30 Ocak 2011 Pazar

49- BURSA NUTKU

Ahmet AVCI
31 Ocak 2011
ATATÜRK’ÜN BURSA NUTKU…
Az gelişmiş ve Demokrasiyi içselleştirememiş ülkelerdeki toplumsal ayaklanmalar, her nedense ülkemizde de dikkat ve ilgiyle izlenmeye başlandı.
O ülkelerde yaşananlar, anlaşılmaya ve algılanmaya çalışılırken bir yandan da Atatürk'ün "BURSA NUTKU" Halkımızın gündemine oturtuldu.
Nutkun varlığını kabul eden de var, inkâr eden de...
1 Şubat 1933 tarihinde; Bursa Ulu camisinden çıkan 100 kişilik grubun “Türkçe Ezan”ı protestosu, üzerine İzmir’deki işlerini bırakarak yeniden Bursa’ya gelerek duruma el koyan, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in, Türk Devrimine sahip çıkmak üzere söyledikleri, “Bursa Nutku”nun özüdür:
Bursa Nutku’nu ve
Gelişmeleri tarihi bir süreç içerisinde irdeleyen Dr. Orhan ÇEKİÇ’E ait yazıyı ilgi ve bilginize sunuyorum

Gazi Mustafa Kemal’in Bursa NUTKU:
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.
Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
6 ŞUBAT 1933”

27 Ocak 2011 Perşembe

48- MİSAK-I MİLLİ

AHMET AVCI
28 OCAK 2011


“MİSAK-I MİLLİ” ANLAMI VE ÖNEMİ!

28 OCAK tarihi sizlere bir şey hatırlatıyor mu? Ya 28 Ocak 1920 tarihi?
Bu tarih; Türk Tarihinin, Osmanlı Tarihinin ve Türk Devrim tarihinin önemli dönüm noktalarından birisidir.
Bu tarih; Osmanlı Meclisi’nin aldığı son ve en anlamlı kararın tarihidir. ‘MİSAKI MİLLİ KARARI’NI aldığı tarihtir.
Biliyoruz ki; Osmanlı Devleti; Almanların ve Damadı Şehriyari Enver Paşa’nın oyunu ile  istemeden girdiği Birinci Dünya Savaşında yenilmiş ve Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı.
30 Ekim 1918’de başlayan MÜTAREKE döneminde ülke toprakları İtilaf Devletlerinin işgal ve kontrolüne girmişti.
Ordusu terhis edilen, silahları elinden alınan, yer altı ve yerüstü kaynaklarına el konulan yoksul ve bezgin Osmanlı Devleti, çaresizlik içinde, çıkış yolları ararken, Aydınlar ve Komutanlar da kurtuluş çareleri aramaktaydı.
Amerikan Mandası, İngiliz koruyuculuğu ve Bölgesel kurtuluş arayışları başlıca çözüm yollarına yönelikti.
9’uncu Ordu Müfettişliğine; Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’deki asayişsizliği gidermek üzere atanan Mustafa Kemal Paşa’nın aklındaki çözüm yolu ise “Tam Bağımsızlık” idi.
İzmir’in işgalinden bir gün sonra İstanbul’dan ayrılan ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta genel durumu, tüm gerçekliği ve umutsuzluğu ile ortaya koymuştur.
Samsun’a ayak bastığı andan itibaren, Tam Bağımsızlık yolunda girişimlerine başlayan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümetinin geri dön çağrılarına aldırmayarak Amasya’ya geçmiştir.
21 Haziran 1920’de Amasya’da Toplanan arkadaşları Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele ile birlikte; Bağımsızlık hareketini kişisel bir eylem olmaktan çıkartıp, ulusa mal ederek; yayımladığı Amasya Genelgesiyle; Kurtuluş Savaşımızın, amacını gerekçesini ve yöntemini ortaya koymuştur.
Refet Bele’nin bu belgeyi imzalamaktan çekinerek, imzacıların baskısı ile parafe ettiği de ayrı bir gerçektir.

18 Ocak 2011 Salı

47- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI!

Ahmet AVCI
6 OCAK 2011

MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI ANLAM VE ÖNEMİ


1 AĞUSTOS 1914‘de başlayıp 11 Kasım 1918’de sona eren, Birinci Dünya Savaşı; 26 devletin katılmasıyla 4 yıl üç ay on gün sürmüş ve beş kıtada etkili olmuştur.
Başlangıçta Avrupalı devletlerin bir iç hesaplaşması olan bu savaş, sömürgelerin katkısı ile Afrika ve Asya’ya yayılması ve Osmanlı Devleti’nin de savaşa katılması ile bir genel (DÜNYA) savaş halini almıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşı başlatmamış ama istemeyerek de olsa bu savaşa katılmıştır.
Bu Savaşta; Zavallı Anadolu, beş cepheye, durup dinlenmeden kan can pompaladı. O kadar ki dört yıl süren savaşın sonuna doğru, yaşı kaç olursa olsun, kilosu 45’i geçen her genç cepheye sürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıldan beri hızla gerileyerek sonunda yarı sömürge olmuş, sembolik bir İmparatorluğa dönüşmüştür. Savaştan iyice tükenmiş olarak çıkmıştır.

46- ŞERİATÇILIK VE HUKUK SİSTEMİMİZ!

AHMET AVCI
8 OCAK 2011-İZMİR

ŞERİATÇILIK ve HUKUK SİSTEMİMİZ!

Şeriat, Kur’an ve Hadislerin bildirilerine dayanan ve her mezhebe göre geliştirilmiş olan bir hukuk ve siyaset düzenidir.
Bu düzen, Hz. Muhammed’den sonra başlayan Dört Halifelerle, Emeviler, Abbasiler, Mısır, Endülüs ve Osmanlı Devletlerinde bazı esaslı farklarla uygulanan, siyasal sistemde görülür.
Gerçekten bu devletler, temellerini kutsal metinlerden almakla birlikte, egemenliklerine bağlanmış olan Kavimlerin; adet, töre ve geleneklerinin de etkisi ile gelişen bazı yeni ihtiyaç ve mezheplere göre olgunlaşmışlardır.
Daha bilimin ve tekniğin gelişmemiş olduğu karanlık Ortaçağ dönemlerinde, İslam İmparatorlukları ve İslam Uygarlığı; Atinalı Büyük Bilginlerin eserlerini de yorumlayarak Batı Dünyasına ışık tutmuştur…

14 Ocak 2011 Cuma

45- ZÜBEYDE HANIM'IN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ

Ahmet AVCI
14 OCAK 2011

ZÜBEYDE HANIM’IN 88’inci ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ,

En büyük Türk’ü doğuran Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 tarihinde aramızdan ayrılmıştı.
Bir süre önce; Selanik iklim koşullarını taşıyan İzmir’e tedavi olmak ve kendince de oğlunun evleneceğini düşündüğü Latife Hanım’ı görmek üzere gelmişti.
İzmir’de Latife Hanımın ailesinin hazırladığı köşkte misafir edilerek tedavisi sürdürülmüştür.
Yaşamı çok acı ve sıkıntılarla geçen, sağlığını da önemli ölçüde yitiren Zübeyde Hanım, İzmir’e gelişinin ilk günlerinde hastalığının daha da ilerlediğini hissetmiş, İzmir Valisini ve Müftü Rahmetullah Efendiyi yanına çağırarak; yazılı vasiyetini hazırlamalarını istemiştir.
Pek fazla olmayan malını ve parmağındaki elmas yüzüğünü oğlu Mustafa’ya bıraktığını beyan etmiştir.
Bu vasiyetten kısa bir süre sonra Zübeyde Hanım, misafir olarak kaldığı köşkte huzur içinde ölmüştür.
Zübeyde Hanım’ın yanında bulunan Başyaver Salih Bey acı haberi telgrafla; İzmit Gezisine çıkmış olan Gazi Paşa’ya hemen bildirmişti.
Eskişehir’de bulunduğu sırada acı haberi alan ve gözünden yaşlar boşalan ve Anasının cenazesine katılamayacak olan  Gazi Paşa’dan gelen yanıt şöyledir:
“Başkomutanlık Başyaveri Salih Bey’e;
Verdiğiniz elemli haber beni çok müteessir etti. Uygun bir tarzda defin törenini ifa ediniz. Cenab-ı Hak millete hayat ve selamet versin.”
Mustafa Kemal Paşa, Bursa’dan İzmir’e 27 Ocak 1923 günü gelmiştir.
Karşıyaka istasyonundan iner inmez, yanındaki Fevzi Paşa ile üst düzey birkaç görevliyle annesinin taze mezarını ziyaret etmiştir.
Adet üzere yapılan duadan sonra, Gazi Paşa orada bir konuşma yaparak, duygularını şu cümlelerle açıklamıştır:
“Annemin kaybından kuşkusuz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü hafifleten ve beni teselli eden bir husus vardır ki, o da ana vatanımızı yok olmaya yıkmaya götüren yönetimin bir daha geri gelmemek üzere mezara gömülmüş olduğunu görmektir.
Annem bu toprağın altında, Fakat milli egemenlik sonsuza kadar yaşasın.
Beni teselli eden en büyük kuvvet budur.
Evet, “Millet Egemenliği” sonsuza dek devam edecektir.
Annemin ruhuna, bütün geçmişimi borçlu olduğum, yeminimi tekrar edeyim.
Annemin önünde yemin ediyorum:
Kader, kan dökerek milletin elde ettiği ve tespit ettiği egemenliğin korunma ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsızlık göstermeyeceğim. Milli Egemenlik uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcudur.”
Büyük Atamızı yetiştiren bu yüce ANANA’ya Tanrıdan rahmet diliyor aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.

4 Ocak 2011 Salı

44- OSMANLI DEVLETİ


AHMET AVCI
2 OCAK 2011

OSMANLI DEVLETİ
Orta Asya’da yaşayan Türkler, İsa’nın doğumundan bin yıl kadar önce güçlü devletler kurmuşlardır.
Buyruklarındaki çeşitli ve çoğu akraba kavimlerden oluşan kabileleri birleştiren Türkler, oluşturdukları devletlerin başına “Hakan” ya da “Kağan” adını verdikleri birini geçiriyorlardı.
Eski Türk dinsel inanışına göre Kağan ailesine, “Gök Tanrı” egemenlik, yani devleti yönetme, buyurma yetkisini vermişti.
         Gök Tanrı’nın Kağan ailesine egemenlik gücü vermesi bir inançtı. Aslında Kağan ailesi Mevcut Türk Boylarının en güçlüsünün yöneticisi konumunda olan bir öğeydi.
İşte Türkler,- o çağın tüm devletlerinde olduğu gibi- Kağanın yönetim gücünü kamu vicdanında geçerli kılabilmek için bu yola başvurmuşlardı.
         Gök Tanrı, egemenlik hakkını Kağan ailesine verdiği için, o aile içindeki bütün erkeklerin devleti yönetme hakkı vardı.
Bu bakımdan aile içinden kimin Kağan seçileceğini boyların şefleri saptardı. Kağan seçilen Prens, ülkenin yönetimini, kendisi gibi egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri birlikte yürütürdü.
Bundan ötürü Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi.
        

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar