17 Şubat 2012 Cuma

102- İZMİR İKTİSAT KONGRESİ!


Ahmet AVCI


İZMİR İKTİSAT KONGRESİ(17 ŞUBAT 1923)’NİN 89’UNCU YILI

17 ŞUBAT 1923’te toplanan İZMİR İKTİSAT KONGRESİ Ekonomik TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZIN TEMELLERİNİ ATMIŞ OLSA DA ne yazık ki Devrim TARİHİMİZ’DE hak ettiği yeri bulamamıştır…
Kurtuluş Savaşı Sonrasında; Devrimi gerçekleştiren ve yeni devleti kuran kadro, EKONOMİK SORUNLARIN çözümü için arayışlara girmişler İKTİSAT KONGRESİNİ TOPLAMIŞLARDIR.
Kurtuluş Savaşı bittiğinde,  Türk Halkı, sözcüğün tam anlamı ile yorgun ve yoksul durumda idi. Ülke bir uçtan diğer uca harap olmuştu.
Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları, biri birini izleyerek on yıl sürmüştü. Bu uzun ve yıpratıcı savaşlar, Ülkenin kıt olan kaynaklarını tümüyle tüketmişti. Son bir atılımla, Ulusal Egemenliğe ve tam bağımsızlığına kavuşan halkı kalkındırmak önemli bir konu idi.
1923 yılında, Türkiye’de sanayi hiç yoktu. Küçük atölyeler ve imalathaneler, yalnızca bir el sanatları etkinliği idiler. İşçi sayısı 80.000 kadardı. Ülkenin temel ihtiyaç maddelerinin tümü, dışarıdan gelmekteydi. Şeker, kumaş, her türlü sanayi ürünleri, hep dış ülkelere döviz ödenerek getiriliyordu.
Kapitülasyonlar, Türk Sanayisini öldürmüştü. Yer altı zenginliklerimiz bilinmiyor ve işletilmiyordu.
Tarım alanında da büyük çöküntü vardı. Zaten ilkel olan tarımımız, köylü nüfusun savaşlarda erimesi nedeniyle,  iyice perişan durumda idi.
Nüfusumuz, o yıllarda çok az olduğu halde, BUĞDAY bile kimi yıllar dışarıdan alınmakta idi.
Bugün Güney İllerimizin büyük zenginliğini oluşturan TURUNÇGİLLER, Doğu Kara Deniz’in servet kaynağı olan ÇAY tarımları, o zamanlarda, sözü edilen bölgelerde tanınmıyorlardı bile.
Besin maddeleri sanayisi yoktu.
Ulaşım zorlukları nedeni ile bazı bölgelerde bol olan ürünler, diğer yerlere gönderilemiyor; böylece yurdun bir yerindeki ürünler çürümeye terk edilirken, diğer yörelerde de bu ürünlerin yokluğu çekiliyordu.
Milyonlarca dönüm toprak bomboştu. Ve işlenmiyordu. Yapay gübre ve sulama gibi olanaklar yok denecek kadar sınırlı idi. İlaçlama ve tohum geliştirme bilinmiyordu.
Hem tarım hem de sanayi alanında yetenekli uzmanlar yoktu.
İstanbul’da bir küçük mühendislik okulu ile Halkalı’da küçük bir Yüksek Tarım ve Veteriner Okulu vardı. Bunların dışında, ülkenin ekonomik kalkınmasını yürütecek, uzman yetiştiren kurum yoktu.
Modern teknoloji bilinmiyordu. Bu nedenle ekonomik kalkınmada ilerlemiyordu.
Osmanlı Maliyesi, 1876 yılından beri, iflas durumunda idi. Bütçeler hep açıktı. Bütçe olanaklarının % 28’i dış borçların ödenmesine ayrılmıştı. Bütçe açığına bu da eklenince, durumun içinden çıkılamıyordu.
Yeni Türk Devletinin de ilk yıllarda bu bütçeyi devralması doğaldı. Kurtuluş Savaşının sıkıntılı yıllarında bütçenin hazırlanması ve uygulanması olanaksızdı.
Mütevazı bütçelerle devletin hemen her işi ihmal edilerek, tüm olanaklar orduya verilmekteydi.
Zaferden sonra, işgalden kurtarılan bölgenin geliri de bütçeye girdi. Ancak bu bölgeler öylesine harap olmuştu ki, gelirinden daha çok masrafı vardı.
1923’ten sonra, bütçelerin denk, paranın da değerli tutulmasına çaba harcanıyordu. Ancak gelir olanakları da sınırlı idi. Bütçe gelirinin % 40’ını, köylüden alınan AŞAR vergisi oluşturmaktaydı. Diğer gelirler de dolaylı yollardan alınan vergilerden geliyordu. Servet ve gelir vergileri de yoktu.
Dışarıya giden paralar nedeni ile ülkemizde sermaye birikimi olmamıştı. Halk parasızdı. Yatırım yapabilecek büyük zengin de yoktu. Orta sınıf Halk çok yoksullaşmıştı. Tek tarım alanındaki toprak ağaları servet sahibi idiler. Ancak bunların bile elinde, yatırım yapabilecek ölçüde para yoktu. Sermaye birikimi olmadığı için yatırım yapılamıyordu.
Milli Tüccar henüz yoktu. Osmanlı Ülkesinde ticareti ellerinde tutan Rumlar yurttan kovulmuştu. Artık tüccar Ermeniler de yoktu. Bu iki Halk, yüzlerce yıl, Osmanlı Ülkesinde ayrıcalıklı olarak bulunmuşlar, Askere ve savaşa gitmemişlerdi. Evlerinde ve dükkânlarında rahatça oturmuşlardı.
Kapitülasyonlar yolu ile yurdu sömüren yabancı sermaye, kendinden saydığı azınlıkları “ticari aracı” olarak kullanmıştır. Böylece Türkler, ticari yaşamın dışına itilmişlerdir.
 Bu azınlıklar yurttan çekilince, her yerde ticari yaşam durdu. Artık, Ulusal bir tüccar yaratmak gerekli hale geldi.
Bu karanlık tabloyu daha da karartan nedenler vardı. Halkın iş ve emek gücü, savaşlar nedeniyle erimişti. En yetenekli uzmanlar, savaşlarda yok olmuşlardı. Yalnız Çanakkale’de binlerce aydın Yedek subay, şehit düşmüştü. Gene bir subay savaşı olan Sakarya’da şehit olan yedek subaylar çoktu. Aydın ve uzman tabaka böyle erimişti.
Mustafa Kemal,1923 yılında, ”Ulusal Ekonomik kalkınma” yı sağlayacak bilgili uzmanlar kadrosundan yoksundu.
Kapitülasyonlar kaldırıldığı için dışarıdan para da sağlanamıyordu. Bunu isteyen de yoktu. Çünkü tüm dertler bu yüzden başımıza gelmişti.
İşin başında, Uzman ve gerekli idi. Ancak bunları, tavizler karşılığında istememiz söz konusu olamazdı.
Halk yoksul olduğu ölçüde aç ve hastalıklı idi. Bilgisizlik her yerde yaygındı.
Sadece SITMA ülkeyi kasıp kavurmaya yetiyordu. Bunun yanında, Frengi Ve VEREM de halkı ezen iki önemli hastalıktı.
Hekim kadrosu da yetersizdi. Sağlık hizmetleri hiçbir yerde yoktu. Halk sağlığının çürümesi de kalkınma için önemli bir engeldi.
Osmanlı kurulduğunda; Köy ne durumda ise yıkıldığında da öyle idi.
Devrim yönetimi, bu kötü durumu, kökten düzeltmek zorunda idi. Bu amaçla, daha Cumhuriyet ilan edilmeden,
Lozan’daki barış görüşmelerinin çıkmaza girdiği 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir'de, Remzi Şerif (Reyend) Beyin üzüm-incir deposunda,  İŞÇİ; ÇİFTÇİ; TÜCCAR VE SANAYİCİ temsilcileri olmak üzere,1135 Delegenin katılımı ile "Türkiye İktisat Kongresi" toplanmıştır. Bu Kongre'de Misak-ı İktisadi (Ekonomi Andı) kabul edilerek, 4 Mart günü çalışmalar tamamlanmıştır. Böylece, askeri zaferle sonuçlanan İstiklal (Bağımsızlık) Savaşımızın ardından, "Ekonomik Bağımsızlık Savaşının" başlatıldığı dünyaya ilan ediliyordu. Son Osmanlı Meclisinde 28 Ocak 1920 günü kabul edilen Misak-ı Milli (Ulusal Ant) ile İstiklal Savaşımızın amaçları nasıl belirlenmişse, şimdi de ekonomik bağımsızlığımızın ilke ve amaçları belirleniyordu.
Türk tarihinde ekonomik sorunların tartışıldığı bu ilk kongre, Mustafa Kemal’in bir konuşmasıyla açıldı. ATATÜRK, Kongreyi açılış konuşmasında; "Ulusal egemenlik, iktisadi egemenliğe dayanmalıdır. Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır" diyerek, yeni devletin politikasını açıklıyordu.
Büyük Önder, bu konuşmasında, en önemli sorunu; kısa sürede halkı kalkındırmak olduğunu söyledi. Osmanlı Devletinin çürük siyasetini anlattı. Yeni devletin izleyeceği ekonomi politikasının bu kongrece saptanmasını istedi.
Kongrede günlerce süren tartışmalar oldu. Sonunda; ”Misak-ı İktisadi” kabul edildi. Ekonomi andı anlamına gelen bu Misakta, şunlar belirtiliyordu:
·      Türk Ulusu, kan dökerek sahip olduğu, Ulusal Bağımsızlık ilkesinden hiçbir biçimde fedakârlık yapmayacaktır.
·      Bu bağımsızlık ilkesi içinde, ekonomik kalkınmamız sağlanacaktır.
·      Siyasal bağımsızlık gibi Ekonomik bağımsızlık da esastır.
“ Misak-ı İktisadi” den sonra, işçi, çiftçi, tüccar ve sanayici, temsilcileri, kendi açılarından alınması gerekli önlemleri belittiler. Özetle şu önlemlerin alınmasını istediler:
·      Vergi sisteminde reform.
·      Kredi kurumlarının düzenlenmesi.
·      Ulaştırma sorunun çözümü.
·      İşçilerin yaşama düzeyinin düzeltilmesi.
·      Topraksız çiftçiye toprak verilmesi.
·      Tarımın ilkel yöntemlerden kurtarılması.
·      Ticari spekülasyonlara engel olunması.
·      Yer altı zenginliklerinin saptanması ve işletilmesi.
·      Gümrüklerin, Sanayicileri koruması.
·      Ekonomik ve ticari işleri düzenleyecek yeni kanunların çıkartılması.

Görülüyor ki, o zamanın Türkiye’sinde, dertler çok iyi bilinmekteydi. Ancak, bu dertlerin, hangi yöntemlerle çözümleneceği belirtilmemişti. Planlı ekonomi bilinmiyordu. Cumhuriyetin hemen başında, bu işlerden anlayan, iyi plancı kadromuz olsa idi, kuşkusuz çok daha ileri adımlar atılabilirdi. Bu olmadı. Kongre, Ulusal ekonomi ilkesini ortaya koymakla, büyük bir hizmet yapmıştır. Ulusal Ekonomi, Ulusal Bağımsızlığın sonucudur. Bu ilkeye titizlikle bağlı kalmak, Emperyalist Ülkelerin, ileride tekrar tuzağına düşmemek için zorunludur.
Bu Kongrede ne yazık ki, Türkiye’nin büyük ekonomik sorunlarının nasıl çözüleceği planlanamamıştır.
Kongre 4 Mart 1924’te sona erdi.
İzmir İktisat Kongresi; ekonomiyi büyük ölçüde yönlendirmişti. Bu yönlendirmede LİBERAL unsurlar ağır basmıştır.
Bu Kongrenin daha Lozan Antlaşması tamamlanmadan yapıldığını da unutmayalım…

İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar:
·      Yeni Türk Devleti Liberal bir ekonomi izlemelidir.
·      Hammaddesi yurt içinde bulunan sanayi dalları kurulmalıdır.
·      Küçük işletmelerden ve el işçiliğinden süratle büyük işletmeye geçilmelidir.
·      Dış rekabete dayanabilmek için, sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gereklidir.
·      Demir yolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
·      Topraksız çiftçiye toprak verilmeli ve Aşar vergisi kaldırılmalıdır.
·      Özel yatırımcılara, kredi sağlanmalı, devlet bankası kurulmalıdır.
·      Devlet, yavaş yavaş ekonomik görevleri de olan bir organ haline gelmeli, Özel sektör tarafından gerçekleştirilemeyen yatırımları devlet gerçekleştirmelidir.
·      İşçilerin çalışma koşulları ve hakları iyileştirilmelidir.
·      Yeraltı zenginlikleri saptanmalı ve hemen işletilmelidir.
·      Sendika hakkı tanınmalıdır.
·      Vergi sisteminde reform yapılmalıdır.
·      Yabancıların kurdukları tekellerin olumsuz etkisi önlenmelidir.

1933’te birinci beş yıllık kalkınma planı, Sovyet danışmanlarının yardımıyla hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur.
1930’da Merkez bankası kurularak ,”Ulusal Para Politikaları”  çizilmiştir.
İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar, Hükümete büyük ölçüde ışık tutmuştur. Ama kalkınma biçimi saptanmadığı için, Devlet,  ekonomik yaşama karışmak zorunda kalmıştır. Bunu 1933 yılına kadar, düzensiz olarak yapmıştır. 1933’ten sonra ise, Planlı Ekonomi dönemine girilmiştir.


16 Şubat 2012 Perşembe

101-KAŞİF KOZİNOĞLU DEĞERLENDİRMESİ!


Ahmet AVCI
16 ŞUBAT 2012

MİT ESKİ GÖREVLİSİ KÂŞİF KOZİNOĞLU’NUN ERGENEKON SORUŞTURMALARI DEĞERLENDİRMESİ!

Ergenekon soruşturma ve yargılamalarına, bir de Eski MİT görevlisi KÂŞİF KOZİNOĞLU’NUN gözünden bakmak istemez misiniz?
Biliyorsunuz, Kozinoğlu belki de -yaşamına mal olan- bildikleri yüzünden talihsiz bir biçimde dünyamızdan ayrıldı…
Kozinoğlu,  yaşamını yitirmese; kuşkusuz duruşmada çok önemli şeyler söyleyecekti…
Biliyoruz ki; gizli servisler de temel kural; (ELEMAN BAKIMINDAN); KONUŞMAMAKTIR…
(SERVİS BAKIMINDAN DA); KONUŞTURMAMAKTIR…
Elbette bunun ÇOOOKKK yolları vardır…
Koruma ve kollamadan… Başlayabilirsiniz hayal gücünüzü kullanmaya…
Kâşif KOZİNOĞLU’NA tanrıdan rahmet, Dava arkadaşlarına da adil yargılama hakkının verilmesini diliyorum…


AYDINLIK GAZETESİ- 15 ŞUBAT 2012
MİT ESKİ GÖREVLİSİ KÂŞİF KOZANOĞLU’NDAN
“TERTİP METOTLARI”

Kâşif KOZANOĞLU’NUN, Silivri Cezaevi koğuş arkadaşı ATAMAN YILDIRIM, Kozinoğlu’nun; kendisine ve yine aynı koğuşta yatan Emekli Albay Hasan Atilla UĞUR’A aşağıdaki bilgileri aktardığını belirtmiştir:
·        Medya, Emniyet, yargı ve Orduyu ele geçirme planları yapılmıştır.
·        Planın ilk hazırlığı için, Emniyet teşkilatından birçok görevli ABD’YE gönderilerek, FBI’DAN “suç imal edilip, yargılama” konusunda kurs görmüştür.
·        Bu çalışmalar tamamlanınca; ÇAĞDAŞ AYDINLARA, VATANSEVERLERE, HER ÇEŞİT MUHALEFETE, ÖZELLİKLE DE ATATTÜRK CUMHURİYETİ’NİN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE KARŞI HAREKETE GEÇİLMİŞTİR.
·        ÖZELLİKLE SAHTE- UYDURMA İHBAR MEKTUPLARI, DEVŞİRİLMİŞ SAHTE GİZLİ TANIKLAR VE BİLHASSA DİJİTAL BİLGİSAYAR DOSYALARININ ÜRETİLMELERİ ÇOK KOLAY OLDUĞUNDAN DAHA SONRAKİ SAFHALARDA bolca kullanılmıştır.
·        ERGENEKON DAVALARINDA KULLANILAN METODLAR 8 MADDEDE TOPLANABİLİR:
1.  SUÇ ÜRETİP YARGILAMA…
2.  OLSA OLSA…
3.  BEN DEDİM OLDU.
4.  EVİNİ ARAYALIM, BİR ŞEY BULUNUR.
5.  HİÇ DELİL YOKSA SONRA ÜRETİLİR. HELE BİR SANIK YAPALIM.
6.  ABARTILI CEZALARLA YARGILAYIP, DAVAYA İNANDIRICILIK KAZANDIRMA…
7.  DAVAYI BİTİRMEK ÖNEMLİ DEĞİL, HELE BİR BAŞLAYALIM…
8.  HEDEF LİSTEYE ALINANLARI, BU DAVANIN KAZANINA AT, YILLARCA SÜRÜNSÜN…

100- ANAYASA NE İÇİN VARDIR!


Ahmet AVCI


ANAYASA NE İÇİN VARDIR!

Mit Müsteşarı ile eski Müsteşar ve Kimi MİT görevlileri hakkında soruşturma başlatılması ve sonrasındaki gelişmeler toplumda şaşkınlık yaratmıştır…

Önce gerçekleri ortaya koyalım:
1.          Ergenekon soruşturma ve yargılamalarıyla Türk Silahlı kuvvetleri ETKİSİZLEŞTİRİLMİŞTİR…
2.          Ergenekon soruşturmaları - yargılamaları ve Özel Mahkemeler marifetiyle HALK SİNDİRİLMİŞ VE TEPKİSİZLEŞTİRİLMİŞTİR.
3.          HUKUK VE DEMOKRASİ ZORLANARAK; HAKKINDA KUVVETLİ SUÇ ŞÜPHESİ BULUNAN HAKAN FİDAN’NIN KORUNMA VE KOLLANMASIYLA; HEM YANDAŞLARINA GÜVEN AŞILANMIŞ HEM DE KARŞITLARINA KORKU SALINMIŞTIR.

Görülüyor ki; İktidar kanadı amacına ulaşma yolunda hızla ve korkusuzca ilerlemektedir.
Halk da korkudan kanıksamış görünmektedir…

Arınç’ça Suikast Planı iddiasıyla, ele geçen “PIRASA ve HAVUÇ”U delil sayarak, GENELKURMAY KOZMİK ODA’SINI BASAN GÜÇ;
·        OSLO VE BENZERİ YERLERDE; PKK İLE MÜZAKERE YAPILMASI GÖREV TALİMATLARINI,
·        ÜLKEYİ BÖLME PARÇALAMA “MUTABAKAT BELGELERİNİ”,
·        PKK’YI YÖNETMEK VE TERÖR EYLEMLERİNİ YÖNLENDİRMEK ÜZERE VERİLEN TALİMATLARI BULMAK ÜZERE MİT’E GİREMEMİŞTİR.
Vatandaş olarak merak ettiğim kimi konuları dile getirmek istiyorum:
         ANAYASAMIZ DİYOR Kİ: (madde:138):
·                   Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

 Mit Müsteşarı Soruşturmasında: Anayasamızın bu maddesi işlemekte midir? Mahkemenin verdiği “YAKALAMA KARARI” ne olmuştur?

·                   Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. 

(Yaptıkları açıklamalarla; Cumhurbaşkanı ve Başbakan Yardımcıları anayasa suçu işlemiş olmuyorlar mı?)

·                   Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

(TBMM nasıl ve hangi hakla bu konuda yeni ve düzenleyici bir yasa çıkartmaya kalkışıyor? )

·                    Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

(Hakkında yakalama kararı çıkanlar, bunları yakalamayanlar bu maddeye göre suç işlemiş olmuyorlar mı? )


13 Şubat 2012 Pazartesi

99- VATANA İHANET


VATANA İHANET!

Mit Müsteşar’ı ile ilgili olarak başlatılan soruşturma, yaşanan HUKUKİ ve siyasi gelişmeler toplumda değişik duygu ve düşüncelere yöneltti.
Ortaya konulan iddialar, akılları durduracak niteliktedir…
Oslo görüşmesi, KCK faaliyetlerine katkı, eylemlerin yönlendirilmesi, PKK’nın meşrulaştırılması; önemli saptamalardır.
Siyasi- Hukuki kavga mıdır?
İktidar bölüşüm kavgası mıdır?
YARGI görevini yapabilecek midir?

Bu ülkede elbet bir gün HUKUK, gerçek HUKUK, BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ YARGI işlerlik kazanacaktır...
Bu ülke kimsenin babasının MÜLKÜ, Bu halk da kimsenin TEBA'SI değildir...
Terör Örgütü ile HÜKÜMET emri ve Devlet adına görüşmek ve tavizler vermek, hata işbirliği yapmak, ANALARIN GÖZYAŞINI DİNDİRMEK DEĞİL, BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜNÜ MEŞRULAŞTIRMAKTIR…
YANİ VATANA İHANETTİR…
EVET; BU ÜLKEDE; "VATANA İHANET" suçunun da var olduğu görülecektir...
Öncelikle; görevinin bilincinde olan yiğit bir SAVCI çıkmalıdır...
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERDİĞİ BİLİNCİNDE OLAN MAHKEME OLMALIDIR...
VE ONUN ARKASINDA DURACAK, SİNMEMİŞ, KORKMAMIŞ HALK OLMALIDIR...
Çünkü SAVCILAR, CUMHURİYET SAVCILARIDIR...
YARGIÇLAR DA TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VERİRLER...
HALK DA MİLLİ İRADEYİ OLUŞTURUR...
13 ŞUBAT 2012
Ahmet AVCI

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar