7 Eylül 2016 Çarşamba

306- İZMİR'İN KURTULUŞU

İZMİR’İN VE İZMİRLİNİN KURTULUŞ BAYRAMI KUTLU OLSUN! 

Sen “9 Eylül” dersin iki kelime,  
Ben değişen yazgı anlarım,  
Özgürlük anlarım, bağımsızlık, 
Sen “İzmir” dersin iki heceyle,
Ben sevinçten ağlarım…                              
HALUK IŞIK        

İzmir’in kurtuluşunun 94’üncü yılını kutluyoruz… 
İzmir’in işgali de kurtuluşu da Ulusumuz için son derece önemli ve anlamlıdır…
İzmir’in İşgali ile Milli Mücadele başlamış, 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılması ile de nerede ise Milli Mücadele sona ermiştir… 
9 EYLÜL tarihi İzmir ve İzmirli kadar tüm Türkiye’yi ilgilendirmektedir…
15 Mayıs 1919'da başlayan işgal, binlerce Türk’ün kanına, canına mal olmuştur. 
9 Eylül ise; Türk Ulusunun onurunun ve namusunun kurtuluşu olmuştur… 
Bu yalnızca bir kentin ve bir ülkenin değil; bir büyük ulusun tarihinin de kurtuluşudur… 
Ülkemizin İşgalden kurtarılması da Devletimizin kurulması da elbette kolay olmamıştır… 
BU BAŞARI, GÜÇLÜ DÜŞMANLARA, İŞBİRLİKÇİLERİN TÜM KARŞI KOYMALARINA VE İHANETLERİNE RAĞMEN, TÜRK HALKININ BİRLİK VE BÜTÜNLÜK İÇİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ÖNCÜLÜĞÜNDE YÜRÜTTÜĞÜ MİLLİ MÜCADELE İLE MÜMKÜN OLMUŞTUR…
O nedenle de düşmanlarımız bile bu sonuca "TÜRK MUCİZESİ" demişlerdir… 
Gazi Mustafa Kemal PAŞA, yıllar sonra Türk Gençlerine aşağıdaki biçimde boşuna seslenmemiştir…
O Mustafa Kemal ki geçmişi biliyordu… 
Günü yaşamıştı… 
Gelecekteki ihaneti de görecek donanıma sahipti: 
“… Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin!
Bu olanak ve koşullar, çok elverişsiz olabilir.
Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmedik bir galibiyetin temsilcisi olabilirler.  
Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. 
Bütün bu koşullardan daha kötü ve daha korkunç olmak üzere, ülkede iş başında bulunanlar, GAFLET, DALALET VE HATTA İHANET içinde bulunabilirler.
Dahası, iktidardaki bu yöneticiler, kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi çıkarlarıyla birleştirmiş olabilirler.
Ulus, yoksulluk ve darlık içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı, işte bu ortam ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini korumaktır!” 
Acaba bugünü mü anlatıyor! 
9 Eylül 1922 tarihi; yani İzmir’in Emperyalist işgalinden kurtuluşu, Türk Devrim Tarihi bakımdan son derece önemlidir.
9 Eylül; yalnızca Emperyalistleri ülkemiz topraklarından atmamızın tarihi olmamış, aynı azmanda; Çağdaş Türk Tarihinin de başlangıcını oluşturmuştur. 
9 Eylül, Türkiye Cumhuriyeti’nin KURULUŞ sürecinin de, Ümmet anlayışından Uluslaşma, Çağdaşlaşma anlayışına geçişin de Padişah Tebaalığından, kul, köle ve cariyeliğinden ONURLU YURTTAŞ olma projesinin de başlangıcıdır. 
9 Eylül, Türkiye’nin çağdaşlaşma savaşımının, yanmış ve yıkılmış, tüm kurumlarıyla çağın gerisinde kalmış bir imparatorluğun enkazından ÇAĞDAŞ BİR ULUS VE DEVLET yaratma çabasının da ilk harcıdır… 
9 Eylül, kendi varlığı, bağımsızlığı ve özgürlüğü için yola çıkan Türk Ulusunun, Mustafa Kemal’in gösterdiği hedef doğrultusunda KURTULUŞLA taçlandırdığı bir tarihtir. 
Zafer sonrasında, 10 Eylül’de Konak meydanında toplanan halka Mustafa KEMAL, “BU MİLLETİN ZAFERİDİR.” demiştir.
Türk Halkının dünyaya örnek olan Kurtuluş Savaşı, dünyada geniş yankı uyandırıyordu: İngiltere Başbakanı Lloyd George, şöyle diyordu:“Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o büyük dahi çağımızda, Türk milletine nasip oldu…
Özgürlük savaşı veren diğer ülkeler de Türk Devrimini örnek alacaklardır.”
9 Eylül 1922’de İzmir kurtulmuştu…
Anadolu’da Yunan askeri de kalmamıştı, ancak İstanbul, Trakya ve Boğazlar hala işgal altında idi…
Bu işgaller de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve TBMM’nin üstün çabaları ile kaldırılacak ve İşgalden kurtarılan Ülkemizde yepyeni bir devlet kurulacaktır…    
Bu kurtuluş gününde; Kurtuluşu, İzmir'i ve İzmirliyi en güzel anlatan Ozan Haluk IŞIK’IN anlamlı dizeleri ile İzmir’i ve İzmirlileri selamlıyorum…

Sen “9 Eylül” dersin iki kelime
Ben onurlu bir halk anlarım
Rüzgârın çevirdiği sayfa anlarım
Sen İzmir” dersin iki hece
Ben saygıyla ayağa kalkarım…”

Kurtuluşun yıl dönümünde, Emperyalizm yine boğazımızı sıkmaktadır.
İçeriden ve dışarıdan kuşatıldık…
Türk Devriminden, Mustafa Kemal’den rövanşı almak isteyenler, işbirlikçileriyle yine üstümüze gelmektedirler.
“SEVR”  hala karşımızdadır.
Ermeni Sorunu da Kürt Yurdu Sorunu da; başka sorunlar gibi, BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ adı altında Emperyalist ülkelerin bastırması ve yerli işbirlikçilerin yardımı ile Ulusumuza dayatılmaktadır.
Ama bilsinler ki;  bu ülkenin Hasan Tahsinlerİ tükenmez…
Mustafa Kemal ATATÜRK, asla ölmez…
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, önlerinde saygı ile eğiliyorum…

Ahmet AVCI
İZMİR
9 EYLÜL 2016






3 Eylül 2016 Cumartesi

305- SİVAS KONGRESİ

SİVAS KONGRESİ:  4-11 Eylül 1919

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, Mondros Mütarekesiyle kayıtsız şartsız teslim olmuş ve ülke torakları işgale başlanmıştı…
Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevine son verilen Mustafa Kemal Paşa da, İstanbul’a dönmüş, bir süre işsiz güçsüz bir Paşa olarak kaldıktan sonra; Doğu Karadeniz Bölgesinde ortaya çıkan çetecilik faaliyetlerini önlemek ve Doğu bölgesinde terhis edilmeyen askerlerin terhisini sağlamak üzere 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirilmişti…
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkmış ve Müfettişlik yetkisini kullanarak, İşgalcilere karşı, Türk Milletini ve Orduyu örgütlemeye başlamıştı.
Mustafa Kemal’in amaç ve niyetini anlayan İngilizler, Geriye dönmesini sağlamaya çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır…
Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan Amasya ya geçmiş ve 21/22 Haziran gecesi- İHTİLAL BİLDİRİSİ- AMASYA GENELGESİ ile MİLLİ MÜCADELENİN, AMACINI, YÖNTEMİNİ VE GEREKÇESİNİ ORTAYA KOYARAK MİLLİ MÜCADELEYİ BAŞLATMIŞTIR…
Amasya Genelgesin kararlarından birisi de; Anadolu’nun en güvenli yeri olan SİVAS’TA bir kongre toplanması yönünde idi…
Mustafa Kemal paşa Amasya Genelgesini yayımladıktan sonra Sivas’a geçmiş, İl Valisi ve Kolordu Komutanı ile görüşerek, Kongre konusunda talimatlar vermiş ve Erzurum Kongresi için Erzurum’a geçmiştir…
Erzurum kongresinden sonra da Sivas’a dönmüştür…
Sivas’ta Kongre hazırlıkları, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin yerel şubesi tarafından, Vali Reşit Paşa ve Kolordu Komutanı Selahattin’in yardımıyla yapılmıştı. Abdülhamit döneminde yapılan lise binası toplantı yeri olarak seçilmişti.
Sivas Kongresi; Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Derneğince hazırlanmıştır. Böylece Doğu Anadolu’nun Ulusal örgütü, İhtilal başlangıcının önderliğini Mustafa Kemal aracılığı ile yapmış oldu.
İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükümeti, kongreyi önlemek için çeşitli girişimlerde bulundular.
Kongrenin Sivas’ta yapılmasına Sivas Valisi de karşıdır. Sivas Kongre için delege de çıkartmamıştır.
Elaziz Valisi Ali galip ve Fransız subayları, Mustafa Kemal’in tutuklanacağı, Kongrenin basılacağı gibi, çevreye özellikle de Sivas Valisine gözdağı vermeye çalışmışlardır.
Kongreye katılanlar pek kalabalık değildi. Kongreye Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla birlikte 38 kişi katılmıştı.
Ege Bölgesinin direniş örgütleri, Alaşehir’de 16-25 Ağustos arasında yaptıkları toplantıda, Yunan birlikleri MİLNE HATTI’NIN dışına çıkmadıkları takdirde, yazılı olmayan bir barış anlaşmasına uymaya karar verdiler ve Sivas’a delege göndermediler.
Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu’daki direniş örgütlerinin gerçek temsilcilerinin katıldığı Erzurum Kongresinden farklı olarak, Sivas’taki toplantıya daha çok kendi kendini tayin etmiş olan MİLLİYETÇİ MİLİTANLAR katıldı.
Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa seçilmediği halde, İstanbul Delegesi olarak katılmıştı. “Karakol” adlı gizli örgütün başı olan Kara Vasıf da kendisini Antep Delegesi olarak tanıtıyordu.
Osmanlının eski Washington büyükelçisi, Bilinski soyadlı Polenez dönmesi Ahmet (Alfred) Rüstem de oradaydı.
Bu kişi Mustafa Kemal’e şöyle demişti: “Paşa, unutmayınız ki, burada Cemiyetler Kanununa göre oluşmuş bir heyet değiliz. Bizim bir ihtilal heyetinden başka kimliğimiz yoktur.” 
Ama Mustafa Kemal, bu sözlere kulak asmadı. VATANSEVER ÖRGÜTLERİN YURT ÇAPINDA YASAL CEMİYETİ GÖRÜNTÜSÜNÜ VEREREK, bunun Türk Milli Mücadelesine önderlik etmesine uygun bir kılıf olacağını düşünüyordu.
Sivas Kongresinde de Erzurum kongresinde olduğu gibi, Mustafa Kemal’i üstlendiği kutsal görevin dışına itmek, etkisiz bırakmak, eylemin önderliğinden uzaklaştırmak için, arkadaşları da oyunlar düzenlemişlerdir. Önderlik için yarış başlamıştır, ancak hiç kimse de Mustafa Kemal’in karşısına çıkamamaktadır.
Öncelikle Mustafa Kemal olmasında…
Sivas Valisi, Kongrenin Sivas’ta toplanmasını istememiş, Sivas İli delege bile çıkartmamıştır.
İlk günler Kongre üyeleri; İttihatçı olmadıklarını ispata çalışırlar. Sonra da MANDA tartışmaları yaşanmıştır…
4 Eylül günü Sivas Kongresi açıldı. Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasını yaptı ve Kongrece Başkanlığa seçildi.
 5 Eylül günü; Kongre ikinci toplantısını yaptı. Üyeler yemin ettiler. Padişah Vahdettin’e; “Kongrenin Millet iradesi ile toplandığını“ bildiren telgraf çekildi.
Millet’e hitaben hazırlanan BEYANNAMENİN kabul edildi.
4 Eylül’de başlayan Kongre 11 Eylül’de Çalışmalarını bitirdi ve şu kararları aldı:

            SİVAS KONGRESİ KARARLARI 4- 11 EYLÜL 1919

1. Mondros Mütarekesiyle belirlenen sınırlar içerisinde Vatan bir bütündür bölünemez.
2. Osmanlı topraklarının bütünlüğünü, Halife ve Saltanatın güvenliğini sağlamak için: Milli gücü ve Milli iradeyi hâkim kılmak esastır.
3. Her türlü işgale, müdahaleye ve azınlık isteklerine dilenilecektir.
4. Gayri Müslimlere egemenliğimizi bozucu haklar verilemez.
5. Osmanlı Hükümeti, baskı karşısında, vatanın herhangi bir parçasını terk etmek zorunda kalırsa, bütünlüğü sağlayıcı her türlü kararlar alınacaktır.
6. İtilaf Devletlerinden, Türkiye’nin kendi toprakları üzerindeki haklarına saygı göstermesi beklenir.
7. Devletin ve Milletin siyasi ve ekonomik bağımsızlığın zedelemeyecek şekilde başka devletlerin ekonomik ve sanayi yardımı kabul edilebilir.
8. İstanbul Hükümeti Meclisi Mebusan-ı derhal toplamalıdır.
9. Ulusal dernekler; ”Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i hukuk derneği” adı altında birleştirilmiştir.
10. Milli Mücadeleyi yürütecek,15 kişilik bir temsili heyet seçilmiştir.
Heyetin Başkanı Mustafa Kemal olmuştur.

SİVAS KONGRESİNİN SONUÇLARI MİLLİ MÜCADELE İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ:

Sonuç başarılıdır, çeşitli görüşlere sahip temsilcilerin düşünceleri bağdaştırılmak yolu tutulmuşsa da, sonuç Mustafa Kemal’in istediğine uygundur.
1. Öncelikle, Ulasal amaca erişmek yolunda ayrı ayrı çalışan dernekler birleştirilmiştir.
2.  Artık savaş ve ihtilal tek örgütçe ve tüm yurtta yaygın biçimde yönetilebilecektir.
3. Ulusal Egemenlik ilkesinin kabulü ile de “Saltanat ve Halifeliğin“ kurtarılacağı ortaya atılmıştır.
 Bu çok önemli bir adımdır. Böylece Osmanlı Saltanatının üzerine ULUSAL EGEMENLİK çıkartılmaktadır. Bu nedenle birçok tarihçi, Sivas Kongresi ile “Ulusal Devletin” kurulduğunu söylemişlerdir.
Mustafa Kemal ilk hedef olarak, bu esasa (Ulusal egemenlik) dayanarak, Heyet-i Temsiliye yi, bir Yürütme Organı gibi kullanmak istiyordu.
İkinci hedef de, Damat Ferit Hükümetini düşürüp Vatansever bir hükümet kurulmasını sağlamaktı.
Damat Ferit çekilmek zorunda bırakılınca; 30 Eylül’de Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Salih Paşa ile Amasya görüşmeleri yapıldı.
Sivas Kongresi olumlu biçimde sonuçlanınca; içte ve dışta büyük yankı uyandırdı.
Kuvayı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı.
Batılı Devletler, bu olayı, ”Devlete başkaldırı“ olarak nitelemelerine karşın, kendi kamuoylarında, bu hareketin “ULUSAL BİR DAVA olduğu anlaşılmaya başlandı.
İstanbul Hükümeti de bu kongreyi, meşru olmayan bir İSYAN olarak değerlendirdi.
Damat Ferit; ”Anadolu hareketleri; Birinci Dünya Savaşında terfi etmiş, birkaç subayın işidir. Bu hareketler, alevleri sönmüş, bir saman ateşinden başka bir şey değildir.” diyordu. Anadolu’da, İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığını ileri sürüyordu.
İstanbul basınında çıkan aleyhte yazılar; Milli Mücadeleye girenleri hayalci olarak nitelerken, Ülkenin başına gelen tüm felaketlerin de sorumlusu olarak gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyasetle mümkün olacağını ileri sürüyorlardı.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Mustafa Kemal’in başlattığı hareketin, ”Bağımsız bir Cumhuriyet”  kurulmasına yöneldiğini 17 Eylül 1919’da Hükümetine bildirdi.
İngiliz gazetesi Thames; 22 Eylül 1919 günlü sayısında; “Anadolu Cumhuriyeti” başlıklı yazısında Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet “Kuracağını ileri sürüyor ve bu haberi; Kongre sırasında Sivas’ta bulunan, General Harbord ve Gazeteci Mr.Brown’a dayandırıyordu.

            SİVAS KONGRESİNDEN SONRAKİ GELİŞMELER

Sivas kongresinde alınan kararları “Ulusun istekleri” olarak sunan ve bu doğrultuda çalışmalara başlayan Mustafa Kemal’e şu önemli görevler düşüyordu.
1. Her ne kadar kendisine göre, Meclisi Mebusan’ın işlevi sona ermişse de Sivas’ta istenenin yapılması gerekiyordu. Meclisi Mebusan’ı en iyi biçimde toplamak ve en sağlıklı kararları aldırmak.
 2. Meclisi Mebusan, Osmanlı Devletinin bir organı olduğuna göre, yeni Osmanlı Hükümeti ile anlaşma çareleri aramak.
 Mustafa Kemal bu iki görevin geçici olduğunu biliyordu. Ancak yerine getirmek zorunda idi.
  3. Kuvayı Milliye Birliklerince karşılanan düşman saldırılarını; yeni ve tam bir örgüt kuruluncaya kadar, belli sınırda tutmak.
Damat Ferit, Sadrazamlıktan çekilince iş başına gelen Ali Rıza Paşa, ılımlı ve dürüst bir kişi idi. Mustafa Kemal Sadrazama aşağıdaki telgrafı çeker; ”Yeni Hükümet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen ULUS AMAÇLARINI VE OLUŞTURULAN TEŞKİLATI kabul ettiği takdirde Kuvayı Milliye ona yardımcı olacaktır.” Yani heyeti Temsiliye İstanbul Hükümeti ile çalışabilir.
M. Kemal 20 Ekim’de Amasya’da Osmanlı Nazırı Salih Paşa ile görüştü. Görüşmelerin sonunda protokoller imzalandı. Bu protokollerde özetle; İstanbul Hükümeti, Heyeti Temsiliye’yi tanıyor. Meclisi Mebusan’ı toplayacağını ve Anadolu ile iyi geçineceğini belirtiyordu. Buna karşılık, Heyeti Temsiliye de Vatanın bütünlüğüne bir zarar gelmemesi koşulu ile İstanbul Hükümeti’nin işlerine karışamamayı ve aleyhinde bulunmamayı kabul ediyordu.
Bu protokollerin önemi; Bir süre sonra uygulanabilirliğini yitirmiş olsa bile, Bu protokoller; İstanbul hükümetinin Anadolu hareketini tanımış olduğunu gösteriyor. Bir süre önce bu hareket en ağır biçimde lanetlenirken, bu gelişme geçekten çok önemlidir.
Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye’yi sanki yeni bir devletin hükümeti imiş gibi Osmanlı Hükümetinin karşısına oturtmuş isteklerinin çoğunu kabul ettirmiştir.
Gerçekten olayların akışı bu tarihten tam altı ay sonra, bu devleti kudurtacaktı.
Salih Paşa İstanbul’a dönünce Mustafa Kemal de Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak, örgütü denetledi. Tekrar Sivas’a döndü.
16 Kasım günü, Heyeti Temsiliye üyeleri ve bazı Komutanlarla bir toplantı düzenleyerek genel durumu değerlendirdi. (Bu toplantı 28 Kasım’a kadar sürmüştür.)
18 Aralık 1919 Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye üyeleri Ankara’ya hareket etti.
Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri,  27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiler ve coşkulu törenlerle karşılandılar.

Ahmet AVCI
4 EYLÜL 2016
SEFERİHİSAR

Not:
* Sivas’ta her şey güllük gülistanlık değildi; Mustafa Kemal, Amasya’ya Salih Paşa ile görüşmeye gittiğinde, Sivas’ta bir karşı grup Padişaha bağlılık telgrafı çekmiştir.
Heyeti Temsiliye’nin kontrolündeki bir yöreden böyle bir telgrafın çekilmesi Mustafa Kemal’i çok üzmüştür.
 **Ankara’ya hareket edecek Heyeti Temsiliye’nin Kumanyası: 20 yumurta, 1 okka peynir ve oniki ekmek. Osmanlı Bankasından yalvarma, tehdit ve kefaletle bin lira borç alınarak yola çıkılır.
     ***Sivas günleri; Mustafa Kemal’in Ya hiç unutmadığı ya da hiç hatırlamak istemediği günleridir.
                         


https://www.facebook.com/notes/ahmet-avc%C4%B1/sivas-kongresi/1253811898002678




20 Ağustos 2016 Cumartesi

304- MİLLİ MÜCADELEDE İHTİLAL PLANI

            MİLLİ MÜCADELENİN ÖNCÜSÜ VE LİDERİ MUSTAFA KEMAL’İN
 İHTİLAL PLANI…
           

Milli Mücadelede İhtilal Planı: (Milli Bilinçlenme, Milli Örgütlenme, Kurtuluş savaşı)
            Mustafa Kemal’in ihtilal planını dört noktada özetlemek mümkündür.
  1. Anadolu’nun İstanbul ile olan fikri ve idari bağını kopartarak Anadolu’yu İstanbul’dan ayırmak.
  2. “Milli İstiklali kurtarmak” Parolası ile Anadolu halkını bir örgüt etrafında birleştirerek İhtilal havasına  sokmak.
  3. İhtilal için Ordunun desteğini sağlamak.
  4. Anadolu’daki Mülki idareyi, Valiler ve Mutasarrıflar eliyle İhtilal yönetimine bağlamak.
Türkiye’nin o günkü koşullarında bu planın açıkça ortaya konulması elbette düşünülemezdi. İşin başında bulunanlar bile, Mustafa Kemal’in Memleketi ihtilale sürüklediğini kesinlikle bilmemeliydiler. Bunu içindir ki Mustafa Kemal, hep Milli İstiklali, Vatanı ve Padişahı kurtarmaktan söz etmiş; Padişaha karşı yapılan herhangi bir hareketi, ”Padişahı kurtarma gerekçesine” dayamıştır.

      Mustafa Kemal, İhtilalin koşullarının ne ölçüde hazır olduğunu düşünürken, durumu şöyle değerlendirmekte idi: Millet ve Ordu, Padişahın ihanetinden haberdar değil.
Asırların kökleştirdiği dini ve ananevi bir bağ ile padişaha karşı itaatkar ve sadık. Milleti ve Orduyu kurtuluş için bir fikir etrafında toplamak gerekiyor. Ancak Millet ve Ordu; asırların verdiği alışkanlık ile kendisinden önce HİLAFETİN VE SALTANATIN kurtuluşunu düşünüyor.
Padişahsız ve Halifesiz bir kurtuluş düşünemiyor. Başka türlü fikir ve karar sahipleri; Milletin ve Ordunun gözünde; derhal dinsiz, vatansız ve hain olur.
      Halkı ve Orduyu İhtilale sürükleyebilmek için Mustafa Kemal’in elinde üç önemli koz vardı.
1.    Yurdun birçok bölgesinin özellikle de İzmir’in İşgali.
2.    Hükümetin acizliği, tepkisizliği ve düşmanla işbirliği içinde görünmesi.
3.    Taşıdığı sıfat ve yetkiler. (Ordu Müfettişliği ve Padişah Fahri Yaverliği)

-- İtilaf Devletlerinin Anadolu üzerindeki emelleri ve Mondros Mütarekesi gereğince bazı yerlerin işgali, Anadolu’nun birçok yerinde halkı endişeye sevk etmişti Ancak  İzmir’in işgali, o güne kadar sezilmemiş olan büyük tehlikeyi ortaya çıkarmıştır. İzmir’in başına gelen felaket her yerde beklenebilirdi.
İzmir’in işgali ile ortaya çıkan heyecanı besleyerek tüm yurda yaymak ve devamlı kılmak gerekiyordu. Mustafa kemal bunu büyük koz olarak kullanacaktı.
-- İzmir’in işgali üzerine Hükümet istifa etmiş, ancak Padişah yeni hükümeti kurma görevini Damat Ferit Paşaya vermişti.
Halik Ferit Paşayı tanımıyordu. Bir vatan parçasının küçük bir devlet tarafından kolayca işgaline seyirci kalan ve halka sükunet tavsiye eden bir hükümeti halkın gözünden düşürmek zor olmayacaktı.
Aslında altı aydır, İtilaf Devletlerinin işgal ve kontrolünde bulunan İstanbul’da Hükümet edilemezdi. Padişah da aynı nedenle hür ve serbest değildi.
Bu görüşü ileri sürerek, Milletin İstanbul’a karşı ümidini ve güvenini kırmak, ihtilal için Mustafa Kemal’in elinde kuvvetli bir kozdu.
Mustafa kemal Paşa "Yaveri Hazreti Şehriyari” idi.
Bu saygıdeğer sıfata ilaveten, Ordu müfettişi unvanını taşıyordu.
Samsundan itibaren Sivil ve Askeri makamlara yazdığı yazılarda bu iki sıfatını da kullanmıştır. Ordu Müfettişi ve Padişahın yaveri olarak tanınmak ve güven kazanmak zorunda idi. İlk etkiyi yaptıktan sonra, bu sıfatları kaybetse bile gerisi nasılsa gelirdi.
Mustafa Kemal’in bir şansı da; tüm Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’dan daha kıdemli Komutanın bulunmayışı idi. ( Konya’da bulunan Yıldırım Kıtaatı Müfettişi Mersinli Cemal Paşa daha kıdemli idi. Fakat kısa bir süre sonra, İstanbul’a gitti ve Harbiye nazırı oldu)

İhtilalde Mustafa Kemal’in Kullandığı Metot;
1.    Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak,
2.    Olayların gelişmesinden yararlanarak, kamuoyunu hazırlamak.
3.    Aşama, aşama yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak.
 Düşüncelerini ve tasarladığı planı uygulamak için ihtilalin, her aşamasını, zamanı geldikçe, ortaya koyacaktı.
Bu metot; olayları zorlamamak, ancak başarıyı da tümüyle rastlantılara bırakmamak, demekti.
Mustafa Kemal, yukarıda belirtildiği gibi, İhtilal hareketini, halka mal etmek ve İhtilali halk hareketi olarak göstermek istiyordu.
Ancak başarıya ulaşmak için Ordunun desteğine de ihtiyacı vardı. Kendi deyimi ile ”ilk olmak üzere, tüm Ordu ile temasa geçmek lazımdı.”

Mustafa Kemal, Milleti, Orduyu ve Meclisi kazanarak, birlik beraberlik içinde Milli Mücadeleyi yürütmüş ve başarıyı sağlayarak, önce işgalcileri yurttan kovmuş, yepyeni bir devlet kurarak, Türk Milletinin Çağdaş dünyadaki yerini almasını sağlamıştır…

Ahmet AVCI
20 Ağustos 2016
İZMİR




9 Ağustos 2016 Salı

303- SEVR BARIŞI

SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI
10 AĞUSTOS 1920

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştı…
İtilaf Devletleri bu Antlaşma hükümlerini uygulayarak, Ülkemizi işgale başlamışlardı…
Padişah ve İstanbul Hükümeti bu işgal ve diğer haksız uygulamaları benimsemişken, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülük ettiği Kuvayı Milliye, İşgale karşı direnişleri örgütlemiş ve 19 Mayıs 1919 da Milli Mücadeleyi başlatmıştı…
Amasya Genelgesiyle, Milli Mücadelenin Amacı, gerekçesi ve yöntemi ortaya konulmuş, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle de bu mücadele tek bayrak altında toplanıp, genelleştirilmiş halka mal edilmişti…
Anadolu’daki bu direnişi kuşku ile izleyen işgal güçleri, İstanbul Yönetimini; direnişçilerle yeterli mücadele etmediğini suçlayarak, İstanbul’u 16 Mart 1920’ de Resmen işgal ederek tüm devlet kurumlarına el koydu…
Osmanlı Meclisi dağıtıldı, Devlet kurumlarına el konuldu.
Genelkurmay Başkanı’nı bile makamından tekme tokat kovaladılar…
İstanbul’dan Ankara’ya, geçen Komutan ve Milletvekillerin de katkılarıyla Ankara’da yeni bir oluşum gerçekleştirildi..
23 Nisan 1920 de TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILDI…
ARTIKYENİ BİR TÜK DEVLETİ KURULMAKTADIR…
Bu yeni oluşumu engellemeye çalışan işgal güçleri, ilk çare olarak, bir barış antlaşmasını yürürlüğe koyma karar verdiler..
Bu; “SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI” olacaktı…
 Beklenen yarar şu idi; Barış anlaşması ile savaş sona erecek, böylece Anadolu halkı rahata kavuşacaktı.
Bu durumda Mustafa Kemal’in çabaları boşa gidecekti.
Artık TBMM de halk tarafından benimsenmeyecekti.

            SAN-REMO KONFERANSI (18- 26 NİSAN 1920)
            İngiliz, Fransız ve İtalyan Devlet adamları, San-Remo’da toplanarak, başta Osmanlı Devleti olmak üzere, Almanya ve Rusya’nın yıkılmasıyla ortaya çıkan sorunları görüşmeye baladılar. Ancak bu Konferansta, Türk topraklarının parçalanması söz konusu olduğu halde, İtilaf Devletleri Türklerin görüşünü almaya gerek duymamışlardır.
           
21 Nisan 1920’de alınan kararların tebliğ edilmesi için Türklerin Konferansa çağrılması uygun görüldü.

Konferansa giden Tevfik Paşa, önüne konulan kararların kabul edilemeyeceğini belirterek İstanbul’a dönecektir.

SEVR BARIŞ ANTLAŞMASININ İMZALANMASI:
10 Ağustos 1920

San Remo’da hazırlanan taslak metin, Osmanlı Heyeti Başkanı Tevfik Paşa tarafından İstanbul’a bildirilirken, bu kararların; “İstiklal ve hatta devlet kavramları ile bağdaşmadığı” da belirtilmiştir.
Bunun üzerine hazırlanan itirazlar Damat Ferit Paşa tarafından Konferansa sunuldu. Ancak İtilaf devletleri, Türklerin isteklerini, 16 Temmuz 1920’de SPA Konferansında reddettiler.
Ve anlaşmanın kabul ya da reddi için 27 Temmuz 1920 akşamına kadar süre verdiler.

Bu gelişmeleri yakından izleyen TBMM 18 Temmuz’da Ankara’da yaptığı toplantıda, ”Misak-ı Milli sınırları içindeki Milleti ve Vatanı kurtarmak için” ant içti.
Buna karşılık, Osmanlı Hükümeti, ”20 Temmuz’da antlaşmasının imzalanmasını tavsiye kararı aldı.”
Öte yandan, barış koşullarının “Kabulü ya da reddi için Padişah, Yıldız Sarayı’nda  “Saltanat Şurasını” topladı.
Kendisinin başkanlık ettiği toplantıya, Veliaht, Hükümet Üyeleri,  o dönemdeki devlet ileri gelenleri ile Büyük Rütbeli Generaller ve bilginlerden kimi kişiler katılmıştı. Bu şurada görüşülen Sevr Barış taslağı görüşüldü ve kabul edildi.
Karara Ferik Rıza Paşa katılmadı
 10 Ağustos 1920 Salı günü saat 16’da; Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Raşad Halis beyler tarafından Paris yakınlarındaki Sevres (SEVR) kasabasında Osmanlı tarihinin en büyük kara lekesi olan SEVR Barış anlaşması imzalandı.
 Birinci Dünya Savaşı sırasında gizlice yapılan paylaştırma uygulama alanına konulmuş oluyordu.
SEVR BARIŞI İLE ARTIK OSMANLININ YAŞAMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Sevr Antlaşması; Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalandı.

Sevr barış anlaşmasının hükümleri ile
            1. Osmanlı İmparatorluğunun ülkesi; İstanbul dolayları ve Anadolu’nun ufak bir parçası ile sınırlanıyordu.
İstanbul Başkent olarak kalacaktı, ancak Osmanlı bu anlaşma hükümlerini uygulamazsa yeni karar alınacaktı. Ayrıca İstanbul’un diğer yurt bölgeleri ile de bağı kesilmişti.
            2. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, savaş sırasında bile tüm devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar, kendisine mahsus bayrağı ve bütçesi olan bir Avrupa komisyonu tarafından yönetilecektir.
            3. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir KOMİSYON, Osmanlı adli kapitülasyonlarının yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü Osmanlılar kabul edeceklerdi. Kapitülasyonlardan tüm Müttefik tebaası yararlanacaktır.
            4. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan oluşacak bir KOMİSYON,”Türkiye’nin servetini idame ve tezyit için ”gerekli tedbirleri alacak, bütçe üzerinde son sözü söyleme yetkisine sahip olacak, Türk Parasının cins ve miktarını düzenleyecekti.
BU komisyonun izni olmadıkça, Osmanlılar, içte ve dışta, borç yapamayacaklardı. Türkiye’nin “tüm servet ve gelirin” emrinde bulunduracak olan bu komisyon, elde ettiği paraları; sıra ile kendi masraflarını, İşgal kuvvetlerinin masraflarını, savaş sırasında zarar görmüş olan müttefik vatandaşlarının zararlarını karşılamaya ayıracak, geri kalan kısmı da Osmanlılar için harcayacaktı.
Bu komisyonda bulunan Osmanlı üyesinin yalnızca “Bilgilendirme niteliğinde” bir konuşma hakkı olacaktır.
            5. Azınlıklar her derecede okul açabileceklerdi.
            6. Türkiye’nin askeri kuvveti;15 bini Jandarma olmak koşulu ile 50.700 kişiden ibaret olacak ve topları bulunmayacaktı. Subaylarının da % 15’ini müttefik ya da tarafsız ülke subayları oluşturacaktı.
Zorunlu askerlik hizmeti olmayacaktı.
            7 Osmanlı Devletinin,600 tonilatodan aşağı olmamak üzere,13 gambot ve torpidosu olabilecek, fakat karada ve denizde askeri uçağı bulunmayacaktı. Türkiye’de herhangi bir “tahkimat” yapılamayacak ve Türk Silahlı kuvvetleri, Müttefik komisyonların kontrolü altında bulanacaktı.
            8. Antlaşmanın uygulanmasına başlandıktan bir yıl sonra, Kürtler; Doğu Anadolu’da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri;
” Cem’iyyet-i Akvam” tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse, Osmanlılar bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir.
            9. Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, ”Bu devletin sınırlarının belirlenmesi, ABD Başkanının hakemliğine bırakılacaktır.”
            10. Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar, Mısır üzerindeki tüm haklarından vaz geçecek, Suriye, Irak ve Filistin için,”Belirlenecek kararları” da kabul edecekti.
11. Oniki ada, İtalyanlara, Akdeniz’deki diğer adalar da Yunanlılara bırakılacaktır.
12. “İzmir şehri ile Tire, Ödemiş, Akhisar ve Bergama”yı da içine alan bölgedeki “Osmanlı Hâkimiyet”i Yunanistan’a bırakılacak, yalnız Osmanlı hâkimiyetine işaret olmak üzere İzmir Kalelerinden birine Türk Bayrağı çekilecektir.
Fakat “Mahalli Parlamento”, beş yıl sonra, çoğunluk kararı ile İzmir’in Yunanistan’a bağlanmasını, Cemi’yyet-i Akvam’dan isteyebileceği gibi aynı konu için referanduma da karar verebilecektir.
            13. Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanların; Adana Sivas Ve Malatya ise Fransızların manda alanı olmuştu.
            14.   Savaşta zarar görenlere tazminat ödenecekti.

            Sevr Barışından birkaç gün sonra; İngiltere, Fransa ve İtalya aralarında ayrı bir anlaşma imzalayarak, Osmanlıya bırakılan toprak parçası üzerinde nüfuz bölgeleri kurdular. Her devlet kendi bölgesinde nüfuz sahibi olacaktı.       
            Böylece Anadolu’nun Güney yarısı ve Akdeniz bölgesi –Yunanistan’a bırakılan Ege kesimi dışında- Tüm Batı Anadolu İtalyanların;
            Silifke, Kayseri, Tokat, Mardin Çizgisini içine alan bölge Fransızların;
            Mardin doğusu da İngilizlerin nüfuz bölgesi oldu.

            SEVR BARIŞ ANLAŞMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ:

            Sevr barış hükümlerinin anlamı çok açıktır. Osmanlı Devletinin Doğu Trakya, Boğazlar ve hatta İstanbul üzerindeki egemenliği sona ermiştir. Ege bölgesinin yönetimi Yunanistan'a geçmiştir. Burası beş yıl sonra Yunanistan’ın olacaktır.
            Doğu Anadolu elden gitmiştir. Ayrıca elde kalan ufacık bölgenin büyük bölümü de İtilaf devletlerinin nüfuzuna girmişti.
            Osmanlı Devletinin artık Ordusu yoktur. Ekonomik denetimi yitirmiştir. Azınlıklar üzerinde Osmanlının hiçbir hakkı kalmamıştır.
Bu duruma düşen bir devlete artık var denemezdi.
            Eylemsel olarak Mondros ateşkesinden sonra yok olan Osmanlı Devleti bu anlaşma ile hukuken de ortadan kalkıyordu.
            Osmanlı Hükümdarının bu anlaşmayı nasıl kabul ettiği tam bir bilmecedir. Anadolu İhtilalini ve Yeni Türk devletini boğmak ve ödünlerle saltanat hakkını sürdürebilmek için bu anlaşmayı kabullenen Vahdettin’in devlet adamlığı niteliğinden ne kadar yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
            TBMM’NİN Sevr barışına tepkisi çok sert oldu. Bu barışı TBMM kabul etmiyordu. Bu anlaşmayı onaylayan tüm Osmanlı Devlet Adamları 19 Ağustos’ta TBMM’nce alınan kararla vatan haini ilan edildiler.
Ve vatandaşlık haklarından yoksun kılındılar.
Sevr; Yurttaki direnme bilincini biledi.
            Sevr’in yürürlüğe girmediğini de belirtmek gerekir. Çünkü Anayasaya göre Bu anlaşma mecliste onaylanmamıştır.
Çünkü Meclis 11 Nisan 1920’de Padişahça dağıtılmıştı. Bu yüzden Sevr hukuken de geçersizdir.
            Sevr Barışı Dünya Savaşından sonra işgal edilmeye başlanan Türk Yurdunun 1920 Yılı ortalarındaki durumunu tescil etmekten öte bir yenilik getirmemişti.
            Osmanlı Devletinin yalnızca adı kalmıştı bir de hiçbir gücü kalmayan Padişah ve Osmanlı Hükümeti, görüşmeler sırasında İtilaf Devletlerinin Ülkeyi parçalama, egemenliğini yok etme planlarında en küçük bir değişiklik bile yapamamıştır.
            Böylece pek çok batılı gözünde; altı yüz yıl önce başlayan;”Türk Sorunu” sona eriyordu.
Türkler yalnızca Avrupa’dan atılmamışlardı. Anadolu’daki varlıkları da sona ermiş sayılırdı.
96 YIL ÖNCE BUGÜN İMZALANAN VE Osmanlı Tarihine bir kara leke olarak geçen bu antlaşma; Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde sürdürülen Milli Mücadele sonucunda Tarihin çöp sepetine atılarak, Yeni Türkiye Cumhuriyetinin Tapu senedi olan Lozan Barış antlaşması yürürlüğe konulmuştur…
Lozan Antlaşması, yürürlüğe konulmuştur ama iç ve dış düşmanlar, Türk ve Türkiye düşmanları, SEVR hedeflerinden hiç vazgeçmemişlerdir…
Bugün; BÖLÜCÜ KÜRT FAALİYETİNİN, ERMENİSTAN TALEPLERİNİN, AB DAYATMALARININ VE BÜYÜK ORTADOĞU POROJSİNİN, SEVRLE örtüşmediğini kim söyleyebilir…
Bugün ülkemizde bile; “KURTULUŞ SAVAŞI YAPILMAMIŞTIR, SEVR ANLAŞMASI, LOZAN ANTLAŞMASINDAN DAHA İYİDİR” diyen aymaz ve hainler vardır…

            Ahmet AVCI
            10 AĞUSTOS 2016
            İzmir


https://www.facebook.com/notes/ahmet-avc%C4%B1/sevr-bari%C5%9Fi/1231790260204842

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar