29 Ağustos 2015 Cumartesi

256- ZAFER BAYRAMI

ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…
Büyük Zaferin 93. yıldönümünde; tüm olumsuzluklara karşın, coşkusunu yitirmemeye çalıştığımız bir bayram yaşıyoruz…
Bu coşku; 30 AĞUSTOS ZAFERİ GALİBİYETİNİN SEVİNCİNDEN DAHA ÇOK; BU ZAFERİN DÜNYA BARIŞINA SAĞLADIĞI KATKI, ÜLKEMİZİN KURTARILMASINA, MİLLETİMİZİN ÖZGÜRLEŞMESİNE VE DEVLETİMİZİN KURULMASINA YOL AÇTIĞI İÇİNDİR…
Dünya barışının tehlikede olduğunu gördüğümüz bu günlerde, bu büyük zaferin anlamı daha da belirginleşmektedir…
26 Ağustos 1922 de KOCATEPE’DE başlatılan BÜYÜK TAARRUZ SONUCUNDA KAZANILAN 30 AĞUSTOS ZAFERİ; TÜRK’ÜN, TÜRKLÜĞÜN VE TÜRKİYE’NİN DÜNYAYA MÜHRÜNÜ VURMASIDIR…  
Yurdumuzun uğradığı; haksız, ahlaksız, anlamsız ve acımasız bir İşgal eylemine karşı Türk Milletinin birleşerek, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda, Emperyalistlere karşı en güçlü yumruk bu zaferle vurulmuştur…
Milli Mücadelenin sonunda; Büyük Taarruzla kazanılan bu ZAFER, Türk’ün Emperyalizme karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinin, yılmaz ve sarsılmaz iradesinin, işgale,  paylaşılma ve parçalanma girişimine başkaldırısının, en çetin direnişi en güçlü yumruğudur.
Bu Zafer, Türk Milletinin yüceliğinin, haksızlığa ve dayatmalara boyun eğmeyen kişiliğinin ve Yurtseverliğinin bir göstergesidir...
Yazar Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi; ”NEYİMİZ VARSA, BAĞIMSIZ BİR DEVLET KURMUŞSAK, ŞEREFLİ İNSANLAR OLARAK DOLAŞIYORSAK, YURDUMUZU; BATININ, VİCDANIMIZI VE KAFAMIZI DOĞUNUN PENÇESİNDEN KURTARMIŞSAK, ŞU DENİZLERE BİZİM DİYE BAKIYOR, BU TOPRAKLARDA ANA BAĞRININ SICAKLIĞINI DUYUYORSAK, HATTA NEFES ALIYORSAK, HEPSİNİ HER ŞEYİ; 30 AĞUSTOS ZAFERİNE BORÇLUYUZ.”  
Dünya barışının sorunlu hale geldiği ve Ülkemizin bütünlüğünün, Milletimizin birliğinin tehlikede  olduğu bu günlerde 30 Ağustos Zaferi daha da anlam kazanmaktadır…
Büyük Zaferin 93. Yıldönümünde; başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, tüm emeği geçenleri, rahmet minnet ve saygıyla anıyorum…
Ruhları şad olsun…
29 AĞUSTOS 2015
Ahmet AVCI

Seferihisar

23 Ağustos 2015 Pazar

255- ATATÜRK'Ü ANLAMAK VE ANLATMAK...

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ANLAMAK VE ANLATMAK

Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü ne yazık ki anlayamadık. Anlayamadığımız için de anlatamadık…
Anlayamadığımız ve anlatamadığımız için de onu TAMAMLAMAK şansımız da olmadı…
Mustafa Kemal gençliğinde, güzel giyinmeyi, iyi yaşamayı seven, içen, gezen, müziğe meraklı birisidir.
Ama iki temel özelliği de vardır:
Görevini bilmek ve iyi yapmak.
Çökme ve dağılma yolundaki vatanını kurtarma çabasına yoğunlaşmak.
O’nun anlayışına göre İmparatorluğu yürütmek artık hayaldir.
Bizden olmayan toplum ve bizim olmayan topraklar için Türk kanı dökmemeliyiz.
Derlenip toparlanmalı, kendimizi kurtarmaya çalışmalı, maddi ve manevi kalkınmayı gerçekleştirmeliyiz…

Halinden memnun köleyi kimse özgürlüğüne kavuşturamaz.
Halkçılık; öncelikle halka, iyiyi, güzeli, doğruyu öğretmektir.
Bu da ancak, eğitimle mümkündür…
Halk, bilirse iyiyi ve doğruyu arayabilir…
Atatürk Devriminin iki temel taşı vardır:
Laiklik
Eğitim ve öğretim birliği
Laikliğe ne ölçüde önem verdiğimiz: ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN, “LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞI OLDUĞU HÜKME BAĞLANAN VE CEZALANDIRLAN” bir partiye ülke yönetimini bırakmamızdan bellidir…
ATATÜRK DEVRİMİNİN EN ÖNEMLİ HEDEFİ; EĞİTİM DÜZENLEMESİ İDİ…
HER TÜRK ÇOCUĞU, MÜSPET İLİMLER IŞIĞI VE DİSİPLİNİ ALTINDA YETİŞECEKTİ.
Bugün; Eğitim sistemimizin ve o sistemin yetiştirdiklerinin de durumu ortada…
Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleyi birlikte yürüttüğü Meclis, hiç te ilerici değildi.
İçki yasağını bir din kanunu olarak çıkartmıştır…
Mustafa Kemal,  MİLLİ MÜCADELEYİ başlatırken, üç hedef ortaya koymuştur:
İşgalcileri yurttan kovmak.
Ömrünü tamamlamış, imparatorluğu ortadan kaldırmak.
Yıkılan imparatorluk yerine yepyeni bir Türk devleti kurmak
Mustafa Kemal, bu mücadelede yalnızca düşmanla boğuşmamıştır…  Her şeye karşın, zafere kadar dişini sıkmıştır…
Zaferden sonra, İzmir’de kendisini ziyaret eden gazetecilere: “YUNANLILARI DENİZE DÖKTÜK, ŞİMDİ ASIL DÜŞMANIN ÜZERİNE YÜRÜYECEĞİZ” demiştir.
Bu düşman, kara güç, kör inanç ve cehaletti…
Ancak, aynı gün, bir Medrese softası; TBMM’de zafer müjdesi veren Muhittin BAHA’YA: “YUNANLILARDAN KURTULDUK, BAKALIM MUSTAFA KEMAL’DEN NASIL KURTULACAĞIZ?” DİYEBİLMİŞTİR…
Mustafa Kemal ATATÜRK, kurduğu düzenle; kadınımızı cariyelikten erkeğimizi de kulluktan kölelikten kurtarmıştı…
Demokrasi adına bugün geldiğimiz noktada; KADINIMIZ YENİDEN KÖLELEŞME YOLUNDA, ERKEĞİMİZ DE KULLUK YOLUNDADIR…
DEMOKRASİ elbette, en ideal yönetim biçimidir… Ancak, DEMOKRASİ DÜZENİNİN DE OLMAZSA OLMAZLARI VARDIR:
TOPLUM VE FERDİN, YETERLİ EĞİTİMİ.
TOPLUM VE FERDİN, YETERLİ EKONOMİK REFAHA ULAŞMASI…
Toplum ve birey, yeterli düzeye gelmeden, DEMOKRASİ UYGULAMASI DA MÜMKÜN DEĞİLDİR…
Hiçbir yönetim, kendisini yok edecek özgürlüğü, hiç kimseye veremez…
Bu yönetim demokrasi olsa bile…
TÜRKLÜĞÜ YOK EDECEK, ÜLKEYİ BÖLECEK, MİLLETİ PARÇALAYACAK ÖZGÜRLÜĞÜ NASIL VERİRİZ?
BUNUN ADI BARIŞ OLUR MU?
1908 DEMOKRASİSİ, TÜM BALKANLARI YİTİRMEMİZE YOL AÇMIŞTIR…
1946 DEMOKRASİSİ, ATATÜRK DEVRİMLERİNİN YOK EDİLMESİNE NEDEN OLMUŞTUR…
ŞİMDİKİ DEMOKRASİ DE; TÜRKLÜĞÜ YOK ETMEYE, ÜLKE’Yİ BÖLÜNMEYE, MİLLETİ PARÇALANMAYA GÖTÜRMEKTEDİR…

Ahmet AVCI
İZMİR

17 Ağustos 2015 Pazartesi

254-TÜRK BÜYÜK TAARRUZU (26 AĞUSTOS 1922) VE BÜYÜK ZAFER (30 AĞUSTOS 1922)

TÜRK BÜYÜK TAARRUZU (26 AĞUSTOS 1922)
VE BÜYÜK ZAFER (30 AĞUSTOS 1922)

                        “Türk Kurtuluş Savaşı bir Vatan yaratmak, Bir Millet oluşturmak için yapıldı; Ulusu cemaatlere, etnik gruplara ayırmak için değil.”

19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan Türk Milli Mücadelesinin kesin sonuç alıcı duruma gelmesi kolay olmamıştır…
Özetle; 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı; Çanakkale Muharebelerindeki üstün başarı ve diğer cephelerdeki azimli direnişe karşın; 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateş kes antlaşmasıyla; Osmanlı Devleti kesin yenilgiyi kabul etmiştir…
Antlaşma hükümleri gereği; topraklarımızın çoğu ve nüfusumuzun önemli bir bölümü, sınırlarımız dışında kalmış, ordumuz terhis edilmiş, ülkemiz işgal edilmeye başlanmış, Osmanlı Padişahı da tahtını kurtarmak derdine düşmüş ve kendisini İngiltere’nin insafına terk etmişti…
Mustafa Kemal Paşa, öncülüğünde başlayan Milli Mücadele; Amasya Genelgesin de; gerekçe, hedef ve amaç ortaya konulmuştur…
Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Mücadele Millete mal edilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı ile de bir devlet yapısı içinde kurtuluş ve kuruluş mücadelesi yürütülmüştür…
Öncelikle; Doğu’da Ermeni işgali ve sorunu çözülmüş ve asıl işgalci güç olan Yunan cephesine dönülmüştür..
Birinci ve İkinci İnönü zaferlerinden sonra; Yunan Genel Taarruzu Sakarya önlerinde durdurulmuş ve Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)  ile de Yunan Ordusunun taarruz gücü hepten yok edilmiştir…
Sakarya Muharebesinden sonra, Yunan ordusunun hazırlık yapmasına fırsat vermeden taarruz yapılması istenmiş, ancak ordunun buna hazır olmayışı yüzünden vazgeçilmişti. Sonra da yağışların başlaması, nedeni ile ertelenmişti. Ancak her an taarruz yapılacakmış gibi hazırlık yapıldı.
         Yaşamı boyunca hiç başarısız olmamış, savaşlar içinde yetişmiş olan Mustafa Kemal Paşa; üstün askeri ve siyasi strateji zekâsına ve bilgisine, üstün seziş-inisiyatif yeteneklerine sahip bir komutandı.
          Kesin sonuç alıcı bir “imha” savaşına hazırlanmak için zamana ve ordunun en az 200 000 kişilik bir silahlı güce ihtiyacı vardı.
         Yüzlerce top ve makineli tüfek, bu silahlar için milyonlarca mermi ve binlerce ton tutan bu savaş malzemelerinin sağlanması ve cepheye taşınması, ayrıca ordunun subay ve komutan ihtiyacının karşılanması gerekiyordu. Silah ve cephanenin yanı sıra; yiyecek giyecek, hastahane doktor ve ilaç ta gerekli idi.
13 Eylül 1921’de Seferberlik ilan edildiğinden ordunun er ihtiyacı büyük ölçüde karşılanmıştı. Hazırlıklar sürerken; TBMM içinde Mustafa Kemal’e karşı olanlar yine saldırılara, halkın ve ordunun moralini bozucu eleştirilere başlamışlardı. Halk ise uzun savaş yılları boyunca varını yoğunu ortaya koymuştu ve perişan durumda idi.
         Başkomutan, kesin sonuca ve düşmanı vatan topraklarında yok edecek, başarıya ulaşmak için; Millet’i, TBMM’Nİ ve Ordu’yu savaşa hazırlamak ve “Türkiye’nin düşünen kafalarını tümüyle yeni bir inançla donatmak, tüm ulusa sağlam bir ruh vermek” gerektiğini biliyor ve bu yolda çalışıyordu.
         Bu hazırlık döneminde cephe sakin, ancak cephe gerisi çetin mücadeleler ve hazırlıkla geçti.
        Halk, Milli Mücadelenin başlangıcında; Padişah ve İstanbul Hükümetlerinin etkisinde kalmış, TBMM’nin otoritesine girmemek için bazı yerlerde direnmişti.
         Milli Mücadelenin gücü her geçen gün arttı. Birinci Dünya Savaşında perişan hale gelen bu halk, Sakarya Zaferinden sonra Mustafa Kemal’e büyük bir inançla bağlandı. Ordunun hazırlanması için varını yoğunu ortaya koydu.
Ordunun komuta heyeti; uzun savaş yıllarında yetişmiş, deneyimli komutanlardan oluşuyordu. Yeni katılanlarla ordunun mevcudu 200 bine ulaştı. Yiyecek, giyecek ve donatım yeterli düzeye getirildi.
         Birkaç meydan savaşı yapılaması olasılığı düşünülerek, hazırlıklar yapıldı.
         Türk Ordusu; vatan topraklarını kurtarmak için Başkomutanının emrini beklemeğe başladı.

Sakarya savaşından sonra, Yunanlılar, Afyon-Eskişehir çizgisinde kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular. Bu mevzileri gören bir İngiliz kurmayı, ”Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse, bir günde başardıklarını iddia edebilirler” demişti. Bu cepheyi böylesine güçlendiren Yunanlılar, öte yandan da İtalyanların boşalttığı Söke ve Kuşadası’nı 21 -30 Nisan 1922’de işgal ettiler.
         Bu davranışları ile Anadolu’da kalmaya kararlı olduklarını gösteriyorlardı. Ege Bölgesinin Rumlarını da silâhaltına alarak, birlikler oluşturuyorlardı.
         Türkiye’ye gözdağı vermek, Yunan halkının moralini yükseltmek ve Türklerce esir alınan,”Enosis" adlı geminin intikamını almak için 7 Haziran 1922’de, Samsun’u bombaladılar. 
         5 Haziran da yunan ordusunun başına, Lloyd George’un “bir çeşit deli “ dediği Hacı Anesti’nin getirilmesi ile Yunanlılar; Trakya ve Anadolu’da sivil halka karşı baskı ve katliama giriştiler.
         Sakarya yenilgisi, Yunanistan iç işlerinin karışıklığı, Ordusunun moralinin kötü oluşu, İngiltere’nin maddi yardımı kesmesi, Yunanistan’ın sonunda Anadolu’yu boşaltmak zorunda kalacağını gösteriyordu.

Gerekli plan ve hazırlıklar özenle yapılarak, Meclisteki muhalifler ve kötü niyetlilere de gereken dersler verilerek, 6 Ağustos 1922’de birliklere; taarruza hazırlık” emri verilmiştir.
Mustafa Kemal; 20 Ağustos’ta; Akşehir’de ki komuta yerinde, İsmet ve Fevzi paşalarla buluşarak planları gözden geçirmiştir.
Plan; Yunan birliklerini, beklenmedik bir baskınla, çevirme ve yok etme taktiğine göre düzenlenmiştir.
Türk ve Yunan ordularının savaş güçleri şöyle idi:
Türk Ordusu: 186.000 Personel, 98.956 Tüfek, 839 Ağır makineli tüfek, 2025 Hafif makineli tüfek. 323 Top, 5286 kılıç, 10 Uçak, 5386 Süvari…
Yunan ordusu: 195.000 personel, 130.000 Tüfek, 1002 Ağır makineli tüfek, 344 Top, 3.000 kılıç, 50 Uçak, 1.300 Süvari.

            Büyük Taarruzda Batı Cephesi Komutanları:
            Batı Cephesi Komutanı: İsmet Paşa
Birinci Ordu Komutanı: Nurettin Paşa (Sakallı Nurettin)
            İkinci Ordu Komutanı: Yakup Şevki Paşa (Orgeneral Yakup Şevki Subaşı)

Büyük Taarruz 26 Ağustos’ta saat 05.30 da Türk topçularının; Yunan mevzilerini hedef alan atışı ile başladı.
Türk Ordusu: Düşmanı imha ederek, Anadolu’yu Yunan işgalinden kurtarmak amacıyla taarruz ediyordu…
Yunan ordusu: Bulundukları bölgeleri savunarak, en azından ellerindeki Anadolu topraklarını korumayı amaçlıyordu…

 Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Kocatepe’de ordusunun başındadır. Taarruzun ilk iki gününde Afyonun güneyinde; 100 km. Doğusunda 30 kilometrelik, Yunan cepheleri çökertilmiştir. Yunanlıların en güçlü birlikleri, Aslıhanlar yöresinde çevrilmiş, 30 Ağustos günü de Başkomutanın doğrudan yönettiği muharebe sonunda düşmanın en güçlü birlikleri yok edilmiştir.
Bu muharebeler, Dumlupınar Muharebeleri olarak adlandırılmıştır. 30 Ağustos günkü Başkomutanın doğrudan yönettiği ve düşman birliklerinin yok edilmesiyle sonuçlanan muharebeye de “Başkomutanlık Meydan Muharebesi“ denilmiştir.
Düşman artık, dağınık, perişan ve bozgun halinde kaçmaktadır. Ertesi gün yani 31 Ağustos’ta; Başkomutan cepheyi, düşman durumunu bir kez daha değerlendirip, gözlemledikten sonra, kesin ve son emrini vermiştir:
“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AK DENİZDİR, İLERİ.”
Artık düşman geçtiği yerleri yakıp yıkarak ve sivil halkı katlederek İzmir’e doğru kaçmakta ve ordularımız onları kovalamaktadır.
1 Eylül 1922’de Yunan Başkomutanı Trikopis Uşak’ta esir alınmıştır. Uşakta, 2 Eylül’de Mustafa Kemal’in huzuruna çıkartılan Trikopis Yunan Orduları Başkomutanlığına atandığını Mustafa Kemal’den öğrenir. Türk Başkomutanı, Yunan Başkomutanına dostça davranmış ona ikramlarda bulunmuştur. ”Sağlık haberinin İstanbul’da bulunan ailesine bildirilmesi” dileği de yerine getirilir.
Mustafa Kemal, 26 Ağustosta başlayan savaşları; Zafere kadar, küçük, önemsiz, çatışmalar olarak bildirir ve açıklar. Nedeni de; Yunan Ordusunu yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin girişimine fırsat vermemektir.
Yine de, itilaf Devletleri, İstanbul’dan Ankara’ya başvurarak, ateşkes önerisinde bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerin görüşme isteyen Konsoloslarına, 9 Eylül’de Nif’te randevu vermiştir. Mustafa Kemal Paşa, gerçekten 9 Eylül’de NİF’E (Kemalpaşa) varmış, ancak görüşme talebinde bulunanların hiç birini bulamamıştır.
Yunanlılar kaçarken Türk birlikleri de İşgal altındaki yerlere peş peşe girdiler. Gediz, Uşak, Eşme, Salihli, Kula,  Manisa, Aydın ve Nif kurtarıldı.
          9 Eylülde Türk birlikleri İzmir’e girdi. Ertesi gün de Başkomutan İzmir’de olacaktır.
         Kuzey’de ise, Eskişehir-Bursa yönüne ilerleyen birliklerimiz, bu iki bölgeyi de kısa sürede düşmandan temizledi.
         10 Eylül’de Bursa Düşmandan kurtarıldı. Tutsak edilenler dışında, kaçabilen düşman askerleri, Bandırma’dan ve Kapıdağı yarımadasından gemilere binerek, perişan durumda yurdumuzu terk ettiler.
         18 Eylül 1922’de Batı Anadolu’da hiçbir Yunan askeri kalmamıştı. Bu büyük temizleme harekâtından sonra, birliklerimizin bir bölümü, İzmit’ten İstanbul yönüne, bir bölümü de Çanakkale’ye yaklaştı. Burada bulunan İngiliz birlikleri ile karşı karşıya gelindi.
         Türk Ordusunun 26 Ağustos’ta başlayan taarruzu, böylece 15–20 gün gibi kısa bir sürede 200.000 kişilik Yunan Ordusunun yok edilmesi ve Batı Anadolu’nun tüm olarak temizlenmesi ile sonuçlanmıştı.
         Böyle bir zafer dünya tarihinde çok ender görülen bir olaydır.
         Bundan sonrası artık görüşmeler, ateşkesler, barış konferansları ve anlaşmalarla geçecek, diplomatik ilişkiler içinde sorunlara yaklaşılacaktır.
         Büyük Taarruz ve bu taarruzun ”hedefine” ulaşıncaya dek, geçen çok kısa süre içerisinde, yer alan muharebeler, kolay yapılmamıştır. Bu muharebelerde tüm Ulusun nesi varsa, yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine, malından, canına kadar, tüm varlığı savaş için ortaya konmuştur.
         Bu savaşta, Generaller, Subaylar ve Erler, yurt görevinin en büyük ve en anlamlı örneğini vermiş, bağımsız olmanın özgür yaşamanın “BEDELİNİ” canlarıyla ödemişlerdir.
         Bağımsızlık savaşında; Başkomutan’ın, Cephe Komutanının verdiği emrin belirlenen sürede yerine getirilememesinin; bir subayın ruhunda ve vicdanında, öz benliğinde, neler yarattığını bilmek gerekir. Bu bilinirse, bağımsızlık savaşının nasıl kazanıldığı, Büyük zaferin nasıl gerçekleştirildiği, tüm kutsallığı ile ortaya çıkacaktır.
         Tek bir örnek bu savaşın kutsallığını kanıtlayacaktır: Büyük Taarruzun ikinci gününde; bu muharebenin büyük yükünü üstlenen Tümen Komutanlarından, Albay Reşat Beyin Tümenine; Çiğiltepe’nin ele geçirilmesi, düşmanın tepeden atılması görevi verilmiş ve görevin belirlenen saatte sona erdirilmesi istenmiştir. Süre dolmuş fakat tepe ele geçirilememiştir. Emrin yerine getirilememesi karşısında, Tümen Komutanı Albay Reşat Bey’in kendisine verdiği ceza ”ölümdür”. Komutan ölmüş ama geride kalan askerler bu tepeyi ele geçirerek Başkomutan’ın emrini yerine getirmişlerdir.
         Anadolu’nun Yunanlılardan temizlenmesinden sonra; sıra, Doğu Trakya ile İstanbul ve Boğazlara gelmiştir.
         Doğu Trakya’da Yunan Birlikleri, Çanakkale ve İzmit’te; İngiliz birlikleri, İstanbul’da İtilaf Devletleri birlikleri vardı.
         Ege’deki Düşman temizlendikten sonra kuzey’e yönelen birliklerimiz; Çanakkale Bölgesinde İngiliz birlikleri ile karşı karşıya gelmişlerdi. Bu birlikler aşılmadan Trakya’ya geçmek olanaksızdı. Ancak başka bir gerçek de artık Ordularımızın Muharebelerden yorgun düşmesi, İngilizlerle doğrudan başlatılacak bir savaşın anlamsızlığıdır.
         Onun için Mustafa Kemal ve arkadaşları, bundan sonra kurtarılacak toprakların görüşmeler, anlaşmalar yoluyla ülke topraklarına katılması yolunu izlemişlerdir.
         İngilizler; Doğu Trakya’nın ve Boğazların Türkiye’ye bırakılmasını istememektedir.
         Ancak bu konuda, Fransa ve İtalya, İngiltere’yi desteklememiş, askerlerini Çanakkale ve İzmit’ten çekmişlerdir.
         Sovyet Rusya’nın da İngiltere’ye karşı çıkması ile eski görüşlerinde direnememiş ve barış görüşmelerine kapı aralanmıştır

          Zaferin Sonucu:
1. Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtarıldı.
2. Mudanya Ateşkes Antlaşması’na ortam hazırladı.
3. Lozan Barış Antlaşmasına ortam yarattı.
4. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş yolunu açtı.

         Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşının son silahlı mücadelesidir.
         Yunan Ordusunun, on beş gün içinde imhası ile sonuçlanan, ”Büyük Zafer” Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın büyük riski göze alarak, güçlü bir sıklet merkezi yapmak, taarruzda baskını sağlamak, denk kuvvetle ateş üstünlüğüne sahip, düşmana karşı, muharebede kesin sonuç yerini seçmek, doğru karar vermek, iç ve dış siyaseti iyi yönetmek, Milleti ve Orduyu kaynaştırıp, savaşa hazırlamaktaki üstün başarısı ile kazanılmıştır.
         Türk Ordusu, 4–5 ayda parçalanamaz denilen Yunan cephesini birkaç günde parçaladı. 15 günde 400 km. yol kat edildi 200 000 kişilik Yunan ordusu yok edildi.
         Bu büyük başarı; içte milli bütünlüğü ve güveni sağladı. Öldü sanılan Türk Milletinin azmi, bu düşünceyi yıktı.
         Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasını hazırlaması bakımından büyük bir dayanaktı.
         Tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve Türk Devriminin güç kaynağı oldu.
         Sevr Antlaşması ile “Doğu Sorunu”nu diledikleri gibi çözebileceklerini sanan İtilaf Devletleri, Türkiye’nin gücünü ve Lozan’da “Doğu Sorunu’nun kapandığını kabul ettiler.
         Mustafa Kemal’in dediği gibi, ”Zaferler, amaçları ve sonuçlar bakımından önem taşırlar.”
         Tarihte meydan savaşları çok olmuştur. Fakat bunların çoğu aynı ölçüde büyük sonuçlar getirmemiştir. Başkomutanlık Meydan Muharebesi, yalnız, düşman ordularını denize dökmek ve ülkeyi kurtarmakla kalmamış, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu da sağlamıştır.
Mustafa Kemal; yıllar sonra BÜYÜK ZAFER’İ şöyle değerlendirmiştir; Söylev: 2-495: ”Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu savaşlar, Türk Ordusunun, Türk subaylarının ve komutanlarının üstün niteliklerini ve yiğitliklerini tarihte bir kez daha saptayan ulu bir yapıttır.”
         Bu yapıt Türk Ulusunun, Özgürlük ve Bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır.
Bilmeliyiz ki; Kurtuluş Savaşı bir Vatan yaratmak, Bir Millet oluşturmak için yapıldı; Ulusu cemaatlere, etnik gruplara ayırmak için değil.
30 AĞUSTOS ZAFER’İ; Türk’ün Türklüğün ve Türkiye’nin Dünyaya mührünü vurmasıdır.
Tüm olumsuzluklara karşın, coşkusunu yitirmeyen bir Bayram yaşayacağız.
Bu coşku; 30 AĞUSTOS Zaferi galibiyetinin sevincinden çok; bu Zafer’in Dünya Barışına sağladığı katkıdan ötürüdür.
Ne yazık ki; Günümüzde bile, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve AVRUPA BİRLİĞİ ve ABD’nin tutum ve istekleri Sevr Antlaşmasının hükümleri ile örtüşmektedir.
Yani Türkiye; ufaltılarak; siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan bağımlı hale getirilmek istenmektedir.
Falih Rıfkı ATAY’IN belirttiği gibi:
“Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun (Arap’ın) pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyorsak, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz...”
Bu duygularla 30 Ağustos Zaferi’nin 93’üncü yılını kutluyor; başta Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, tüm Şehitlerimizi ve Gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyor, saygı ile selamlıyorum.

Ahmet AVCI
İZMİR
17 AĞUSTOS 2015


         KAYNAKLAR:
1.   Anadolu İhtilalı- Sabahattin SELEK
2.   Şu Çılgın Türkler- Turgut ÖZAKMAN
3.   Ahmet MUMCU- Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
4.   Harp Tarihi Yayınları- Genelkurmay Başkanlığı
       







Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar