20 Şubat 2011 Pazar

51- KUVAYI MİLLİYE

Ahmet AVCI
20 Şubat 2011


 MİLLİ MÜCADELEMİZDE, KUVAYI MİLLİYE


         Kurtuluş Savaşının, diplomatik, toplumsal ve siyasal yönleri yanında, bir de Askeri yanı vardı.
         Aslında ilk amaç düşmanı yurttan kovmak olduğuna göre, askeri etkinlik zorunlu idi. Bu zorunluluk Türk Devriminin lider kadrosunun çoğunluğunu askerlerden oluşturdu.
         Ulusal devletin kurulması, çalışmaya başlaması, öncelikle askeri zafer kazanmak amacına dayanıyordu.
         Yeni Devleti, Devrimin yürütücüsü olarak kullanmayı düşünen Mustafa Kemal, önce askeri zaferin kazanılması için çalıştı.
         Askeri faaliyet ilerledikçe “Ankara’da kurulmuş olan yeni Devlet kökleşmiş, yapısı gelişmiş, iç ve dış siyaset alanlarında başarılar kazanmaya“ başlamıştır.
         Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın askeri yönünün önemli bir aşamasını oluşturan Kuvayı Milliye’yi tanıtmaya çalışacağım.

         KUVAY-I MİLLİYE:       Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra, yapılan işgallere karşı, halkın oluşturduğu, bölgesel silahlı direniş örgütleridir.
         Kuvayı Milliye, Türk ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ulusal direniş kuvvetlerine verilen isimdir. Milli Mücadele döneminde düzenli ordu kuruluncaya kadar düşmanı yıpratan, gerilla hizmetinde bulunan ve düzenli ordunun kurulmasına zemin hazırlayan milis kuvvetlerin genel adıdır. ‘Kuvva’ kelimesi Arapça ‘güç’ anlamına gelmektedir. ‘Kuvayı Milliye’ terimi de ‘ulusal güçler’ olarak tanımlanır.
         Prof. Dr. Sina Akşin: “Kuvayı Milliye, önce Yunan istilası ve sonra da Güneydoğu’da Fransız işgaline karşı oluşan milis kuvvetler.’’ Olarak tanımlamıştır.
         Kuvayı Milliye deyimi, Milli Mücadelede iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi ‘Milli Kuvvetler’ yani ‘MİLİS’ anlamıdır, diğer anlamı da çok daha kapsamlı olup, Milli Mücadeleyi bütün olarak anlatır.
         Gerçekten, yalnızca silahlı halk kuvvetlerini değil, Müdafaa Hukuk ve Reddi İlhak Dernekleri, Heyeti Milliyleler, Kongreler, BMM ile bunlara yardımcı olan organlar ve hatta Ordu, Milli Kuvvetler idi.
         Tüm bu oluşumların ve ortaya koydukları faaliyetlerin Galip Devletlerle Mondros ateşkes Antlaşmasını imzalamış Osmanlı Devleti ile siyasi ve hukuki bir ilişkisi yoktu.
         Başta Ordu olmak üzere, Kuvayı Milliye olarak adlandırılan, kuvvetler, devlet güçleri olmaktan çakmış, yalnızca millete mal olmuştu.
         Her türlü eylem millete dayandırılıyor ve onun adına yapılıyordu. Bu nedenle Milli Mücadeleye katılan ve taraftar olan herkese, ‘Kuvayı Milliyeci’ ya da kısaca ‘Millici’ deniliyordu. Bu algılama, yaşadığı döneme de damgasını vurmuştu.
         Zafere kadar geçen dönem, ‘Kuvayı Milliye’ dönemi olmuştur.
         Ancak; Devrim Tarihi bakımından, ‘Düzenli Ordu’nun kurulduğu 8 Kasım 1920 tarihine kadar ki bir bucuk yıllık süreye ‘Kuvayı Milliye Dönemi’ denilmektedir.
         Mustafa Kemal Paşa’nın, Padişahça görevden alınacağının anlaşılması üzerine 7/8 Temmuz 1919 da Askeri görevlerini bırakarak, Askerlikten istifa etmesi ve bir “Millet Ferdi” olarak Erzurum, Sivas Kongrelerini yürütmesi ve devamındaki diğer etkinlikleri de Kuvayı Milliye eylemlerinin birer parçasıdır.
         Mustafa Kemal, daha Erzurum Kongresi sırasında eski Vali Mazhar Müfit Kansu’ya gelecekte gerçekleştireceklerini not ettirirken; İşgalden sonra, Saltanatın kaldırılacağını, Cumhuriyetin ilan edileceğini, kadına haklar verileceğini belirtmiştir. Görüyoruz ki “Devrim” uygulamalarında hiçbir şey rastlantıyla gerçekleştirilmemiştir.
         1920 yılı sonuna kadar, Ordu, siyasi nedenlerle ve birliklerinin düşman karşısına çıkacak güçte olamayışı nedeniyle Osmanlı Devleti gücü olarak görünmeye çabalamış ve işgalci devletlerin karşısına çıkardığı birliklerini MİLİS kuvvetlerin yanında çatışmalara sokmuştur.
         MİLİS Kuvvetler, o günün koşullarının zorunlu kıldığı bir olgu idi.
         Savaştan yenik çıkan Osmanlı, ne hükümeti ne de Ordusu ile fiili bir karşı koyma olanağına sahip değildi.
         Özellikle Damat Ferit Hükümetinin Batı Anadolu’da olup bitenlere seyirci kalması, ayrıca halka sükûnet önermesi, bizzat halkın kendi kendisini savunma zorunluluğunu ortaya koymuştu.
         Ordunun durumu da içler acısı idi. Ortada ORDU denilebilecek bir varlık yoktu. Halk da Orduyu sevmiyor ve güvenmiyordu.
         Kuşkusuz hiçbir Halk, savaştan yenik çıkmış bir Orduyu alkışlamaz.
         Birinci Dünya Savaşı felaketinin sorumlusu olarak askerler görülüyordu.
         Kimsenin, düşman işgaline karşı durmak için bile olsa asker olma heves ve niyeti yoktu.
         Aslında Devlet te ne Seferberlik ne de Yunanlılara karşı savaş ilan etmişti.
         Kısaca açıklanmaya çalışılan nedenler, Milis Kuvvetlerinin doğmasına yol açmıştır.
         İzmir’in işgalinden 15 gün sonra, oluşmaya başlayan MİLİS teşkilatı, yine aynı nedenlerle rağbet görmüş ve günden güne gelişmiştir.
         Kuvayı Milleyenin itibarı zamanla o ölçüye yükselmiştir ki, Subaylar ve TBMM üyeleri arasında bile Orduya gerek olmadığı, Milis Kuvvetlerle Zafer kazanılabileceği kanısı oluşmuştur.
         Kuvayı Milliye ile birlikte çalışan subayların çoğu, resmi kıyafetlerini de terk ederek, birer ÇETE REİSİ gibi giyinmişlerdir.
         Bu algıyı; Yarbay İzzettin Çalışlar anılarında şöyle anlatmaktadır:
         “Gediz taarruzuna karar vermek için Ali Fuat Paşanın başkanlığında toplandık. Benden başka yakası kapalı olan kimse yoktu.”
         Oysa İzzet çalışların sözünü ettiği toplantıda, Çerkez Ethem dışında sivil yoktu.
         Ali Fuat Paşa, Ankara’ya bile çete reisi gibi, omzunda Filinta ile gelmişti.
         Kuvayı Milliye, düzenli Ordunun kurulup göreve başlamasından önceki dönemde; Büyük hizmetler vermiştir.
         Düzenli Ordu karşısında başarılı muharebeler veremeyen bu kuvvetler, Yunan ordusunun 22 Haziran 1922’de başlayan Genel Taarruzuna kadar cephede düşman ilerleyişini bir ölçüde engellemiş, bazı kısmi başarılar da elde etmiştir.
         Kuvayı Milliyenin cephe gerisinde önemli hizmetleri olmuştur… Özellikle de ayaklanmaların bastırılmasında önemli başarıları görülmüştür.
         Kuvayı Milliye örgütlenmesi rastlantılarla değil, bir ‘Kurmaylık’ bilgisi doğrultusunda oluştu.
         Dünya savaşının sonunda, Osmanlı Ordusu yenilgiler, salgın hastalıklar, firarlar yüzünden büyük ölçüde erimişti. Ordu mevcudu 400 bine inmiş firar sayısı da 500 bine çıkmıştı.
         Savaşta iki buçuk milyon insanını silâhaltına almış bir devlet için bu durum çok olumsuzdu. Mütareke uyarınca ordu terhis edilince, durum daha da kötüleşmişti.
         Ancak her şeye karşın ‘Ulusal Kişilik ve Onurunu’ kurtarmayı düşünenler de vardı. Önde gelen Komutanların çabaları ile direniş için yeni bir oluşuma gidildi.
         Resmi kıyafetle mücadele verilemeyeceğine göre, değişik bir taktik uygulanmalıydı. Zaten Milli Mücadele yanlısı subayların, çoğu Balkanlarda ve Ülkenin diğer yörelerinde düzensiz birliklerle yapılan savaşlarda, deneyim kazanmışlardı. Bu deneyimlerini; “Kuvayı Milliye” adıyla bu yeni dönemde ortaya koyacaklardı. (Gerilla, Çete, Gayri nizami Harp)
         Terhis edilen askerlerin Kuvayı Milliye birliklerine alınmaları, Osmanlı Ordusunun silah ve cephanesinin Anadolu’ya kaçırılması, mücadele için önemli bir dayanak oluşturdu.
         Mustafa Kemal Paşa’nın daha İstanbul’a gitmeden önce, subay arkadaşları ile birlikte ısrarla terhislere karşı çıkması, silah ve cephaneyi güvenli yerlere taşıtması, halkı silahlandırması dâhice düşünülmüş önlemlerdi.

         KUVAYI MİLLİYE BİRLİKLERİNİN ORDU MENSUBU DIŞINDAKİ KAYNAKLARI:
·         Dağda gezen eşkıya ve zeybekler.
·         Asker kaçakları.
·         Adaletten kaçan suçlular.
·         Cezaevlerinden çıkartılan suçlular.
·         Gönüllüler.
         Milis güçleri biçiminde hareket eden Kuvayı Milliye birlikleri, çoğunlukla Türk Subayları ve Türk Aydınlarının yönetiminde görev yapmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da düzenli ordu birlikleri yanında Milis faaliyetlerinde; Kuşçu Başı Eşref, Parti Pehlivan, Bulgar Sadık-Bulgar harp okulunu bitirmiş Bulgar topçu subayı ve istihbaratçı- gibi isimler, yine Kuvayı Milliye Komutanları olmuşlardı.
         Türkiye Cumhuriyetinin Önemli isimlerinden Celal Bayar, Batı Anadolu’da Galip Hoca ismiyle Demirci Mehmet Efe’ye danışmanlık yaptı.
         Yunan ordusunun işgaline karşı ilk askeri direnişi; Yarbay Ali (ÇETİNKAYA) Komutasındaki 72’nci Alay Ayvalık’ın işgali sırasında 28 Mayıs’ta göstermiştir. Bu alay silah cephanesini kaptırmadan askerini geri çekmiş ve Yunan işgalini Ayvalıkta sınırlamıştır.
Yunan işgaline karşı ilk sivil direniş te; 30 Mayıs’ta Ödemiş’te Kuvayı Milliye Birliklerince gerçekleştirilmiştir.
İkinci Kuvayı Milliye direnişi de; 14–15 Haziran’da Bergama’da olmuştur.
Aydın cephesinde, ilce jandarma Komutanı J. Yüzbaşı Tahir Fethi Bey’in başarıları da anılmaya değer önemdedir.

         KUVAYI MİLLİYE BİRLİKLERİNİ ZORUNLU KILAN ETKENLER:
·         Mondros Ateşkes Antlaşmasının İtilaf Devletlerince tek yanlı olarak uygulamaya başlanması (işgaller)
·         Osmanlı Devletinin işgallere kayıtsız kalması (Karşı çıkmaması.)
·         Türk halkının can ve mal güvenliğini sağlama isteği.
·         Osmanlı Ordularının terhis edilmiş, düzenli ordunun henüz oluşturulmamış olması.
        
         KUVAYI MİLLİYE CEPHELERİ:
·         İşgallere karşı ilk direniş, Adana-Dörtyol’da, Fransızlara karşı olmuştur.
·         Asıl Kuvay-ı milliye birlikleri Batıda Yunanlılara karşı kurulmuştur.
·         Doğu Cephesinde, Kazım Karabekir’in düzenli birlikleri bulunduğu için bu cephede Kuvay-ı Milliye birlikleri oluşturulmamıştır.
·         Mersin, Adana, Maraş, Urfa, Antep İllerimizi kapsayan Bölgede Yerel Halkın oluşturduğu direniş örgütleri özellikle Fransız Birliklerine karşı cephe oluşturmuşlardır.

         KUVAYI MİLLİYENİN TÜRK ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINA KATKILARI:
·         Yunan ilerletişini yavaşlatarak, düzenli ordunun kuruluşuna, zaman kazanmışlardır.
·         Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarına karşı Türkler korundu
·         Köy, kasaba ve şehirlerin geçici güvenliğini sağlamışlardır.
·         İç ayaklanmaların bastırılmasında etkin rol oynamışlardır.
·         Düzenli ordunun kurulabilmesi için TBMM’ne zaman kazandırdı
·         Ulusal bilincin gelişmesinde etkili olmuşlardır.

         Kuvayı Milliye birlikleri, Batı Anadolu’da düzenli ordu kuruluncaya, Güneyde de Milli Mücadelenin sonuna dek etkili oldular.
Bu birliklerin oluşmasına, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yardımcı oldu ve ihtiyaçlarını karşıladı.

         KUVAY-I MİLLİYENİN ZARARLI YÖNLERİ:
·         Bağımsız hareket etmişler ve otoriteye bağlanmak istememişlerdir.
·         Hukuk dışı uygulamalarda bulunmuşlardır.
·         Gereksiz yere silah ve cephane harcamışlardır.
·         Halktan zorla para ve asker almışlardır.
·         İçlerinde yasadışı kimselere yer vermişlerdir.
        
DİRENME CEPHELERİ VE KUVAYI MİLLİYENİN GELİŞMESİ
         Güneydoğu Anadolu’da ve Ege’de 1919 yılı yazı başlarından itibaren Milis birlikleri oluştuğunu, dağınık ve biri birinden habersiz bu birliklerin direniş cepheleri kurmaya çalıştıklarını biliyoruz.
         Sivas Kongresinden sonra heyeti Temsiliye bu Kuvayı Milliye Birliklerini geliştirmek ve başlarına deneyimli Komutanlar göndererek disiplin altına almaya çalıştı.
         Bu amaçla daha Sivas Kongresi sırasında Ali Fuat Paşa Batı’daki Kuvayı Milliye Birliklerinin başına Komutan olarak atandı (9 Eylül 1919).
 Ali Fuat Paşa da Ege'de ki Kuvayı Milliye Birliklerini düzenlemek üzere Albay Refet (Bele) beyi görevlendirdi.
         Ayrıca; Batıdaki üç Tümen komutanı hiç kimseden emir almadan batıdaki direnişi örgütlemeye başladılar:
·         Alb. Bekir Sami (GÜNSAV): İzmir’deki 17.Kolordu K.V. ve 56 Tüm. K.
·         Alb. Köprülülü Kazım (ÖZALP):  Bandırma-Bergama TÜM. K.
·         Alb: Mehmet Şefik (AKER):  Aydın 57.Tümen K.
Bölgeye Heyeti Temsiliye tarafından Komutan görevlendirilince de onların emrine girerek mücadeleyi sürdürdüler. Ve      Ege’deki Kuvayı milliye birlikleri ile birlikte, Yunanlılara büyük zayiatlar verdirdiler.
         Güney’de ise, bazı İngiliz birlikleri ile Çukurova’yı 1918 yılı sonlarında işgale başlayan Fransızlar, Bir süre sonra İngilizlerin ayrılması ile birliklerini güçlendirmişler, 1919 yılı Ekim ayı sonlarında daha önceleri İngilizler tarafından ele geçirilen; Urfa; Antep Ve Maraş’ı onlardan devralarak, varlıklarını iyice yerleştirmeye başlamışlardır.
         Ancak; 29 Kasım 1919 da Maraş’ta başlayan büyük ve akıllara durgunluk veren direnme, çevredeki diğer yörelere de sıçrayınca gerçek bir savaş durumu yaşanmıştır. (Bu yörede 1919 yılı başlarında gelişen milis birlikleri yerel halkın fedakârca yardımları ile güçlenmişler ve Kuvayı Milliye Birliklerinin en iyilerini kurmuşlardır. Heyeti Temsiliye bu cepheye de elden geldiği ölçüde yetenekli subaylar göndererek yardım etmiştir.)

BATIDAKİ KUVAYI MİLLİYE BİRLİKLERİNİN KALDIRILMASI VE DÜZENLİ ORDUYA GEÇİŞ:
İşgallere karşı direniş amacı ile kurulan Kuvayı milliye birlikleri, Yaşanan olağan üstü durumda bir ölçüye kadar etkili olabilmişti. Vur-kaç taktiği ile savaşan bu kuvvetin, düzenli işgal kuvvetleri karşısında durabilmesi ve mücadeleyi yürütebilmesi mümkün olmamıştır.
Kuvayı milliye birlikleri Yunan ilerleyişini yavaşlatsa da durduramamıştı. TBMM’nin açılışından sonra, Kuvayı Milliye Birliklerinin yetersizliği tartışılmaya başlandı.
24 Ekim 1920’de yapılan Gediz savaşındaki yenilgi de tartışmaları yoğunlaştırdı. Tartışmaların odağını düzenli ordunun kurulması oluşturuyordu. Bu tartışmaların bir nedeni de; tam bir askeri kuruluş olmayan ve emir komuta bağlantısı işlemeyen Kuvayı Milliye Birlikleri içindeki bazı grupların başına buyruk ve zarar verici davranışları idi. Sayısının ve kadrosunun değişken oluşu, mücadelenin verimliliğini düşürüyordu.
Öte yandan Yunanlıların sürekli ilerleyişi, hatta Bursa, İnegöl ve Yeni şehri işgalleri, Uşak Taarruzunda Türk Birliklerinin gerileyişi, Yunanlılara karşı aynı güçte birliklerin oluşturulması gerektiği düşüncesini güçlendirmişti.
Bunlarla birlikte, Düzenli Ordu Birliklerinin kurulması; mücadelenin belli merkezden yönetilmesini ve TBMM’nin otoritesinin de kabul edilmesini sağlayacaktı.
Ekim 1920’den itibaren, düzenli ordunun kurulması için Kuvayı Milliye Birliklerinin tasfiyesine başlandı. 8 Kasım 1920’de kesin olarak düzenli ordu kurma kararı alındı. 9 Kasım’da Batı Anadolu Cephesi; Batı ve Güney Cephesi olarak bölündü.
Batı Cephesi Komutanlığına Albay İsmet, Güney Cephesi Komutanlığına da Albay Refet atandı.
Bu Komutanların çabaları ile Kuvayı Milliye Birlikleri ordu saflarına sokulmaya çalışıldı.
Bundan Kuvayı milliye Liderleri rahatsız oldular.
Kuvayı Seyyare K. Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe’yi de yanına çekerek, karşı koymak istedi.
Demirci Mehmet Efe ikna edilerek Düzenli Ordu saflarına alındı ve affedildi. Maaşa bağlandı.
Ethem ise Düzenli ordu birliklerince yenilgiye uğratılarak birlikleri dağıtıldı, kuvvetlerinin bir kısmı düzenli orduya katıldı.
Çerkez Ethem de yanında kalan kuvvetiyle birlikte Yunanlılara sığındı.
Milli Mücadele artık, TBMM’ce oluşturulan Düzenli Ordu ile yürütülecektir.
Ancak Güneydeki Mücadele, Bölgede oluşturulan ve TBMM’nce desteklenen Kuvayı Milliye birliklerince yürütülmeye devam edilecektir.

Kaynaklar:
Prof.Dr. Sina AKŞİN, Türkiye TARİHİ
Sabahattin SELEK, Anadolu İhtilali
Prof. Dr. Ahmet MUMCU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi


KUVAYI MİLLİYENİN ÖNEMLİ LİDERLERİ:

            DEMİRCİ MEHMET EFE:
            Babasının mesleğinden dolayı Demirci lakabını almıştır.
            Askerlik görevini İzmir 5. Depo Alayında demirci olarak yaparken Ermeni bir Yüzbaşıdan yediği dayak üzerine firar etmiştir. Köyüne dönen Demirci,  Çakıraılı Mehmet Efe tarafından Ödemiş’in Fata köyüne imam olarak gönderilmiştir.
             Çakırcalı'nın ölümünden sonra Yanık Ali Efe çetesine katılan Demirci, cesareti gözü pekliği sayesinde çete içinde yükselmiş ve kısa zamanda Aydın ve Ödemiş havalisinde güçlü ve amansız bir efe olmuştur.
             İzmir'in işgalinden sonra 11 Temmuz'da Kuvayı Milliye'ye katılmıştır.
            TBMM Hükümeti'nin 9 Aralık 1920 tarihinde aldığı bir karar, Afyonkarahisar dolaylarındaki Atlı Takip Kuvvetleri'nin düzenli orduya süvari birlikleri olarak katılmasını öngörmekteydi. Albay Refet Bey'in 300 adamıyla birlikte Süvari Alay Komutanı olarak düzenli orduya katılması yönündeki teklifini, Çerkez Ethem’in telkinleriyle dikkate almayan Demirci Efe üzerine kuvvet gönderilmiştir. Albay Refet Bey komutasındaki süvari birliklerinin 11 Aralık'ta başlattıkları Harekât sonunda Demirci Efe'nin adamları ele geçirilmiştir. Yaşı uygun olanlar düzenli ordu birliklerine katılmış, diğerleri terhis edilmiştir. Demirci Efe ise 30 Aralık tarihinde TBMM Hükümeti'ne teslim olmuştur. Efe, Karacasu-Dualar Köyü'ne yerleşmiştir. Yanına, çok güvendiği Jandarma Yüzbaşı Nuri Bey'in seçtiği 50 kişilik bir muhafız kuvveti bırakılmıştır.

            ÇERKEZ ETHEM: ULUSAL Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayı Milliye döneminin önde gelen halk önderlerinden biridir.
            1885 yılında Bandırma'da doğdu. Şapsığ Çerkez boyundan, Ali Bey'in beş oğlunun en küçüğüydü. Ağabeyleri, İlyas ve Nuri Beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşler, Reşit ve Tevfik beyler de 1901 ve 1902 yıllarında Harbiye’yi bitirerek subay çıkmışlardı.
            Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpıştı. 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan (şimdiki Manisa) Milletvekili olarak katıldı. Oradan Birinci TBMM’ye geçti.
            Çerkez Ethem, evden kaçarak Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebi'ne girdi. Balkan Savaşı'nda Bulgar cephesinde yaralandı. Kıdem zammı ve madalya aldı. I. Dünya Savaşı’nda Eşref Kuşçubaşı’nın yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Yaralanarak savaş sonunda köyüne çekildi.
            İzmir'in işgali üzerine, vatan savunmasına başlamak için vurucu güç olarak Kuvva-yı Seyyare’yi kurdu ve "Umum Kuvvayı Milliye Komutanı" ve Ankara'daki 20. Kolordu'nun Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı gerilla operasyonları düzenledi.
            Düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ayaklanmaları bastırdı. Anzavur Ayaklanması, Çopur Musa Ayaklanması ile Gerede ve Yozgat isyanlarını bastıran Çerkez Ethem'in isyancıları yargılamadan derhal infaz etmesi TBMM üyeleri ve İstiklal Mahkemeleri tarafından onaylanmıyordu.
            1920 yılının sonunda 20. Kolordu ve Komutanı Ali Fuat Paşa ile birlikte Gediz Muharebeleri'ne katıldı.
            Gediz başarısızlığından hemen sonra Albay İsmet, Garp Cephesi Komutanlığına tayin edilince; Çerkez Ethem’in Düzenli Ordu’ya katılmasını istemiştir.
            Katılmayı reddedip, TBMM'ye çektiği ağır ifadelerle dolu telgraf sonrası "vatan haini" ilan edilince, Demirci Mehmet Efeyi de TBMM’nin emirlerine karşı gelmesi için zorlamıştır.
            Batı Cephesi Komutanlığı birliklerine fazla direnememiş, Yunanlılara sığınmaya kalkışınca, Birliklerinin önemli bölümü de kendisini terk etmiştir.
            Yanında kalan birlikleriyle Yunanlılara katılan Çerkez ETHEM, Almanya’ya geçerek, tedavi olmuş, daha sonra da Ürdün’e geçmiştir.
            Çıkarılan Af Kanunundan: ”memlekette kimin yüzüne bakabilirim!” diyerek yararlanmamıştır.
            1948 yılında da AMMAN’DA ölmüştür.
           

1 yorum:

Tomris dedi ki...

"Kuvayi Milliye,bir adamın yastığının altındaki silahıdır,kutulma ümidi kalmazsa çekip kendini vurur"
"Kuvayi Milliye,kendiliğinden oluşan elektrik şebekesidir,yayılır her yanı sarar"
BAŞBUĞ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar