25 Aralık 2011 Pazar

91- "FAKAT BİZ AHMED'İ KUMARDA KAYBETTİK..."

Ahmet AVCI
26 ARALIK 2011

 “FAKAT BİZ AHMED’İ KUMARDA KAYBETTİK…”

 Yukarıdaki cümleyi Falih Rıfkı ATAY’IN “ZEYTİNDAĞI” kitabından aldım.
“Zeytindağı Kitabı”nı bilirsiniz.
Yazar Falih Rıfkı ATAY, Yedek subay olarak Suriye’de Üçüncü Ordu Karargâhında CEMAL PAŞA’NIN yaveridir.
Karargâh, KUDÜS’TE Zeytindağı’nın tepesindeki ALMAN MİSAFİRHANESİNDEDİR.
Falih Rıfkı bu kitabında; birinci dünya Savaşı’nın Suriye Cephesindeki (1915- 1918) dönemine ilişkin gözlemlerini anlatır.
Bu kitap için; “TÜRKÇENİN ŞAHESERİ” denildiğini duydum.
Birkaç kez okudum, yazım ve anlatım tekniği biraz karışık olsa da, O DÖNEMİ ANLATAN-BENİM OKUDUKLARIMDAN- en gerçekçi ve en yansız olanı diyebilirim…
Yalnız, savaş anlatılmıyor; Osmanlı Toplumsal yapısı, Suriye gerçeği, İmparatorluk gerçeği, Arabistan gerçeği, İslamiyet gerçeği, İttihat ve Terakki gerçeği, hatta Savaştaki Almanlar tüm çıplaklığı ile anlatılmaktadır…
Ben eski bir asker olarak, Osmanlının her şeyini yitirdiği, BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI gerçeğini hep merak etmişimdir…
Osmanlı savaşa neden girdi ya da sokuldu? Savaş nasıl yönetildi? Galiçyalarda ne işimiz vardı? Almanlarla yapılan işbirliği doğru muydu?
Ama bildiğimiz sonuç: Osmanlı Savaşta yenilerek, her şeyini yitirerek yok olmuştur, bu yok oluş sürecinde, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde başlatılan İSTİKLAL SAVAŞI ile ülke işgalden ve yok oluştan kurtarılmış ve yepyeni bağımsız bir devlet kurulmuştur…
Yukarıda sözünü ettiğim sorulara tüm yanıtları verebildiğimi söyleyemem, ancak kendimce bir takım kanaatlere vardım…
İzninizle bu kitaptan sizin de ilginizi çekecek bir bölümü aşağıya almak istiyorum, bu alıntı sizlere de kimi şeyleri anımsatacaktır kuşkusuz…
İçinde bulunduğumuz bu karışık ve karmaşık ortamda; Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN; “SAVAŞ, HAYATİ VE ZARURİ OLMALIDIR. MİLLET YAŞAMI TEHLİKEYE GİRMEDİKÇE SAVAŞ BİR CİNAYETTİR” sözünü de hatırlatarak, “AHMET’LERİN YENİDEN KUMARDA YİTİRİLMEMESİ” dileğimi belirtiyorum ve sözü Falih Rıfkı ATAY’A bırakıyorum.
Saygılarımla…

ALLAHA ISMARLADIK!
Üç tabur, ah üç tabur.
Nebi Samoil siperlerinde KUDÜS için kan döken Türk askerlerine bu kadarcık yardım edemiyoruz…
O yıl Galiçya topraklarında döğüşmek için yirmi bin lüzumsuz Türk! bulmuştuk.
Bir yığın Anadolu çocuğunu, yurdundan kopmuş, uzak Medine içinde İKORPİTE VE ÇÖLE yediriyorduk.
Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm: KUDÜS İNGİLİZLERİN ELİNDE İDİ…
Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstünden aldığım şifreli telgraftan öğrendim.
KÜDÜS’Ü İSRAİLOĞULLARI GİBİ BIRAKMADIK; TÜRKLER GİBİ BIRAKTIK…
Nebi Samoil üstünden Müslüman ya da Hıristiyan mabetlere doğru inenler, TÜRKLERİN SON GÜNÜNÜ HATIRLAYACAKLARDIR.
Karargâhın içinde: “KUDÜS DÜŞTÜ!” SÖZÜ ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden, BEYRUT’A, ŞAM’A HALEB’E gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı.
Artık yalnız ANADOLU'YU ve İSTANBUL’U düşünüyorduk.
İMPARATOLUĞA, ONUN BÜTÜN RÜYALARINA VE HAYALLERİNEİ ALLAHA ISMARLADIK!
Zeytindağı’nın ÇAMLARI ARASINDAN, GÜNEŞİ HİÇ SÖNMEYECEK, HİÇ AKŞAM GÖLGESİ GÖRMEYECEK GİBİ BAKAN LUT ÇUKURU, ŞİMDİ BÜTÜN İMPARATORLUĞU, İÇİNE ÇEKEN BİR MAZAR GİBİ, GENİŞLEYİP DERİNLEŞİYOR.
Eşyam ve kâğıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şam’dan ayrılıyoruz.
CEMAL PAŞA İSTANBUL’DA İSTİFA EDECEK.
TREN GİDERKEN İKİ TARAFIMIZDA Suriye VE Lübnan’ı SANKİ SAFRA GİBİ BOŞALTIYORUZ.
Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında KUDÜS’SÜZ, ŞAM’SIZ, LÜBNAN’SIZ, BEYRUT’SUZ VE HALEB’SİZ, ÖZ CAN VE ÖZ OCAK KAYGISINA BOĞULMUŞ, ÖYLE PERİŞAN BULACAĞIZ…
Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:
“Keşke vazifem burada olsaydı” diyor.
Keşke vazifesi orada olsaydı. Keşke o altın sağnağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünden geçseydi!
“Eğer kalırsam diyor; bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.”
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa…
Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor.
YÜZBİNLERCE ÇOCUĞUNU MEMESİNDEN SÖKEREK ALIP GÖTÜRDÜĞÜMÜZ BU ANAYA, ŞİMDİ KENDİMİZİ VE PİŞMANLIĞIMIZI GETİRİYORUZ…
İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
“BENİM AHMED’İ GÖRDÜNÜZ MÜ?” diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkartarak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
“Bu tarafa gitmişti” diyor.
O tarafa? ADEN’E mi, MEDİNE’YE mi, KANAL’A mı, SARIKAMIŞ’A mı, BAĞDAD’A mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?
Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen ona da soracaksın:
“AHMED’İMİ GÖRDÜN MÜ?”
Hayır…
Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü.
ALLAH’IN MUHAMMED’E BİLE ANLATAMADIĞI CEHENNEMİ GÖRDÜ.
Şimdi Anadolu’ya, batı’dan, Doğu’dan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar, BOZGUN HAYKIRIŞARAK ESİYOR.
Anadolu, DEMİRYOLUNA, ŞOSEYE, HAN VE ÇEŞME BAŞLARINA İNİP ÇÖMELMİŞ, OĞLUNU ARIYOR…
Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdeleri kapatmış, gizli ve çabuk geçiyor…
Anadolu Ahmed’ini soruyor.
Ahmed, O daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun PAHASINI; kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinden okuyoruz.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, O’nu övündürecek bir haber verebilsek…
FAKAT BİZ AHMED’İ KUMARDA KAYBETTİK!



24 Aralık 2011 Cumartesi

90- SARIKAMIŞ HAREKATI

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDADOĞU CEPHESİ:
 KAFKASYA- SARIKAMIŞ HAREKÂTI: 22 ARALIK 1914
 Sarıkamış Harekatı’nın 97’nci yılında şehitleri anmak üzere bir grup gönüllü Erzurum’un Şenkaya İlçesi’ndeki Bardız Şehitliği’nde bu gece nöbet tutmaya başladı.
Saat 16.30’da, eksi 26.7 derecede, tipi ve kar yağışı altında başlayan anma nöbeti saat 6.30’da sona erecek. Etkinliğe Sarıkamış Gönüllüleri, AKUT, Türkiye İzcilik Federasyonu’ndan 30 kişilik bir grup katılıyor.
24 Aralık 1914’te 9’uncu Kolordu’ya bağlı 29’uncu Tümen’in askerleri üç günlük cebri yürüyüşten sonra Bardız’a ulaşmış ve köyü ele geçirmişti. Sarıkamış Harekâtı’nın ilk zaferi olan bu operasyon sırasında Enver Paşa da köye ulaşıp karargâh kurmuştu.
SARIKAMIŞ HAREKATI:
Osmanlı devleti savaşa gire girmez doğu cephesi açıldı. Bu cephenin açılmasını her iki yan da istiyordu: Ruslar Berlin Anlaşması ile kendisisine verilen Doğu Anadolu’daki Kars, Ardahan ve Batum’u ilerideki savaşlar için bir hazırlık üssü haline getirmişti.
Osmanlı Devletine hep sadık kalan ve refah içinde yaşayan, ancak şimdi Rus sınırları içinde kalan bir bölüm Ermeni’yi, Kafkas Ermenileri ile işbirliği içine sokmuşlardı. Böylece bir “Ermeni sorunu” da başlamıştı Rus etkisi ile militanlaşan bu Ermeniler, yüzlerce yıl barış içinde yaşayan diğer Ermenilerin bir bölümünü de etkilemişlerdi.
Böylece daha 19. yüzyıl sonlarında, Anadolu’nun birkaç yerinde, küçük çaplı Ermeni faaliyetleri görülmüş ise de, genellikle sağduyu sahibi bu vatandaşlarımız, kışkırtmalara kapılmamışlardı. Ama şimdi Rusya ile Osmanlı arasında savaş başlayınca, Rusya bölümünde kalan Ermeniler silahlandırılmış ve çarlık ordusu içinde Türklere karşı kullanılacak önemli bir güç haline gelmişlerdi. Şimdi bu askeri güçle Ruslar, Doğu Anadolu’daki diğer illeri ellerine geçirmeyi ve olanak bulurlarsa, müttefikleri İngiltere’den önce Basra Körfezine inmeyi planlamaktadırlar.
Enver Paşa ise, ani bir baskınla bu Rus güçlerini dağıtıp, öncelikle Kars, Ardahan ve Batum’u kurtarmayı hedeflemektedir. Ardından Osmanlı birlikleri Güney Kafkasya’ya girip, oradaki Müslümanları Ruslara ve Ermeniler karşı ayaklandıracaklardı. Bunları da gerçekleştirdikten sonra Turan yolu açılmış olacaktı.
Orta doğuda elden gitme tehlikesi yüksek “petrol” bölgeleri yerine “Kafkas petrolleri” Osmanlı yöneticilerini ileri harekâta yöneltiyordu. Ancak düşünceleri gerçekleştirecek bir alt yapı yoktu.
1914 yılı sonbaharında, Ruslar Sarıkamış’a güçlü bir garnizon yerleştirilmişler ve demir yolu döşeyerek, her türlü ulaşımı kolaylaştırmışlardı. Osmanlıda ise Ankara’dan öteye demir yolu hattı bulunmadığı gibi karayolları da yetersizdi. Sarıkamış çevresinde yığınak yapmaya başladılar ve ileri harekete geçtiler. 
Doğu bölgesinin ikmali; Trabzon limanından sağlanmaya çalışılıyordu. Ancak deniz gücü de zayıftı. Ruslar, savaştan önce gerekli hazırlıkları yapmışlardı. Osmanlılar ise savaş başladıktan sonra bile askerin ihtiyacı karşılanmamıştı. Askeri güç bakımından da Ruslar üstündü. Osmanlı doğu Karadeniz halkını teşkilatlandırarak çete savaşı hazırlığında idi.
            1 KASIM 1914’te Rus saldırısı ile savaş başladı. Ruslar; Kars Sarıkamış üzerinden sınırı aşarak, Narman Eleşkirt ve Doğubeyazıt’ı ele geçirmek için, saldırıya geçmişler, Pasin ve Aras boyundan Eleşkirt’e ilerlemişlerdi. Ancak; Erzurum köprü köy’de Rus harekâtı durduruldu.
             Harbiye Nazırı Enver Paşa 1914 yılı ARALIK ayı başında; Gemiyle Trabzon’a oradan da karayolu ile Erzurum’a geldi. Amacı; Rusları geri atarak, Kafkas Türk’leri ile birleşmekti. Böylece Erzurum’da ki 3.Ordunun Ruslarca taarruz etmesini karalaştırdı.
            (Bu Tarihte Osmanlı Genelkurmay Başkanı; Alman Generali Bronsart von Schellendorf idi.)
3.Ordu K. Hasan İzzet paşa; Koşulların olumsuz olduğunu belirterek, karşı tavır aldı. Fevzi paşa ve Liman von Sandres paşa da karşı idiler.
Enver paşa ordu komutanını görevden aldı.  Komutanlığı da kendisi üstlendi. 10 Kolordu Komutanlığına da Hanedan Damadı Albay Hafız Hakkı Bey’i getirdi.
22 ARALIK 1914’te Taarruzu başlattı. 3. Ordunun bir bölümü Allahuekber dağlarını yürüyerek aşacak ve Sarıkamış kuşatılacaktı. Ama kimi komutanların “Sarıkamış’a ilk giren olma” hayaliyle kendi başlarına hareket etmeleri, Hafız Hakkı Beyin kaçan Rus birliklerini takip ederek, kuşatma hattını gereksiz yere genişletmesi ve onbinlerce askeri kışlık elbiseleri olmadan karlarla kaplı Allahuekber dağlarına tırmandırılması büyük felaketi getirdi. Birliklerimizin bir bölümü Allahuekber Dağlarını aşarak, Sarıkamış’a girmeyi başarmasına karşın Ruslar tarafından yok edildiler. Ama asıl facia dağlarda yaşandı. Ruslara karşı henüz tek bir kurşun bile atmamış olan onbinlerce askerimiz soğuktan donarak, sonsuz bir uykuya daldı. Binlercesi de TİFÜS’TEN kırıldı.
25 ve 26 Aralık günlerinde de durumumuz daha da kötüleşti. 27 ARALIKTA Ruslar, taarruzu durdular.  Enver Paşa ölümden zor kurtuldu.
 3 Ocak 1925’te her şeyin bittiğini anlayan Enver Paşa Albay Hakkı Bey’i Paşa yaparak 3. Ordunun başına geçirdikten sonra, Erzurum’a döndü.
Daha birkaç gün önce onbinlerce askeri Allahuekber dağlarına süren Hakkı Paşa, 4 Ocakta geri çekilme emrini verecek ve Sarıkamış Harekâtı böylece büyük bir hezimetle ve hüzünle noktalanacaktı. Bir kaç gün sonra Ordu Komutanı Hakkı Paşa da Tifüsten ölecektir.
Harekât sırasında 63 bin dolayında Türk askeri; soğuktan, açlıktan, salgın hastalıktan ve çatışmalarda yaşamını yitirmişti. Rus kaybı da 28 bin idi. İşin ilginç yanı;  Sarıkamış harekâtı sırasında Avrupa da savaşların durmuş olması idi, yani aceleye gerek yoktu. Sarıkamış Harekâtında; 90 Bin Askerden, 12 bin asker geriye dönebildi. 15.000 esir verilmişti. Dönenlerde hastalıklı idi.  Ruslar da 16.000 ölü ve 12.000 yaralı vermişti.
            Kafkas cephesinde ki bu çöküntüden sonra, Doğu Anadolu ve Karadeniz kıyıları Rus saldırılarına açık hale geldi. Çanakkale savaşı başlayınca yardım da gönderilemedi.
Ruslar 1915 yılı sonlarına kadar hareketsiz kaldılar.
Doğu Anadolu’da ki Ermenilerin Ruslara yardım etmesi ve devlet yardımının gelmeyişinin etkisi ile Ruslar; Artvin’den Trabzon’a (Giresun’da Harşit suyuna kadar), oradan da Gümüşhane ve Bayburt’a kadar olan bölgeyi işgal ettiler. Bölge halkı göç etmek zorunda kaldı. (Trabzon’da 320 bin)

23 Aralık 2011 Cuma

89-O YILANI EZMEK


Ahmet AVCI
YILDIZTEPE- 23 ARALIK- 2011


“O YILANI EZMEK”

OKTAY AKBAL-31 ARALIK 1977

Asıl konu; “Menemen olayı ve KUBİLAY”
Yazar, menemen olayını anlattıktan sonra konuyu, “1930ların devrimci ozanı necip Fazıl’a getirmiş;
“Şu dünyanın işine bakın siz! 1930’da Menemen olayı üzerine basında çıkan yazılar arasında Necip Fazıl’ınki de var… Yalnız gazetede yayımlanmakla kalmamış, bu güzel ve ilginç yazısını 1933’te çıkan “BİRKAÇ HİKÂYE, BİRKAÇ TAHLİL” adlı kitabına da almış. Tabii bir daha da basılmamış bu kitap.
Kitaplıklarda ararsanız bulabilirsiniz. Açın 73. Sayfayı, okuyun: İrtica yatağımızın başucundaki bir suya karıştırılan zehirdir. Kubilay’ın katili, Derviş Mehmet’in menemen kapılarına sokuluşu gibi uykumuzu bekler ve ayaklarının ucuna basa basa gelir…
Sinsi sinsi deliğine çekilen karayılan şöyle ıslık çalıyor: Bana tabii ömrün ne kadarsa burada bitirip geber diye bir delik gösterdin. Ben bu delikte duramıyorum. Beni taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü yele vermedikçe, sana rahat haram olsun! Onun bu son dileğini yerine getirelim.”
Bu satırları yazan kişi, aradan Onbeş yirmi yıl geçtikten sonra, din devleti kurmak ülküsünün bayraktarlığını yapıyor. Dergisiyle yazılarıyla Atatürk Devriminin bütüm yapıtlarını yıkmaya çalışıyor, gerici çağdışı bir akımın öncüsü oluyor!

Devrim Şehidi Kubilay’ın ardından O DEVRİMLER için o devrimleri ilerletmek, geliştirmek için nice Kubilaylar şehit verdik, veriyoruz.
Bir simge insandır KUBİLAY.
İNANDIĞI DEVRİM UĞRUNA GERİCİ YIĞINLARIN ÜZERİNE KORKUSUZCA YÜRÜMENİN unutulmaz örneğidir.
Kubilay bir anıt insan olarak kuşakların belleğinde yaşayacaktır.
Menemen Olayı üzerine Gazi Mustafa Kemal’in söylediği şu sözler her DEVRİMCİ’NİN, ÇAĞDIŞILIĞA, GERİCİLİĞE karşı direnen her yurttaşın yüreğinde yer etmiştir: ”KUBİLAY, TEMİZ KANI İLE CUMHURİYETİN HAYATİYETİNİ TAZELEMİŞ VE KUVVETLENDİRMİŞTİR.”
BİZLER DE DEVRİME YÖNELECEK HER DAVRANIŞI YOK ETMEKLE GÖREVLİYİZ. BİZ, SİZ, HEPİMİZ…

Menemen Olayının 81’inci yılında Menemen Yıldıztepe’de KUBİLAY’I andık.
Menemen’e bir dostumla birlikte gitmiştim…
Yaklaşık on yıldır, her yıldönümünde MENEMEN YILDIZTEPE’DEKİ törenleri izlerim…
Her yıl tören sonrasında; “gelecek yıl bu coşkuda anma yapabilecek miyiz?” endişesi ile tepeden ayrılırdım…
Tüm olumsuzluklara ve engellemelere karşın; Bu yılki kalabalık ve coşkuyu görünce endişeleri geride bıraktığımı ve Türk Devrimi bakımından geleceğe umutla baktığımı söyleyebilirim…

KAYNAK:
MENEMEN OLAYI VE KUBİLAY -KEMAL ÜSTÜN ( üçüncü baskı-aralık-1981

87- MENEMEN OLAYI VE KUBİLAY (SORULARLA)


Ahmet AVCI

“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktığı emanetin bekçileriyiz.”



“23 Aralık 1930′da Menemen’de alçakça gerçekleştirilen gerici kalkışmanın 81′inci yıl dönümü…”
Olay sırasında gözü dönmüş yobazlarca başı bağ bıçağı ile kesilerek kopartılan Asteğmen Kubilay ve hunharca öldürülen iki Bekçimiz anısınıa kaleme aldığım yazı aşağıdadır…
Günümüzde de Atatürk’ün, Atatürk’un kurduğu düzenin, Atatürkçülerin, Ulusalcıların hedef alındığı göz önüne alıdığında, TEHLİKENİN BÜYÜKLÜĞÜ VE YAKINLIĞI GÖRÜLECEKTİR…
Gericiliğin ve yobazın cüretini kırmak için güçlü ve uyanık olmamız gerektiğini anımsatıyor ve saygılarımı sunuyorum…
1. MENEMEN OLAYI NEDİR? NE ZAMAN OLMUŞTUR? NELER OLMUŞTUR?
Menemen Olayı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, laik ve demokratik yapısını hedef alan gerici bir ayaklanma girişimidir.
Menemen’de 23 Aralık 1930’da Şeriat isteyenlerce Asteğmen Kubilay’ın öldürülmesi, Genç Cumhuriyet Rejimi’nin 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır.
Ulusal uyanış ve kurtuluşla gerçekleştirilen Laik Cumhuriyet düzenine düşman tarikat şeyhleri, 81 yıl önce, çağdaş bir ulus için yüz karası sayılacak bir eylemde bulunmuş, Cumhuriyeti korumakla ve onu yaşatıp yükseltecek kuşakları yetiştirmekle görevli yedek-subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı Menemen’de şehit etmişlerdi.
Cumhuriyetin ilanına, Halifeliğin kaldırılmasına karşı olan ve Türk Devrimine karşı sık sık güç denemesine yönelen gericiler, Serbest Fırka Partisinin kuruluşunda, iktidara karşı oluşan tepkilerden de cesaret alarak, partinin kapatılmasından kısa bir süre sonra, 23 Aralık 1930’da MENEMEN’DE bir ayaklanma girişiminde bulundular.
23 Aralık sabahı; isyancılar, Menemen’de toplandılar. Müftü camiinde sabah namazı kılındıktan sonra; Derviş Mehmet, camide toplanan kalabalığa; “Ankara Hükümeti’ni düşürüp, ikinci Abdülhamit’in oğlu Selim’i halifeliğe getireceğini, Menemen’in yetmiş iki bin Müslüman Arap tarafından kuşatıldığını”bildirdi ve halkın yeşil bayrak altında toplanmasını istedi.
Halkın da katılmasıyla olay, kısa sürede ayaklanmaya dönüştü. Asiler yeşil bayrak altında hükümet konağına yürüdüler.
Derviş Mehmet, Hükümet Konağının önünde yaptığı konuşmada da:
“Şapka giyen kâfirdir. Din elden gidiyor. Saltanatı ve Hilafeti geri getireceğiz” diyerek, “kendisinin Peygamber olarak geldiğini, ’Şeriatı’ uygulayacağını ve herkesin şapkasını çıkartıp kendisiyle birlikte “ZİKİR” etmesini” istedi.
Olayı öğrenen İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri, hemen olay yerine gitmiş, ancak gericileri yatıştıramayınca, Hükümet Konağına giderek, telefonla 43.P.Alay ve Garnizon Komutanlığından yardım istemiştir.
Menemen Garnizon Komutanlığı; karışıklık çıktığını öğrenince, kalabalığı dağıtmak üzere, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay komutasındaki birliği görevlendirmiştir.
1906 doğumlu Mustafa Fehmi Kubilay; Bursa öğretmen okulunu bitirmiş, Cumhuriyet ilkelerine bağlı askerliğini yedek subay olarak yapan bir öğretmendi.
Mustafa Fehmi Kubilay, olayı bastırmak için birliği ile birlikte asilerin üzerine yürümüş, ikazla dağılmayan topluluğu korkutarak dağıtmak amacıyla; manevra fişeği taşıyan askerlerine havaya ateş emrini vermiştir.
Asiler dağılmamışlar, manevra fişeklerinin etki etmediğini anlayınca da; “Kendilerine kâfir mermilerinin zarar vermeyeceğini” söyleyerek askerlere saldırmışlardır.
İsyancılar, Kubilay’ı önce yaralamışlar, sonra da Kubilay’ın yaralı olarak sığındığı caminin musalla taşında başını kesip yeşil bayrağın tepesine takarak bir süre Menemen sokaklarında dolaştırmışlardır.
Bu sırada kendilerine engel olmak isteyen Şevki ve Hasan adlı iki bekçiyi de öldürmüşlerdir.
Olay yerine gelen yeni askeri birlikler; isyancıları dağıtmış; bu arada kendisini mehdi ilan eden yobaz Derviş Mehmet ve iki adamını öldürmüşlerdir.

86- ASKER KIŞLASINA



ASKER KIŞLASINA…
1920 YILIN Mustafa Kemal tarafından oluşturulan TBMM muhafız taburu Meclisten ayrıldı.

Tarihi 91 yıl önceye dayanan Meclis Muhafız Taburu resmen kaldırıldı.
Yeni Meclis Teşkilat Yasası’nın Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla TBMM Yerleşkesi’ndeki askerler, nöbet yerlerini polise devretti.
Kurulduğu günden beri kara, hava ve deniz üniformalı Mehmetçiğin nöbet görüntüsüyle bilinen TBMM Şeref Kapısı’nda ilk kez polis nöbetçiler görev aldı.
TBMM’deki askeri birlikten nöbet için kalan son personel de Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na taşındı.
Aynı uygulamanın devamı olarak; Asker, TBMM’nin ardından İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda da nöbeti polise devretti.

Böylece her 10 Kasım’da Atatürk’ün öldüğü yatağın başucundaki nöbeti de artık asker yerine polis tutacak. Dolmabahçe dışındaki köşk ve kasırlarda koruma 5 yıl önce polise geçmişti.

Bunun adına ister askere tahammülsüzlük deyin isteseniz ASKER KIŞLASINA deyin…
En azından ATA’YA ve ASKERE VEFASISLIK ALGISI BİR YERLERİNİZİ SIZLATMAZ MI?
Saygılarımla.
Ahmet AVCI

https://mail.google.com/mail/images/cleardot.gif

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar