23 Nisan 2015 Perşembe

276-ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINDA ÇOCUKLUK ARKADAŞIMLA BİR GEZİ…

ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINDA
ÇOCUKLUK ARKADAŞIMLA BİR GEZİ…

Fevzi Aydın; Erzincan Askeri Lisesinden arkadaşım…
Bu bahar günü, dolaşmayı önerdi…
Sahil Evleri mi, Güzelbahçe mi derken kendimizi Mordoğan’da bulduk…
Hava güzel, doğa güzel…
Keyfimiz de yerinde…
Sohbet koyu…
Karaburun- KAYNARPINAR Köyünde Çay molası verdik…
Bir anda karşımıza ATATÜRK Büstü belirdi…
Gözlerimi yaşartan; üç demet çiçek…
Belli ki yeni konulmuş…
Ulusal Egemenliğimizi kazanışımızın 95. Yılı anısına…
Ne mutlu; tüm engellemelere karşın YURDUMUZUN EN ücra köşelerinde bile gençlerimizin ve çocuklarımızın gönlünde; ATATÜRK SEVDASI TAPTAZE…

Mordoğan sahili bakımsız ve ıssız olsa bile muhteşem…
 Yol boyunca; doğanın cömertliğini gözlemliyoruz…
Çeşme Papatyaları ve gelincikler bizi hiç yalnız bırakmıyor…
Karaburun’da ki balık keyfinden sonra Yarım ada boyunca gezimizi sürdürüyoruz…

Bu yoldan 22 yıl önce İzmir İl Jandarma Komutanlığında görevli iken geçmiştim…
O zaman da bana ilginç gelmişti…
Ancak bugün Fevzi arkadaşımın açıklamalarıyla; bambaşka duygular yaşadığımı itiraf etmeliyim…
ANADOLU'NUN EN BATI UCU SARPINCIK KÖYÜ sırtında arkadaşım durdu ve manzaraya bakmamı istedi:  KUZEY DOĞUMUZDA GÖRÜLEN KARA PARÇASI, MİDİLLİ ADASI’NIN BATI YÜZÜ idi…
Güney batımızda ise tüm heybeti ile SAKIZ ADASI DURMAKTA İDİ…
Karmaşık duygular içinde idim…
Neden, neden, neden diye hayıflandım…
Elbette nedenini biliyordum…
Ama yine de içim burkuldu…

Yarımada’nın Ucuna doğru karşımıza Parlak köyü çıktı; Cami pek göze batmasa da MİNARE görkemli idi…
Bir benzer minareyi de SALMAN köyünde gördük…
Parlak Köyü bölgesinde: “1987 DÖNEM HAVACI ŞEHİTLER ANITI” da dikkatimizi çekti…
Yarımada’nın tepe noktasına doğru asıl dikkatimizi çeken güzellik; muhteşem doğanın yanında; ZEYTİNLİK alanlar idi…
Dağ taş ZEYTİNLİK idi…
Bölgedeki araziler; çiftçilere ZEYTİN dikilmek üzere kiralanmış…
Büyük Şirketlerin de Zeytin alanlarını sahiplendiği söylendi…
Yeni dikimlerin olduğu da görülüyordu…
Benzer uygulamayı SURİYE’DE görmüştüm ve “neden bizde yok “ diye de hayıflanmıştım…
Bu uygulamayı başlatan ve sürdürenleri kutlamak istiyorum…
Çeşme Körfezine dönünce; Yazlıklar ve Balık çiftlikleri göze batmaya başlıyordu…
Sonra da mermer ocakları…
Bana muhteşem bir bahar günü yaşatan Fevzi arkadaşıma teşekkür ederek duygularımı sizlerle paylaşmak istedim…

Ahmet AVCI
23 NİSAN 2015
İzmir…








22 Nisan 2015 Çarşamba

275-100. YILINDA ERMENİ TEHCİRİ VE ERMENİ SORUNU

100. YILINDA ERMENİ TEHCİRİ
VE  ERMENİ SORUNU

Emeni Tehciri ve Ermeni Soykırımı İddiası:
1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, kökleri Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalmış, eski bir takım olayların intikamını alıyormuş izlenimi veren bir Ermeni Sorunu ile meşgul edilmiştir.
Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada, Avusturya, ABD gibi dış ülkelerdeki üst düzey elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile yüz yüze geldiğimiz henüz unutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki diplomatlarını hedef alan bu terör olayı nereden kaynaklanmaktadır?
İddia edilen, daha doğrusu Ermenilerin iddiası şudur: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu, Orta ve Doğu Anadolu'da yerleşik Ermeni nüfusu; yaşadıkları yerden kopartarak zorunlu göçe (tehcir) tabi tutmuş ve bir ırkın bilinçli olarak yok edilmesini hedeflemiştir. Yani, Ermeniler üzerinde soykırım uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve tazminat ödemelidir.
Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver ve Talat Paşaları, Berlin ve Tiflis'te yaptıkları suikastlarla öldürmüşlerdir. Buna rağmen egoları tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya çıkıp kan dökmeye başlamışlardır.
O halde NEDİR ERMENİ SORUNU?
Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmiş, birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum nasıl olmuş da birbirinin canına kasteden düşmanlar haline gelmiştir?
Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar zinciri aslında asırlardır aynı toprakların üzerinde barış içinde yaşayan iki toplumun, bu topraklardan çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine düşman edilmesidir.
Ermeniler Anadolu’ya gelişlerinde; Kafkasya’da Ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde (VAN; BİTLİS; DİYARBAKIR VE TOROSLARIN GÜNEYİ) dağınık olarak yaşamaktaydılar.
            Ermeniler, kendilerini, ”HAYK” ve ülkelerini  “HAYATSAN” olarak adlandırırlar. Ermeni ve Ermenistan sözcüklerinin nereden geldiği bilinmemekle birlikte, COĞRAFİ bir yer adı olduğu değerlendirilmektedir.
Ermeni Egemenliği, Doğu Anadolu’da, Türkler Anadolu’ya gelmeden yani 1071 Tarihinden önce Bizanslarca; yaşayan son KİLİKYA Ermeni Krallığı da 13’üyüz yılda Memluklular tarafından ortadan kaldırılmıştır.
“Bağımsız bir devlet kurdukları dönemler son derece kısa olan”  ve Anadolu’dan geçen tüm Fatihlere bu arada Osmanlılara da boyun eğerek tabi olan Ermenilere; Osmanlı Devletince, 1461’de PATRİKLİK ve 1860’da da “Dini Milli ve sosyal” meselelerini görüşmek üzere, ”Ermeni Meclis-i Umumi Millisi” adlı bir meclis kurma izini verilmiştir.
            Anadolu’da TÜRK BİRLİĞİNİN sağlanması ve Osmanlı Devletinin yükselmesi döneminde, bu birliğin içerisinde, Ermenilere, Ruhani Cemaat yapıları da düzenlenerek yer verilmiştir.
            Osmanlı Devletinin; Toprakları içerisinde yaşayan herkese sağladığı hoşgörü ve güven ortamında özellikle, sanat ve ticaretle uğraşarak, ekonomik durumlarını düzelten Ermeniler, özellikle 1821'de başlayan Rum isyanları sonrasında, devlet kademelerinde daha fazla yer almaya başlamışlardır.
            Tanzimat Fermanı ile başlayan yeni dönemde devletin, hemen her kademesinde, başarı ve sadakatle hizmet gören ve Osmanlı Kimliğini benimseyen Ermeniler, ”TEBA-I SADIKA” (Sadık vatandaş) olarak adlandırılmışlardır.
            Osmanlı‘da; Ermenilerden, 29 Paşa, 22 bakan ve 33 milletvekili olduğu bilinmektedir.
            Ancak onlar, kendilerine gösterilen bu yakınlığı takdir edemediler ve 19’uncu yüzyıl ortalarından sonra, Osmanlı Devletinin doğudaki toprakları üzerinde, BAĞIMSIZ BİR ERMENİSTAN DEVLETİ kurma hayaline düştüler.
Bu emelleri bazı devletler ve kuruluşlarca da desteklendi.
Fransız Devrimi’nin en önemli ürünü olan, Milliyetçilik fikri, yurt dışında öğrenim görmüş, Ermeniler arasında da yayılmıştır.
1829’da, Rus-İran Savaşında; İran’ın elinde bulunan ERİVAN Kentinin Rusların eline geçmesi ile Çar 1. Nikola, ”Bu olay, Ermenilerin kurtuluş günüdür” diyerek, Rus-Ermeni ilişkilerinin ilk adımını atmıştır.
1878’de (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, yenilen Osmanlı Kuvvetleri, İstanbul Varoşlarına çekilirken, yabancı devletlerin özellikle de İngiltere’nin yardımı ile Yeşilköy (Ayestefanos) önlerinde durdurulan Rus Kuvvetleri ile yapılan Ayestefanos Antlaşması sırasında, İstanbul Ermeni Patriği Nersis; Rus Komutanına başvurarak, ”DOĞU İLLERİNDE, RUS HİMAYESİNDE ERMENİ DEVLETİNİN KURULMASINI TÜRKLERE KABUL ETTİRMESİNİ”  istemiştir.
Devamı olan 1878 Berlin Konferansında: ”Erzurum- Van-Bitlis- Diyarbakır-Muş-Harput ve Sivas illerini kapsayacak bir Ermenistan kurulması” önerisi, ilk resmi teklif oldu.
İstanbul Patriğinin sinsi sinsi çalışmaları ve Avrupa’nın desteği ile aşağıdaki Dernekler kuruldu. Bunlar Avrupa’da ciddi ve yoğun propagandalar yapmaya başladılar.
Bu Teşkilatlar:
            1. HINÇAK (Ermenice Çan sesi): Kurucusu; Nazarbek adlı bir Kafkas Ermeni’si.
            2. TAŞNAK (Bayrak) : Komitacı ayaklanmaları yapan bir dernek.
            3. RAMGAVAR.
HINÇAK, TAŞNAK VE RAMGAVAR adlı komitelerle Ermeniler, bağımsızlık için Uluslar arası yardım sağlayarak, amaçlarına ulaşmak için her yolu denemişlerdir. Bu doğrultu da Türk askeri kılığına girerek, kendi soydaşlarını katletmekten ve Avrupa Kamuoyunun Hıristiyan hassasiyetini istismar etmekten çekinmemişlerdir.
            İngiliz ve Rusların Anadolu toprakları üzerindeki, emellerinin gerçekleştirilmesinde kullanabilecekleri, düşüncesi ile destekledikleri, bu terör grupları; kendi halkının huzur ve rahatını, adı geçen devletlerin emperyalist emellerine alet etmişlerdir.
            İlk kez, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Rusların Yeşilköy (Ayestefanos) anlaşmasına koydukları, iki madde ile uluslar arası platforma getirilen, ERMENİ konusu, Berlin Antlaşması ile Rusların tekelinden çıkartılmıştır.
            İngilizler de; Rusların, Basra Körfezine inmesinde bir engel olarak, kullanmak istedikleri, Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardır.
            1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile ortaya çıkan ve Rus-İngiliz desteği ile gelişen ve “Doğu Anadolu’da Islahat” projesi ile Osmanlı Devletinin dış baskılara uğramasına yol açan sorun; görünüşte Ermenilerin, İNSAN HAKLARINDAN YARARLANMASINI sağlamak ve çoğunluk oldukları iddia edilen yerlerde, bağımsız bir yönetim kurmalarını sağlamaktır.
            Bağımsızlık konusunu; Rusya kendi topraklarındaki; Ermenilere kötü örnek olacağı için, kabul etmezken, İngiltere desteklemiştir.
Abdülhamit’in, ”Ölürüm de Doğu Anadolu’yu devletten ayırmaya yol açacak bir gelişmeye izin vermem” biçimindeki yaklaşımı, çeşitli girişimlere karşın, Ermenilerin amaçlarına ulaşmasını engellemiştir.

Ermenilerin Gerçekleştirdiği Ayaklanmalar:
1.    Erzurum Ayaklanması:1890
2.    Zeytun Olayları
3.    Sason Ayaklanması
4.    Van Ayaklanması
5.    Kumkapı Gösterileri
6.    Osmanlı Bankası Baskını:27.8.1890
7.    2. Abdülhamit’te Suikast girişimi

            Birinci Dünya Savaşı, Ermenilere beklediği fırsatı vermiştir. Dört bir yana savaşa giden orduların, boş bıraktığı Doğu Anadolu’da, Ermeniler, Rusya’nın da teşviki ile Türklere saldırmaya başlamışlardır.
            Andrew MANGO’YA göre; ”Bu Savaş, Osmanlı-Rus sınırının her iki tarafında yaşayan, ama büyük çoğunluğu huzur içinde yaşamlarını sürdürmek isteyen Ermeniler için felaket olmuştu. Duyguları ve davranışları ne olursa olsun, çarpışmaların başlamasından bir yıl sonra yüz binlercesi ölmüştü.”
Ermenilerin; Osmanlı Devletine karşı, Savaş içinde giriştiği faaliyetler:
            a. Türk Köylerini yakıp, halkı öldürmeyi sürdüren Ermeniler, Şubat 1915’te, sistemli bir şekilde, Türk yerleşim yerlerini, işgale ve soykırıma başlamışlardır.
            b. 1915 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, yani Çanakkale’de çetin muharebeler sürerken, Ermeni Çeteleri Rusların öncülüğünde, Van ve çevresini işgal edip, geçici bir Ermeni hükümeti kurmuşlardır.
            c. Sivas Bölgesinde, yaklaşık 30 000 Ermeni, Ruslarla savaşan Türk Ordusunu arkadan vurmak üzere hazırlanmıştır.
            d. 15 000 Ermeni gönüllüsü, Rus ordusuna katılmıştır. Bir o kadarı da, Türk topraklarında çetecilik faaliyetlerine girişmiştir.
             e. Ruslar da, Osmanlı Devletinden alacakları toprakları, Ermenilere vereceğini belirtmektedir.
            Bu gelişmeler üzerine, Osmanlı Devleti, tedbir alma gereğini duymuştur.
Esasen Rusya ile işbirliğinde olan Ermenilerin devlete karşı faaliyetleri, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına girmeden önce de kontrol edilemez bir biçimde gelişme içindeydi. Hatta Ağustos ayında, Kafkasya’daki Ermeniler ve özellikle Komitecilerin- Kendilerine ayak bağı olacağı kaygısı ile- aile bireylerini Erivan’a göndermeleri dikkat çekicidir. Yine bu dönemde bile Ermenilerin her türlü taşkınlıklarına karşın, Türk Makamlarının serinkanlı ve sabırlı davrandıkları görülmektedir. Osmanlı Devleti Savaşa girdikten sonra, alınan önlemlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti, Ermenileri silahlandırıp devlet aleyhine kışkırtan ve teşkilatlandıran komiteleri dağıtmak amacıyla, 24 Nisan 1915’te Vilayetlere ve Mutasarrıflara, gizli bir emir göndermiş ve Ermeni Komite Merkezlerinin kapatılması ve Komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir. (24 Nisan gününü SOY KIRIM GÜNÜ olarak her yıl anmaları tarihin saptırılmasından başka bir şey değildir.)
Ermenilerin ayrılıkçı ve Müslümanları katletmeye yönelik, terör olaylarını durdurmaları yolunda, Osmanlı Hükümeti tarafından ileri sürülen, istekleri reddetmeleri, üzerine, DERNEKLERİ kapatılmış, evraklarına el konulmuş, 2345 yönetici tutuklanmıştır.
Başkomutan Vekili Enver Paşa; 2 Mayıs 1915’te Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği yazıda; Ermenilerin isyanlarını sürdürebilmek için, hazır ve toplu halde bulunduklarını bildirmiş, İsyan çıkartılan bölgelerdeki ve Ermenilerin isyan çıkartamayacak biçimde dağıtılmalarını istemiştir.
Ermeniler, kendilerine yapılan uyarılara karşın Van, Bitlis Vilayetleri ile Şarkikarahisar ve Amasya şehirlerinde, ayaklanmışlardır. Bu ayaklanma Ordu ve Hükümet aleyhinde olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türk ve Müslüman halka yönelikti.
Askerlik çağındaki Ermenilerin çoğu davete uymayarak saklanmış, bir bölümü de orduya katıldıktan sonra silahlarıyla kaçarak köylerine dönmüşler ve tüm eli silah tutanların orduya katılmasıyla savunmasız kalan savunmasız halka saldırarak ırz, can ve mallarına zarar vermişler, köy ve mahalleleri yakıp yıkmışlardır.
Bu sırada 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa, olayların önlenebilmesi için, Ermenilerin tehcir edilmelerini teklif etmiştir.
            Ermeni Terörü karşısında Osmanlı Devletinin aldığı önlemler:
            27 Mayıs 1915 Tarihinde, Osmanlı Hükümeti; İç güvenliğin ve Cephedeki Ordusunun güvenliğini sağlamak için, ”GEÇİCİ KANUN” çıkarttı.
SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR). 
(Unutmayalım ki: Bu kanunun çıkartıldığı Dönemde; Osmanlı Almanya ile MÜTTEFİKTİR, DEVLET YÖNETİMİNDE DE, ORDUNUN YÖNETİMİNDE DE ALMANLAR ETKİNDİR. Ve bu tarihte Osmanlı Genelkurmay Başkanı; Alman Generali Bronsart von Schellendorf idi...)
Çanakkale Muharebelerinin en yoğun olduğu dönemde, Ordu, Kolordu, Tümen ve Mevki komutanlarına şu yetkiler verilir:
1. Yurt savunması, asayişin korunması için; Hükümet emirlerine karşı koyma, direnme ya da silahlı tecavüzde bulunarak, ayaklananlara karşı silah kullanılacak.
2. Silahla direnenler imha edilecek.
3. Savaş sırasında, Casusluk ve benzer ihanetlerde bulunan köy ve kasaba halkları da ayrı ayrı ya da topluca başka yerlere gönderilebilecek.
Burada devlet her hangi bir grubu kastetmemekte ve ülke güvenliği amaçlanmaktadır.
Göç yeri olarak, Urfa, Musul, Deyrizor belirlenmiştir. (O dönemde Osmanlı toprağı olan; Suriye ve Irak)
Göç ettirilecek Ermenilerin, ”Mallarını, canlarını korumak, yol boyunca ve konaklamalarda, kollamak, iaşe ve ikmallerini sağlamak sorumluluğu”  Valilere verilmiştir.
Beraberlerinde götürülemeyen mallar, açık arttırma ile satılıp, bedeli kendilerine verilecektir.
Göç edilen yeni bölgede; Ermenilere maddi durumları ile orantılı olarak, yeni yerleşme bölgelerinde, emlak ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara; tohum, sanatkârlara da; alet ve edevat verilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; 703 000 Ermeni yerlerinden alınıp, çeşitli yerlere iskân edilmişlerdir.
Ermeniler ve onları kullanan Batılı Devletler, bu göç sırasında, Türklerin; Ermenilerin yarısından fazlasını katlettikleri iddiasını ortaya atmışlardır. Daha sonra da bu rakamı Bir buçuk milyon kişiye çıkartmışlardır. Oysa bu yıllarda, Türk topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam sayısı, en iyimser verilere göre bile; 1 280 000 dır.
Bu zorunlu göç sırasında, gerek askeri, gerekse ekonomik olanaksızlıklar, zor iklim ve ulaşım koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden çok sayıda insan ölmüştür.
Göç sırasında alınan tüm önlemlere karşın, sorumlu asker ve sivillerden, Ermenilere kötü davrananların olması da olasıdır. Çünkü yörenin Türk halkının ve yerel yöneticilerinin gözünde Ermenilerin yaptıkları İHANETTEN başka bir şey değildir.
Savaşın başından sonuna dek, Ermeni kaybı; 200 000 dolayında hesaplanmaktadır.
Osmanlı Hükümeti, kendi ordusunun harekâtında, gerekli önlem ve donatımı alamadığı için, yalnızca Sarıkamış’ta, 63 000 askerini yitirmiş, Yurt içindeki salgın hastalıkları da önleyememiştir.
Osmanlı Hükümeti göç sırasında, Ermenilere kötü davrandığını belirlediği, 1400 kişiyi çeşitli cezalara da çarptırmıştır.
Mütareke Döneminde; Tüm Osmanlı belgeleri, Batılı Devletlerin elinde olduğu halde, Ermeni katliamını ispatlayamamışlardı.
Oysa Ruslarla birlikte hareket eden, Ermenilerin; 1914-1919 döneminde, bir milyondan fazla Türk’ün ölümüne yol açtıkları belgelenmiştir.
Ermenilerin sürekli koruyuculuğunu yapan Avrupa devletleri, 1915-1917 yılları arasında, imzaladıkları anlaşmaların hiç birinde, Ermenileri söz konusu etmemişlerdir. Yalnızca Ruslar, İhtilaldan sonra, Lenin ve Stalin, 13 Ocak 1918 tarihli bildiri ile ”Rusların Türkiye’de işgal ettikleri, Ermeni bölgelerinden çekilmesinden sonra, göçmenlerin yerlerine dönmeleri ve güvenliklerinin sağlanması için SİLAHLANDIRIMALARINI istemişlerdir.
İtilaf Devletlerince; Mondros Mütarekesinde ve Sevr Barış Antlaşmasında; Ermenilere birtakım haklar verilmesi, hatta Bağımsız bir devlet kurma hakları hükme bağlanırken, Lozan Barış Antlaşmasında sözü bile edilmemiştir.
Ermenilerin ve yandaşlarının iddia ettiği gibi bir soykırım kesinlikle söz konusu değildir.
Ermeniler bu iddiaların destek bularak bunu Türkiye’ye de kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Bu AMAÇLARINA ULAŞIRLAR İSE; ÖNCE TÜRKİYE’NİN ÖZÜR DİLEMESİNİ İSTEYECEKLERDİR. ARDINDAN DA TAZMİNAT VE TOPRAK TALEPLERİ GELECEKTİR.
ÇÜNKÜ SOY KIRIM SUÇU İNSANLIK SUÇUDUR,  ZAMAN AŞIMI DA YOKTUR VE SUÇUN SORUMLUSU KİŞİLER YA DA DEVLETLER DEĞİL ULUS’TUR. TÜRKİYE CUMHURİYETİ; BU SUÇU KABUL ETTİĞİ ANDA HEM TAZMİNAT ÖDEMEK ZORUNDA KALACAK HEM DE ERMENİLERE TOPRAK VERMEK ZORUNDA KALACAKTIR.
1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin ikinci maddesi soykırımı şöyle tanımlamaktadır:
Madde 2: Bu sözleşmeye göre, soykırım; bir milli etnik, ırki ya da dini grubu, grup niteliği ile kısmen ya da tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir:
  1. Grubun mensuplarını yok etmek;
  2. Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zararlar vermek;
  3. Grubun maddi varlığının kısmen ya da tamamen yok olmasına yol açacak hayat koşullarına kasten tabi tutmak;
  4. Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek.
            Bu tanım Uluslar arası Ceza Mahkemesini kuran 1998 Roma Sözleşmesiyle de olduğu gibi kabul edilmiştir.
Osmanlının 1915 yılında gerçekleştirdiği Ermeni Tehciri (Zorla göç) olayı bu tanım kapsamına girmemektedir ve dolayısıyla da soykırım suçu da söz konusu değildir.
Yahudi Soykırımı suçunu işleyen Almanya; Yahudilere bugüne kadar 50 Milyar dolar tazminat ödemiştir ve beş yıl içinde de 50 milyar daha ödeyecektir.
Bu göç olayında, Hükümetinin emrini yerine getiren Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey, Batılıların zoruyla Osmanlı Mahkemelerinde yargılanmış ve haksız yere idam edilmiştir.
Ermeni Soykırımından ötürü yargılananlardan Ziya Gökalp; Divanı Harpteki ifadesinde; ”MİLLETİMİZE İFTİRA ETMEYİNİZ, ORTADA BİR ERMENİ KATLİAMI DEĞİL, BİR TÜRK-ERMENİ VURUŞMASI VARDIR. BİZİ ARKADAN VURDULAR, BİZ DE VURDUK.” deyişi, yargılamaya noktayı koymuştur.
Soykırım yaptığı söylenen Türklerin ölü sayısı, Soykırıma uğradığı iddia edilen Ermenilerden daha fazladır!
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile hukuken sona eren Ermeni sorununun yarım asır sonra tekrar, bu kez terör yoluyla, canlanması, Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileriye sürülmeye başlanması, bazı ülke parlamentolarının bu iddiaları benimsemesi, 1990’ların başında bağımsız bir Ermenistan devleti kurulması ve Türkiye’ye ve Azerbaycan aleyhine politikalar istemesi Ermeni sorununu yeniden ülkemiz gündemine getirmiştir.
Ermeniler, bugün bile devletimiz ve Milletimiz aleyhindeki siyasetini sürdürmektedir…
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan Ermenistan Cumhuriyeti, Türk-Ermeni ilişkilerine yeni boyut getirmiştir.
Türkiye; Ermenistan’ı, Azerbaycan ve Gürcistan’ı aynı anda tanımış, ancak, Ermenistan Türkiye’nin Toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını resmen tanımadığı ve ayrıca Ermeni Anayasa bildirgesinde Doğu Anadolu’dan Batı Ermenistan olarak bahsedildiği için, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulamamıştır.

Ermeni Sorunu ve Terör:
Birinci Dünya Savaş’ından sonra, Ermeni sorununu tekrar güncelleşme çabaları dünya kamuoyunda pek yankı bulmayınca, dikkatleri bu konu üzerine çekebilmek için, 1919 yılında Erivan ve İstanbul’da başlatılan NEMESİS  (Tehcirin intikamı)(*) çalışmalarına hız verilerek Türk Diplomat ve diğer resmi ilgililerin katledilmesi yolu benimsenmiştir…
            Daha sonra da; 1973 Santa Barbara cinayeti ile başlatılan ve 1985 yılına kadar süren Ermeni terörü, 34 Türk diplomatının şehit edilmesi, birçoğunun yaralanması ile sonuçlanmış, yabancı uyruklulardan da ölen ve yaralananlar da olmuştur.
1985 yılında Ermeni terörü bitmiş, bu kez de; Ermeniler farklı bir yol izleyerek, Propaganda faaliyetlerine ve Ermeni psikolojik harekâtına başlamışlardır.
Bu yeni dönemde, dünya genelinde, çeşitli ülke parlamentolarına getirdikleri Ermeni tasarısı çalışmalarını ve propaganda amaçlı kitap, broşür, kongre, panel, sinema ve son yıllarda etkin bir araç olan Internet ağı kullanımını ortaya koymuşlardır.
Ermeniler, ABD’de başarılı olamadılarsa da, bazı ülkeler parlamentolarından “Sözde Ermeni Soykırımı”nı tanıyan kararlar çıkarmayı başarmışlardır.
Bu kararları ALAN ÜLKELER:
 ERMENİSTAN, ALMANYA, BELÇİKA, KANADA, ŞİLİ, GÜNEY KIBRIS CUMHURİYETİ, FRANSA, YUNANİSTAN, İTALYA, LİTVANYA, LÜBNAN, HOLLANDA, POLONYA, RUSYA, SLOVAKYA, İSVEÇ, URUGUAY, VATİKAN, VENEZÜELA…
Amerika’da;  45 eyalet, Ermenilere soy kırım yapıldığını kabul etmiştir…
ABD de Ben de “soykırımı tanırım” tehdidi ile Türkiye’yi korkutmaktadır…
Ayrıca, bir uluslar arası kuruluş olan Avrupa Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını kabul etmiştir. Bu parlamento, 1987 tarihli kararında Ermeni soykırımını tanıdıktan başka, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini, SÖZDE SOYKIRIMIN TANINMASINA BAĞLAMIŞTIR.
Bazı Devletler; ERMENİ SOKIRIMI YOKTUR demeyi bile suç sayan yasalar çıkartmıştır…
Ermeni Olayını SOYKIRIM olarak tanımayan ülkeler:
AZAEBAYCAN, İNGİLTERE, BULGARİSTAN, DANİMARKA, İSRAİL, TÜRKİYE…
Gerek milli gerekse milletlerarası parlamentoların sözde Ermeni soykırımı hakkında aldıkları kararlar, tavsiye niteliğinde olduğundan, Türkiye için hukuksal açıdan bağlayıcı değildir. Ancak bu kararlar, bazı siyasal sonuçlar doğurmakta ve genellikle Türkiye ile Parlamentosu bu yönde kararlar alan ülkelerin ikili ilişkilerinde bir gerileme yaşanmaktadır.
Sonuç Olarak:
ERMENİ SORUNUNU, siyasiler çıkartmıştır, ama gerçeği ortaya çıkartmak; TARİHÇİLERİN, ÇÖZÜMÜ BULMAK DA SİYASİLERİN GÖREVİDİR…
Bu SORUN, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ipotek, tehdit ve şantaj öğesi olarak kullanılarak, Milletimizin taşıyamayacağı yük haline getirilmek istenmektedir…
Bugün karşımıza çıkarılan SORUN, aslında birbiri ile barış içinde iyi komşuluk ilişkileri ile yaşayan iki MİLLETİN, başlangıçta Rusya, daha sonra da Fransa, Amerika ve kısmen de İngiltere ile Almanya'nın karışması VE YEREL İŞBİRLİKÇİ SİYASİLERİN yardımı sonucunda, birbirine düşman edilişidir.
Bu düşmanlığı yaratanlar, sömürgeci devletlerin kışkırttığı ve eğittiği, Ermeni komitacılar olmuştur.
Her iki MİLLETİN masum insanları bundan çok zarar görmüştür.
Bugün parlamentolarından, (gerçekte olmayan ve aslında kendilerinin yaratmış olduğu acıları soykırım gibi gösteren iddialara verdikleri isim olan) Ermeni Soykırımının kabul edilmesi yönünde yasalar geçiren devletlerin hiç biri ne Ermenileri ne de Türkleri düşündüklerinden bunu yapmaktadırlar. Tek düşünceleri, Sevr'i yeniden ortaya çıkarmak ve Anadolu'yu parçalamaktır.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken en önemli ülke, çok uzun vadeli planlar yapan Amerika'dır. Başlangıçta gönderdiği MİSYONERLER ve onların açtığı okullar vasıtasıyla bize DÜŞMAN MİLİTANLAR yetiştirmeyi başarmıştır.
Daha sonra bu taktik yeterli gelmeyince hem o okullar vasıtasıyla, hem de başka yollarla kendi kültürünü bize enjekte ederek toplumumuzu yozlaştırmıştır.
Marshall yardımı adı altında satın aldığı Mehmetçik kanı yetmediği için, daha sonra ortaya STRATEJİK ORTAKLIK kavramı atılmıştır
Çeşitli kalkınma hamleleri adı altında önemli düzeyde borçlandırılan Türkiye, IMF politikaları ile ekonomik açıdan bağımlı hale getirilmiştir.  
Bunun bir tek amacı vardır: 21. yy da müdahale edilmesi planlanan Ortadoğu’da buna karşı çıkabilecek tek ülke olan Atatürk Türkiyesi'ni, karşı koyamayacak duruma düşürmek.
Çok ince politikalarla kazasız belasız atlattığımız 2. Dünya Savaşından sonra, bizi bir daha 1. Dünya savaşındaki tuzağa düşüremeyeceklerini anlayanlar, memleketi sağcı-solcu, faşist-komünist diye kamplara bölüp oyalamış ve gerçek niyetlerini görmemizi engellemişlerdir.
Aynı taktik şimdilerde laik-anti laik şeklinde uygulanmaktadır ve ne yazık ki içimizdeki bazı iyi niyetli aymazlar ve kötü niyetli satılmışlar bu yangını körüklemektedir.
1974' ten 1985' e kadar bizi oyalayan Ermeni terörü, bu tarihten sonra yerini başka bir taşerona bırakmış ve bu yeni terör örgütü, uygulanan ekonomik politikaların da yardımı ile bizi bugüne kadar, uğraştırmış hatta ülkemizi ve Milletimizi bölünme noktasına getirmiştir…
Şimdi artık, ben aydınım, ben vatanseverim ben milliyetçiyim diyen herkesin Irak'a demokrasi getirdiğini söyleyenlerin asıl hedefinin ne olduğunu net olarak görüp Batı taklitçiliğini ve günümüzde yükseliş gösteren Arap taklitçiliğini bir yana bırakıp Atatürk çizgisini yakalayabilmek için kolları sıvaması gerekir.
Yoksa birkaç yıl içerisinde çocuklarımızın köle, topraklarımızın sömürge olduğunu görmemiz işten bile değildir.
Tam Bağımsızlık ve Aydınlanma, Türkiye'ye 1923 de geldi. Fakat ne yazık ki devam ettiremedik. Bugün geldiğimiz bu tehlikeli noktada uyanıp aydınlanma meşalesini yeniden yakamazsak Sevr'i cebinden çıkaranlara dur dememiz mümkün olmaz. 
Bu meşaleyi yeniden yakmanın tek yolu, bazılarının arkasına saklandığı özgürlük ve eşitlik maskeleri ile dönülmek istenen Ortaçağ karanlığı değil Çağdaşlıktır, bir an önce Atatürk aydınlanmasını yeniden yakalamaktır…

Ahmet AVCI
Türkiye Emekli Subaylar Derneği Konak şubesi 2. Bşk.
23 NİSAN 2015

Kaynaklar:
1.    ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını: Ermeni Sorunu El Kitabı
2.    Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları. İstiklal Harbi Cilt-4
3.    Sadi KOÇAŞ. Ermeni Meselesi.
4.    E. Kurmay Albay Ekrem TOPALAN’IN Özel Notla


Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar