22 Şubat 2011 Salı

52- NEREDEN NEREYE!

Ahmet AVCI
13 ŞUBAT 2011- İZMİR

 NEREDEN NEREYE! (BİR ÖZELEŞTİRİ DENEMESİ)

12 Şubat günü Konak Meydanı - Yeni Karamürsel Mağazası önündeki; “ORDUMUZA SAHİP ÇIKALIM” basın açıklamasına katıldım.
Katılanların çoğunluğu; Asker Emeklileri ve İşçi Partisi mensupları idi.
Balyoz Davasında tutuklanan Komutanların, haksız ve hukuksuz bir işlemle karşı karşıya kaldıkları inancında idim…

Türk Silahlı Kuvvetleri, bana göre; asimetrik bir saldırıya maruz bırakılıyordu.
Bu saldırının ana yönlendiricisi de ABD idi.

Mütareke döneminde bile işgalci devletler bu sayıda askeri tutuklamamışlardı. Kaldı ki, bu dava zanlıları, TSK’de ülkesi için üstün hizmet etmiş kişilerdi.
O nedenle ben de “Ordumuza uzanan eller kırılsın” diye bağırdım.

Bu Komutanların; FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR HÂKİMLERCE YARGILANMASI İÇİN DE İÇİMDEN DUA ETTİM.

39 yıl askeri üniformayı taşımış, her şeyini bu devlete borçlu olan ve bu ülke için canını vermeye hazır olan ben, Devletime karşı mı geliyordum!
Oysa Demokratik Hukuk devletinde, hak aramak da demokratik tepki göstermek de Anayasal bir haktı.

Alanda ki havayı ve genel durumu algılamaya çalışırken, çevredeki halkı ve Polisi de gözlemledim…

Ve yıllar öncesine gittim…

12 Eylül öncesi, terörün azgınlaştığı dönem…
1977–1978–1979 ve 1980 yılının ilk yarısı…
Manisa ili…
Terörün kol gezdiği bir beldemiz…
Bir SAĞ’DAN bir SOL’DAN öldürmeler.
Mitingler, Cenaze törenleri…
Hatta Cezaevi İsyanları…
Operasyonlar…
Güvenlik önlemleri…
Dev-yol’lar, Dev-sol’lar. Ülkücüler…
Polisin karakollarını bile Jandarma’nın koruduğu yıllar.
Halkın akşam sokağa çıkamadığı dönemler.
Sabah evden çıkanların, aile bireyleri ile vedalaştığı, helâlaştığı günler.
İşte bu dönemde; her eylemde, Merkez ilçe Jandarma  Komutanı olarak, GÖREV BAŞINDA OLAN BEN…
Polisin varlığı bile sorun yarattığı için Şehirdeki en kritik yerlere bile Jandarma yerleştirilirdi, Valilik emri ile…
Polisin en basit operasyonu bile Jandarmasız olmazdı…

Hey gidi günler hey!

12 Şubat 2011’de “Basın Açıklaması” için Konak Orduevine yürüyen Emekli Askerlerin çoğunluğunu oluşturduğu grup, Polis engeli ile karşılaşıyor…
Biraz zorlasak “biber gazı da cop da” hazırdı.

Nereden nereye!
33 yıl önce, anarşist diye gördüğüm, İşçi Partililerle, Solcularla yan yana idim…
Ülke bağımsızlığı da Cumhuriyet rejimine yönelen saldırılar da Emperyalist saldırı da ortak kaygımız idi…
33 yıl önce Jandarmasız adım atamayan polis te askerin karşısında idi…

Ben mi değiştim?
İşçi Partisi mi değişti?
Devlet mi değişti?

20 Şubat 2011 Pazar

51- KUVAYI MİLLİYE

Ahmet AVCI
20 Şubat 2011


 MİLLİ MÜCADELEMİZDE, KUVAYI MİLLİYE


         Kurtuluş Savaşının, diplomatik, toplumsal ve siyasal yönleri yanında, bir de Askeri yanı vardı.
         Aslında ilk amaç düşmanı yurttan kovmak olduğuna göre, askeri etkinlik zorunlu idi. Bu zorunluluk Türk Devriminin lider kadrosunun çoğunluğunu askerlerden oluşturdu.
         Ulusal devletin kurulması, çalışmaya başlaması, öncelikle askeri zafer kazanmak amacına dayanıyordu.
         Yeni Devleti, Devrimin yürütücüsü olarak kullanmayı düşünen Mustafa Kemal, önce askeri zaferin kazanılması için çalıştı.
         Askeri faaliyet ilerledikçe “Ankara’da kurulmuş olan yeni Devlet kökleşmiş, yapısı gelişmiş, iç ve dış siyaset alanlarında başarılar kazanmaya“ başlamıştır.
         Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın askeri yönünün önemli bir aşamasını oluşturan Kuvayı Milliye’yi tanıtmaya çalışacağım.

         KUVAY-I MİLLİYE:       Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra, yapılan işgallere karşı, halkın oluşturduğu, bölgesel silahlı direniş örgütleridir.
         Kuvayı Milliye, Türk ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ulusal direniş kuvvetlerine verilen isimdir. Milli Mücadele döneminde düzenli ordu kuruluncaya kadar düşmanı yıpratan, gerilla hizmetinde bulunan ve düzenli ordunun kurulmasına zemin hazırlayan milis kuvvetlerin genel adıdır. ‘Kuvva’ kelimesi Arapça ‘güç’ anlamına gelmektedir. ‘Kuvayı Milliye’ terimi de ‘ulusal güçler’ olarak tanımlanır.
         Prof. Dr. Sina Akşin: “Kuvayı Milliye, önce Yunan istilası ve sonra da Güneydoğu’da Fransız işgaline karşı oluşan milis kuvvetler.’’ Olarak tanımlamıştır.

6 Şubat 2011 Pazar

50- SEVR ANTLAŞMASININ ANLAM V EÖNEMİ!


Ahmet AVCI
5 ŞUBAT 2011
 
SEVR ANTLAŞMASI - ANLAMI VE ÖNEMİ - 10 AĞUSTOS 1920

           12 Ocak 1920 tarihinde toplanan Osmanlı Meclisi Mebusan’ı 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi kabul etmişti.
          İtilaf Devletleri, önce Misak-ı Milli’nin geri alınmasını istemiş, Meclis geri almayınca da, baskılar, Padişah ve Osmanlı Hükümetine yöneltilmişti.
Baskılara dayanamayan Ali Rıza Hükümeti, 3 Mart 1920’de çekilmiş, Salih Paşa’nın Kurduğu hükümet de İstanbul’un 16 Mart’ta işgali üzerine istifa edince, 5 Nisan 1920’de Hükümeti Damat Ferit Paşa kurmuştu.
          Heyeti Temciliye buyruğu ile yeni seçimlerin yapılması ve Ankara’da TBMM’nin toplanma hazırlıklarının başlaması Vahdettin’in yönünü iyice belli etmişti. Toplanacak Meclisin yeni bir devlet kuracağını ve kendisinin otoritesinin yok olacağını anlamıştı.
Vahdettin, öncelikle ‘Meclis’in toplanmasını önlemeye çalıştı. 11 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’tan Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları için bir fetva alındı. Fetva’da; “Bu hainlerin, Devlete ayaklandığı, böylece öldürülmelerinin dini kurallara uygun olduğu” yazılı idi.
Bu fetva, çoğaltılarak tüm yurda yayıldı. Bu fetvaların dağıtılmasında İngiliz ve Yunan uçakları da kullanıldı.
Amaç; halkı meclisin açılmasına karşı kışkırtmaktı.
Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in öncülüğünde; 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet açılıp ve Milli Hükümet kurulunca; tepki daha da büyüdü.
Tepki İstanbul’dan geliyordu. Çünkü artık ihtilal fiilen başlamıştı.
          Padişah ‘Ulusal Devleti’ yok etmek için her çareye başvuracaktı. Çünkü ona göre bu hükümet hukuki değildi. Bu yolda ona en büyük yardımı da İşgal devletleri yapmıştır.
  İlk tepki olarak; İşgal Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanacaktır.
 Beklenen yarar şu idi; Barış anlaşması ile savaş sona erecek, böylece Anadolu halkı rahata kavuşacaktı.
Bu durumda Mustafa Kemal’in çabaları boşa gidecekti. Artık TBMM’de halk tarafından benimsenmeyecekti.

         

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar