6 Şubat 2011 Pazar

50- SEVR ANTLAŞMASININ ANLAM V EÖNEMİ!


Ahmet AVCI
5 ŞUBAT 2011
 
SEVR ANTLAŞMASI - ANLAMI VE ÖNEMİ - 10 AĞUSTOS 1920

           12 Ocak 1920 tarihinde toplanan Osmanlı Meclisi Mebusan’ı 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi kabul etmişti.
          İtilaf Devletleri, önce Misak-ı Milli’nin geri alınmasını istemiş, Meclis geri almayınca da, baskılar, Padişah ve Osmanlı Hükümetine yöneltilmişti.
Baskılara dayanamayan Ali Rıza Hükümeti, 3 Mart 1920’de çekilmiş, Salih Paşa’nın Kurduğu hükümet de İstanbul’un 16 Mart’ta işgali üzerine istifa edince, 5 Nisan 1920’de Hükümeti Damat Ferit Paşa kurmuştu.
          Heyeti Temciliye buyruğu ile yeni seçimlerin yapılması ve Ankara’da TBMM’nin toplanma hazırlıklarının başlaması Vahdettin’in yönünü iyice belli etmişti. Toplanacak Meclisin yeni bir devlet kuracağını ve kendisinin otoritesinin yok olacağını anlamıştı.
Vahdettin, öncelikle ‘Meclis’in toplanmasını önlemeye çalıştı. 11 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’tan Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları için bir fetva alındı. Fetva’da; “Bu hainlerin, Devlete ayaklandığı, böylece öldürülmelerinin dini kurallara uygun olduğu” yazılı idi.
Bu fetva, çoğaltılarak tüm yurda yayıldı. Bu fetvaların dağıtılmasında İngiliz ve Yunan uçakları da kullanıldı.
Amaç; halkı meclisin açılmasına karşı kışkırtmaktı.
Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in öncülüğünde; 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet açılıp ve Milli Hükümet kurulunca; tepki daha da büyüdü.
Tepki İstanbul’dan geliyordu. Çünkü artık ihtilal fiilen başlamıştı.
          Padişah ‘Ulusal Devleti’ yok etmek için her çareye başvuracaktı. Çünkü ona göre bu hükümet hukuki değildi. Bu yolda ona en büyük yardımı da İşgal devletleri yapmıştır.
  İlk tepki olarak; İşgal Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanacaktır.
 Beklenen yarar şu idi; Barış anlaşması ile savaş sona erecek, böylece Anadolu halkı rahata kavuşacaktı.
Bu durumda Mustafa Kemal’in çabaları boşa gidecekti. Artık TBMM’de halk tarafından benimsenmeyecekti.

          SAN-REMO KONFERANSI (18- 26 NİSAN 1920)
           İngiliz, Fransız ve İtalyan Devlet adamları, San-Remo’da toplanarak, başta Osmanlı Devleti olmak üzere, Almanya ve Rusya’nın yıkılmasıyla ortaya çıkan sorunları görüşmeye baladılar. Ancak bu Konferansta, Türk topraklarının parçalanması söz konusu olduğu halde, İtilaf Devletleri Türklerin görüşünü almaya gerek duymamışlardır.
          Türklere dayatılacak koşulların ağırlığı göz önüne alınırsa, yeni bir savaşın kaçınılmazlığı ortaya çıkmakta idi. Oysa ne İtalyan ne de Fransız Kamuoyu, arık savaş istemiyordu.
Ancak İngiliz Başbakanı Lloyd George‘nün İtilaf devletlerinin belirleyeceği koşulların Türklere savaş yoluyla zorla kabul ettirileceğini açıklamasından sonra, askeri uzmanların görüşünün alınması gereği ortaya çıkmıştır.
          Askeri uzmanlar, bu ağır koşulların Türklere kabul ettirilebilmesi için, Yunan Kuvvetlerinin yeterli olmadığını ifade ettilerse de gerek Venizelos’un (Yunan Başbakanı) direnmesi, gerekse İtalya ve Fransa’nın savaş karşıtlığında ısrarlı olmamaları nedeniyle askeri uzmanların görüşleri dikkate alınmadı ve 21 Nisan 1920’de alınan kararların tebliğ edilmesi için Türklerin Konferansa çağrılması uygun görüldü.
Tevfik Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti, bu gelişme üzerine, 11 Mayıs 1920’de Paris’e gitmiştir.
          Osmanlı Delegasyonu Başkanı Tevfik Paşa’ya beş dakikalık toplantıda, tebliğ edilen San-REMO kararları şunlardır:
1.     Irak ve Filistin’de; İngiliz, Suriye’de; Fransız Mandası kurulacak, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da; Anadolu içlerine kadar uzanan İtalyan ve Fransız ‘Nüfuz Bölgeleri’ meydana getirilecek.
2.     Vilayet-i Sitte, Ermenilere verilecek, ayrıca Doğu Anadolu’da İngilizlerin himayesinde Kürt Devleti kurulacak.
3.     İzmir ve Batı Trakya ile Doğu Trakya’nın büyük bir kısmı Yunanlılara verilecek.
4.     Boğazlar uluslar arası bir kurula bırakılacak.

Tevfik Paşa bu kararların kabul edilemeyeceğini belirterek İstanbul’a dönecektir.

SEVR BARIŞ ANTLAŞMASININ İMZALANMASI: 10 AĞUSTOS 1920

San Remo’da hazırlanan taslak metin, Osmanlı Heyeti Başkanı Tevfik Paşa tarafından İstanbul’a bildirilirken, bu kararların; “İstiklal ve hatta devlet kavramları ile bağdaşmadığı” da belirtilmiştir.
Bunun üzerine hazırlanan itirazlar Damat Ferit Paşa tarafından Konferansa sunuldu. Ancak İtilaf devletleri, Türklerin isteklerini, 16 Temmuz 1920’de SPA Konferansında reddettiler. Ve anlaşmanın kabul ya da reddi için 27 Temmuz 1920 akşamına kadar süre verdiler.
Bu gelişme üzerine, TBMM 18 Temmuz’da yaptığı toplantıda, ”Misak-ı Milli sınırları içindeki Milleti ve Vatanı kurtarmak için” ant içti.
Buna karşılık, Osmanlı Hükümeti, ”20 Temmuz’da antlaşmasının imzalanmasını tavsiye kararı aldı.”
Öte yandan, barış koşullarının “kabulü ya da reddi için bir kaz daha devlet büyüklerinin ve askeri şahsiyetlerin düşüncelerine başvurulmasını”  uygun gören Padişah, Yıldız Sarayı’nda  “Saltanat Şurasını” topladı.
Kendisinin başkanlık ettiği toplantıya, Veliaht, Hükümet Üyeleri, o dönemdeki devlet ileri gelenleri ile Büyük Rütbeli Generaller ve bilginlerden kimi kişiler katılmıştı.
Bu şurada ‘Sevr Barış’ taslağı görüşüldü ve kabul edildi.
Karara yalnızca, Ferik Rıza Paşa katılmadı.
10 Ağustos 1920 Salı günü saat 16’da; Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Raşad Halis beyler tarafından Paris yakınlarındaki Sevres (SEVR) kasabasında Osmanlı tarihinin en büyük kara lekesi olan SEVR Barış anlaşması imzalandı.
Birinci Dünya savaşı sırasında gizlice yapılan paylaştırma, uygulama alanına konulmuş oluyordu. Sevr Barışı ile artık Osmanlının yaşaması mümkün değildir.
Sevr Fransa’da Paris yakınlarında bir kenttir.
Sevr Antlaşması; Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devleti ve Çekoslovakya arasında imzalandı.

SEVR BARIŞ ANLAŞMASININ HÜKÜMLERİ İLE
          1. Osmanlı İmparatorluğunun ülkesi; İstanbul dolayları ve Anadolu’nun ufak bir parçası ile sınırlanıyordu. İstanbul Başkent olarak kalacaktı, ancak Osmanlı bu anlaşma hükümlerini uygulamazsa yeni karar alınacaktı. Ayrıca İstanbul’un diğer yurt bölgeleri ile de bağı kesilmişti. Osmanlı sınırları, Trakya’da, Midye’nin çok daha doğusundan başlayarak, Büyük Çekmece gölüne inecek, bu hattın batısında kalan Trakya Yunanistan’a verilecekti. Güney sınırı ise, Karataş (ADANA) Burnundan başlamak suretiyle Antep, Urfa ve Mardin’i dışta bırakarak Irak sınırına varacaktır.
          2. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, savaş sırasında bile tüm devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar, kendisine mahsus bayrağı ve bütçesi olan bir Avrupa komisyonu tarafından yönetilecektir.
          3. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyon, Osmanlı Adli Kapitülasyonlarının yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü Osmanlılar kabul edeceklerdi. Kapitülasyonlardan tüm Müttefik tebaası yararlanacaktır.
          4. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan oluşacak bir KOMİSYON, ”Türkiye’nin servetini idame ve tezyit için” gerekli tedbirleri alacak, bütçe üzerinde son sözü söyleme yetkisine sahip olacak, Türk parasının cins ve miktarını düzenleyecekti. BU komisyonun izni olmadıkça, Osmanlılar, içte ve dışta, borç yapamayacaklardı. Türkiye’nin “tüm servet ve gelirin” emrinde bulunduracak olan bu komisyon, elde ettiği paraları; sıra ile kendi masraflarını, İşgal kuvvetlerinin masraflarını, savaş sırasında zarar görmüş olan müttefik vatandaşlarının zararlarını karşılamaya ayıracak, geri kalan kısmı da Osmanlılar için harcayacaktı. Bu komisyonda bulunan Osmanlı üyesinin yalnızca “Bilgilendirme niteliğinde” bir konuşma hakkı olacaktır.
          5. Azınlıklar her derecede okul açabileceklerdi.
          6. Türkiye’nin askeri kuvveti; 15 bini Jandarma olmak koşulu ile 50.700 kişiden ibaret olacak ve topları bulunmayacaktı. Subaylarının da % 15’ini müttefik ya da tarafsız ülke subayları oluşturacaktı. Zorunlu askerlik hizmeti olmayacaktı.
          7. Osmanlı Devletinin, 600 tonilatodan aşağı olmamak üzere, 13 gambot ve torpidosu olabilecek, fakat karada ve denizde askeri uçağı bulunmayacaktı. Türkiye’de herhangi bir “tahkimat” yapılamayacak ve Türk Silahlı kuvvetleri, Müttefik Komisyonların kontrolü altında bulanacaktır.
          8. Antlaşmanın uygulanmasına başlandıktan bir yıl sonra, Kürtler; Doğu Anadolu’da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri;       ”Cem’iyyet-i Akvam” tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse, Osmanlılar bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir.
          9. Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, ”Bu devletin sınırlarının belirlenmesi, ABD Başkanının hakemliğine bırakılacaktır.”
          10. Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar, Mısır üzerindeki tüm haklarından vaz geçecek, Suriye, Irak ve Filistin için, ”Belirlenecek kararları” da kabul edecekti.
11. Oniki ada, İtalyanlara, Akdeniz’deki diğer adalar da Yunanlılara bırakılacaktır.
12. “İzmir şehri ile Tire, Ödemiş, Akhisar ve Bergama”yı da içine alan bölgedeki “Osmanlı Hâkimiyet”i Yunanistan’a bırakılacak, yalnız ‘Osmanlı Hâkimiyetine’ işaret olmak üzere İzmir Kalelerinden birine Türk Bayrağı çekilecektir. Fakat “Mahalli Parlamento”, beş yıl sonra, çoğunluk kararı ile İzmir’in Yunanistan’a bağlanmasını, Cemi’yyet-i Akvam’dan isteyebileceği gibi aynı konu için referanduma da karar verebilecektir.
          13. Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanların; Adana, Sivas Ve Malatya ise Fransızların ‘Manda’ alanı olmuştu.
          14.   Savaşta zarar görenlere tazminat ödenecekti.

          Sevr Barışından birkaç gün sonra; İngiltere, Fransa ve İtalya aralarında ayrı bir anlaşma imzalayarak, Osmanlıya bırakılan toprak parçası üzerinde nüfuz bölgeleri kurdular. Her devlet kendi bölgesinde nüfuz sahibi olacaktı.       
          Böylece Anadolu’nun Güney yarısı ve Akdeniz bölgesi –Yunanistan’a bırakılan Ege kesimi dışında- Tüm Batı Anadolu İtalyanların;
          Silifke, Kayseri, Tokat, Mardin Çizgisini içine alan bölge Fransızların;
          Mardin doğusu da İngilizlerin nüfuz bölgesi oldu.

          SEVR BARIŞ ANLAŞMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ:

Sevr Antlaşması, tarihte örneği olmayan trajik bir antlaşmadır.
Yalnız kabul edenler için değil, böyle bir antlaşmayı hazırlayan Batılılar için de bir utanç belgesidir.
Sevr barış hükümlerinin anlamı çok açıktır. Osmanlı Devletinin Doğu Trakya, boğazlar ve hatta İstanbul üzerindeki egemenliği sona ermiştir.
Doğu Anadolu elden gitmiştir. Ayrıca elde kalan ufacık bölgenin büyük bölümü de itilaf devletlerinin nüfuzuna girmişti.
Osmanlı devletinin artık Ordusu yoktur. Ekonomik denetimini yitirmiştir. Azınlıklar üzerinde Osmanlının hiçbir hakkı kalmamıştır.
Bu duruma düşen bir devlete artık var denemezdi.
Eylemsel olarak Mondros ateşkesinden sonra yok olan Osmanlı devleti bu anlaşma ile hukuken de ortadan kalkıyordu.
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, İngiltere’nin isteği doğrultusunda, ‘bir daha Batıya kafa tutamayacak kadar küçük ve güçsüz bir devlet’ haline getirilmekte idi.
Çatalca’ya kadar Doğu Trakya Yunanlılara verilmekte, Anadolu; Türkler, Yunanlılar, Ermeniler, Kürtler ve Fransız Mandası altındaki Suriye arasında bölüştürülmekte, kapitülasyonlar, daha ağırlaştırılıp genişletilmekte, devletin her etkinliği denetim altına alınmakta idi.
Marmara ve Boğazların yönetimi, ayrı bir bayrağı olan milletle arası bir kuruma bırakılmaktadır.
Ayrıca; Üçlü Anlaşmayla Anadolu, iyice sömürülmek üzere, İngiliz, Fransız ve İtalyan çıkar bölgelerine ayrılmaktadır.
İngiliz Başbakanı Lloyd George Avam Kamarasında şöyle seslenecektir:
“Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” (The Times, 25.5.1920)
Sevr Antlaşmasını ve Üçlü Anlaşmayı Milliyetçilere silah zoruyla kabul ettirmek görevi, İngilizlerin aracılığıyla Yunan Ordusuna verilecektir.
Yunan devleti bu hizmetine karşılık, İzmir ve Doğu Trakya’dan başka İstanbul’un da Yunanistan’a verilmesini bekleyecektir.
          Padişah’ın bu anlaşmayı nasıl kabul ettiği tam bir bilmecedir.
‘Anadolu İhtilalı’nı ve ‘Yeni Türk Devletini’ boğmak ve ödünlerle saltanat hakkını sürdürebilmek için bu anlaşmayı kabullenen Vahdettin’in devlet adamlığı niteliğinden ne kadar yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
          TBMM’nin Sevr Barışına tepkisi çok sert oldu. Bu barışı TBMM kabul etmiyordu. Bu anlaşmayı onaylayan tüm Osmanlı devlet adamları 19 Ağustosta TBMM’nce alınan kararla vatan haini ilan edildiler. Ve vatandaşlık haklarından yoksun kılındılar.
Sevr; Yurttaki direnme bilincini biledi.
          Sevr’in yürürlüğe girmediğini de belirtmek gerekir. Çünkü Anayasaya göre Bu anlaşma ‘Meclis’te onaylanmamıştır. Çünkü Meclis 11 Nisan 1920’de Padişahça dağıtılmıştı.
BU YÜZDEN SEVR HUKUKEN DE GEÇERSİZDİR.
          Sevr Barışı Dünya savaşından sonra işgal edilmeye başlanan Türk Yurdunun 1920 Yılı ortalarındaki durumunu tescil etmekten öte bir yenilik getirmemişti.
          Osmanlı Devletinin yalnızca adı kalmıştı bir de hiçbir yetkisi olmayan Padişahı.
          Görüşmeler sırasında Osmanlı Hükümeti, İtilaf Devletlerinin Ülkeyi parçalama, egemenliğini yok etme planlarında en küçük bir değişiklik bile yapamamıştır.
          Böylece pek çok Batılı gözünde; altı yüz yıl önce başlayan; ”Türk Sorunu” sona eriyordu. Türkler yalnızca Avrupa’dan atılmamışlardı. Anadolu’daki varlıkları da sona ermiş sayılırdı.
          Türkiye Cumhuriyeti tarafından Tarihin çöp sepetine atılan bu ANTLAŞMANIN kabul edilemez hükümlerinin, bugün; Büyük Ortadoğu Projesiyle ve AVRUPA Birliği KARARLARI’YLA önümüze konulduğunu görmek, yüreğimizi sızlatmaktadır.
          Sevr Antlaşması Lozan Antlaşmasından daha iyi idi diyen devlet büyüklerimizin de bu doğrultuda kitap yazan aydınlarımızın da onları alkışlayanların da acaba vicdanlarında, hak ve adalet duygularında bir sızlama olmayacak mı?

         
KAYNAKLAR:
1.    Prof.Dr. Ahmet MUMCU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi.
2.    Prof. Dr. Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi.
3.    Lord KİNROS, Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar