16 Mart 2010 Salı

13.TAM BAĞIMSIZLIK KAVGASI MI? TAM TESLİMİYET Mİ?

Ahmet AVCI






TAM BAĞIMSIZLIK KAVGASI MI? TAM TESLİMİYET Mİ?




Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini hiç düşündünüz mü?
Acaba, ülkemiz nasıl böyle Yarı Sömürge durumuna geldi?
Dış Politikası; ABD ve AB’nin güdümünde. Ekonomisi IMF ve Dünya bankasının güdümünde. İç ve dış güvenliği ABD’nin kontrolünde.
Ne acıdır ki; dikkate ve ciddiye alınmayan KÜRESEL bir EKONOMİK KRİZLE de Dünya’da “EKONOMİK İFLASIN EŞİĞİNDE OLAN ÜLKELER” arasında sayılmakta…
Önce bugünlere nasıl geldiğimize kısaca bakalım ve bugün neredeyiz onu görmeye çalışalım.
İkinci Dünya Savaşı, birçok ülke gibi, Türkiye’de de sonun başlangıcı oldu.
İnönü Cumhurbaşkanı seçilip, Atatürk’ün yerine geçtiği zaman, hiçbir devlet ile düşmanca ilişkileri olmayan bir Türkiye vardı. İnönü devletimizin bu özelliğini sonuna dek korudu. Yaklaşan büyük dünya savaşının ne denli tehlikeler yüklü olduğu belli idi. Yapılacak en önemli iş Türkiye’yi olabildiğince bu beladan uzak tutmaktı.
Savaş; 1 Eylül 1939’da Hitler’in, Polonya’ya saldırmasıyla başladı. Hitler daha önce anlaştığı Stalin ile bu ülkeyi birlikte paylaşıyordu. Böylece geçici bir RUS-ALMAN yakınlaşması doğdu. Bu yakınlaşma Türkiye’yi zor duruma soktu. 25 Eylül’de Moskova’ya giden DIŞİŞLERİ Bakanımız Şükrü Saraçoğlu’na Stalin; Çanakkale’nin ortak savunması için bir anlaşma imzalanmasını ve Boğazların statüsünün yeniden incelenmesini önerdi.
Bu önerileri kabul etmeyen Türkiye; İngiltere-Fransa yanında katılmanın zorunlu olduğunu anladı.
19 Ekim 1939’da, iki devletle ittifak antlaşması imzalandı. Buna göre; Türkiye’ye bir Avrupa devleti saldırır da savaş çıkarsa, Fransa ve İngiltere bize yardım edecekti. Gene bir Avrupa devleti Akdeniz’de savaş çıkartırsa, Taraflar birbirine karşılıklı olarak yardım edeceklerdi.
Alman-Rus yakınlaşması sürdükçe, Anlaşmanın bu hükmüne dayanarak, Türkiye savaş dışı kaldı.
22 Haziran 1941’de Almanya Rusya’ya savaş açınca, işler değişti. Müttefikler yanına geçen Rusya, Türkiye’nin savaşa girmesini istiyordu. Bu yolla, Boğazlar açılacak ve Rusya’ya muhtaç olduğu yardım gidebilecekti. Buna karşın Türkiye; İngiltere ve Almanya ile yaptığı antlaşmaları ileri sürerek savaşa girmedi.
Ancak, Rusya’nın İran üzerinden yardım alması savaşı da zorlaştırıyordu
Bu nedenle Müttefiklerimiz üzerimizdeki baskıyı arttırdılar. 30/31 Ocak 1943’te Adana’da Churchill ile buluşan İnönü, Türk Ordusunun noksanları, müttefiklerce tamamlanırsa, savaşa katılacağını bildirdi. Ancak Müttefikler bu isteği yerine getiremediler.
STALİN; mutlaka boğazların açılmasını istemekteydi. Bu nedenle, ROOSEVELT VE CHURCHİLL, Kahire’de; İnönü’yü 4-6 Aralık 1943’te tekrar savaşa girmeye zorladılar. İnönü yine ordunun noksanlarını ileri sürerek, bunlar tamamlanırsa, 1945 Şubatında savaşa gireceğine söz verdi.
Gerçekten, Türkiye; İngiltere’nin isteği doğrultusunda 2 Ağustos 1944’te Almanya ile 3 Ocak 1945’te de Japonya ile siyasal ilişkilerini kesti.
4 Şubat 1945’te İngiltere, Rusya ve ABD YALTA Konferansında bir araya gelerek, 1 Mart 1945 tarihine kadar, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eden devletlerin, San Francisco’da yapılacak konferansa katılmalarına ve Birleşmiş Milletler’e kurucu üye olabilmelerine karar verdiler.
Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş açtı. Ama artık Dünya Savaşı bitmek üzere idi. Bizim bu savaşa girişimiz yalnızca formalite olmuştur.
28 Şubat 1945’te BM Beyannamesi Türkiye Maslahatgüzarı Orhan Erol tarafından ABD’de imza edildi.
Öte yanda da Müttefiklerin yanında gözüktüğünden, 15 Ağustos 1945’te: 10 Ocak 1942 tarihli “Birleşmiş Milletler “ Antlaşmasını kabul ederek bu örgütün üyesi oldu. 24 Ekim 1945’te BM antlaşması yürürlüğe girdi.
7 Mayıs 1945’te Almanya teslim oldu. 8 Mayıs 1945’te İkinci Dünya savaşı sona erdi.
2 Eylül 1945’te ise Japonya teslim oldu.
Böylece, Türkiye, savaş felaketini ustalıkla atlatmayı başardı.
İnönü, Türkiye’yi, tüm dış baskılara karşın savaş dışı tutmuş ancak, büyük devletlerin de öfkesine ve kinine hedef olmuştu.
Özellikle Sovyetler Birliği, Türkiye’nin savaş dışı kalması yüzünden Boğazları kullanamamaktan kaynaklanan sıkıntılı durumu hiç unutmamıştır. ABD, İngiltere ve Fransa da Türkiye’ye bu tutumunun hesabını sorma kararındadır.
Türkiye’nin savaşa girmemesi, SSCB’nin işini çok zorlaştırmıştı. Bunun hıncını almak ve ileride de böyle bir duruma düşmemek için, 19 Mart 1945’te Sovyetler, 17 Aralık 1925’ten beri yürürlükte olan Tarafsızlık Antlaşmasını tek yanlı olarak yürürlükten kaldırdı.
Savaş süresince de Amerikan ve İngiliz yöneticilerinden ısrarla, Boğazların gelecekteki durumunun görüşülmesini isteyen Sovyetler Birliğinin bu hareketi, Türkiye’de soğukkanlılıkla karşılandı.
7 Ağustos 1946’da; Rusya, Türkiye’ye verdiği NOTA ile “Boğazlar rejiminin yeniden görüşülmesini, buraları Türkiye ve kendisi tarafından ortaklaşa savunulmasını,” önerdi. Ayrıca Kars, Ardahan ve Artvin’i de istiyordu.
Sovyetlerin toprak istemi ve Boğazlara ilişkin önerisi, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler üyesi olmasına ve İkinci Dünya Savaşının bitmiş olmasına karşın; Batılılarca çekimser karşılanmış ve Sovyetlerin istekleri karşısında, tepki göstermemişlerdir. Türkiye de tek başına kalmıştır.
Tek güvencemiz; Ulusal Gücümüz ve savaş dışı kalan Ordumuzdu.
Türkiye; Sovyetlere, gereken yanıtı vermiş, istek ve önerilerini reddetmişi. Türk Ordusu da Sınırlarda yığınak yaparak beklemeye başlamıştır.
Batının konuyla ilgilenmesi; Türkiye’nin direnmesi hazırlıklara girişmesi ve Sovyetlerin, 24 Eylül 1946’da isteklerini ikinci bir Notayla yinelemeleri üzerine başlamış, ABD ve İngiltere, 9 Ekim 1946’da verdikleri yanıtla; Boğazların savunulmasında, Türkiye’nin tek sorumlu ve yetkili olduğunu, Boğazlarla ilgili bir düzenlemeye ve değişikliğe yandaş olmadıklarını bildirmişler, tehlike de böylece atlatılmıştır.
ABD Rus tehlikesinin büyüklüğünü kavramıştı. TRUMAN 12 Mart 1947’de yaptığı konuşma ile ünlü doktrinini açıkladı: “ABD, Birleşmiş Milletler Yasasına uygun olarak, hür ve demokratik ülkeleri destekleyecekti”. Dışişleri Bakanı Marshall da 5 Haziran 1947’de kendi ismiyle anılacak, büyük ekonomik yardım planını dünyaya duyurdu.
Başta Almanya olmak üzere, batı Avrupa ülkelerinin ekonomik açıdan desteklenmesi için öngörülen Marshall Planının ekonomik değeri ise 200 milyar doları buluyordu. Bu Programdan Türkiye ile Yunanistan da yararlanacaktı.
1947 yılında ABD “ TRUMAN DOKTİRİNİ”ni uygulamaya ve Türkiye’ye askeri yardıma başladı.
Bunu, 1948 yılında Batı Avrupa ülkelerinin Batı Avrupa Birliğini kuran Brüksel Anlaşmasını imzalamaları izledi. Ondan bir yıl sonra da NATO kuruldu.
NATO 1949 yılında kuruldu. Sovyetler Birliği de kendi nüfuzu altındaki Doğu Avrupa ülkeleriyle VARŞOVA PAKTINI oluşturdu.
Artık uluslar arası ilişkilerde, iki kutuplu bir sistem damgasını vuracaktı. Bu kampların ikisi de Nükleer silahlara ve güçlü ordulara sahipti. Yeni düzenin adı: “Dehşet Dengesi” idi.
İki tarafın elindeki silahlar, dünyada yaşayan tüm insanları birkaç kez öldürmeye yeterli idi.
NATO’nun kurulması, Soğuk Savaşın sonuna dek, Batı Avrupa ülkelerinin, güvenlik ve istikrar içinde yaşamasını sağladı. Bu Avrupa Kıtasının gördüğü en uzun barış dönemlerinden biri idi.
Türkiye’nin de Yunanistan’la birlikte 8 Şubat 1952’de katıldığı NATO, yüksek caydırıcı gücü sayesinde Sovyetlerin yayılmacı emellerine engel oldu.
Aslında Türkiye’nin NATO’ya katılması pek kolay olmamıştı. Türkiye daha kuruluşundan itibaren NATO’ya üye olmak istedi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Partinin en önemli dış politika hedefi NATO üyeliği idi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında; Sovyetlerin etki alanında olup da; Rus isteklerini, reddederek bağımsızlığını koruyabilen tek ülke Türkiye olmuştur.
Türkiye’nin Batı ile özellikle ABD ile olan ilişkilerinde, bu ilişkilerin giderek, biraz da yanlış siyasalar sonucu; Atatürk Devriminin, dış siyasasında, uluslar arası ilişkilerde, BAĞIMSIZLIĞIMIZI ZEDELEYECEK, davranışlardan kaçınma ilkesine ters düşmesinde, Sovyetlerin, Türkiye’den toprak istemesinin etkisi olmuştur.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı boyunca, Atatürk’ün Tam Bağımsızlık İlke ve Ülküsünü sürdürebilmiş, fakat savaş sonrası, Sovyet istekleri ve bu isteklerin atlatılmasından sonraki yanlış siyasalar, Türkiye’yi, günümüzde, haklı olarak tartışılan ve bağımsızlığımıza gölge düşüren, duruma ve ortama sürüklemiştir.
1947’den sonra, Türkiye Batı savunma Sisteminin daha çok içine girdi. Böylece, SSCB bir daha Türkiye’den herhangi bir istekte bulunamadı.
Ya bugün?
Yukarıda anlatılan gelişmeler, bugünkü gelişmeleri çağrıştırmadı mı zihinlerinizde?
ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde; 2003 yılında, Türkiye’nin tüm hava ve deniz limanlarını ABD’nin emrine vererek, Hatta Güney Doğu Anadolu’yu, ABD’nin işgaline açarak ABD ile birlikte Irak’a kuzeyden girmenin yolunu açmak üzere hazırlanan; 1 Mart teskeresi; TBMM’de CHP’nin yurtseverce direnmesi ve buna kimi Milletvekillerinin de farklı nedenlerle katılması ile reddedilince Türkiye’nin yazgısı yeniden “Kurtlar Sofrasına” konuldu.
Reddedilen ünlü 1 MART teskeresi’nin algılanışı ile “Türkiye’nin ikinci Dünya Savaşı’na girmeyişi” nin değerlendirilmesi arasında bir fark var mı?
Yine Türkiye cezalandırılmak istenmektedir.
Evet, ne yazık ki Tarih yine TEKERRÜR ediyor. Yani Türkiye; Cezalandırılıyor ve Türkiye de çıkış yolu arıyor.
İşte tam bugünlerde; yine bir Tezkere Konusu Türkiye’nin önüne konulacaktır.
Bu kez, ABD’nin Irakta başarısızlığa uğrayan askerleri Türkiye üzerinden çekilmeye ve bu arada topraklarımızda barındırılmaya çalışılacaktır. Hatta Hava ve Deniz limanlarımız, ABD tarafından ölçüsüz biçimde kullanılmak istenecektir.
Ve Türkiye’ye Afganistan ve Irak’a asker gönderme ve bulundurma yolunda baskılar yapılacaktır.
1945 sonrasında; Türkiye, Tam bağımsızlığından ödünler vererek, İkili anlaşmalara, Petrol yasalarına, Ekonomik ayrıcalıklara imza atarak genelde Batı’nın özelde de ABD’nin güdümüne girerek, Sovyetler Birliği tehdidinden kurtulabilmişti.
Ya şimdi; ABD’nin tehdidinden kurtulmak için kime sığınacak? Kime ne ödünler verecek?
Bölücü terörü önleyebilmek, ”Ermeni Soykırımı” iddialarından kurtulmak, Kuzey Kıbrıs’a sahip çıkmak, Ege’deki haklarını savunmak, hatta ekonomisini düze çıkarmak için neler yapacak?
Rusya’ya, Çin, Hindistan Birlikteliğine mi bel bağlayacak? İran’la mı iş birliği yapacak? Türk Devletleri ne mi yönelecek?
Yoksa kendi öz varlığına güvenerek, yeniden silkinip varlığına sahip mi çıkacak?
Evet, Türkiye ne yapacak?

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar