Emekli askerim, Albay rütbesi ile emekli olduktan sonra; Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünde Okutmanlık yaptım.
BİLGİ, GÖRGÜ VE ÖNGÖRÜLERİMİ; BU BLOGDA OKUYUCULARLA PAYLAŞMAK İSTİYORUM.
ÖNERİ,UYARI VE YORUMLARINIZ BENİM İÇİN DEĞERLİDİR.
ATATÜRK'ÜN İZİNDE YÜRÜYECEĞİMİ VURGULAYARAK, "BİLGİ SAHİBİ OLUNMADAN FİKİR SAHİBİ OLUNMAYACAĞINI" HATIRLATMAK İSTİYORUM.
İnsanın ta yüreğine işleyen bu dizeleri, paylaşmak istedim…
Ne yazık ki yazarı bilinmiyor…
Ne fark eder ki, gerçek bir aydın ve Atatürkçü olduğu belli…
Ben de bu anlayışın ve dizelerin altına imzamı atıyorum…
Ahmet AVCI
ATATÜRK PORTRESİ
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
Heykeltıraşlar gibi haksızlık etmeden,
At üstünde olmasa da olur,
Bir sokakta insanlar arasında yürürken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim
Bir birliği denetlerken olmasa da olur,
Ama mutlaka gülerken,
Çocuk parkında bir kız çocuğunu salındırırken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
Smokinli olmasa da olur,
Kuruyan yapraklar ve kuş sesleriyle
Bir göl kıyısında rakı içerken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
Savaş meydanlarında olmasa da olur,
Dudağında sigarası elinde tespih,
Bir çiftçiyle çay içerken, tavla oynarken ...
Bana bir Atatürk portresi çiz kardeşim,
Artık gülerken olmasa da olur,
Başını kaldırmış Anıtkabir'den
Ana avrat söverken …
Bugün, MENEMEN-YILDIZTEPE’DE; 23 Aralık 1930 Tarihinde Menemen'de Cumhuriyet düşmanı yobazlarca; Atatürk Devrimi ve İlkeleri uğrunda katledilen, Yedek Subay Asteğmen Mustafa FEHMİ KUBİLAY ile Şevki ve Hasan adlı Bekçileri "anma törenine" katıldık.
Menemen Meydanı, yoğun kalabalığı bağrında toplamıştı.
Taşınan pankart ve dövizlerden, katılımcıların Ülkemizin değişik yerlerinden geldikleri anlaşılıyordu…
Kortejle, iki noktadan polis kontrolünden geçerek Yıldız Tepe'ye ulaştık.
KUBİLAY anıtı tüm görkemi ile karşımızda idi. Ve kaide üzerindeki yazı okuyanları derinden sarsıyordu: İNANDILAR, DÖVÜŞTÜLER, ÖLDÜLER…
BIRAKTIĞI EMANETİN BEKÇİSİYİZ… İzmir Büyük Şehir Belediyesi ve diğer yetkililerin tüm çabalarına rağmen katılımcıların büyük çoğunluğu ayakta kalmıştı. Oturacak yer bulamayanlar da oturanlar da aynı coşkuyu paylaşıyordu…
İtiraf etmeliyim ki, kadınlar yine çoğunlukta idi...
Gençler de önceki yıllara göre artmıştı…Ve Tören alanına ayrı bir canlılık getirmişlerdi…
“ATATÜRK GENÇLİĞİ GÖREV BAŞINDA” yazılı pankart, coşku ve canlılığı ortaya koyuyordu…
Gençlerin attığı sloganlar, alana ayrı bir hava getirmişti:
“TÜRKİYE LAİKTİR LAİK KALACAK” VE “ATATÜRK GENÇLİĞİ GÖREV BAŞINDA” SLOGANLARINA TÖRENE KATILANLAR DA KATILMAKTA İDİ… İZMİR Valisi yoktu. Törende Vekili vardı… Sanırım Sayın Valinin işi çıkmıştı. Ne yazık ki geçtiğimiz yıl da yoktu.
Törene gelmeyenler, mesajlarını iletmişlerdi…
Sayın Cumhurbaşkanının da Başbakanın da mesajları yoktu…
İyi ki de mesaj yollamamışlardı…
Geçtiğimiz yıl Başbakan, çok anlamlı bir mesaj göndermesine karşın, mesajı okunurken, hatta adı duyulunca; yuhalanmıştı…
Ama YUHLAR, İçeriğe değil de İSİM'E idi.
Doğrusu ben de çok üzülmüştüm…
Kim olursa olsun, bir Başbakanının böyle bir törende yuhalanması hoş değildi…
Menemen Belediye Başkanı Tahir Şahin de çok güzel ve anlamlı bir konuşma yaptı…
Ben de konuşmayı dinlerken, Faruk Nafiz'in dizelerinden, Kubilay'ı
düşündüm…
KUBİLAY “Yedek asteğmen KUBİLAY, bir öğretmendi,
Bir ışıktı incecik.
Mustafa Kemal'in Devrimleriyle büyümüş,
Başaklarla sarı,
Kavaklarla yeşil,
Irmaklarla ak.
Yedek asteğmen Kubilay, bir öğretmendi,
Bir ışıktı hiç sönmeyen…”
Yapılan konuşmalar, Okunan şiirler den sonra, Ata'nın “GENÇLİĞE HİTABI" ve "GENÇLİĞİN CEVABI" ile tören sona erdi…
Ata’nın “GENÇLİĞE HİTABI”NI bir Askeri öğrenci okudu.
“GENÇLİĞE HİTABE” okunurken, bulunduğumuz tribündeki izleyenlerin nerede ise tamamının; her cümlenin sonunda…”AYNEN” diye katkıda bulunmaları anlamlı idi…
“GENÇLİĞİN ATA’YA CEVABI” okunurken de tüm izleyenlerin hep birlikte her cümleyi, tekrar etmeleri daha da anlamlı idi…
Atatürk Devrim ve İlkeleri doğrultusunda; 80 yıl önce; canlarını hiçe sayarak, Rejim düşmanı yobazların üzerine korkusuzca yürüyen ve kanlarını bu soylu toprağa akıtan Mustafa Fehmi KUBİLAY ile Bekçilerimiz, Şevki ve Hasan'ın aziz ruhları önünde saygı ile eğiliyor ve bıraktıkları emanetin yılmaz bekçileri olduğumuzu haykırıyorum.
37 yıl önce aramızdan ayrılan Büyük Devlet adamı İsmet İnönü’nün şu ünlü sözü ile başlamak istiyorum.
“Bir ülkedeki, namuslu insanlar, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça o ülke için kurtuluş yoktur.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Başbakanı, ikinci Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın silah ve çalışma arkadaşı İsmet İnönü;
1884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamladı. 1897 yılında İstanbul'daki Mühendishane İdadisi'ne gitti. 1901'de Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a (topçu okulu) başladı, Bu okulu 1903'te topçu teğmeni olarak bitirdi. 1906'da Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne'deki 2. Ordu'nun 8. Alay'ında bölük komutanlığına atandı.
1908'de kolağası oldu ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik'ten gelerek bastıran Hareket Ordusu'nda görev aldı.
Bu ve bundan önceki görevlerinde sınır sorunları ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve meslekî özellikleriyle dikkati çekti.
Balkan Savaşı çıkınca (1912) İstanbul'a döndü (1913). Çatalca'daki sağ cenah komutanlığı emrine verildi.
1914'te Harbiye Nazırlığı ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine (Genelkurmay Başkanlığı) atanan Enver Paşa'nın başlattığı ordunun yenileştirilmesi hareketinde etkin rol oynadı.
Bu sırada Mustafa Kemal Paşa da bu ordunun 16. Kolordu Komutanlığına atamıştı.
İsmet Bey, 1916'nın yaz aylarında bir süre çarpışmaları yönetti. Ocak 1917'de 2. Ordu Komutan vekili Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle 4. Kolordu komutanlığına getirildi; stratejik birliklere komutanlık dönemi de bu göreviyle başladı.
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalıştı ve yıllar süren dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti.
Mayıs 1917'de Suriye Cephesi'nde 20. Kolordu Komutanlığına, 19 Haziran'da da 3. Kolordu Komutanlığına atandı.
Bir süre sonra İstanbul'a geri çağrıldı ve Halep'te 7. Ordu'nun oluşturulmasında görev aldı. Daha sonra bu orduda Kolordu Komutanlığına getirildi ve 7. Ordu'nun Komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal Paşa ile gene yakın ilişki içinde oldu.
Mütareke döneminde Genelkurmay Karargahında görev aldı.
Milli Mücadele başlayınca da Mustafa Kemal Paşa ile yakın işbirliğini sürdürdü. Bu arada bir kaç kez Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcı oldu.
16 Mart 1920’de İstanbul resmen İtilaf Devletlerince İşgal edilince de Ankara’ya geçti.
23 Nisan1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) Edirne milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs'ta İcra Vekilleri Heyeti'nde erkân-ı harbiye-i umumiye vekili (Genelkurmay başkanı) oldu. Bu görevi üstlendiğinde albaydı ve kendisinden hem rütbe, hem kıdemce çok ileride komutanlar da vardı. İsmet Bey, 6 Haziran'da İstanbul'da divanı-harp tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı.
KHO 1968 Devresi ANTALYA grubunun yaptığı düzenleme ve DEVREMİZİN mensuplarından 153 kişinin katılımı ile 8 KASIM 2010 Pazartesi günü ANTALYA TOPKAPI PALAS otelinde toplandık.
Antalya Grubunun yaptığı düzenlemenin mükemmelliği, Hava Limanından itibaren kendini gösteriyordu.
Oteldeki, karşılama ve Otel odalarına yerleşme çok iyi planlanmıştı.
Başta Bülent Mastar Paşa olmak üzere tüm emeği geçen arkadaşlarımıza; bizlere böylesi bir tatil yaşattıkları için ailece şükranlarımızı sunarız…
Açık yüreklilikle belirtmeliyim ki ailece geçirdiğimiz en güzel tatildi…
Antalya Grubunun yükselttiği çıtayı umarım ve dilerim diğer grup yönetimleri de dikkate alırlar…
Ömer HAYYAM’ın çok beğendiğim bir dörtlüğü var:
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim.
Ceyhun Nehri kanlı gözyaşımızdır bizim.
Cehennem boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim…
Gerçekten Antalya’da geçirdiğimiz beş günümüz de; “Gün ettiğimiz günler” den oldular… Bu beş günü, yaşanmış günlerimize ekledik…
Ağrılarımızı, günlük dertlerimizi, sızılarımızı, çocuklarımızı ve torunları unuttuk. Şekerimizi, kolesterollerimizi, tansiyonlarımızı da önemsemedik…
Aslında; bu hoşluklara itirazı olanlar da vardı: Çoğunluk, “Cennet gibi bir yermiş” derken, arkadaşımız Günay da (soyadını yazmayayım, bu kral arkadaşımın çapraz sorguya alınmasını istemem) “Her şey iyi de bildiğimiz CENNET’TE başka şeyler de olmayacak mıydı?” deyiverdi…
“Milletler, maddi ve manevi güçlerini yitirmekle yıkılmazlar.
Milletleri yok eden illet; HAFIZALARINI YİTİRMİŞ OLMALARIDIR.
Prof. Dr. Güstav le Bon.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: ”Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir, benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” demişti.
Bir ülkenin onurunu, saygınlığını koruyarak, nasıl değiştirileceğini, dönüştürüleceğini, nasıl çağdaş ve örnek cumhuriyet haline getirilebileceğini; hem tarih yazarak hem de tarihe not düşerek gösteren Atatürk’ü özlemle anıyor ve arıyoruz.
O’nu hissediyor, seviyor ve sayıyoruz.
Onsuz geçen 72 yılda acaba O’nu yeterince anlayabildik mi?
Atatürk’ü önce tanımalı, sonra anlamalı ve tamamlamalıyız.
CUMHURİYETİMİZİN İLAN EDİLİŞİ ve 87 YIL SONRA TÜRKİYE
“Bütün millet emin ve müsterih olsun ki, Devrimi yapanlar, karşı güçleri, çıktıkları noktada imha edecek, kudret, kabiliyet ve tedbire sahiptirler”
Mustafa Kemal PAŞA
Cumhuriyete giden süreçte; Ulusal Kurtuluş Savaşı başarı ile sonuçlanmış, Saltanat kaldırılmış ve Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı Devletinin kabul ettiği Mondros Mütarekesi ve Sevr Barış Antlaşması, tarihin çöplüğüne gömülmüştür.
Böylece, 1919–1923 yılları arasında, elde edilen Askeri ve Siyasi alandaki bu başarılardan sonra Türk Devleti yeni bir döneme girmiştir.
BU, ARTIK “BARIŞ DÖNEMİDİR”.
Türk Ulusunun bu yeni barış döneminde, Modern ve Çağdaş ölçülerde, KALKINMASI gerekiyordu. Bunun için de Türk Devleti; modern, çağdaş, laik bir yapıya kavuşmalıydı.
TÜRK DİL DEVRİMİNİN 78’İNCİ YILINDA -TÜRKÇEMİZ- DİL BAYRAMI!
“Unutmuşum ana demesini bile,
Öykünmüşüm türküsünü ellerin,
Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni,
Seslenir bana ovam, bağım.
Türkçem, benim ses bayrağım.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Türk Dil Devrimi’nin ve Türk Dil Bayramı’nın 78’inci yılında Türkçemiz ne yazık ki buruk bir dönem geçirmektedir…
Bayram coşku demektir, bayram sevinç demektir. Oysa Türkçemiz, kültür emperyalizminin etkisiyle yabancı dil özentilerinin, öykücülerinin elinde perişan olmuş ve sahipsiz kalmıştır.
26 Eylül 1932 tarihinde; Türk Dilini de yabacı dillerin boyunduruğundan kurtarmak amacı ile Türk Dil Kurultayını açan Gazi Mustafa Kemal: “Ulus demek dil demektir” diyerek, ulusallığı dille bütünleştirmiştir…
BÜYÜK TAARRUZDAN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER (ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
Büyük Zaferden Sonra Yunanistan’da Durum:
Gazi Mustafa Kemal, İzmir’e geldiğinde; dağınık Yunan birlikleri, Anadolu topraklarından henüz tamamen çekilmemişlerdi. Son birlikler, Çeşme ve Urla’dan 18 Eylül’de ayrıldılar. Fransızların Çanakkale Boğazını boşaltma tarihi; 19 Eylül’dür. Ancak İngilizler, bu kıyılarda daha da dayatacak ve ancak 6 Ekim’de yerlerini terk edeceklerdir. Trakya hala Yunanlıların işgali altındadır.
Bu bölgede; İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri de vardır. Hatta Yunanistan Macerayı devam ettirmek üzere bir Tümeni Tekirdağ’a çıkartmıştır. Fakat Yunanistan artık bezgindir.
BÜYÜK TAARRUZ VE ANADOLU İHTİLALİNİN ZAFERİ (26 Ağustos–9 Eylül 1922): (İKİNCİ BÖLÜM)
Türk Ordusu: Düşmanı imha ederek, Anadolu’yu Yunan işgalinden kurtarmak amacıyla saldırdı.
Yunan ordusu: Bulundukları bölgeleri savunarak, en azından ellerindeki Anadolu topraklarını korumayı amaçladı.
Sakarya Zaferinden sonra, yenilen Yunan Birlikleri, geriye çekilerek, önceden hazırlamış oldukları mevzilere yerleştiler. (Eskişehir, Kütahya ve Afyon’un doğusundaki mevziler). Ellerindeki bu mevzileri hızla takviye ederek, güçlendirmeğe başladılar. Amaçları yapılacak uzun ve zorlu bir savunma savaşına hazırlanmaktı.
Buna karşılık Türk Ulusu’nun kararı ise, düşmanı kesinlikle yurttan atmaktı. Bunu Yapabilmek için de Türk Ordusunun güçlendirilmesi ve taarruza hazırlanması gerekiyordu.
MİLLİ MÜCADELEDE TÜRK BÜYÜK TAARRUZU 26 Ağustos 1922
Büyük Taarruza Hazırlık (BİRİNCİ BÖLÜM)
A.Türk Tarafı:
1921 Yılı Türkiye için askeri ve siyasi mücadeleler bakımından başarılarla geçmişti. Daha Erzurum kongresi sırasında savaş stratejisini çizmiş olan Mustafa Kemal Paşa, Yunan Ordusuna karşı kesin sonuç alıcı taarruz gücüne erişmedikçe, yalnızca savunma muharebeleri yapılmıştı.
Kurtuluş savaşının Milli örgütlenmesi; başlangıçta,
·”Kuvay-ı Milliye” dönemi, TBMM’nin açılmasından sonra da
·“TBMM” dönemi olarak iki bölümde ele alınabileceği gibi;
Askeri ve strateji yönünden de üç evreye üç evreye ayrılır;
·Oyalama
·Stratejik savunma
·Genel karşı taarruz
Oyalama evresi; 19 Mayıs 1919’dan, 6 Ocak 1921’e kadar sürmüştü. Bu dönem aynı zamanda; Milli bilinçlenme, Milli siyasi örgütlenme ve yeni devletin kuruluş dönemi idi.
Son günlerde yine bir kavram kargaşası ile karşı karşıyayız. Kürt açılımı adı ile başlayan, Demokratik açılım adı ile sürdürülen, ama içeriğinin ne olduğu her nedense kamuoyuna açıklanmayan bu açılım furyasında ne yazık ki sapla saman birine karıştırılmıştır.
Asıl hedef Devletin Üniter yapısının korunması ve ülkedeki kardeş kavgasına son verilmesi olmalı iken, ortaya yeni sorunlar çıkarılmakta, toplum daha da bölünme yoluna girmektedir.
Türkiye ve Türklük düşmanları her şeyi söyleyebilir ve hatta her şeyi isteyebilirler de ama devleti yönetenlerin asıl görevi birlik ve bütünlüğü sağlamak olmalıdır.
Kurtuluş Savaşını da Türk Milleti yapmıştır, Türkiye Cumhuriyeti Devletini de Türk Milleti kurmuştur. Bu tanım, bizzat Mustafa Kemal tarafından yapıldığı gibi bu devletin kuruluş felsefesinde de anlamını bulmuştur.
“1071’de Türklere yardım etmeseydik Malazgirt’i kazanamazlardı” söylemi de “Cumhuriyet’i birlikte kurduk, ama sonradan bize ihanet edildi. İçinde bulunduğumuz çatışmanın en önemli nedeni budur. Bu nedenle, Anayasa değiştirilmeli ve Türkler ve Kürtler ortak kurucu unsur olarak metne girmelidir. Ayrıca Kürtlerin kimlikleri ve dilleri için anayasa güvence verilmelidir” safsatası da, hatta “bu devlet için beraber şehitler verdik iddiaları da” ne yazık ki gündemi işgal etmekte yurttaşların zihnini bulandırmaktadır.
"Biz yardım etmeseydik Malazgirt meydan muharebesini kazanamazdınız!" yalan ve palavralık bir söylentidir. Bizans ordusunda, Tarkan adlı bir Türk komutasında bulunan Müslüman olmayan Gagavuz Türkleri; kendilerine benzeyen ve kendi dillerini konuşan büyük Selçuklu ordusunu gördüklerinde; çekinmeden Selçuklu saflarına katılarak, muharebenin erkenden bitmesini sağlamışlardır. Yoksa Alpaslan’ın uygulamış olduğu taktik ve Selçuklu ordusunun bilinçli kahramanlığı sayesinde, Bizans ordusu yenilmeye mahkûmdu.” Kaynak: prof. dr. Ali Sevim, Malazgirt meydan muharebesi.
Temel olgu; Türk Milleti kavramıdır. Bu tanım ve kavram içinde kendilerine yer bulmayanların, bu ülkeye bir katkıları yoktur ve artık olmayacağı da bellidir.
Biz; bizlere yutturulmaya çalışılan, Kürt açılımı adı altındaki bölücülüğü göremezsek, Yugoslavya’nın başına gelen felakete uğramamız da kaçınılmaz olur.
Ünlü Yunan Filozofu Sokrat'ın dediğini uygulamış oluruz: ”Bir şey hem tek, hem de çift olamaz. Hiç bir zaman, karşıtlar yan yana bulunamaz. Tek, daima tektir; çift te daima çifttir.”
Yine bir Büyük İyonyalı’ya göre de: ”Zıtların toplamı ancak bir eder. Bir damla suda, hem hayat, hem de ölümcülük vardır. İkisi bir tamın parçalarıdır!”
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de bu devletin kurucu felsefesi olan Türk Milliyetçiliği de bu VATAN için çarpışanları, şehit olanları etnik kimliklerine göre ayırmamıştır.
Biz Çanakkale’de şehit olan Rum ve Ermeni askerlerimizi bile kardeşimiz bildik. Bu toprağın bağrına evlatlarımız olarak verdik.
Lozan Antlaşmasıyla bu ülkede yaşayan tüm Müslümanları alt kimlikleriyle tanımlamayarak TÜRK dedik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dedik.
Dileğimiz ve umudumuz bu anlayışın sürmesi ve sürdürülmesidir.
Bozulacak kardeşlik bağları bu ülkeye de bu millete de zarar verecektir.
Bu kargaşa içerisinde etnik kimlik ayrıştırması yapılırken ne yazık ki şehitlerimizin de kemikleri sızlatılmaktadır. Ortalıkta hem gerçeğe uymayan sayılar dolaşmakta hem de etnik kimlik ayırımı yapılmaya çalışılmaktadır.
Kurtuluş savaşında verilen asker kayıpları ile ilgili sayılar; Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı kayıtları esas alınarak aşağıya çıkartılmıştır.
Ancak liste, Kurtuluş Savaşında düzenli Ordunun Batı Cephesinde verdiği kayıpları içermektedir. Adana, Mersin, Maraş, Antep, Urfa ve diğer yerlerde yerel direnişçilerin verdiği şehitler bu çizelgede yoktur.
Düzenli Ordunun subay ve erleri de yerel çeteler de etnik kimlik dürtüsüyle savaşa katılıp gazi ya da şehit olmamıştır.
Bu kişiler, Vatansız kalmak tehlikesini ortadan kaldırmak, Sevr Antlaşmasının dayattığı onursuzluktan kurtulmak için savaşmıştır.
Bu insanlar, Bağımsızlık ve özgürlük için savaşırlarken bir Ulus olmanın bilincini de yaşatmışlardır.
Tarihi gerçeklere aykırı, gerçek dışı iddialarda bulunmak, yorumlar yapmak, öyküler uydurmak yanlış ve tehlikelidir.
TEK ULUS; TEK BAYRAK; TEK DİL; Çağdaşlık ve ULUSAL EGEMENLİK hakkımızdan vazgeçmemizi kim isteyebilir bizden!
Bilmeliyiz ki; Kurtuluş Savaşı bir Vatan yaratmak, Bir Millet oluşturmak için yapıldı; Ulusu cemaatlere, etnik gruplara ayırmak için değil.
30 AĞUSTOS ZAFER’İ; Türk’ün Türklüğün ve Türkiye’nin Dünyaya mührünü vurmasıdır.
Tüm olumsuzluklara karşın, coşkusunu yitirmeyen bir Bayram yaşıyoruz.
Bu coşku; 30 AĞUSTOS Zaferi galibiyetinin sevincinden çok; bu Zafer’in Dünya Barışına sağladığı katkıdan ötürüdür.
Ne yazık ki; Günümüzde bile, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve AB ve ABD’nin tutum ve istekleri Sevr Antlaşmasının hükümleri ile örtüşmektedir.
Yani Türkiye; ufaltılarak; siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan bağımlı hale getirilmek istenmektedir.
Falih Rıfkı ATAY’IN belirttiği gibi:
“Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun (Arap’ın) pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyorsak, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz...”
Bu duygularla 30 Ağustos Zaferi’nin 87. yılını kutluyor; başta Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, tüm Şehitlerimizi ve Gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyor, saygı ile selamlıyorum.
Kaynak:
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı kayıtları: