tıbbiye ve Cerrah hane okulları açıldı


İdari Alanda Yapılan Islahatlar:


1. Devlet Memurları için uygulanan müsadere usulü kaldırıldı.


2. Sadrazam Başvekâlete çevrildi. Nazırlıklar kuruldu: Dâhiliye, hariciye, Maliye


3. Memurların tayin ve terfileri bir esasa bağlandı.


4. Divan-i Humayun’da görülen devlet işleri için yeni komisyon ve meclisler oluşturuldu.


5. Merkezi otorite sağlamlaştırıldı.


6. Pasaport usulü kabul edildi.


7. Valiler maaşlı memur haline getirildi. “Redif” adı maltında Avrupa usulüne göre asker yetiştirmeleri görevi verildi.


8. Birkaç Sancağın bir araya gelmesi ile “Müşirlikler” kuruldu.


9. Halk ve hükümet işlerini yürütmek üzere “ muhtarlıklar” kuruldu.


10. Vergiler yeniden düzenlendi. Herkese vergi miktarını gösteren mühürlü senetler verildi.


11. Devlet dairelerine ilk kez kendi resmini astırdı.


12. Devlet memurlarına kıyafet zorunluluğu getirdi. (Setre Pantolon, Fes)


13. İlk Türkçe Resmi Gazete çıkartıldı. Takvim-i Vekayi.


14. Devlet memurlarının yargılanmaları, devlet ile kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için mahkemeler kuruldu


15. Tımar sitemi kaldırıldı.


14. İlk nüfus sayımı yapıldı. (Yalnızca erkekler sayıldı.)


Rumeli: 800.000 Hıristiyan +500.000 Müslüman - 1.300.000


Anadolu: 400.000 Hıristiyan +2.000.000 Müslüman—2.400.000


Toplam 3.700.000 kişi






İkinci Mahmut Islahatının temelinde, devletin sarsılan otoritesinin yeni önlemlerle ve yeni kurumlarla yeniden sağlanması yatmaktaydı. Bu amaçla; mutlak monarşik bir devlet sistemi kurmaya çalıştı.


Devletin temel yapısı olan İslami esaslara ve Padişahlığın Allah vergisi olduğu inancına dokunulmadan, Batı kurumlarının örneklerine bakıldı.


****Ahmet Fevzi Paşa’nın kurduğu Sübyan Bölükleri Maçka Kışlasına getirilerek Harbiye açılmış oldu. Padişah resmi açılışı 1–7-1835’te yaptı. 9 “kısım” dan oluşan Harbiye’de sınıf usulü yoktu. Medrese’de olduğu gibi, bitirilmesi gereken kitaplar vardı. Bir kitabı bitirip öğrenen öğrenci diğer kitaba geçerdi. Yani öğrenim süresi öğrenciye kalmış bir işti. İlk 8 “kısım” Türkçe okuma yazma, din bilgisi, askeri mevzuat, biraz da Arapça. 9. “kısım” da matematik, topografya, harita öğretiliyordu. İlk 8 kısım ilkokul düzeyinde, 9. kısım ortaokul belki kısmen lise düzeyinde sayılabilir.


Harbiye’yi 1836’da ziyaret eden İngiliz Seyyahı Miss Pardoe okulun dış görünüşünün fena olmadığını, fakat aslında ”ruhu olmayan bir cesede” benzediğini söylüyor ve bu durumu Rusya’nın bir komplosu olarak açıklıyordu.


Daha önce açılan Tıbhane için de aynı sorunlar vardı. Orada da uzun süre, hasır üzerinde diz çöken öğrencilere eğitim verilmeğe çalışılıyordu. Tıbhane (Tıbbiye) ve Harbiye böyle olduktan sonra, 18.yüzyılda açılan ve iddialı isimler taşıyan Mühendis hanelerin de derme çatma olduğunu düşünebiliriz.


1845’te Harbiye öğrencileri sınava tabi tutularak, bir bölümü subaylık mesleğini öğreten Mekteb-i Umum-u Harbiye’ye bir bölümü ilk ve orta öğretim yapan Mekteb-i Fünun-u idadi’ye alındılar. Kuruluşundan 14 yıl sonra,1848’de Harbiye ilk mezunlarını verdi.


Halkın dinlerine göre, ortaya çıkmış farklılık ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için, Padişah: Müslümanların, Musevilerin ve Hıristiyanların ancak camide, Havrada ve kilisede farklı olduklarını, devlet karşısında ise eşit olduklarını ilan etti.


İkinci Mahmut dönemindeki siyasi gelişmeler ve çöküşün sürmesi


Yunan Sorunu


Osmanlı Devletinde, Sırplardan sonra ayaklanan ikinci azınlık Yunanlılardır. Yunanistan’da Uluslararası bir Rum burjuvazisi vardı. Başta Odesa, Marsilya, Triyeste, Londra gibi yeler olmak üzere, dünyanın birçok büyük merkezlerinde Rum tüccar kolonileri oluşmuştu. Selanik ticaretinde Rumların önde gelen bir yerleri vardı ve buradan başlayan ticaret ağı Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılmakta idi. Rumların pek çok armatörleri, bunların 1816’da 600 kadar ticaret gemileri vardı. Ticaret yanında korsanlıkla da zenginleşmişlerdi. Ayrıca, Rönesans’la birlikte, Avrupa’da eski Yunan Uygarlığına karşı başlayan ilgi ve hayranlık, Avrupalıların genellikle eski Yunanlıların torunları diye kabul ettikleri Rumlara karşı dindaşlık dolayısı ile mevcut olan sempatiyi daha da arttırıyordu.


Rum Ortodoks Kilisesi, Hıristiyan olmayan eski Yunanlılara sahip çıkmayı fazla tasvip etmese de, az çok uyanık birçok Rumlar, büyük bir UYGARLIK sahibi olan eski Yunanlıları dedeleri olarak benimsiyor. Ve bundan gurur duyuyorlardı. Ayrıca: Osmanlı Devleti, Rum Ortodoks Kilisesine geniş bir yayılma alanı vermiştir. Osmanlı Hükümeti, tüm Osmanlı Ortodokslarını, milliyetleri ne olursa olsun, Rum Ortodoks kilisesine bağlı saymıştır. Rum Ortodoks Kilisesinin İstanbul’da bulunduğu Fener semtinin ileri gelen Rum ailelerinin mensupları, Osmanlı Devlet örgütünde tercümanlık ve Eflak ile Buğdan Voyvodalıkları gibi önemli görevlere getiriliyorlardı.


Yunan İhtilali Mora isyanı diye anılır. İsyanı, 1814 yılında Odessa’da 3 Rum’un kurduğu Filiki Etaria (Dostluk Dermeği) örgütlemiştir.


12 Şubat 1921 yılında Mora’da başlayan isyan kısa sürede gelişti ve başarılı oldu. Mora'nın merkezi olan Trabliçe (Tripolis) kalesi 5–10-1821’de düştü. 13–1-1822’de Epidauros’ta toplanan meclis, bağımsızlığını ilan edip Cumhuriyet yönetimi kurdu. 1922 yazında Atina, Misolongi ve Tep’i ele geçirdiler. İsyan birçok yere yayıldı. Kısa sürede 15 bin Müslüman öldürüldü.


Osmanlı Ordusu Korent’e kadar Yunanistan’a egemen olduysa da Misolongi ve Atina hariç, Mora’ya giremedi.


Gelişmeler karşısında çok hiddetlenen 2. Mahmut, sorumlu diye saptanan, başta din adamları olmak üzere, bazı Rumlara karşı hiddet ve şiddetle davranmıştır. Kayseri, Edremit, Edirne, Tarabya Piskoposları asıldığı gibi, Fener Ortodoks Patriği Grigorius da Patrikhanenin orta kapısında asılmış ve yaftası göğsünde, üç gün teşhir edilmiştir. Bilindiği gibi bu kapı bugüne değin kapalı kalmıştır.


Mahmut, Fatihin koyduğu kurallara uygun olarak, Rum Cemaatinin taşkınlığından Patriği sorumlu tutmuştur. İdamın nedeni de budur.


Osmanlı Devletindeki, Vezir ve Ayanların iktidar kavgaları ( Halet, Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa, Reissülküttap ve Rusçuk yaranından Mehmet Sait Galip Paşa) yüzünden; Osmanlı ordusu, Korent boğazının güneyine üç yıl boyunca inemedi.


Ordunun Rumlar karşısındaki aczi, Yanya'nın zaptından sonraki iki uzun yıl (1822–1823) boyunca iyice ortaya çıkınca, 2. Mahmut büyük bir isteksizlikle de olsa ( bir Ayan’a muhtaç olmak hoşuna gitmiyordu) Kudretli Mısır Valisi Mehmet Ali’den yardım istedi. Arabistan’da Vahabilerin hakkından gelmiş olan Kavalalı, Girit ve Mora Valilikleri kendisine verilmek koşulu ile işe girişti. Temmuz 1824’te oğlu İbrahim Paşa komutasında 54 savaş ve 400 nakliye gemisinden oluşan ve 16.000 asker, 150 top taşıyan filo Mısırdan hareket etti. Mısır gücü önce Girit’e geldi. Ertesi yıl (24–2- 1825) Mora'ya çıktı.


Bu arada yeniçerilerin aczi üçüncü yılını doldurmuş bulunuyordu. ( isyandan itibaren 4 yıl)


İbrahim Paşanın kuvvetleri bir hamlede Mora’da isyana son verdiler. Yalnız Misolongi (23–4–1826) ve Atina’nın (5–6–1827) zaptı zaman aldı.


Mısır Kuvvetlerinin bu başarısı yeniçerileri iyice gözden çıkardı. Onların Rus ve Avusturya orduları karşısındaki perişanlığı kanayan bir yaraydı. Buna Ayanlar (Tepedelenli) ve Asi Reaya karşısında rezil olmak da eklenince, İstanbul’da kamuoyu iyice aleyhine döndü. Daha da kötüsü, yeniçerilerin yapamadığını bir Valinin askeri kısa sürede yapıyordu.


Yeni bir eğitimli asker sınıfın kurulması kararlaştırıldı. Yeni Eşkinci sınıfı oluşturmak üzere harekete geçildi. Eğitimler başladıktan üç gün sonra, Mısırlı bir eğitim öğretmeninin bir askeri dövmesi ile (15–6–1826) Yeniçeriler kazan kaldırdılar. Bunun üzerine “Yeniçeri Kışlaları” topa tutularak yok edildiler, sağ kalanlar da idam edilerek ocak tamamen söndürüldü.


Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında, Rusya ve Fransa'nın etkisi olmuştur. 1815 Viyana Kongresinde; Rusya, Grek Milliyetçilik duygusunu körüklemiş ve 1821 Mora Ayaklanmasını desteklemiştir. Yunanlıların Rusya etkisine girdiğini gören İngiltere bundan rahatsız olarak, o da Yunan Bağımsızlığını desteklemeye başlamıştır. Böylece Stratejik bir bölge olan Doğu Akdeniz ticaretini Rusya’ya bırakmamış olacak ve Akdeniz’de kendi egemenliğini sürdürmüş olacaktı.


Yunan İsyanı Mehmet Ali Paşa’nın yardımıyla bastırılmıştır. Ancak İngiltere’nin 1925 yılında Ateşkes önererek, kesin uyarı vermesi, 1827 İngiliz-Rus- Fransız ortak donanmasının Osmanlı Donanmasını NAVARİN’DE yakması sonucunda, Osmanlı Devleti bu mücadelede etkisiz kalmıştır.


1827–1818 Osmanlı – Rus savaşı Yunanlıların Bağımsızlığında etkili olmuştur. 1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmiştir. Doğu Anadolu’daki bir kısım toprak da Rusya’ya bırakılmış ve Balkanlarda Reform yapılacağı garantisi verilmiştir.


Cezayir’in İşgali:


1529 Yılında Osmanlıya bağlanan Cezayir, 1830’da Fransa tarafından işgal edilmiştir. Donanması zayıflayan Osmanlı bu durumu yalnızca protesto etmiştir. Gerçekte emperyalist amaçları için bu işgali gerçekleştiren Fransa, bunu Medeniyet adına yaptığını söyleyerek bu işgali haklı göstermeye ve dünya kamuoyunun desteğini almaya çalıştı. Bu tip gerekçeler sonraki yıllarda başka devletlerce de kullanılacaktır. ( Hatta 21.yy’ı yaşadığımız bu günlerde bile bu düşünce etkin bir biçimde kullanılmaktadır. Ancak günümüzde “ medeniyet” kavramının yerini “demokrasi” kavramı almıştır.)


Osmanlı devleti, Batının kendisi hakkındaki “gayri medeni” şeklindeki olumsuz düşüncesini silebilmek için Batılılaşma yolundaki yenilik hareketlerini hızlandırmıştır.






D. MISIR VALİSİNİN AYAKLANMASI VE OSMANLININ İÇ TEHDİTLE BAŞA ÇIKAMAMASI: (1831–1841)


Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Mısır’da ekonomik, idari ve askeri reformlar gerçekleştirmiş, Öncelikle Mısır’daki tüm toprakları millileştirmiş, Batı Ülkelerine gençler göndermiş, Ülkenin ana üretim maddeleri devlet tekeli haline getirmiştir. Yeni sanayiler kurdurmuştur. Nil Deltasında pamuk, şekerpancarı zeytin gibi endüstriye hizmet edecek ürünlere önem vermiştir.


Böylelikle ülkesini ve Valiliğini Osmanlıdan daha güçlü hale getirmiş ve Osmanlı Devleti ile yarışır hale gelmiştir.


Ayaklanmanın Nedenleri:


• M. Ali Paşanın Mısır’ı Bölgede en üstün güç haline getirmek istemesi.


• M. Ali Paşanın İstanbul’dan bağımsız olarak hareket etmek istemesi.


• Mısır Valiliğinin hanedanlık biçiminde babadan oğula geçmesini istemesi.


• Suriye’yi, Anadolu’yu hatta Osmanlı Devletini ele geçirmek isteği.


Osmanlı Devletinin Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa; Mora İsyanının bastırılmasındaki yardımları karşılığında; Kendisine Girit Ve Suriye Valiliklerin verilmememsini bahane ederek 20–10-1831’de isyan başlatmış ve oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordusunu; İstanbul’a doğru harekete geçirmiştir.


Mısır Ordusu, Osmanlı Ordusunu üç kez bozguna uğratarak ve Filistin ile Suriye’yi baştanbaşa zaptedip, Torosları ve Konya’yı aşarak 1833 yılında Kütahya’ya gelmiştir.


Bunlar olurken, M. Ali ve Oğlu Osmanlı devletine saygılı davrandılar. Hatta Konya’da esir aldığı Osmanlı Başkumandanı Sadrazam Mehmet Reşit’i serbest bıraktılar.


İbrahim’in başarısı yalnız askeri değildi. İbrahim Yeniçeriliğe ve Bektaşiliğe büyük saygı göstererek Osmanlıdaki “Islahat karşıtlarını” yanına aldı. En önemlisi Kastamonu’da Tahmisçi oğlu isyanı olmak üzere, Anadolu’nun bazı yerlerinde isyanlar çıkardı. M. Ali'nin Ayanlara yönelik kışkırtmalarının da bu konuda etkili olduğu söylenebilir.


Kimi yazarlara göre; Anadolu açıkça Mısır yönetimi altına girmeye razı oldu. Bu destekten yararlanarak, İbrahim bir ara İstanbul’a gidip Mahmut’u tahttan indirmeyi düşündüğü de anlaşılıyor.


Mahmut, sonunda Mısır Valisi ile anlaşmaya razı olarak, Kahire’ye Halil Rifat Paşa ile Mustafa Reşit Paşa’yı gönderdi ise de bu kez M. Ali ters davrandı ve sonuç alınamadı.


Karal’a göre; Mahmut’un tutacağı iki yol vardı: “Ya İmparatorluğun dayandığı İslamlık temellerine sadık kalarak M. Ali Paşa ile anlaşmak, ya da ona karşı Hıristiyan bir devlet ile anlaşarak bir hanedan politikası gütmek.”


Mahmut ikinci yolu seçti. Aslında, Fransa’daki ihtilalle ve Hollanda’daki yansımalarıyla meşgul olan Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı sorunlarıyla uğraşacak halleri yoktu. Zaten Fransa, Cezayir’i istila ettiği ( 5–7 1830) ve M. Ali’yi de desteklediği için İstanbul’dan iyi gözle görülmemekteydi. Bunun Üzerine Mahmut, “Denize düşen yılana sarılır” diyerek Rusya’ya başvurdu.


Ruslar İstanbul’a ordu ve donanma gönderdi, Fransa ve İngiltere’de diplomatik çabalar ortaya koydular.


Sonuçta Mustafa Reşit Paşa, İbrahimle1934 yılı Ağustos ayında Kütahya anlaşmasını imzaladı.


Kütahya Antlaşması:


1. İbrahim Paşa, Cidde Valiliğinden başka, Şam, Halep Valiliklerini ve Adana Muhassllığını elde etti.


2. M. Ali Mısır ve Girit Valisi oluyordu. Buna karşılık İbrahim Torosların gerisine çekilecek,


3. Anadolu’da M. Ali’den yana olanlar için genel af ilan edilecekti.


Bu ülkelerin yardımı sonucu Mısır Valisi ile Kütahya antlaşması imzalanmış ve mısır ordusu geri çekilmiştir.


Mısır Valisi’nin Ayaklanması Osmanlı Devletini uzun süre uğraştıran bir olaydır. Osmanlı Devletinin sosyal alandaki gelişmelerini de önemli ölçüde etkilemiştir.


İskenderiye sözleşmesiyle de teyit olunan bu anlaşmaya karşın İkinci Mahmut kendisini emniyette hissetmediği için ve Rusya’nın bu iyiliği altıda kalmamak için; Osmanlı, Rusya ile 8.7.1833’te “Hünkâr İskelesi Antlaşmasını” 8 yıl süreli olarak yaparak, Mısır Valisi tehlikesinden kurtulmaya çalışmıştır.


Bu bir ittifak ve yardımlaşma antlaşması idi.


Antlaşmaya göre Osmanlı Rusya’nın yararına Boğazları kapatacak Rusya da Osmanlıyı iç ve dış saldırılara karşı koruyacaktı. (Bu antlaşma Osmanlının Rusya Uyduluğunu kabul etmesi olarak algılanmıştır)


Osmanlı Devleti artık, “İç tehditleri karşılayabilmek için” de dış yardıma muhtaçtır”






E. HÜNKÂR İSKELESİ ANTLAŞMASI: 1838


Rusya ile yapılan bu Antlaşma ile


1. Edirne Antlaşması (1829) onaylanıyor.


2. Osmanlı Devleti- Rusya arasındaki barış durumuna işaret edilerek iki devlet yalnızca, ülkelerini saldırılara karşı korumak amacıyla birleştiklerini belirtiyor.


3. Osmanlı Devleti herhangi bir güç durumda Rusya’ya yardım gönderecek,


4. (GİZLİ) : Osmanlı devleti Çanakkale boğazını yabancı devlet gemilerine tamamen kapatacak.






F. EKONOMİK İFLASA GİDEN YOLUN AÇILMASI:


Mısır’la mücadele uğrunda önce Rusya’nın uyduluğu kabul edilmiş, daha sonra da belki daha tehlikeli olarak, ülkenin yaşamsal ekonomik çıkarları Batı’ya peşkeş çekilmiştir.


1820’li yıllarda; İngiltere Sanayi Devrimini tamamlamış, üretim ve sermaye adeta ülke sınırlarından dışarı taşmış, yani yeni PAZARLAR gerekmiştir.


Avrupa ülkeleri ve ABD hemen gümrük duvarlarını İngiliz mallarına karşı yükseltmiştir. Artık İngiliz malları çıkış için Avrupa dışına yönelmek zorunda kalmıştır.


Osmanlı tahtında 2. Mahmut (1808–1839) oturmakta, Sadrazamı da Mustafa Reşit Paşa. Mason da olan Mustafa Reşit Paşa, 1830' lu yıllarda İngiltere ile iyi ilişkiler içindedir.


Mustafa Reşit Paşa Osmanlının kurtuluşunu Avrupalılaşmakta görüyor. Başta İngiltere olmak üzere, Avrupa devletleri ile “SERBEST TİCARET)’İ öneriyor ve şöyle diyor: “Ülke Serbest Ticaret sayesinde hızla sanayileşecektir.”


İngiliz Dış işleri Bakanı Palmerston: “Serbest ticaret sayesinde Sultan’ın Tebaasının ticaret ve refahı artacak, sanayi gelişecektir.” Ne kadar benzer ifadeler değil mi?


Bu günde benzer senaryoları gördüğümüzü rahatça söyleyebiliriz…


Sonunda, 16 Ağustos 1938’de Mustafa Reşit Paşa, İç ve dış tehditler karşısında, İngiltere’nin yardım ve desteğini alabilmek için İngiltere ile “Osmanlının idam fermanı olan BALTA LİMANI Ticaret Anlaşmasını”, “Kalkınma yolunu açacak” belge olarak imzaladı.


Anlaşma neleri getiriyordu?


Bu anlaşma, İngiltere’ye ve kısa süre sonra diğer batı ülkelerine o güne değin Kapitülasyon Hukukunun sağladığının çok ötesinde olanaklar tanıyordu.


1. Gümrük vergisi oranları İhracatta; % 12’ye, İthalatta: % 5’e düşürülecek.


2. İngilizler, Dünyanın neresinde olursa olsun, ülkemize diledikleri malları sokabileceklerdir.


3. Yed-i Vahit (Tekel) usulü kaldırılacaktır. İngiliz Tüccarı, iç ticarette, en ayrıcalıklı tüccardan fazla vergi vermeyecektir.


4. Yabancı mallar Boğazlardan serbestçe geçecek, Osmanlı Limanlarında, bir gemiden öbürüne aktarılabilecek, Transit ticaret serbest olacaktır. Bu işlemlerden hiç bir vergi alınmayacaktır.


5. İngilizler Demir yollarından ücretsiz yararlanacaklardır.


6. Kapitülasyonlar devam edecek, anlaşma ile tanınan yeni ayrıcalıklar, öncekilere eklenecektir.


7. Antlaşma hükümlerinden diğer devletler de yararlanacaktır.


8. Antlaşma sonsuza dek yürürlükte ve geçerli olacaktır.


Sonra neler oldu?


1. Osmanlı iç pazarı, Batının sanayi ürünlerine açıldı. Dış ticaret dengesi bozuldu. (O yıl ki ihracatımız, 1 milyon 81 bin Sterlin idi, İthalatımız, 3 milyon 85 bin sterlin idi. Makas 2 milyon sterlin kadardı. Anlaşmanın hemen sonrasında, makas 11 milyon sterlin’e çıktı.


2. Ekonomik Bağımsızlık yitirildi. Devletin çöküşü hızlandı.


3. Devletin bağımsız dış ticaret politikası izleme seçeneği ortadan kalktı. Çünkü Balta Limanı Ticaret anlaşması, yalnızca, gümrük vergilerini daha aşağı çekmekle kalmıyor, Osmanlı Devleti, artık kendi gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle birlikte saptamayı kabul ediyordu.


4. Hükümet Dış ticarette olağan üstü vergi koyma hakkını yitirdi


5. Kapitalist sermayeleşmeye geçemedi.


6. İthal mallar adeta iç piyasayı istila etti.


7. Ekonominin eski yeni tüm sanayileri yok oldu.


8. Ticaret ve sanayi yabancıların eline geçti.


9. Zanaata dayalı yerli üretim ithal ürünlerle baş edemedi.


10. Ekonomide, tarımsal üretim ile tarım dışı üretim arasındaki tamamlayıcılık ortadan kalktı.


11. Osmanlı üreticisi ham madde darlığı çekmeye başladı.


12. Bilgi birikimi ve teknoloji yetersiz olduğundan, ülke çaresiz duruma düştü.


13. 1840' lardan başlayarak, yüzlerce yabancı tüccar imparatorluk içine yerleşti.


14. Osmanlı Tüccarları İngiliz tüccarlarından daha fazla vergi verir duruma düştü. Bu da rekabet gücünü kırdı.


15. Zaten sıfıra yakın olan bütçe tamamen tükendi.


16. Halk yoksullaştı.


Özetle: 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalamanı Ticaret Antlaşması ile Ülke AÇIK PAZAR haline gelmiştir.


Bu ülkenin EKONOMİK İFLAS SÜRECİNE girmesi demekti. Ve ekonomik olarak yarı sömürge sürecinin başlaması demekti.


Yed-i Vahit usullünün kaldırılması hükmü, Mısır kalkınmasının can damarı olan mekanizmayı tahrip edip, Mısır’ı çökertmek için konulmuştu.


Osmanlının Mısır’a uyguladığı bu zehir, ülkenin başka yerlerinde de hüküm sürecekti. Mahmut Suriye’yi ve Mısır’ı kendisine daha sıkı bağlayabilmek uğrunda ekonomik çıkarları feda etmekte, bir kez daha denizden çıkmak için yılana sarılmaktadır.


Osmanlı, Ülkesini geniş tutmak emeli uğruna ekonomik çıkarlarını feda etmiştir.


Peki, biz Balta limanı anlaşmasını imzalarken, Avrupa'nın diğer devletleri neler yaptı?


Tabii ki bizim yaptığımızın tersini…


ABD, Fransa ve sonradan Almanya gibi ülkeler, seçtikleri yolda ilerleyerek, bugün birer sanayi devi haline geldiler. Bunu karşısında Osmanlı Devleti silinip gitti.


ABD, Fransa gibi ülkeler, 1840 lı yıllarda, aşağı yukarı bu günkü Türkiye’nin gelişme düzeyinde idiler. Bu ülkeler eğer, sınırlarını İngiliz mallarına açmış olsalardı ve sözde reformlar yapsalardı, bu günkü dünyada az gelişmiş birer ülke olurlardı.


İngiltere ise bir “ Süper güç” olurdu.


Serbest ticaret ancak, aynı gelişme düzeyinde bulunan ülkeler için yararlıdır. Farklı gelişme düzeyinde bulunan ülkeler arasında ise, yalnızca zengin ülkeler lehine işler. Yoksul ülke serbest ticaretten zarar görür.


Bugün; ABD’nin, Almanya’nın ve Fransa’nın bugün ne dediğine değil geçmişte ne yaptığına bakmalıyız…


Mali iflasa giden yol, aslında KAPİTÜLASYONLARIN verilmesi ile başlamış, 1838 Ticaret antlaşması ile hızlanmış, 1854 yılında başlayan dış borçlanma ile Ülke Maliyesi, borç batağına sürüklenmiş, 1881 MUHARREM KARARNAMESİ ile son bulmuştur.


1856’da Londra’da İngiliz bankerlerince kurulan ve 1883 yılında Fransız Bankerlerinin de katılmasıyla güçlenen “Osmanlı Bankası”na devletin Merkez Bankası yetkisi verilmesi de hepsinin üzerine tuz biber ekmiştir.


Peki ya günümüz…


1995 gümrük birliği anlaşması = 1838 BALTALİMANI TİCARET ANLAŞMASI


ACABA GEÇMİŞTEN HİÇ Mİ DERS ALMAYIZ!






G. ASKERİ İFLAS (İKİNCİ MISIR SAVAŞI- 24 HAZİRAN 1839)


Kütahya Antlaşmasından hoşnut olmayan Osmanlı Devleti ve Mehmet Ali Paşa yeni arayışlara girdiler. Osmanlı Suriye Valiliğini geri isterken, M. Ali de MISIR; SURİYE VE HİCAZ’IN İRSİ valiliğini istemekteydi.


Görüşmeler yoluyla sorunlar çözümlenemeyince, Osmanlının Hafız Ahmet Paşa komutasındaki 40.000 kişilik ordusu ile Mısır Valiliğinin İbrahim Paşa komutasındaki 50.000 kişilik ordusu Nizip yakınlarında 24 Haziran 1839’da savaşa giriştiler. Osmanlı Ordusu Bozguna uğrayarak dağıldı.


(Prusyalı subay Moltke’ye ve Shaw’a göre; Mısır Ordusunun on bin kişilik bir fazlalığı olduğu gibi, top sayısı da fazla idi ve bunlar iyi kullanılıyordu ve manevra yetenekleri de daha iyi idi, fakat moral ve disiplin bakımından bir üstünlüğü yoktu. Osmanlı Ordusu; Askerlerin yarıdan fazlası yeni silâhaltına alınmış REDİFLER (MİLİS), subaylar da işini bilmez torpilli kişilerdi. Nizamiye askerlerinin de yarısı hastalık ve başka nedenlerle öldüğünden, bunların yerine zorla askere alınan, dil bilmeyen ve kaçmak için fırsat kollayan KÜRTLER di. Ayrıca; savaş bölgesine daha önce gelen ve yerleşen Osmanlı Ordusu Komutanı Hafız Ahmet Paşa’ya Moltke ve arkadaşlarının yaptıkları öneriler de; “Cuma günü Müslüman kanı dökülmez, gece baskınını ancak eşkıyalar yapar, geri çekilme Osmanlıya yakışmaz” denilerek geri çevrilmiştir.


Savaşta önemli olan sonuçtur. Bu da tam bir hezimetti.


Yenilgi haberi İstanbul’a ulaşmadan, 30 Haziran 1839 gecesi İkinci Mahmut veremden öldü. Cenaze kalkmadan, Meclisi Vala Reisi olan Hüsrev Paşa, Başvekil Rauf Paşa’dan Mühürü zorla alarak kendisi Başvekil oldu.


Yeni Başvekil Hüsrev Paşayla arası bozuk olan Kaptanı Derya Ahmet Fevzi Paşa, Sur iye Kıyılarından geri çağrılan DONANMAYI Mısır’a götürüp M. Ali Paşa’ya teslim etti.


Böylece; Osmanlı Devleti, Ordusunu, Padişahını ve Donanmasını yitirmiş oldu.


Artık Osmanlı Devletinin askeri olarak hiçbir değeri kalmamıştı ve Askeri bakımdan iflas etmişti.






H. DIŞ MÜDAHALENİN KURUMLAŞMASI


1839’da NİZİP SAVAŞINDA Osmanlı Ordusunun, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ordusuna yenilmesinden ve 2. Mahmut’un ölümünden sonra, Padişah olan Abdülmecit; Mehmet Ali Paşa’yı bağışladığını belirterek antlaşma yapmak ister ancak Mehmet Ali Paşa yanaşmaz.


Buna rağmen, Avrupa’nın Büyük devletleri; İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya ve Prusya (27.7.1839) Ültimatom vererek; “Kendi onayları olmadan” Mehmet Ali Paşa ile anlaşma yapılmasını engellemişlerdir.


Bu Batı’nın ilk resmi müdahalesidir.






İ. TANZİMAT FERMANI: 3 KASIM 1839


Cahil fanatik kadrolarla düşünülen yeniliklerin gerçekleşmesi olanaksızdı. Bunu gören 2. Mahmut, daha köklü ve sistemli bir düzenleme için, Londra elçisi Mustafa Reşit Paşa’ya İngilizlerin de isteği ve yardımı ile Bir Islahat programı hazırlama görevi verdi. Ancak bunun ilanına ömrü yetmedi.


Tarihimize “Gülhane Hattı Hümayunu “ ya da “Tanzimat Fermanı “adıyla geçen bu fermanın ilanı Abdülmecit zamanında oldu.


Bu fermanın yayımlanmasındaki amaç; devlet ile yurttaş arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmak idi.


Fransız Devriminin insan hakları ilkeleri, 50 yıl sonra, Osmanlı İmparatorluğunda padişah tarafından halka verilen haklar biçiminde giriyordu:


• Müslüman ve Hıristiyan tüm tebaanın namus, can ve mal güvenliğinin sağlanması,


• Verginin düzenli bir esasa bağlanması,


• Askerliğin düzenli bir esasa bağlanması,


• Hiç kimsenin yargılanmadan cezalandırılamayacağı,


• Mal ve mülkün müsadere edilemeyeceği,


• Müslümanlarla gayri Müslimlerin kanunen eşit oldukları, kabul ediliyordu.


Bu fermanla Osmanlı tanrı haklarının yanında, Batının laik insan hakları sistemi de yer almaya başladı.


Tanzimat döneminin değerli devlet adamları bu ilkelerin uygulanmaya geçirilmesi için, Şeriatın düzenlemediği konularda Batıdan yasalar almaya başladılar. Böylece hukuk alanında Batıya açılma da başladı. Diğer yandan, İslâmiyet’in kesin olarak koyduğu kurallara hiç dokunulmadı. Böylece hukuk iki başlı bir duruma geldi. Öte yandan Tanzimatçılar, Türk toplumunun geri kalmışlığında en önemli rolü oynayan eğitim sorununa de el attılar.


II. Mahmut'a kadar devlet eğitim işleriyle hiç ilgilenmezdi. II. Mahmut bu alanda yenilikler yaptı. Tanzimatçılar eğitim atılımlarını hızlandırdılar. Yeni orta öğretim kurumları ile yüksek okullar açıldı. Ama doğrudan doğruya din eğitimi veren medreselere de dokunulmadı. Böylece eğitim alanında da çift başlı bir düzen oluştu.






K. ISLAHAT FERMANI: 28 ŞUBAT 1856


Kırım Savaşından sonra Viyana’da kabul edilen barış ön koşullarından biri, Osmanlı Devletinin Hıristiyan Uyruklarına tanımış olduğu hakların yeniden ve “kendiliğinden” teyit edilmesini öngörüyordu.


18–12 1856’da bu gereği yerine getirmek üzere Islahat fermanı İlan edildi.


FERMANDAKİ KONULAR “eski hakları “teyit etmenin epeyce ötesine gidiyordu. Birçok hükümler arasında en çok göze batanlar, Müslüman olmayanların askeri ve sivil tüm okullara girme haklarını elde etmeleri; Müslümanlarla Müslüman olmayanlar ya da Müslüman olmayanlar arasında ceza ve ticaret davalarının “ muhtelit divanlarda” (ki bunlar laik mahkemeler olacaktır) görülmesi ve bunlar için ceza, ticaret ve usul kanunlarının hazırlanması; Müslüman olmayanların da askerlik hizmetiyle yükümlü olması, fakat “ bedel” vererek askerlikten kaçınma haklarının tanınması; yerli mevzuata uymak koşulu ile yabancılara gayrimenkul edinme hakkının tanınmasıydı.


Islahat fermanında İltizam usulünün son bulması, maaşların düzenli ödenmesi, rüşvetle mücadele edilmesi gibi Tanzimat Fermanında bulunan hükümler, teyit olunduğu gibi, devletin bütçe yapmasını da özenle uygulanması emrediliyordu. Islahat Fermanı Müslüman olmayanların cemaat kurmalarında da laikleşme ve demokratikleşme yönünde de değişiklikler öngörüyordu.






L. OSMANLI DEVLETİNİN KISMEN AVRUPA’NIN ORTAK EGEMENLİĞİNE GİRMESİ.


1841 yılında Londra’da imzalanan Fransa ve Osmanlı Devleti’nin de katıldığı, BOĞAZLAR MUKAVELESİYLE; Osmanlı Barış döneminde iken BOĞAZLARIN; tüm savaş gemilerine kapalı tutulması kabul edildi. Bu Rusya’nın HÜNKÂR İSKELESİ antlaşması ile elde ettiği egemenliğin sonu demekti. Ancak, aynı zamanda, Osmanlı Devletinin, kısmen Avrupa’nın ortak egemenliğine girdiğinin göstergesi oluyordu. Ve artık Osmanlı Devleti, STRATEJİK tesisleri için de tek başına karar veremeyecektir.






M. OSMANLI DEVLETİNİN SÖMÜRGELEŞME SÜRECİNE GİRMESİ.


1839’da NİZİP savaşı yenilgisi ve Osmanlı Donanmasının Mehmet Ali Paşa’ya teslimi, ASKERİ İFLAS ve yarı sömürgelik yolunda önemli bir adım.


1838 yılında İmzalanan Balta limanı Ticaret Antlaşması ve 1854 yılından sonra başlayan ölçüsüz ve verimsiz borçlanmalar (Kırım savaşında Osmanlı Maliyesi alt üst oldu. Ancak bu kez, ilk defa olarak Avrupa'dan borç alındı. 24.8.1854’de İngiltere ve Fransa’dan beş milyon İngiliz altını % 4 faiz ve % 1 amortismanla; Mısır haracı, İzmir ve Suriye gümrüğü karşılık gösterilerek borç alındı.), 1881 yılında Osmanlı Maliyesinin resmen iflası ve Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) idaresinin kurulması, önemli bir gelişmedir.


Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde de; aşırı borçlanmaya karşın, bu paralar verimli alanlara değil de, savaş, isyan, saray inşaatı ya da doğruca maaş ödemelerine gitmekte idi.


Devlet gelirlerinin; 1/14’ saray harcamalarına tahsisli iken, Saray; 1/7’sini harcamaktaydı. Ayrıca; 1873–1874 yılları da kış ve kıtlık nedeni ile felaketli yıllar olmuştu. Devlet gelirleri ve alınan borçlar, yatırıma değil de israfa gitmekte idi. Ülkede iç ve dış, problemler de israf ve felaketlerle birlikte mali iflası hızlandırdı.


1875’te ilan edilen Tenzil-i Faiz kararı ile Hükümet, beş yıl süre ile borçlarının ancak yarısını ödeyeceğini, ödemediği faizlere karşılık, % 5 faizli tahvil vereceğini açıkladı. (Sonra bunu da yapmadı) .


Böylece; Osmanlı Devleti; Ekonomik ve Askeri İflastan sonra, bir de Mali iflası yaşamış oluyordu. Ve daha da bağımlı hale geliyordu. Bu karar büyük tepkilere yol açtı; Çünkü Osmanlı Borç tahvilleri, çoğunlukla; İngiltere ve Fransa’daki tasarruf sahiplerinin elinde idi ki bunların arasında, büyük mali kuruluşlar da vardı. Kararla birlikte elde edilecek gelir % 50 azalmış oluyordu.


Osmanlının bu kararını barbarlık olarak değerlendirenler de oldu.


20 Aralık 1881 günü Muharrem kararnamesi ile Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) yönetiminin kurulması, Osmanlı Maliyesinin de resmen iflası demekti.


Düyun-u Umumiye yönetiminde; İngiltere (aynı zamanda; Belçika ve Hollanda alacaklarını temsilen), Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya temsilcileri bulunacaklardı. Yönetimde, Osmanlı Devleti temsilcisi de bulunacak, ancak oy hakkı olmayacaktı.


Düyun-u Umumiye yönetimi, zamanla gelişip, her alana el atmıştır. 1911 yılında, Osmanlı maliyesinde 5472 memur çalışırken Düyun-u Umumiye de 8931 memur çalışmaktadır ve bunların maaşlarını da Osmanlı ödemektedir.


Baskılar sonucu; 1876’da Meşrutiyet ilan edilmiş, 4 Haziran 1878 Berlin Kongresinde de Kıbrıs İngiltere’ye bırakılmış, 1882’de İngiltere, Mısır’ istila etmiş, 1897’den 1900’leri aşan bir süreçte de, Girit adası Yunanlılara terk edilmiştir.


1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş, Bulgaristan bağımsızlığını kazanarak Osmanlı’dan kopmuş,1909’da 31 Mart gerici ayaklanması üzerine Abdülhamit tahtan indirilmiştir.


Trablusgarp savaşı, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı yenilgileri, Mondros Mütarekesi, Sevr Antlaşması, Kurtuluş Savaşı başarısı ve Lozan Barışı yaşanmış, Ekonomik ve Askeri bakımdan artık hiçbir değer ifade etmeyen Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.






Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar