5 Eylül 2010 Pazar

35- BÜYÜK TAARRUZDAN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER!


Ahmet AVCI
İZMİR- 5 EYLÜL 2010


BÜYÜK TAARRUZDAN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER                                          (ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)


         Büyük Zaferden Sonra Yunanistan’da Durum:

         Gazi Mustafa Kemal, İzmir’e geldiğinde; dağınık Yunan birlikleri, Anadolu topraklarından henüz tamamen çekilmemişlerdi. Son birlikler, Çeşme ve Urla’dan 18 Eylül’de ayrıldılar. Fransızların Çanakkale Boğazını boşaltma tarihi; 19 Eylül’dür. Ancak İngilizler, bu kıyılarda daha da dayatacak ve ancak 6 Ekim’de yerlerini terk edeceklerdir. Trakya hala Yunanlıların işgali altındadır.
         Bu bölgede; İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri de vardır. Hatta Yunanistan Macerayı devam ettirmek üzere bir Tümeni Tekirdağ’a çıkartmıştır. Fakat Yunanistan artık bezgindir.
         Anadolu’dan kaçabilen Yunan birlikleri, Midilli, Sakız ve Sisam adalarında toplanmışlardı.
         Artık, felaketler ve maceralar için, bir sorumlu, bir suçlu bulmak gerekmektedir. Çünkü “Molohlar kurban ister.” (Moloh bir Finike tanrısı idi. Ve ona İnsanlar canlı olarak kurban edilirdi.)
         Ancak ne gariptir ki; bu faciaya sorumlu arayanlar, facianın baş sorumlusu olan ve savaş içinde iktidardan düşen Venizelos’un yani asıl suçlunun etrafında toplanmışlardır.
         24 Eylül’de; Midilli, Sakız ve Sisam adalarında İsyanlar çıktı. Yönetim Venizelos’çu subayların eline geçti. Donanma da onlarla birleşti. Trakya da isyana katıldı. Selanik ayaklandı. Atina’ya; Krala ve Hükümete karşı kesin uyarı verildi. Tüm felaketlerden sorumlu olarak, hükümetteki AHALİ partisi suçlandı. İhtilalın başında Anadolu’dan kaçan, General Pangalos, Albay Plastiras ve Gonatas vardı. Plastiras lider olarak sivrildi. 27 Eylül’de Kral tahtını ve ülkesini terk etti.
         Kurulan “İhtilalcı Halk Mahkemesi” suçluları yargıladı. 20 Aralık 1922’de Başbakan Gounaris, Dış İşleri Bakanı Baltacis, Milli savunma Bakanı Teotokis, Anadolu Orduları Baş Komutanı Hacı Anesti, liderlerden Protopapadikis, Stratus ve Kral ailesinden olup Anadolu’da bir kolorduya komuta etmiş olan Prens Andrew idama mahkûm edildi.
         Prens Andrew hariç diğerlerinin cezaları infaz edildi. Prens Andrew İngiltere’nin müdahalesi sonucu kurtuldu.
         *Prens Andrew; şimdiki İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in eşi olan Prens Philip’n babasıdır.

         BÜYÜK ZAFERDEN SONRA TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER:

         MUDANYA ATEŞKES ANLAŞMASI: 3- 11 EKİM 1922:
        
         26 Ağustos’ta başlayan Büyük meydan muharebesi Yunan ordusunun denize dökülmesi ve esir alınması ile sonuçlanmıştır. Türk Ordusu daha sonra İngilizlerin işgali altıda bulunan Boğazlar üzerine yürüdü.
         Boğazların savunması için telaşlanan İngiliz Başbakanı Lloyd Corc, Fransa, İtalya ve Romanya’dan yardım istedi. Fransa da İtalya da kabul etmedi. İngiliz Halkı da yeni bir savaş istemiyordu. İngiliz Başbakanı son çare olarak, Dominyonlarından yardım istedi. Onlar da, bu isteğini reddettiler. Böylece İngilizlerle Türkler baş başa kaldılar.
         İtilaf Devletlerinin kararsız tutumlarına karşılık, Mustafa Kemal’in tutarlı ve kesin davranışı sonucunda Türkiye’nin istediği oldu.
         İngilizlerin Avrupa’yı yeni bir felakete götürebilecek sorumsuz politikası ve savaş girişimleri yine İngiliz Generali Harrington’un gerçekçi davranışı ile başarısız oldu.
         İtilaf devletlerinin dayatmasına ve hayali tarafsız bölge iddialarına rağmen, Türk birlikleri, İngilizlerin Çanakkale’de tel örgülerle çevrelediği bölgeye kadar geldi.
         23 Eylül’de itilaf devletleri yeni bir notayla, ”Askeri Harekâtın durdurulmasını” istediler. Ayrıca boğazlarda ki tarafsız bölgeye asker gönderilmemesi şartıyla Doğu Trakya’nın Türklere verileceğini bildirdiler.
         Büyük Asker Mustafa Kemal, İngiltere ile savaşmak niyetinde değildi. Çünkü Çanakkale’de başlayacak savaş; Bin bir güçlükle kazanılan Yurt topraklarını tehlikeye düşürebilirdi.
         Mustafa Kemal Paşa, 28 Eylül’de Askeri Harekâtı durdurmuş ve 29 Eylül’de Mudanya Konferansının yapılmasını; Meriç Irmağına kadar Trakya’nın derhal bize verilmesi şartıyla kabul etmişti.
         Büyük Zaferi destekleyen Fransız Kamuoyunun baskısı, Rusya ve İtalya’nın siyasal yardımları ile sonunda ateşkes için görüşülmeye karar verildi. Mondros Mütarekesinin hala yürürlükte olduğunu ileri süren İngiltere sonunda yumuşadı. Ancak, henüz aradaki gergin hava ortadan kalkmamıştı.
         3 Ekim 1922’de Mudanya’da Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya temsilcileri bir araya geldiler.
         Yunan temsilcisi Mudanya’ya geldiği halde toplantıya katılmadı. Limandaki bir gemiden görüşlerini yazılı olarak itilaf Devletleri temsilcisine verdiler.
         Bu konferansa; Türkiye adına, İsmet Paşa, İtalya adına General Mombelli, İngiliz General Harrington, Fransız General Cahrpy, Yunanistan adına da gemide bekleyen General Mazarakis katılmışlardır.
         Uzun, tartışmalı geçen, zaman zaman bunalımlı evreler atlatan konferans sonunda bir anlaşmaya varılarak 11 Ekim 1922’de Ateşkes imzalandı.
         İlginç nokta; Yunan yetkilisinin bu metne imza koymamasıdır. Onlar, Ateşkesin çeşitli konulardaki güvenlik önlemlerini yetersiz görmüşlerdi. Böylece Türk-Yunan savaşını bitiren anlaşmada, Yunanlıların imzası yoktu.
         Ateşkes uygulaması İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerine bırakılmıştı. Bu garip durum 14 Ekimde Yunanistan’ca düzeltildi ve bu tarihte yayımlanan bildiri ile ”Ateşkes protokolüne katılmaya Yunanistan’ın kendini mecbur gördüğü” belirtildi.
        
         İmzalanan Ateşkes anlaşmasına göre:
·         Ateşkes hükümleri 14–15 Ekim gecesi yürürlüğe girecek ve Silahlı çatışmaya son verilecektir.
·         Yunan birlikleri, Doğu Trakya’dan hemen çekilmeye başlayacak ve 15 gün içinde bölge tamamen boşaltılacaktır.
·         Trakya’nın güvenliğini sağlamak üzere 8 bin jandarma bölgeye gönderilecektir.
·         Boşaltmanın tamamlanmasından sonra otuz gün içinde Doğu Trakya Türklere teslim edilecektir.
·         Türk Silahlı kuvvetleri barış anlaşması imzalanıncaya kadar Doğu Trakya’ya geçmeyecek ve Kocaeli ve Çanakkale bölgesinde saptanan çizgide duracaktır.
·         Doğu Trakya’nın Türklere teslim işlemlerinin yürütülmesi sırasında çıkabilecek olayları incelemek amacı ile itilaf devletlerinin yedi taburluk bir karma birliği bölgede bulunacaktır.
·         Bölgedeki işgalci güçler, Barış anlaşmasından sonra bölgeden çekileceklerdir.

     Mudanya ateşkes antlaşması imzalandıktan sonra; Türk birliklerinden 16 seçme tabur hazırlandı ve Jandarma kıyafeti ile Trakya’ya gönderilmek üzere düzenlendi. 19 Ekimde Başkomutanlık Olağanüstü temsilcisi olarak atanan Refet Paşa, büyük gösteriler ve sevinç coşkunlukları arasında İstanbul’a girdi. Böylece yeni Türk Devleti, Yıllarca karanlık boğuşmalar yaptığı İstanbul’da da hukuksal varlığını göstermiş oluyordu.
     Refet Paşa, Doğu Trakya’nın teslim alınması işi ile de görevlendirildi. Kısa bir süre içinde de burası Türk Yönetimine kavuştu. (Bu Refet paşa; Amasya genelgesine imza koymamış, öteki imza sahiplerinin ısrarı üzerine de genelgenin altını parafe etmişti. Genelkurmay başkanı olma isteğini de Mareşal gazi Mustafa kemal:
     “Sen, Türk Ordusuna başkumandan olmayı ihraz etmedin!” diyerek reddetmişti. Büyük Taarruzda, ikinci orduya komutan olmayı da kabul etmemişti. Kıvrak bir zekâsı vardı; diğer küskün ya da kırgın liderlerin yol göstericisi olabilirdi. Savaş sırasında, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’a giderek Vahdettin ile görüşmüş, ona Konya adlı bir atı da armağan etmiştir. Kardeşi de Vahdettin’in yaveriydi. Onun İstanbul’a gönderilmesi büyük bir taktik uygulamaydı.)

          MUDANYA MÜTAREKESİNİN İMZALANMASIYLA;
         Venizelos’un “Büyük Yunanistan” hülyası ve Lloyd George’un Türkiye’ye yeni bir savaş açmak için müttefiklerini Türkiye’ye karşı kullanmak politikası da yıkıldı.
         A. Yunanistan da Hükümet değişikliği olmuştur.
         B. 19 Ekimde İngiliz Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştı. (Lloyd George)
         C. Kurtuluş savaşının sıcak çatışma dönemi sona ermiştir.
         D. İtilaf Devletleri, Osmanlı Devletinin hukuken sona erdiğini ve yeni Türk devletinin varlığını resmen kabul etmişlerdir.
         E. Ulusal mücadelenin askeri yönü sona ermiştir.

         İngilizler; Mondros’u imzalattıkları Türklerin karşısında Mudanya’da yenik olarak gözükmemek için büyük çaba harcadılar. Hıristiyanlık ve emperyalizm yenilmişti. Ve bu durum Müslüman sömürge halkları üzerinde etki yapabilirdi.
         Türklerle başa çıkamamış olmak, İngiliz basınını ve hükümetini çok kızdırmıştı.
         Fransa ve İtalya’nın askerlerini Boğazlardan çekmeleri, Türklerle çatışmaya girmeyeceklerini açıklamaları ihanetle suçlanırken, Dominyonları yardım taleplerini reddetmeleri, hayal kırıklığı yaratmıştı.
         Ancak tüm bunlara karşın, Mudanya anlaşmasının imzalanması üzerine; İngiliz gazeteleri: ”Özgürlük aşkıyla dolmuş ve zaferle yoğrulmuş bir ulusu temsil ettiğini belirtikleri İsmet Paşa’yı” överken, Yunan asıllıların İstanbul’u terk etmeğe başladığını yazıyordu.
        
         KURTULUŞ SAVAŞI KAYIPLARI:

         Bu savaşta, Türk Ordularının en büyük, sıkıntıları; silah cephane, her çeşit malzeme, ulaşım aracı, ilaç, yiyecek, giyecek, doktor yokluğu ve salgın hastalıklardan kaynaklanıyordu.
         Yoklukları iyi bilen İngiltere, Türkleri uzun süre bu yokluklara dayanamayıp, yenilgiyi kabul edeceklerini düşünmüştü.
         Türk Askerinin, güç koşullarda bile dövüşebileceğini hesaplamamışlardı. İşte Türk mucizesini yaratan buydu. Türk Orduları; cepheden verdiklerinden daha çok cephe gerisinde hastalık ve yokluktan kayıp verdiler.

         Kayıplar: Toplam: 65.713
         Şehit: 9167, Yaralı: 31.713, Esir-kayıp: 1.112, Yarlıdan ölen: 1.718, Hastalıktan ölen: 22.543,

         SONUÇ:
         Türkiye; Mudanya Mütarekesi imzalandıktan sonra; barışa doğru yürüyüşün ilk adımını attı. Tarımda “tohum ekme mevsimi” geldiğinden, askerin köyüne ve tarlasına dönmesi gerekiyordu. Ordunun mevcudunun 140 bine indirilmesi; erlerin bir bölümünün terhis edilmesi, bir bölümünün de süresiz izinli sayılmasına, 16 Ekim 1922’de Bakanlar Kurulu karar verdi. 1912’de başlayan seferberlik, 1922’de son buluyordu.
         On yıl savaş içinde yaşayan Türk ulusu; barışı, ülkenin iç ve dış politikasının temel ilkesi yapan bir yönetimle, savaşlar dönemini kapatıyordu. Ancak, barışın sağlanabilmesi için daha alınacak çok yol vardı.
         Mustafa Kemal İzmir'e girdiği gün, ”Savaşın kazanıldığını, barışında kazanılması gerektiğini” söyledi.
         Zafere ortak olmak isteyen, İstanbul Hükümeti ve Padişah Vahdettin’in olumsuz tavırları, geçmişteki tutumları ve Ülke gerçekleri göz önüne alınarak, 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı.
         Zorlu görüşmelerden sonra; 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış antlaşması imzalandı.
         2 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’dan son işgalci askerler de ayrıldı.
         Zaferin kazanılması, daha önceleri açıklanan devrim kurallarının yanılmaz biçimde işlemeye başladığını gösteriyordu. Gerçekten dışa karşı yapılan savaş kazanılmıştı. Ulusal Devlet kurulmuş, Emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri kovulmuştu. İşbirlikçiler, ya kaçırılmış ya da sindirilmişti.
         29 Ekim 1923 tarihinde de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi…
         Yarı-Sömürge Osmanlı Devleti yerine, tüm ileri devletlerle hukukça eşit, onurlu, yepyeni bir devlet kurulmuştu. Kurulan bu devleti yaşatıp, emperyalistlerin tekrar oyununa getirmemek için güçlendirmek gerekiyordu. Artık devrime açılma başlıyordu.
         DEVRİME YÖNELME ZAMANI GELMİŞTİ…

         Not: Burada izninizle bir gözlemimi vurgulamak istiyorum: Yazları İzmir- Seferihisar- Doğanbey Köyü bölgesinde yaşamaktayım. Tam karşımızda da Sisam Adası bulunmakta…
         Sisam Adasını ilk kez fark edenler, derin iç çekmekte, ah, vah nidalarından sonra da; “Bu adalar da Yunanistan’a verilir miydi? Sakız, Sisam, Midilli adaları da On iki Adalar da burnumuzun dibindeki adalar…” gibi serzenişlerle, önce İsmet İnönü’ye, Lozan’a göndermeler yaparlar, sonra da Mustafa Kemal’e sözü getirmeye çalışırlardı…
         Sabırla dinledikten sonra; On iki adaların hangi adalar olduğunu sorardım, yanıt alamazdım… Bu adaların Osmanlıdan nasıl ve ne zaman çıktığını kime gittiğini sorardım, yanıt alamazdım…
         Sakız, Sisam ve Midilli Adalarının Osmanlıdan nasıl ve ne zaman alındığını sorardım, yanıt alamazdım…
         Ordumuz İzmir’e girdiği zaman bu adalara gidebilmesi için dünya ortamı uygun muydu? Yanıt yok…
         İzmir’e gelen ordumuzun Adalara harekât yapacak, donanımı var mıydı? Yanıt yok…
         (Oniki Adaların; 18 Ekim 1912 tarihli UŞİ Antlaşmasıyla, İtalyanlara verildiğini, Sisam, Sakız ve Midilli Adalarının Balkan Savaşları sonrasında Yunanistan’a verildiğini, sanki ilk kez duyar gibi idiler. Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra; (800) adacığın da Devletimizin girişimleri ile ülkemiz sınırlarına katıldığını bilen yoktu. Oniki adalar 1947 tarihinde Paris Antlaşmasıyla Yunanlılara bırakılmıştır.)

         Bilmeliyiz ki: Mustafa Kemal Paşa hayalci biri değildi… Ordumuzun gücünü de karşı tarafın gücünü de, Dünya ortamını da çok iyi biliyordu…
         Ordumuz, İzmir’e girdiğinde nerede ise son mermisini de kullanmıştı. Bundan sonraki harekâtını ancak Yunan Ordusunda ele geçirdiği silah ve cephane ile yapabilecekti… 

        
         Adalar konusunda hassasiyetlerini dile getirenler; Ülkemiz ve milletimiz için son derece önemli ve anlamlı olan, 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI kutlamasından kaçan devlet GÖREVLİLERİNE de bir baksalar diye düşünmekten kendimi alamıyorum…
        


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar