29 Ocak 2015 Perşembe

270- BİR AMELİYAT ÖYKÜSÜ VE MUTLULUĞUN RESMİ...

BİR AMELİYAT ÖYKÜSÜ VE MUTLUĞUN RESMİ…
E. Alb. Baki ÖZALP arkadaşımın 26 Ocak günü sabah 08’de ameliyat olacağı belli idi,  ameliyat öncesinde görebilmek amacıyla 06.20 de evden çıktım, 07.35’te BORNOVA ŞİFA HASTENESİN kapısında idim.
Kaldıkları odaya ancak beş dakikada ulaştım, ama arkadaşım, ameliyat için götürülmüştü.
Baki ile birlikte, hastane odasında sabahlayan Kıymet Hanım da yorgun ve endişeli idi…
Kıymet Hanımı teskin etmeye çalıştım, AMELİYATI nasıl izleyeceğimizi konuştuk ve AMELİYAT HANE kapısına gittik…
Ameliyathane önünde bekleyenler vardı, biz onlara katıldık.
Bir ekranda ameliyattakilerin adları yazılı idi. Baki’nin ameliyat başlangıcı olarak 08 yazılı idi…
İçeriden haber almak mümkün değildi…
Bekledik… Bekledik… Bekledik…
Ekranda: “BAKİ ÖZALP’IN ameliyatı bitti” yazısı, saat 11.30’da görüldü…
Yoğun bakımda olduğunu öğrendik, ama bilgi alamadık, ameliyatı yapan doktorla görüşmemiz istendi…
Prof Rauf Taner DİVRİK’İN  Yanına gittik…
Bizi iyi karşıladı…
Gözlerimiz üzerinde idi…
Hoca; kendinden emin biçimde, bizim tüm endişelerimizi giderecek açıklamalarını yaptı:
“AMELİYAT ÇOK İYİ GEÇTİ, ENDİŞE EDİLECEK BİR DURUM YOKTUR. HASTAMIZ DA İYİ. ŞİMDİ, ŞÜKRETMELİSİNİZ, BİR ŞÜKÜRÜ DE ODANIZA ÇIKTIĞINIZDA YAPMALISINIZ, ÜÇÜNCÜ ŞÜKÜRÜ DE EVİNİZE GÖTÜRDÜĞÜNÜZDE YAPARSINIZ. HASTANIZ KONTROLUMUZ ALTINDADIR. BURADA İKİ GECE TUTMAYI DÜŞÜNÜYORUM” dedi…
Biz de huzurla yanından çıktık…
Rahat bir nefes almıştık…
Kıymet Hanım odaya çıktı…
Ben de Allah’ıma şükrederek ve derin nefesler alarak Hastane önündeki alanda yağmur altında bir süre dolaştım…
Birkaç eşe dosta, arkadaşa telefonla bilgi verdim…
Telefonla görüştüğüm TUNCEL GÜLOĞLU arkadaşım hastaneye gelmek üzere olduğunu bildirince onu bekledim ve birlikte odaya çıktık…
Kıymet Hanımla birlikte Baki arkadaşımın YOĞUN BAKIMDAN çıkmasını bekledik…
Çıkma gecikince TUNCEL arkadaşımla, yoğun BAKIMA gittik…
En azından bilgi almaya çalıştık…
İlgiliyi bulamayınca Tuncel arkadaşımı uğurladım…
Ben yeniden açık hava yürüyüşünü sürdürdüm ve tekrar YOĞUN BAKIM yolunu tuttum…
İçeriden “İYİ OLDUĞU HABERİ” alınca rahatladım…
Bilgiyi Kıymet Hanıma aktardım…
Ve yine beklemeye koyulduk…
Nihayet; 17.20 de Odaya çıkartacağı haberi geldi…
Ve biz yine yoğun Bakım Ünitesi önüne gittik…
17.30’ da Baki arkadaşım sedye üzerinde kapıdan çıkartıldı…
Kıymet Hanım koştu; eşinin elini tuttu…
Kıymet Hanımın o anda gözlerindeki, ŞEVKAT VE MUTLUĞU gören gözlerimde yaşlar boşaldı…
Arkadaşım rahattı, yoğun bakımda ahbaplar bile edinmişti…
Personel de çok ilgili ve sevecendi…
Biz de onlarla birlikte odaya çıktık…
Baki’yi yatağına yerleştirdik…
Yapılacak işleri öğrendik…
Artık rahatlamıştık…
Kıymet Hanım bir gün önce den yorgundu…
Refakatçi olarak kalmak istediğimi söyledim…
Baki de beni destekleyince GÖREV BANA KALDI…
Kıymet Hanımı uğurladık…
Kat hemşireleri görevi devralmıştı, onlar da görevlerini titizlikle izlediler.
Saat 20 de sıcak çorba geldi…
Sürekli su içmesi istedi…
Ve saat 21’de ilk yürüyüşümüzü yaptık…
Baki arkadaşımın morali de iyi idi…
Arada ağrısı olunca hemşire geldi ağrı kesici yaptı…
Saim KÖOĞLU arkadaşımız ve eşi Gülsen Hanım saat 22 de ziyarete geldiler…
Bakiyle epeyce lafladık.
Eski günleri yâd ettik, gelecekten söz ettik…
Gece boyunca: NABIZ, ATEŞ VE TANSİYON ÖLÇÜMLERİ YAPILDI.
TAHLİL İÇİN KAN ALINDI…
Ciddi bir sorun yaşamadan sabahı yaptık…
Kahvaltıdan sonra yine yürüyüş yaptık…
Olabildiğince rahatlamıştı…
Ameliyatı yapan doktor geldi…
“TABLONUN İYİ OLDUĞUNU, NORMAL GIDAYA DÖNÜLEBİLECEĞİNİ ” söyledi.
Baki de artık rahatlamıştı…
Bir süre sonra Eşi Kıymet Hanım, Kızı Özlem ve Torunu BAKİ geldi…
Küçük Baki’nin dedesine sarılması görülmeye değerdi…
Ve Küçük Baki’nin, Büyük BAKİ’YE “geçmiş olsun dedeciğim” hitabıyla sunduğu armağan…
Küçük Baki’nin, dalgıç dedesi için yaptığı deniz altı resmi…
Bir anda, DEDENİN GÖZLERİ PARLADI… NEREDE İSE KALKIP TORUNUNU KUCAKLAYACAK…
“İŞTE” dedim; “MUTLULUĞUN RESMİ…”
Abidin DİNO mutluluğun resmini yapabilmiş miydi bilmiyorum ama Küçük Baki Dedesi için yapmıştı…
Artık yaşam normale dönüyordu…
Kıymet Hanım da görevi devralmaya hazırdı…
Ben de bu mutluluk tablosunu geride bırak huzur içinde evime yollandım…

27 OCAK 2015
Ahmet AVCI

Not:
Neden bu kadar uzun yazdım…
Baki benim hem arkadaşım, hem de Can KARDEŞİM…
Bir de; bu ameliyat kolay bir ameliyat değildi...
Dikkatim biraz da ondandı…










15 Ocak 2015 Perşembe

269- ŞIRNAK'TAN BİR İZİN ANISI

ŞIRNAK’TAN BİR İZİN ANISI…

(Bu anı 11 OCAK 2015 günü KHO1968 DEVRE GECESİNDE anlatılmıştır...)

Değerli Arkadaşlarım, en az bizim kadar asker olan Muhterem Hanımlar, burada sizlerle birlikte olmaktan son derece mutluyum…
Bu keyifli ortamda olsak da; Ülke sorunlardan ayrı kalmamız mümkün değil; Ozan Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun da dediği gibi;

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile
Memleketin hali gözümden gitmez
Bin bir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez…

1992- 1993 YILLARINDA ŞIRNAK TUGAYI DESTEK KITALAR KOMUTANI İDİM…
Bu yıllar; BÖLÜCÜ TERÖRÜN AZGINLAŞTIĞI DÖNEM idi ve “Göstermelik Ateşkes Aldatmacası” olsa da büyüklerimizin deyimiyle DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BİR SAVAŞ VARDI…
Bu dönemde iki kez ŞIRNAK TUGAYI VE ŞIRNAK KENTİ basılmıştı…
Kuzey IRAK’A Sınır Ötesi Harekât ta bu dönemde yoğunluklu olarak yapılmıştı ve bu harekâtta da TUGAYIMIZ kilit konumunda idi…
Biz Askerler olarak, yorulsak da tehlike altında bulunsak da; UMUTLU İDİK, ÜLKEMİZİN, BÖLÜNMESİ VE MİLLETİMİZİN PARÇALANMASI KONUSUNDA BİR ENDİŞEMİZ DE YOKTU…
Kendimize de Ordumuza da Milletimize de güveniyorduk…
TERÖRÜ BİTİREBİLECEĞİMİZ İNANCINDA İDİK, BÖLGEDE BÖLÜCÜ TERÖRÜ DESTEKLEYENLER bile AZINLIKTA İDİ…
Savaş ortamında olsak da; yaşam devam ediyordu…
Rütbelilerin çoğu görev bölgelerine evlerini de getirmemişlerdi…
Yaklaşık üç aylık aralarda kısa süreli de olsa izin verilirdi…
Kuzey IRAK Harekâtı sonrasında; izin verilme askıya da alınmıştı…
Önemli moral desteği olan izinin; bu uygulaması rütbelilerde de erlerde de huzursuzluk yaratmıştı, bizim astlarımız bizlere rahatlıkla ulaşabiliyorlardı ama, biz Ast Birlik komutanları, Tugay Komutanımıza bu sorunu iletemiyorduk…
İzin istemek de ayıp gibi geliyordu, o yaşlarda…

Ben “BU İZİN ÖYKÜSÜNÜ” sizlerle paylaşmak istiyorum:
Şırnak’tayız ama arada böylesi MORAL GECESİ de düzenleniyor…
İşte böyle bir moral gecesin de ben de bir fıkra anlatmak istediğimi söyleyerek mikrofonu elime aldım…
Tugay komutanımızın gözlerinin içine bakarak anlatmaya başladım:
Savaş zamanında; çok sevilen bir CEPHE KOMUTANI varmış, O da askerlerini çok severmiş.
Bir gün kışlayı dolaşırken üzgün bir askerini görmüş, derdini sormuş,  Er de; “KOMUTANIM, ASKERE GELMEDEN ÜÇ AY ÖNCE BİR OĞLUM OLDU, ŞİMDİ BİR YAŞINDA, ÖZLEDİM, BİR ANDA AKLIMA DÜŞTÜ.”
Komutanda; “OĞLUM, ALLAH BAĞIŞLASIN, TEZ ZAMANDA KAVUŞMANI DİLERİM” demiş ve oradan uzaklaşmış…
Gerekli emirleri vererek, o erin oğlunun kışlaya getirilmesini sağlamış…
Sonra o eri çağırtmış ve bakmış ki er yine süzgün; “Ne oldu asker, bak oğlunu da gördün neden yine üzgünsün?”
Asker de: “KOMUTANIM, SAĞOLUN, OĞLUMU GETİRTTİNİZ AMA BİR YAŞINDAKİ ÇOCUĞU ANASIZ BURADA NE YAPAYIM?”
Tugay komutanımızın gözlerine baktım; ANLAMSIZ BAKIYORDU…
Sonuç alınamamıştı…
“Komutanım, izniniz olursa bir de şiir okumak istiyorum” dedim…
Başıyla “olur” diye işaret verdi…

Ne yazık ki ozanını bilemediğim aklımdaki bir şiiri okumaya başladım…

“KARIM BENİM,
SEVGİSİ İÇİMDE TOMURCUKLANAN BAHARIM BENİM,
SAKIN İÇLENİP SÖYLENME, BU AYRILIK TA NEREDEN GELDİ DEME,
DOĞU’DA BİR DRAM OYNANIYOR KARICIĞIM, ÇELİK SÜNGÜLERLE…
ELVEDA KARICIĞIM, ELVEDA,
BU SEVDA BAŞKA SEVDA,
YURT SEVGİSİDİR BU,
İNAN Kİ SENDEN ÖNCE ONUNDUR, NEYSE BÜTÜN VARIM,
ARTIK, BOL IŞIKLI BİR YARINA ŞARKI SÖYLESİN ÇOCUKLARIM…
VE BUNDAN BÖYLE BOŞ KALAN YASTIĞIMA OĞLUM KOYSUN BAŞIN,
VE SEN ONA ADIMDAN ÖNCE ÖĞRETMELİSİN İSTİKLAL MARŞIN,
DUDAKLARINDA ŞANLI BAYRAĞIN İZİ
VE GÖZLERİNDE
YURDUN ENGİN DENİZİ DALGALANAN KIZIM BENİ SORARSA DE Kİ:
DÜN DEDEN YURT YOLUNDA ÖLMÜŞTÜ…
BUGÜN BABAN AYNI YOLUN DAHA ŞEREFLİSİNE DÜŞTÜ…
ANCAK, BUGÜN BU YOL HABUR KIYILARINDA BİTİYOR,
AMA ONUN GÖZLERİNDE;
YURDUN BÜTÜNLÜĞÜ, ULUSUNUN MUTLULUĞU TÜTÜYOR…
BÖYLE SÖYLE,
BÖYLE YAZ,
ÇÜNKÜ KARICIĞIM,
YURT OLMAYINCA HİÇ BİR ŞEY OLMAZ…”
Sessizce yerime Komutanın yanına oturdum…
Komutanın gözleri yaşarmıştı.
“Ahmet Yarbayım, sen izin mi istiyorsun” dedi.
Ben de “Hayır Komutanım; askerlerim izin istiyor” dedim…

Saygılarımla…

Ahmet AVCI
11 OCAK 2015


YORUMLAR:
Sayın Hemşerim, yazınızı zevkle okudum çok mutluluk duydum ve adınızı saklamaya aldım.
Sonsuz selam sevgi ve saygılarımı sunarım.
HALİT OVALI

Harikası Ahmet arkadaşım.
Mustafa ERKAN

Tam bir duygu denizine daldım sayende. Keşke bir kitap ta toplayabilsen bu güzel anılarını....
Cahit SARSILMAZ

Sayın Avcı,
Yüreğinizin en derin yerlerinden seslenişleriniz, bana Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin seslenişlerini çağrıştırdı!
Şu sıralarda onun kitabını okuyorum... İkinizin de beslendiği kaynak aynı olunca, aranızdaki benzerliklere şaşırmamak gerek...
Ben de zaten şaşırmıyorum.
Bu "Peygamber Ocağı" işte, çoğunlukla, sizleri böyle şekillendiriyor.
Ne mutlu sizlere ki bu duyguları, düşünceleri yaşam biçimleri yapmışsınız kendinize...
Teşekkürlerimle,
Lâle Gürman

 Çok güzeldi ağlaya ağlaya okudum, kendimi oradaki kahraman erlerden, kahraman subaylarımızdan ve o komutanınızdan biriymiş gibi okudum, iyi ki Askeri Lisede vatan sevgisi dopdolu olarak yetiştirildim diye kendime anlatınızdan pay çıkarıp sevindim, mutlu oldum, Kahraman Gazi arkadaşım, yeni yaşantında ailecek, mutlu olun, . İyi ki varsınız, teşekkürler...
ÜMİT ALTAN

Yürekten alkışladım dostum.
DOĞAN KAPKINER

Ahmet kardeşim ayni liseden mezun olmamızın ötesinde yurt ve Vatan sevgisinde paydaş olmamız bana ayrı bir zevk veriyor tatlı hatıranı göğsüm kabararak ve gözlerim yaşararak okudum. Âşık Veysel Hasan oğlan öğretmen okulunda saz şairliği yaparken sılasını dolayısıyla yeni evli eşini özlemiş (Olayı Erzincan Askeri lisesine büyük ozan gelmişti kendisinden öğrenmiştim) Müdürden izin isteyecek bir türlü söyleyemiyor bir akşam okulun Müsameresinde sahneye çağırıyorlar ''Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan gözletme yolları gel diye yazmış Sivrialan köyünden bizim diyardan Dağlar mor menekşe gül diye yazmış Beserekte lale sümbül yürüdü Güldedeyi çayır çimen bürüdü Karataşta kar kalmadı eridi akar gözüm yaşı sel diye yazmış Şiir böyle uzar gider; Müdürde Veysel’e bir ay sıla izni verir. Sizin öykünüz bu dinlediğim güzel şiiri hatırlattı. İyi akşamlarımla gözlerinden öperim.

ABDURRAHMAN ÖNDER
Muhteşemsin Sevgili Ahmet Avcı Kardeşim. Yüreğine ve bileğine sağlık... Bu şiirin sahibi de asker, zannederim 2.Dünya Savaşı sıralarında yazılmış OKUL HAYATIMIZDA BEĞENEREK VE HİSLENEREK OKUDUĞUMUZ BİR ŞİİR... Şiir defterim Kırıkkale de olduğu için yazarına bakamadım...
MUHARREM KARAFİLİK

Muharrem bey şiir âşık Veysel’in BEN Erzincan as. Lisesinden 61-62 dönemi mezun olan bir arkadaşınızım. Pardon siz Ahmet beyin şiiri için demişsiniz.
ABDURRAHMAN ÖNDER

10 Ocak 2015 Cumartesi

268- HAYIR MI, ŞER Mİ?-2

HAYIR MI, ŞER Mİ?

Dün akşam ailece EGE ÜNİVERSİTESİ’NİN düzenlediği YENİ YIL KONSERİNİ izledik…
Konser İçin Torunum İlayda zorladı; “Dede bizi ancak sen götürürsün (şoför olarak)” dedi…
Anlamıştım, ama kırar mıyım?
Konser davetiyeli idi ama numarasızdı…
Erkenden yerimizi aldık.
Salon iyi idi, konuklar da seçkindi…
ÖZGEN AKÇAGÜL& BLUE NOTE ORKESTRASI yerini aldı ve zamanında konser başladı…
Yerli ve yabancı şarkılardan, danslardan oluşan mükemmel bir şölen izledik…
Programdaki şarkılar bitince Rektör Yardımcısı sanatçılara Ege ormanında adlarına dikilen fidanların sertifikalarını verdi…
Konuklar, gitmek üzere ayağa kalkmışlardı ki; Özgen Bey; iki eser daha seslendireceklerini belirterek, kalmamızı istedi…
İzmir Marşı başladı…
Tüm salon ayağa kalkarak, eşlik etti…
Ve ardından ONUNCU YIL MARŞI…
ÇAĞDAŞ İZMİR’İN UYGAR İNSANLARI; coşkuyla iki eseri hep birlikte seslendirdiler…
Bir kez daha İZMİR’DE yaşamanın hazzını duydum…
Tüm Ülkemin İzmir gibi, tüm Milletimin de İZMİRLİ gibi olması için içimden dua ettim…
22. 30 da evimiz de idik…
Huzur ve mutluluk içimize sinmişti…
İnternet’i açmadım…
Televizyonu da açmadık…
Paris Teröristlerinin öldürülüşünü de merak etmiyordum,
Sabri UZUN’UN açıklamaların da…
Huzur içinde erkenden yattım…
Deliksiz uyumuşum…
Gerçek mi düş mü denir ya:
Eski askerlerin düşleri de askeri oluyor nedense…
Kendimi bir anda; KARA HARP OKULUNDAKİ sınıfımda buldum…
Ama emekli askerleriz…
Aramızda tanımadıklarım olsa da (sanırım korumalar), genellikle okul arkadaşlarım…
Sınıfımız da konuk da var…
Başbakan Erdoğan ve İstanbul Valisi…
Valiyi ilk kez görüyorum, yüzü de adı da bana yabancı…
Konuklar, kürsüde değil de en arka sırada ayaktalar.
Bizler de ayaktayız ve arka sıralara dönük ayakta duruyoruz…
Vali, Erdoğan’ı anlatıyor:
“Asrımızın lideri, büyük insan, cesur yürek, dünyanın örnek aldığı devlet adamı, yeni Türkiye’nin mimarı…”
Daha başka şeyler de söylüyor ama benim aklımda kalanlar bunlar…
Kimseden ses çıkmıyor…
Erdoğan da sessizce dinliyor…
Benim de kafama, CESARET konusu takılıyor…
Soru sormalıyım…
Acemi gazeteci gibi bu konuya kilitleniyorum…
Artık başka bir şey duymuyorum…
Valinin açıklamaları bitince soru faslına geçiliyor…
Elimi kaldırıyorum ve sorumu patlatıyorum:
“Erdoğan, bu cesaretini; vatanını milletini koruma-kollama yönünde mi kullanıyor, yoksa; yakın çevresini, partisini ve partililerini koruma-kollama yönünde ve ANAYASAYI, yasaları aşma yönünde mi kullanıyor?”
Vali şöyle bir baktı…
“Sen hangi ülkede yaşıyorsun?
Bu nasıl bir soru?
Otur yerine…”
Oturdum yerime…
Bilimsel ve gerçekçi yanıtı almıştım…
Sessizce gözden uzaklaştım…
Artık diğer soruları da dinlemedim, önemsemedim…
Arkadaşlarımın arasına karıştım…
Sorumun etkisini araştırmaya çalıştım…
Kimse oralı değildi…
Demek ki dikkati de çekmemişti: benim o “yürek isteyen” sorum.
Bir an önce kendimi dışarı atmaya çalışırken konuşmalar bitti,
Bir hareketlenme oldu.
Erdoğan çıkıyordu.
Ben de görünmemek için kendimi kenara atmaya çalıştım…
Erdoğan çıkarken, gözü bana takıldı…
Önümde durdu…
“Ben ne yapıyorsam, MİLLETİM için yapıyorum“
“Beni tanıyamamışsın”
“Ben diktatör olsam, bu soruyu soramazdın”
“Bizde basın hürdür” dedi…
Etrafıma baktım; korumalar işaret bekliyor…
Ben de; “Evet basın KANUNLAR ÖLÇÜSÜNDE ve egemenlerin izni kadar hürdür… Ben de sorumu bu hürriyete güvenerek ve ödeyeceğim bedeli göze alarak sordum…”(peh, peh, peh…) dedim…
Son sözlerim duyuldu mu anlamadım…
Kan ter içinde uyanmışım…
Düş mü kâbus mu diye bakınırken ve bir yerim açıkta mı kalmış diye aranırken, DEPREMLE sarsıldık…
Ve yataktan fırladım…
Dostlarım, siz söyleyin HAYIR MI ŞER Mİ?

Ahmet AVCI
10 OCAK 2015








3 Ocak 2015 Cumartesi

267- HAYIR MI ŞER Mİ?

HAYIR MI ŞER Mİ?

Dostlarım,
Hayır mı şer mi bilemem elbet.
ZİYA PAŞA; rüyama girdi…
Şiirler deyişler okuyordu, kızgındı…
Kâbus gibi geldi bana,
Birden uyandım…
Ama son sözlerini de aklıma kazıdım…
İzninizle  paylaşıyorum…

ZİYA PAŞA DEDİ Kİ:

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz,
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.

(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir,
Birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar