ULUSAL EGEMENLİK VE GÜNÜMÜZ
TÜRKİYE'Sİ...
Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki: “EGEMENLİK; KAYITSIZ KOŞULSUZ MİLLETİNDİR!”
Elbette; burada sözü edilen MİLLET, “TÜRK MİLLETİ”dir…
Kimileri, “Türk Milleti” sözünü dillerine almasa da gerçek bu…
Atatürk’ün bu sözünü, Anayasamızın 6. Maddesine de almışız…
Anayasamız diyor ki; “TÜRK MİLLETİ, EGEMENLİĞİNİ, ANAYASANIN KOYDUĞU
ESASLARA GÖRE, YETKİLİ ORGANLARI ELİYLE KULLANIR. EGEMENLİĞİN KULLANILMASI,
HİÇBİR SURETTE; HİÇBİR KİŞİYE, ZÜMREYE VEYA SINIFA BIRAKILAMAZ. HİÇBİR KİMSE
VEYA ORGAN KAYNAĞINI ANAYASADAN ALMAYAN BİR DEVLET YETKİSİ KULLANAMAZ.”
Egemenlik kavramını birkaç tanımla açıklamaya çalışacağım:
Egemenlik: Egemen olma hali; bir devletin başka bir devletin boyunduruğu
altında bulunmaması, kendi kendini yönetmesidir.
Egemen Devlet: buyruk ve hüküm sahibi; buyruklarını yürüten, bağımlı
olmayan, devlet demektir.
Egemen Eşitlik: Uluslar arası uygulamalarda; diğer devletlerle eşit
olabilmektir.
ULUSAL egemenlik: Devletin dış güçlere BAĞIMLI olmaması ve yönetim erkinin
ALLAH’A, dine ya da geleneğe değil, Millete dayalı olmasıdır. (yasama, yürütme
ve yargı gibi tüm devlet organlarını ve güçlerini kapsar)
Ulusal İrade: yargı denetiminde yapılan, periyodik, serbest ve adil
seçimler sonunda oluşan, Meclis’te temsil edilen siyasal güçtür. (iktidar ve
muhalefeti kapsar)
İktidar: Mecliste oluşan, Milli İrade’nin temsiline göre belirlenen
yönetimdir. (Hükümeti ve hükümetin Meclis’teki gücünü belirtir)
Bilindiği gibi; Osmanlı Devletinde; egemenlik tümüyle Osmanlı ailesine
aitti. Ailenin en yaşlı ya da yetkin üyesi kim ise; O, ‘Egemenlik Hakkını’
ailesi adına sınırsız olarak kullanırdı.
Osmanlı’da; özellikle Halifeliğin kabulünden (1517) sonra iktidar, Tanrısal
iradeye dayatılmıştı.
Devletin başı olan ve devletin kendisi sayılan Padişah; doğrudan doğruya
tanrısal irade ile iktidara sahip bulunuyor ve devleti yönetiyordu. Egemenliğin
kaynağı ve dayanağına dokunulmadan, yalnızca Padişahın yetkilerinin
sınırlandırılması ya da egemenliğine ortak olunması çabaları, Osmanlı devletinin
son dönemlerinde, görülmüş ise de; Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat
Fermanı, Birinci ve İkinci Meşrutiyetler, gibi düzenlemeler (AÇILIMLAR) ne
Devleti ne de Saltanatı kurtarabilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, egemenliğini de
Saltanatını da İtilaf Devletlerinin insafına bırakmıştır.
Ancak; Türk Usunun Büyük Önderi Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi ile
‘Vatanın bütünlüğünü ve Ulusun bağımsızlığını, yine Ulus’un azim ve kararının
kurtaracağını’ dünyaya duyurmuştur.
Bu karar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde pekiştirilmiş, TBMM’nin 23 Nisan
1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin
egemenlik hakkını, kaynağını halktan alan İnsan Hakları Esaslarına
dayandırıyordu.
23 Nisan 1920’te; Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya (Saltanattan, Ulus’a)
geçmekle kalmıyor, Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu. Dinsel ve
geleneksel Osmanlı Egemenliğinin yerine Ulus Egemenliği geçiyordu.
Osmanlı Devletinin karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde
toplayan TBMM, bir İhtilal Meclisi olarak tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘Ulusal Egemenliğin’ önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar
durabilirdi. Meclisin kurucusu Mustafa Kemal, bu olayı; “23 Nisan 1920, Türkiye
Milli Tarihi’nin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet
dünyasına karşı, ayaklanan Türkiye Halkının TBMM’Nİ vücuda getirmek, hususunda
gösterdiği mucizeyi ifade eder” sözleriyle değerlendirerek, ‘MECLİSİ ULUSAL
İRADENİN’ eseri olarak göstermiştir.
23 Nisan 1920’te Ankara’da Meclis açıldıktan sonra; adını koyan ilk
kararında; “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ” deyimini kullanmıştır.
TBMM, ‘Türk Ulusu’nu temsil edecektir. Adının başındaki “TÜRKİYE” sözcüğü
devlet yaşamında ilk kez kullanılmaktadır.
Osmanlı Anayasasında; Devlet; “Osmanlıdır”, Saltanat; “Osmanlıdır”, Ülke;
“Osmanlıdır”, Uyruklar; “Osmanlıdır.
Oysa açılan yeni dönemde; “Türklük”, “Osmanlılık”ın üzerine çıkmaktadır.
Artık Türk Milliyetçiliği de filizlenmektedir.
Kurulan yeni devlet; temelini Türk Ulusu’na dayandırmaktadır.
Bunun da bir DEVRİM olduğu görülmektedir.
Göksel İrade; yerini insan iradesine, beşeri iradeye bırakmıştır.
Egemenliği kullanma hakkı, fiilen halkın temsilcileri tarafından, halk adına
kullanılmaya başlamıştır.
Ulus Egemenliği ile;
Kurtuluş Savaşı kazanılmış,
Emperyalizm ve HAÇLI iTTİFAKI yenilmiş,
Megalo İdea ortadan kaldırılmış,
Sevr Antlaşması yok edilmiş,
Batı Anadolu ve Trakya işgalden kurtarılmış,
Doğu Sorunu çözülmüş, Saltanat ve Halifelik kaldırılmış,
Lozan Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı hesapları ve yüzlerce yıllık
sorunlar çözülmüş,
Cumhuriyet ilan edilmiş,
Misak-ı Milli esasları yaşama geçirilmiş,
Ve Yeni Türk Devleti Dünyaya tanıtılmıştır.
Özetle; TÜRK DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR...
Türk Devrimi ile Türkiye Cumhuriyeti Çağdaş Dünyadaki yerini almıştır;
Çağdaş Uygarlık düzeyine ulaşma yoluna koyulmuştur.
Mustafa Kemal’in hedeflediği DÜZENİ, yani “Milli Egemenlik ve Bağımsızlığa
bağlı, aynı zamanda barışçı ve insancı, Milliyetçi, Laik, Halkçı, Demokratik
Parlamenter Sistemi benimsemiş, Atatürkçü özde Devrimci, tüm Dünya Uluslarıyla
her alanda işbirliğine açık, her türlü diktayı reddeden, Haklar, Hürriyetler ve
Kalkınma düzenini” kurma çabasına girmiştir.
Türk Devrimi’nin genel Amacı: “Türkiye’nin özgürlükçü bir ortamda ve Tam
bağımsız olarak ve Kendi Kimliği ile Çağdaş Dünya’da yerini alması” biçiminde
ortaya konulmuştur.
Çok partili sisteme geçtikten sonra; siyasi partiler, Atatürk Devrimini
sulandırdılar, Türkiye’yi de bulandırdılar.
“Hâkimiyet Allah”ındır sözünü halk yığınlarına ezberlettiler.
Acaba; Allah’ın olan Hâkimiyet Hakkını O’nun adına kim kullanacaktır!
Çeşitli ümmetlerden, bir tek HALK’A, bir tek halktan, tek bir MİLLET’e
dönüşen ulusumuzu tarikatlara, cemaatlere böldüler.
Şeyh-politikacı ilişkisi; bilimsel ve tarihi gerçekleri, safsataya
dönüştürmeye çalışmıştır.
İç ve dış işbirlikçilerince desteklenen ve devletimizin içine sızan bir
cemaat, devleti ele geçirmek amacıyla, 15 TEMMUZ 2017 tarihinde hain bir darbe
girişiminde bulunmuştur…
Bu darbe girişimi önlense de; asıl failleri ve siyasi uzantıları ne yazık
ki hala ortaya çıkartılamamıştır.
Milletimizin beklentisi; Milli Egemenlik
ve Milli İradeyi ele geçirmeye kalkışan bu örgütün gerçek bağlantılarının
ortaya çıkartılması, bu örgütten de bunlarla işbirliği yapanlardan da hesap
sorulması yönündedir…
Mustafa Kemal; “Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türk Halkına TÜRK MİLLETİ
denir” demişti.
97 yıl önce bugün; egemenlik, Hanedandan sökülüp alınarak, gerçek sahibine
teslim edilmiştir.
Bu uygulama ile Türk Toplumunun, Ümmet’ten Ulus’a, ‘Kulluk’tan
‘Yurttaş’lığa geçişi sağlanmıştır.
Bu TÜRK DEVRİMİ’DİR.
Ya bugün; nerede ise yüz yıldır
sürdürülen Parlamenter sistem, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan ve sonuçları
hala tartışılan bir ANAYASA değişikliği referandumuyla; Partili
Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişin alt yapısı hazırlanmıştır…
Ve Rejim değişikliğine gidilmiştir.
Demokrasinin olmazsa olmazı kabul edilen; “ERKLER AYRILIĞININ YOK SAYILDIĞI
BU SİSTEMDE; TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN ETKİSİZLEŞTİĞİ, YARGININ
BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞININ ZEDELENDİĞİ, MİLLİ İRADENİN TEK KİŞİNİN ELİNDE
TOPLANDIĞI” biçiminde yaygın bir kanaatin oluştuğu gözlemlenmektedir…
Bağımsız yargı denetiminde yapılması gereken ve Türk Milleti için son
derece önemeli ve anlamlı olan bu referandumda; YÜKSEK SEÇİMKURULU, sergilediği
yönetimle Referandum sonuçlarını tartışılır hale getirdiği gibi, gelecekteki
seçimler için de güvenilirliğinin sarsılmasına yol açmıştır…
Cumhuriyetin kazanımlarının yok edileceği endişesi vardır…
23 NİSAN 1920 tarihinde, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’Nİ AÇARAK, Egemenliği
Millete veren ve bu Meclisle Milli Mücadeleyi başarıya ulaştıran, Türk
Devrimini gerçekleştiren, Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşlarını rahmet ve
minnetle anıyorum…
ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…
Ahmet AVCI
23 NİSAN 2017
İZMİR