4 Aralık 2017 Pazartesi

313-TÜRK KADININA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ VERİLMESİ

TÜRK KADININA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ VERİLMESİ
5 ARALIK 1934

Türk kadınına; SEÇME VE SEÇİLME HAKKINI VEREN YASANIN KABULÜNÜN 83’üncü YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN…

Atatürk diyor ki: “Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşur. Olabilir mi ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini göz ardı edelim de kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin?

Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? 

Şüphe yok yükselme ve ilerleme adımları, dediğim gibi, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme alanında birlikte yol alınmak gerektir.
Böyle olursa DEVRİM BAŞARILI OLUR.”

KADINLARIMIZA “EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI”NIN VERİLMESİ
Osmanlı’da erkek kul kadın da cariye idi. Ümmetçiliğin egemen olduğu Topluma da Reaya deniyordu…

Toplumda HUKUK BİRLİĞİ VE DÜZENİ olmadığından, kadın erkek arasında da eşitsizlikler vardı.
Kadınlara devlet yönetimine katılma hakkı tanınmamıştı…
Özel yaşamda da eşitsizlik büyüktü: Bir erkek dört kadınla evlenebilirdi. Boşanma hakkı da ilke olarak, yalnızca erkeklere tanınmıştı. Erkek, mahkeme kararı olmadan dileği anda karısını boşayabiliyordu.
Miras alanında kız çocuklarının payı erkek çocuklarının yarısı kadardı.
Mahkemelerde, o da belli davalarda, iki kadın tanık bir erkek tanık yerine geçerdi.
Kadının ekonomik yaşama atılması da mümkün olamayacak ölçüde zordu.
Kadınlara meslek yaşamı çok ender istisnalar dışında-ebelik gibi- tamamen kapatılmıştı.
Seçme ve seçilme hakkı düşünce bazında bile söz konusu değildi…
Atatürk Devrimiyle gerçekleşen Cumhuriyetle erkek KULLUKTAN, kadınlar da CARİYELİKTEN kurtularak, özgür yurttaşlar olmuşlardır…

Yeni Dönemde; Türk kadınının ekonomik, sosyal ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi için bir dizi değişiklik yapılmıştır…

1926 yılında TBMM’nce kabul edilen TÜRK MEDENİ KANUNU İLE erkelere ve kadınlarımıza önemli ölçüde YURTTAŞLIK HAKLARI verilmiştir…

Ancak, kadınlarımıza EŞİT YURTTAŞLIK HAKLARI SEÇME VE SEÇİLME HAKLARI VERİLEREK, sağlanacaktır…

Kadınlara, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme hakkı verilmiştir.
1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur. 

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; “Dünyada hiç bir milletin kadını Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu Kadını kadar emek verdim’, diyemez” sözüyle yücelttiği TÜRK KADININA; birçok Avrupa Devletinden önce bu hakları verişi anlamlıdır…

Bu yasa uyarınca, düzenlenen, 1935 yılındaki seçimde 17 Kadın Milletvekili TBMM’nin 5.Dönemine girmiştir. 
Bu sayı, 1936 ara seçiminde 1 artarak, 18’e yükselmiştir. 
Böylece, TBMM’nin o tarihteki 395 genel mevcuduna göre, kadınlarımız Yüzde 5 temsil oranına kavuşmuştur. 
Ne yazık ki, bu oran 2007 yılına kadar aşılamamıştır. 

2007’deki seçimi kazanan 48 Kadın Milletvekili ile kadınlarımızın 550 sandalyeli TBMM’deki temsil oranı Yüzde 7’ye ulaşmış; 22 Haziran 2011 seçiminde bu oran ikiye katlanarak, Yüzde 14’e yükselmiştir.

22 Haziran 2011’de TBMM’nin 24.Dönemine seçilen 78 Kadın Milletvekilimizin Siyasal Partilere göre dağılımı şu şekildedir. 

1 KASIM 2015 seçimlerinde; 81 kadın Milletvekili girdi. (AKP:34, CHP: 23, HDP: 23, MHP: 3)
 Elbette ki, değildir. 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yarısını oluşturan kadınlarımız, TBMM’deki temsil oranının niçin Yüzde 50’nin altında kaldığını, sormalı ve sorgulamalıdırlar. 

Çağdaş Ülkelerin kadınları bunu sorgulayarak ve de haklarını savunarak, bugün bizim önümüze geçmişlerdir. 
Oysa kadınlara parlamenter olma hakkını kazandıran yasalar, onlarda bizden daha sonra (Fransa’da 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de ise 1971 yılında) kabul edilmiştir.

İşgalci Emperyalizme karşı, erleriyle omuz-omuza savaşan kadınlarımız, bugün Çağdaş Cumhuriyetimizin kendilerine sağladığı hak ve özgürlüklerden yeterince yararlanamamaktadır. 

Daha acısı; Onlara yöneltilen şiddet, Ulusumuzun onurunu ve aydınlığını karartmaktadır.
Hak verilmez, alınır… Ve de, kullanılır. 
Kadınları öteleyen (erkeklerin egemen olduğu) toplumda, yasa çıkarmak yetmez. Yasaları uygulayacak, çağdaş hukuk düzeninin sağlanması gerekir. 

Eli öpülesi kadınlarımız bunu gerçekleştirmek için, bilinç ve inançla, hiç yılmaksızın mücadele etmelidirler. 

Kadınlarımızın özgür, eşit yurttaş olabilmeleri, ancak ülke ve ulusun bağımsızlığı ve bütünlüğü ile olanaklıdır. 

Ülke ve ulusun bağımsızlığının olmadığı yerde, kadın haklarından, eşit yurttaşlıktan söz edilemez.

Kadınlarımız, ikinci sınıf insan yerine konulmasına izin vermemelidir.
Kadınlarımız, Laik Cumhuriyet rejiminin kendisine sağladığı hak ve özgürlüğe -ÇAĞDAŞ UYGARLIK YOLUNDA-; sonuna kadar sahip çıkmalıdır…

Ahmet Avcı
İzmir


3 Aralık 2017 Pazar

312- TEKKELERİN KAPATILMASI

TEKKE –ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI: 30 Kasım 1925

Cumhuriyet’in kurulmasıyla, ülkemizde; Devlet ve hukuk düzeninin LAİKLEŞTİRİLMESİ toplumsal yaşayışa da yansımıştır.
Laik düzende varlığı gereksiz kurumlar kaldırılmış, modernleşme ve çağdaşlaşma sağlanmıştır.
Osmanlı Devletinde, belli bir mezhep içinde Tanrı’ya erişmek yolunda yöntemler arayan dini akımlara TARİKAT, tarikat üyelerinin toplandıkları ve yaşadıkları yerlere de TEKKE VE ZAVİYE denilirdi.
Tekkelerde oturan ve hizmet eden kişilere de DERVİŞ denilirdi. Bunların başında da ŞEYHLER bulunurdu.
TARİKAT ŞEYH VE ÜYELERİ, hangi yolla düşünmekle Tanrı’ya daha fazla yaklaşılabileceği üzerinde türlü yöntemler saptarlar, TEKKE VE ZAVİYELER hep bu işlerle uğraşırlardı.
Türlü Meslek kuruluşları, bazı Tarikatlara bağlıydılar. Bu nedenle, Tarikatların ileri gelenleri büyük saygı görürler, tekkelerde adeta saltanat sürerlerdi.
Tarikatçılığın pratik hiçbir yararı olmadığı gibi, TÜRK HALKINI TÜRLÜ DİNSEL AKIMLARA AYIRDIĞI için büyük zararları vardı.
İslam Dininin esaslarında da TARİKATLARA YER YOKTU. Buna rağmen, türlü meslek çevreleri ve toplumsal gruplar, tarikatçılığı geliştirmişlerdi. Özellikle son YÜZYILDA, Tekkeler ve Zaviyeler, birer TEMBELLİK VE MİSKİNLİK OCAĞI olmuştu.
Sayıları çok da artan bu yerlerde GENÇLER TEMBELLİĞE alıştırılıyordu. Tekke ve Zaviyeler tam anlamı ile DİNSEL SÖMÜRÜ MERKEZLERİ İDİ. Hemen her yerleşim bölgesinde bunlara rastlanırdı. Büyük kentlerde ise sayıları yüzleri aşardı.
30 Kasım 1925 günü çıkartılan bir yasa ile TEKKE VE ZAVİYELER KALDIRILDI. ŞEYHLİK, DERVİŞLİK, SEYİTLİK, DEDELİK, ÇELEBİLİLİK, BABALIK, EMİRLİK, NAİPLİK, HALİFELİK, FALCILIK, BÜYÜCÜLÜK, ÜFÜRÜKÇÜLÜK MUSKACILIK gibi, Tarikat unvanlarının da kullanılması yasaklandı.
Bu tip adamların o zamana değin giydikleri gülünç kıyafetleri de yasaklandı.
Tarikatlar kaldırıldıktan sonra, onların üyelerinin unvan ve kıyafetleri de yaşayamazdı. Böylece gerçek İslamlıkla ilgisi olmayan bu yapay kuruluşların yaşamaları son buldu.
Bugün; TEEKE VE ZAVİYELERİN yeniden açılmasını isteyen ZİHNİYET, ÇAĞDAŞLAŞMA YOLUNDA, CUMHURİYETİN’İN KURULUŞ YILLARINDA atılan bu olumlu adımı YOK SAYMAYA çalışmaktadır…
TEKKE VE ZAVİYELERİ DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ ya da SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLARAK GÖRMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR…
Buna ancak; dini çıkarları için kullanan örgüt demek mümkündür…
Osmanlı döneminde yaşanmış hem de PADİŞAHLARCA YAŞANMIŞ iki örneği GÖRÜŞÜNÜZE SUNUYORUM…
1. Tüm Osmanlı Padişahları da, türlü-çeşitli tarikatlara girmişlerdir; Veli diye anılan, İkinci Beyazıt da; CEMALİYYE TARİKATINA katılmıştır.
İşte bu Padişah, boynuna takılan bir tasma ile şeyhinin huzuruna getirilmiştir.
“ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYTANI OLUR” hükmü, böylece hükümsüz kılınmak istenmiştir.
2. Falcı Padişah 3. Mustafa, Prusya Kralı Frederik’e mektup yazarak, Ülkesinin refaha ulaşmasına, düşmanlarıyla başa çıkmasına yardımcı olabilecek, MÜNECCİM ister.
Kral verdiği yanıtta: ”Beni üç müneccimim var.
• Devlet hazinesini dolu bulundurmak.
• Barışta ve savaşta askeri eğitmek.
• Tarih okumak…” der.
Bugün; Tarikat ve Cemaatlerin toplumumuzda açtığı yaraları gördükçe, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz…

Ahmet AVCI
İZMİR

KAYNAKLAR:
1. Prof. Dr. Ergün AYBARS; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi.
2. Prof. Dr. Bülent TANÖR; Kurtuluş ve Kuruluş.
3. Ahmet Taner KIŞLALI; Ben Demokrat Değilim.
4. Prof. Dr. Suna KİLİ; Atatürk Devrimi.


5. Prof. Dr. Ahmet Mumcu; Türk Devrimi’nin Temelleri ve Gelişimi.

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar