23 Mayıs 2014 Cuma

245- MİLİ MÜCADELE BAŞLANGICINDA GENEL DURUM:


MİLİ MÜCADELE BAŞLANGICINDA GENEL DURUM:

19 Mayıs 1919’da resmen başlayan Türk Milli Mücadelesi; o kadar çok ve değişik olgularla doludur ki, bu görünüşü ile bir kargaşayı andırır.
1.    Sınırları belli olmayan ve işgal altında bir ülke; VATAN yapılmaya Çalışılmaktadır.
                 2.   Ordu yoktur.
                 3.   Ekonomi bozuktur.
                 4.   İki ayrı HÜKUMET vardır.
                 5.   Çok cepheli savaş yürütülmek zorundadır.
                 6.   İç savaş yürümektedir.
                 7.   İhtilal tüm koşulları ile yürürlüktedir.
                 8.   Yeni bir devlet doğmaktadır.
                 9.    Bir devlet hızla çökmektedir.

Kısacası iç içe geçmiş, bir birinden ayrılması güç, bir olaylar zinciri. Bu zincirin herhangi bir halkasını alıp açmak kolay değildir.
Bu gelişmelerin akışında çeşitli öğelerin rolü ve etkisi vardır. Milli Mücadele’nin sonuna kadar, kısmen birlik, kısmen birbirine karşıt olarak, fakat her an görünen bu “ÖGELER’İ” şöyle sıralamak mümkün:

MİLİ MÜCADELEDE İÇ ÖGELER:
                        1.    Zat-ı Şahane(PADİŞAH),
                        2.    İstanbul hükümetleri,
                        3.    Halk,
                        4.    Din ve Din adamları,
                        5.    Siyasi kuruluşlar,
                        6.    Ordu,
                        7.    Kuvayı Milliye
                        8.    Maddi kaynaklar,
                        9.    Milli hareketin liderleri.
                        10.  İstiklal mahkemeleri
                        11.  TBMM
                        12.  Azınlıklar

Bunlardan her birinin özellikleri güçleri, Milli Mücadele içindeki yerleri, karşılıklı ilişkileri önceden bilinirse, olaylar daha iyi ve kolay anlaşılabilir.

DIŞ ÖGELER:
                        1.    İtilaf Devletleri.
                        2.    ABD
                        3.    Yunanistan
                        4.    Ermeniler
                        5.    Sovyetler Birliği
                        6.    Suriye

MİLLİ MÜCADELEDE TARAFLAR:
            1.  Mustafa Kemal Paşa ve Yandaşları
            2.  Padişah ve yandaşları
            3. İtilaf Devletleri ve yandaşları (Fiilen olmasa bile ekonomik çıkarları nedeni ile yeni oluşumun karşısında olan devletler)

İHTİLALDE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KULLANDIĞI METOT;
                        1.    Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak.
                        2.    Olayların gelişmesinden yararlanarak, kamuoyunu hazırlamak.
                        3.    Aşama, aşama yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak.
 Mustafa KEMAL PAŞA; düşüncelerini ve tasarladığı planı uygulamak için ihtilalin, her aşamasını, zamanı geldikçe, ortaya koyacaktı.
Bu metot; OLAYLARI ZORLAMAMAK, ANCAK BAŞARIYI DA TÜMÜYLE RASTLANTILARA BIRAKMAMAK, DEMEKTİ.
Mustafa Kemal PAŞA, yukarıda belirtildiği gibi, İhtilal hareketini, halka mal etmek ve İhtilali halk hareketi olarak göstermek istiyordu. Ancak başarıya ulaşmak için Ordunun desteğine de ihtiyacı vardı. Kendi deyimi ile ”İLK OLMAK ÜZERE, TÜM ORDU İLE TEMASA GEÇMEK LAZIMDI.”
Mustafa Kemal PAŞA, başlangıçta; Osmanlı Ordusunda, kendisine bağlı Komutan ve birliklerden yararlanacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra da MİLİ ORDUYU kuracaktır…
Ve bu Milli Orduyla Kurtuluş Savaşını yürüterek, Ülkeyi işgalden kurtaracak ve yepyeni bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuracaktır…



244- KURTULUŞ SAVAŞINA GİDİŞ SÜRECİNDE; MUSTAFA KEMAL PAŞA…


KURTULUŞ SAVAŞINA GİDİŞ SÜRECİNDE; MUSTAFA KEMAL PAŞA…

Birinci Dünya savaşını sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Osmanlı toprakları itilaf İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerince işgal edilmeye başlanmıştı, sonrasında bu işgale Yunanlılar ve Ermeniler de katılacaktır…
Mustafa Kemal Paşa, Savaşın Sonunda Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atanmış, ancak; Mondros Ateşkes Antlaşmasının, yanlış yorumlandığını vurgulaması ve İngilizlerin İskenderun Limanını işgal etmesini engellemeye kalkışması üzerine görevden alınmıştı…
Mustafa Kemal Paşa, son gizli emirle, Askerlerin terhis edilmesinin olabildiğince geciktirilmesini ve Silahların İtilaf devletlerine teslim edilmeyip, Anadolu’da depolanmasını istemiştir…
Mustafa Kemal Paşa, çok önceden Osmanlı Devletinin yaşama gücünü yitirdiğini anlamıştır. O’nun adı önceleri yalnızca Ordu çevrelerinde bilinirken, Birinci Dünya Savaşı’nda üst üste gösterdiği başarılarla tüm ulusta ve dünyadaki asker çevrelerinde tanınmıştı.
Çanakkale Boğazını dolayısı ile İstanbul’u kurtaran, Rusları Bitlis önünde durduran, Suriye’de İngilizlere zor anlar yaşatan ve onları bugünkü sınırlarda durdurmayı başaran, bu büyük Asker, ”TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NIN VE DEVRİMİN ÖNDERİ OLMA YOLUNDA”  bilinçli bir hazırlığın içerisinde idi.
Ülkedeki tüm olanaksızlıkların yanı sıra, yurdun bütünüyle kurtulabileceğine inanan da yoktu.
Tam bağımsız Yeni Türk Devletinin ancak topyekûn bir savaşla kurulabileceğine inanan tek kişi Mustafa Kemal idi. O’nun dışında kurtuluş arayanlar, ”İTİLAF DEVLETLERİNE KARŞI DÜŞMANLIK ETMEDEN VE PADİŞAH-HALİFEYE CANLA BAŞLA BAĞLI KALMAK ANLAYIŞI İLE“ kurtuluş arıyorlardı.
Oysa kurtuluşun başarılabilmesi için bu iki gücün de yenilmesi zorunlu idi. İtilaf devletlerinin alt edilmesi ile “MİLLİ BAĞIMSIZLIK” Padişah-Halifenin yenilmesiyle de “MİLLİ EGEMENLİK” kazanılacaktı.
Milli Mücadeleyi başlatmak için; Ulusu bu inanç etrafında toplamak ve yeni bir savaşa girişmek gerekiyordu. Milli Birlik ve bütünlüğü sağlamak gerekiyordu.
Ülkedeki ve Toplumdaki felaketi görenler; TOPYEKÛN BİR SAVAŞI düşünemedikleri için, ÜÇ TÜRLÜ kurtuluş düşüncesi ortaya çıkmıştı.
Kurtuluş düşüncelerini; Mustafa Kemal, Nutuk’ta; şöyle açıklıyordu:
“Birincisi: İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek.
İkincisi: Amerika’nın güdümünü istemek.
Bu iki karara varanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı Ülkesinin ayrı ayrı devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bir bütün olarak, tek bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncüsü: Bölgesel kurtuluş arayışlarıdır. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devletinden koparılacağı görüşüne karşı, ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak, kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.”
Tüm bu karar ve kurtuluş çarelerini yerinde bulmayan M. Kemal Paşa, Kendi kararını şöyle açıklıyordu:
“…Bu kararların dayandığı kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı devletinin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütünüyle parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı Ata yurdu kalmıştı. Son olarak bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, Hükümet, bunların hepsi bir takım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu.
O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ULUS EGEMENLİĞİNE DAYANAN, KAYITSIZ ŞARTSIZ, BAĞIMSIZ yeni bir Türk devleti kurmak.
Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi: Temel ilke, Türk Ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da ancak TAM BAĞIMSIZ olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh (gönençli) olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendisini kurtaramaz.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.
Oysa Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak olmaktansa yok olsun daha iyidir.
Öyleyse; “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.”
“İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı.
Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.
Peki, efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
Şu ayırımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve elbette, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusa oranla, dost ve düşman gözündeki yeri (çok) başka olur.”

MUSTAFA KEMAL, SON DERCE PLANLI VE PROĞRAMLI BİR BİÇİMDE İLERLEDİ.
Hedefi; ARKADAŞLARIYLA BİRLİKTE, TÜRK ULUSU OLARAK KABUL ETTİKLERİ, ÜLKENİN MÜSLÜMAN VATANDAŞLARINI; YÜREKLENDİRMEK, ÖRGÜTLEMEK VE ONLARA YOL GÖSTERMEKTİ. DİRENİŞLERİNİN BEL KEMİĞİ ORDUYDU, AMA SİVİL YETKİLİLERİN İŞBİRLİĞİ VE HALKIN DESTEĞİ DE GEREKİYORDU. BU ÜÇ UNSURU BİRDEN HAREKETE GEÇİREBİLMENİN DE AYRI AYRI ZORLUKLARI VARDI.
Mustafa Kemal Samsuna çıktığı gün ki: Genel durum ve günümü NUTUK’TA şöyle açıklar:
“Osmanlı Devletinin de içinde bulunduğu topluluk Birinci Dünya savaşında yenilmiş, Osmanlı Ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu (bu) genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar aramakta. Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki hükümet, güçsüz onursuz, korkak, yalnız Padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmakta.   İtilaf Devletleri, Ateşkes Antlaşması koşullarına uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıktı.”

Ahmet AVCI

Kaynaklar:

NUTUK: Gazi Mustafa Kemal

21 Mayıs 2014 Çarşamba

243- OSMANLI DEVLETİ’NİN İŞGALLER VE DİĞER GELİŞMELER KARŞISINDAKİ TUTUMU:

 TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NA GİDİLEN SÜREÇTE:
OSMANLI DEVLETİ’NİN İŞGALLER VE DİĞER GELİŞMELER KARŞISINDAKİ TUTUMU:

Birinci Dünya Savaşı sonrasında; Mondros Ateşkes Antlaşmasını İzzet Paşa Hükümeti imzalamıştı. Padişaha ve İtilaf Devletlerine İzzet Paşa Hükümeti iki ay dayanabilmiştir. 
Padişah, kendisini her şeyin üstünde görmektedir.   
Padişah; 8 Kasım 1918’de Rauf Beye şöyle diyordu; “Ortada bir Millet var; KOYUN sürüsü, İdaresi için de bir çoban gerekli, o da BENİM.” Böyle düşünen bir Padişahın; tek emeli, ”İNGİLİZLERİN DESTEĞİNİ ALMAKTI.”
Mütareke üzerine başlayan İŞGALLER karşısında Osmanlı Devleti suskun ve tepkisiz kalmış, İşgalci devletlerden İngiltere’ye yaranma ve yanaşma yolunu tercih etmiştir…
Birinci Dünya Savaşında, TARAF olmadığımız Yunanistan ve Ermenilerin işgallerine bile sesini çıkartamamıştır…
İngiltere Karadeniz Ordusu Komutanı General MİLNE, Londra’ya şu mesajı yollamıştır: ”6. Mehmet, İNGİLİZLERİN TÜRKİYE’DE İDAREYİ mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.
Amiral Web’in mektubu: “Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor.”
Damat Ferit, Amiral Calthorpea şöyle demiştir: “Padişahın ve benim yegâne ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir.”
Vahdettin, 30 Mart 1919’da Damat Ferit aracılığıyla kendi el yazısı ile yazdığı bir tasarıyı İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a ulaştırmıştır.
Özeti şudur: “Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 yıl süre ile İngiliz Sömürgesi olması”
OSMANLI HÜKÜMDARININ KURTULUŞ REÇETESİ BUDUR.
Padişah Vahdettin İngiliz sömürgesi olabilmek ümidi ile her yola başvurur.
Aklına onurlu, başı dik, bağımsız bir Türkiye gelmez.
Kimseye güvenmediği için de ablasının kocası Damat Ferit’i ard arda Sadrazamlığa getirir.
Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendiren ve Doğu Karadeniz bölgesindeki ASAYİŞSİZLİĞİ önleme ve Erzurum Kolordu askerlerinin terhis edilmesinin ve bu  Kolordu’nun silahlarının teslim alınmasının sağlanmasını emreden Padişah Vahdettin, kısa süre sonra Mustafa Kemal Paşa’yı İngilizlerin talebi üzerine geriye çağırtmış, dönmeyince de görevden almış ve askerlikten de atmıştır…

Ahmet AVCI


17 Mayıs 2014 Cumartesi

242- TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI'NIN BAŞLATILMASI...

TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NIN
– MİLLİ MÜCADELE-  BAŞLATILMASI  19 MAYIS 1919

Türk Milli Mücadelesinin genel amacı; “milletçe harekete geçerek, ülkeyi işgalden kurtarmak ve bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktır.”
Milli Mücadelenin ideolojisi; MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞİ SAĞLAYARAK, MİLLİ BAĞIMSIZLIK VE MİLLİ EGEMENLİĞİ ELDE ETMEKTİR…
Milli Bağımsızlık; işgalcileri, Milli Egemenlik de; Saltanatı yenmekle mümkündü. Bunları gerçekleştirebilmek için de öncelikle MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞİ sağlamak gerekmekteydi.
Milli mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal’in gerçekleşmesini gerekli gördüğü hedefler:
1. YURDUMUZU İŞGAL EDEN DEVLETLERİ YENEREK YURTTAN KOVMAK.
2.  ESKİMİŞ OLAN OSMANLI KURUMLARINI YIKMAK.
3. YIKILMIŞ OLAN KURUMLARIN YERİNE ÇAĞDAŞ KURUMLARI KOYMAK.

1 AĞUSTOS 1914 ‘de başlayıp 11 Kasım 1918’de sona eren Birinci Dünya Savaşı; 26 devletin katıldığı 4 yıl üç ay on gün sürmüş ve beş kıtada etkili olmuştur.
Başlangıçta Avrupalı devletlerin bir iç hesaplaşması olan bu savaş, sömürgelerin katkısı ile Afrika ve Asya’ya yayılması ve Osmanlı Devleti’nin de savaşa katılması ile bir genel (DÜNYA) savaş halini almıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşı başlatmamış ama istemeyerek de olsa bu savaşa katılmıştır.
Bu Savaşta; Zavallı Anadolu, beş cepheye, durup dinlenmeden kan can pompaladı. O kadar ki dört yıl süren savaşın sonuna doğru, yaşı kaç olursa olsun, kilosu 45’i geçen her genç cepheye sürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıldan beri hızla gerileyerek sonunda YARI SÖMÜRGE olmuş, sembolik bir İmparatorluğa dönüşmüştür. Savaştan iyice tükenmiş olarak çıkmıştır.
Pantürkizm, Hazar Kıyılarında, Panislamizm de Arap çöllerinde ölmüş, elde yalnızca; BİTKİN VE YORGUN ANADOLU KALMIŞTIR.
Türk Ulusu; Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Bağımsızlığını, Refahını, Ülkülerini ve Ülkesini yitirmiş ve korkunç bir gelecekle baş başa kalmıştı. (vatanlarca toprağını, milyonlarca insanını yitirmiş, Öz Vatanında vatansız kalmıştı.)
Osmanlı Devletine ve Türklere karşı, Ortaçağın Haçlı anlayışıyla Yeni Çağın ürünü Emperyalizmi kaynaştıran acımasız bir politika uygulanmıştır.
Mondros Ateşkes Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, çok geçmeden, İtilaf Devletlerinin, hatta Yunanistan ve Ermenilerin İşgaline uğramıştır.

Padişah; 8 Kasım 1918’de Rauf Beye şöyle diyordu; “Ortada bir Millet var; KOYUN sürüsü, İdaresi için de bir çoban gerekli, o da BENİM.” Böyle düşünen bir Padişahın; tek emeli, ”İNGİLİZLERİN DESTEĞİNİ ALMAKTI.”
İngiltere Karadeniz Ordusu Komutanı General MİLNE, Londra’ya şu mesajı yollamıştır: ”6. Mehmet, İNGİLİZLERİN TÜRKİYE’DE İDAREYİ mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.
Amiral Web’in mektubu: “Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor.”
Damat Ferit, Amiral Calthorpea şöyle demiştir: “Padişahın ve benim yegâne ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir.”
Vahdettin, 30 Mart 1919’da Damat Ferit aracılığıyla kendi el yazısı ile yazdığı bir tasarıyı İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a ulaştırmıştır. Özeti şudur: “Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 yıl süre ile İngiliz Sömürgesi olması”
OSMANLI HÜKÜMDARININ KURTULUŞ REÇETESİ BUDUR.
Tam bağımsız Yeni Türk Devletinin ancak topyekûn bir savaşla kurulabileceğine inanan tek kişi Mustafa Kemal idi. O’nun dışında kurtuluş arayanlar, ”İTİLAF DEVLETLERİNE KARŞI DÜŞMANLIK ETMEDEN VE PADİŞAH-HALİFEYE CANLA BAŞLA BAĞLI KALMAK ANLAYIŞI İLE“ kurtuluş arıyorlardı.
Oysa kurtuluşun başarılabilmesi için bu iki gücün de yenilmesi zorunlu idi. İtilaf devletlerinin alt edilmesi ile “MİLLİ BAĞIMSIZLIK” Padişah-Halifenin yenilmesiyle de “MİLLİ EGEMENLİK” kazanılacaktı.
Milli Mücadeleyi başlatmak için; Ulusu bu inanç etrafında toplamak ve yeni bir savaşa girişmek gerekiyordu. Milli Birlik ve bütünlüğü sağlamak gerekiyordu.
Ülkedeki ve Toplumdaki felaketi görenler; topyekûn bir savaşı düşünemedikleri için, ÜÇ TÜRLÜ kurtuluş düşüncesi ortaya çıkmıştı.
Kurtuluş düşüncelerini; Mustafa Kemal, Nutuk’ta; şöyle açıklıyordu:
“Birincisi: İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek.
İkincisi: Amerika’nın güdümünü istemek.
Bu iki karara varanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı Ülkesinin ayrı ayrı devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bir bütün olarak, tek bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.
Üçüncüsü: Bölgesel kurtuluş arayışlarıdır. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devletinden koparılacağı görüşüne karşı, ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak, kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.”
Tüm bu karar ve kurtuluş çarelerini yerinde bulmayan M. Kemal Paşa, Kendi kararını şöyle açıklıyordu:
“…Bu kararların dayandığı kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı devletinin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütünüyle parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı Ata yurdu kalmıştı. Son olarak bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, Hükümet, bunların hepsi bir takım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu.
O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?
Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ULUS EGEMENLİĞİNE DAYANAN, KAYITSIZ ŞARTSIZ, BAĞIMSIZ yeni bir Türk devleti kurmak.
Öyleyse; “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.”
MİLLİ MÜCADELENİN BAŞLAMASI:
Ateşkes hükümlerinin işlemeye başlayarak orduların terhisi, stratejik yerlerin yenen devletlerce ele geçirilmesi ve en sonunda İzmir’in Yunanlılarca işgali, bu işgale karşı gösterilen tepkiler bu tepkilere ve İŞGALE; Padişah ve Hükümetinin seyirci kalışı artık ihtilalin tüm gerekli patlama koşullarını bir araya getirmiştir. Böylece hazırlık evresi bitmiştir.
Şimdi eyleme geçilecek, ihtilal adım adım gerçekleştirilecektir.
Türk ihtilalinin başlama tarihini Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya ayak basması ile başlatmak gelenek olmuştur. Aslında Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında hazırlık evresi tam olarak kapanmamıştır. İzmir’in işgali üzerinden daha dört gün geçmemişti ve söylenilen tepkiler daha yaygınlaşmamıştır. Ancak Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı anında, ihtilalin hazırlık ve eylem evreleri iç içe geçmiş durumdadır. Kısa bir süre sonra kesin olarak başlayacaktır.
Bu nedenle, tarihi olayların bütünlüğünü bozmamak için Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkış gününü eyleme geçişin de başlangıcı olarak almakta bir sakınca yoktur. Zaten tarihi evreleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olanaksızdır.   

          İhtilal, Savaş, Eski İmparatorluğun tasfiyesi, Eski rejimin yıkılışı ve yeni Devletin kuruluşu.
Milli Mücadele başladığında; OSMANLI, AVRUPA’NIN “ADI KONULMAMIŞ BİR SÖMÜRGESİ” DURUMUNDA İDİ.
19 MAYIS 1919’TA Samsun’a 9.Ordu Müfettişi olarak çıkan,  oradan da Amasya’ya geçen ve Amasya Genelgesiyle; Milli Mücadelenin; amaçlarını, hedeflerini ve gerekçesini ortaya koyan Mustafa Kemal Paşa, kısa sürede, Milleti ve Orduyu örgütleyerek, Milli Mücadeleyi başlatmıştır…
Ve başarıya ulaştırmıştır…
Ülke işgalden kurtarılmış, yepyeni bir devlet kurulmuştur…
KURTULUŞ SAVAŞI YALNIZCA İŞGALCİLERE KARŞI DEĞİL, AYNI ZAMANDA EMPERYALİSTLERE (SÖMÜRGECİLERE) KARŞI DA BİR SAVAŞTI.
Milli Mücadele ile kurtuluş yolunu açmış olan Türkiye, yalnızca bazı bölgelerine yerleşmek isteyen düşman kuvvetlerini atmak için değil, aynı zamanda ihtilalin devamlılığını sağlamak ve kendisini dünyaya yeni bir devlet olarak kabul ettirmek için de savaşmak zorunda idi. Bu da savaşın ve ihtilalin birbirini tamamlayarak, birlikte yürütülmesi zorunluluğu demektir.
            “PADİŞAH VE HÜKÜMETİN İŞGALLER KARŞISINDAKİ TUTUMU; İHTİLALIN TEK HAKLI NEDENİ SAYILMIŞTI:  İhtilal başlangıçta yalnızca bu nedene dayanıyordu.
İHTİLAL YÖNETİMİ, VATANI KURTARMAK SORUMLULUĞUNU VE BUNDAN ÖTÜRÜ DE SAVAŞMAK GÖREVİNİ YÜKLENMİŞTİ.
Sevr’den daha elverişli koşulları sağlasa da barışçı ve uzlaşmacı bir siyaset gütmek ya da savaşta başarısızlığa uğramak, önce İhtilal yönetiminin ve ardından da ülkenin yıkılmasına neden olabilirdi.
Öte yandan İhtilalın şu ya da bu biçimde sona ermesi ise, Kurtuluş Savaşının, 1919–1920 yıllarının güçsüz direnmelerinden ibaret kalması ve Sevr Antlaşmasının yürürlüğünü sağlardı.
Savaş ne kadar güç olursa olsun kazanılabilir. Özellikle KURTULUŞ SAVAŞLARINI kazanmak şansı hiçbir zaman kaybolmaz. ANCAK ŞU VAR Kİ; SAVAŞI KAZANMAK KURTULMAYA YETMİYOR. KURTULUŞ SAVAŞI YAPAN ULUSLARIN, SAVAŞTAN SONRA ÇOK DAHA ZOR MÜCADELEYE HAZIR OLMALARI GEREKİYOR.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, KURTULUŞ SAVAŞLARINI ve BAĞIMSIZLIKLARINI kazanmış ulusların nasıl güçlükler içinde bocaladıklarını görüyoruz.
BİZE GELİNCE; ESİR ULUSLARA KURTULUŞ YOLU GÖSTEREN, EMPERYALİST DEVLETLERİ BİLE HAYRAN BIRAKAN BİR SAVAŞI KAZANDIKTAN BUNCA YIL SONRA, NEREDE OLDUĞUMUZU, GERÇEKLERİ ARAŞTIRARAK DÜŞÜNMELİYİZ. 95 YIL ÖNCE KURTULUŞ SAVAŞINI YAPTIĞIMIZ HALDE, KURTULUŞ MÜCADELESİNİ TAMAMLADIĞIMIZI SÖYLEYEBİLİR MİYİZ?
Kendimizi aldatmaya niyetimiz yoksa buna “HAYIR” diye yanıt veririz.       
BU VATAN NASIL KURTULDU? BU DEVLET NASIL KURULDU? 95 YIL SONRA NEDEN BU SORU?
ÇÜNKÜ UNUTMUŞUZ, YA DA GEÇMİŞİMİZİ, TARİHİMİZİ BİLMİYORUZ. BİLMEDİĞİMİZ İÇİN DE KORUYAMIYORUZ.
HEM DE GÖZ GÖRE GÖRE REJİMİN VE CUMHURİYETİN YOK EDİLMEKTE OLDUĞUNU, ATATÜRK’ÜN VE ONUN ESERLERİNİN BİRER BİRER YOK EDİLİDİLİŞİNİ İÇİMİZ YANARAK İZLİYORUZ…
Hatta ‘AÇILIMLARLA’ nerelere açıldığımızın da ayırtına varamıyoruz…
Cumhuriyet’e ait ne varsa onları, Gazi Mustafa Kemal’e ait tüm izleri, 1923 sonrasını anlatacak hangi tesis, hangi fabrika, varsa ortadan kaldırıyoruz.
Hem ticari olarak satıyoruz, hem de tabelalarını bile mezara gömüyoruz.
‘Kurtuluş Savaşı’ deyimi bile hafızalardan silinmeye çalışılıyor… NEDEN?
Geçmişimizden kurtulmaya çalışıyoruz. NEDEN?
Acaba bir tek soruyu sormamak için mi? “Bu VATAN nasıl kurtuldu?”
Bu soruyu sorduğumuz gün, bugün satıp kurtulduklarımızdan bu denli kolay vazgeçemeyeceğimiz için mi, Kemalist Cumhuriyet’e ait ne varsa yok ediyoruz.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Demokratik yaşama geçişimizden bugüne kadar, toplumun belleğinden yok etmeye çalıştılar ama başaramadılar.
Artık yoruldular ya da bunun için enerji harcamaya gerek yok, daha kolayı var, yarattığı eserleri ortadan kaldıralım. Nasılsa dünyada özelleştirme diye bir furya var, bunun arkasına sığınalım, kalkan olarak kullanalım; fırsat bu fırsat diyerek, ne soru sorduruyorlar ne tepki gösterilmesine izin veriyorlar.
Yani ona ait ne varsa ortadan kaldırıldığında, zaten O’nu kimse hatırlamaz olacak. Acaba gerçek düşünce bu mu?
 Bize bu Vatanı ve Devleti kazandıranları şükranla analım ve eserlerine sahip çıkalım.

Ahmet AVCI
19 MAYIS 2014

KAYNAKLAR:

  1. Gazi Mustafa KEMAL: Nutuk
  2. Sabahattin SELEK: Anadolu İhtilali
  3. Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler
  4. Lord KİNROS: Atatürk
  5. Ahmet AVCI: Notlar

15 Mayıs 2014 Perşembe

241- "BAŞBAKAN KORUMALARI"- BAŞBAKAN SALDIRMALARI"

EY MİLLETİM, BİR ÖNERİM VAR… “BAŞBAKAN KORUMALARI”NIN adı; “BAŞBAKAN SALDIRMALARI” olarak değiştirilsin…Bir kişinin, herkesi özellikle de muhalifleri dövmeye gücü ve zamanı yetmeyeceğine göre, yardımcı gerekli değil mi?Ama bu ekibe dikkat edilmeli ki aralarına paralelciler sızıp, PATRON’UN vatandaşlarını dövmesini SOMA’DA Kİ gibi engellemeye kalkışanlar olmasın…Bizler Allah'a hem inanır, hem korkar, hem de güveniriz…Ama, inanır görünüp te, Allah'tan korkmayanların hatta güvenmeyenlerin çok fazla olduğunu biliyoruz…Allah'tan dileğimiz;Milletimizi; KÖTÜLERDEN VE KÖTÜLÜKLERDEN KORUSUN…ZALİMLERİ ABAD ETMESİN…EN AZINDAN AKLIMIZA SAHİP ÇIKSIN…Âmin! Ahmet AVCI 

1 Mayıs 2014 Perşembe

240- DEVLET ADAMI YA DA DEVLET ADAMLIĞI...

DEVLET ADAMI YA DA DEVLET ADAMLIĞI…
(BENZETMEK GİBİ OLMASIN AMA)

Dostlarım,
Falih Rıfkı ATAY’DAN bir anı aktarmak istiyorum…
Doğru olduğuna eminim…
Enver Paşa konusunda mutlaka bir kanatınız vardır…
Benim sizden dileğim; bu anıdan giderek başka DÜŞÜNCELERE kapılmamanızdır…
Ancak; Allah sonumuzu hayretsin diyebilirsiniz…
Anı; “Birinci Dünya Savaşı’na istemeyerek giren ya da sokulan OSMANLI YÖNETİMİ’NİN SAVAŞ SONU DURUMUNA İLİŞKİNDİR…”
Başta Padişah (Sultan Reşat ve sonra Sultan Vahdettin) var ama İttihat Terakki Partisi yönetime egemendir…
Partinin de üç önemli lideri vardır…
Talat Paşa; Başbakan
Cemal Paşa Bahriye Nazırı
Enver Paşa Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili
Birinci Dünya savaşında; OSMANLI VE MÜTTEFİKLERİ HEZİMETE UĞRAMIŞLARDIR…
Bu hezimeti görmeyen ya da görmek istemeyen; Enver Paşa’dır…
Bu sonucu, Enver PAŞA’YA anlatabilecek, bir devlet adamı da, siyasetçi de yoktur…
Ve sonunda bu konuyu Enver Paşa’ya bildirebilecek birisini bulurlar…

*****
Evet, artık söz Falih Rıfkı ATAY’DA
Atatürk’ün umumi kâtibi Hasan Rıza Soyak’ın babası Necip Bey, Üsküp Eşrafından pek dürüst bir efendi idi.
1908 hürriyet savaşından önce, İttihatçılarla münasebette bulunduğu vakit, Enver Bey de ona defalarca misafir olmuştu. Kendisini pek sayar, gördükçe elini öperdi.
Bir sultanla evlendikten sonra da eşini yabancı erkek olarak yalnız onun yanına çıkarmıştı.

İttihat ve Terakki umumi merkezi Birinci Dünya Savaşının son yılında artık zaferden tamamıyla umut kesmişti. Rusya’da yıkıldığına göre, tekli barış yapma imkânı aramak fikri hepsini sarmıştı. Fakat Enver Paşaya bu bahsi açmaya hiçbirinin cesareti yoktu.
Bir gün Necip Bey’i merkeze çağırdılar. Durumu ve düşündükleri son çareyi anlattıktan sonra:
-Dinlese dinlese, seni dinler? Bir vatan vazifesidir, teşebbüs et, dediler.
Necip Bey, Enver’in yalısına gideceği günün sabahı, evdekilere:
Bugün çok ehemmiyetli bir vazife yapmağa gidiyorum. İnşallah muvaffak olurum, dedi.
Enver kendisini öğle yemeğine alıkoydu. Sofrada Necip Bey bahsi açtı, dili döndüğü kadar konuştu. Enver sonuna kadar dinledikten sonra:
-VAH NECİP BEY VAH, DEDİ, SENİ DE ZEHİRLEMİŞLER. SEN Kİ MANEVİYATA İNANIRSIN, BİLMİŞ OL Kİ, BEN ALLAH TARAFINDAN BÜYÜK TÜRK HAKANLIĞINI KURMAYA VEKİLİM. GİT EVİNDE RAHAT UYU!
Necip Bey eve döndüğü vakit, şöyle diyordu:
-EĞER BU ADAM HARBİYE NAZIRI, BAŞKUMANDAN VEKİLİ VE YAVER-İ HAZRET-İ ŞEHRİ YARİ OLMASA, YERİ DOĞRUDAN DOĞRUYA TIMARHANEDİR.


Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar