3 Mayıs 2010 Pazartesi

20- İZMİR'İN İŞGALİ; ÖNEMİ VE ANLAMI!

Ahmet AVCI
03 MAYIS 2010
İZMİR


İZMİR’İN İŞGALİ; 15 MAYIS 1919
ÖNEMİ VE ANLAMI…


YUNANİSTAN’A İŞGAL İZNİNİN VERİLMESİ

Birinci Dünya Savaşı sonrasında; Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla, Yunanlılar, Megali İdea adı verilen “Büyük Yunanistan” yaratma düşünün gerçekleşmesinin artık çok yakın olduğuna inanmışlardı.
Megali İdea: Tüm Ege adaları ile Ege bölgesindeki İonia’yı ve Pontus adı verilen Doğu Karadeniz kıyılarını, tüm Trakya’yı ve İstanbul’u kapsayan büyük bir devlet kurma hedefidir.
Yunanistan; Osmanlı devletine karşı Yunan yarımadasında 1821’de başlayan isyan sonunda 1829’da bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopartılan topaklarla genişlemişti…
1913 ikinci balkan savaşından sonra da Batı Trakya dışında (Bulgaristan almıştı.) bugünkü sınırlarına erişmiş, Ege’de de On iki ada dışındaki tüm adaları elde etmişti. (İmroz ve Bozca ada hariç)
Bu devletin, yöneticilerinde, ölçüsüz bir genişleme tutkusu vardır. Genişlemek için tarihi kurcalayıp dururlar. “Büyük Yunanistan Ülküsü” en ateşli temsilcisini Giritli Elefteriyos Venizelos’ta bulmuştur.
Birinci Dünya Savaş’ının başlamasıyla; Ülkesini büyük savaşın dışında tutmaya çalışan Kral Konstantin’in tersine Başbakan Venizelos, İngilizlerin yanında yer almak için sabırsızlanmaya başlamıştır.
 Birçok Yunan subayı, Alman İmparatoru Wilhem’in kız kardeşi ile evli olan Konstantin’in Alman casusu olduğuna inanmıştır.
Krala bağlı askerler ile Venizelos’a bağlı “Milli Savunma” (Etniki Amyna) adlı örgütün yandaşları mücadele etmeye başlamışlardır.
Sonunda Kral Konstantin, oğlu Aleksandros lehine tahttan çekilmek zorunda kalmış ve Yunanistan’dan ayrılmıştır. 
Yunanistan, artık görünen zaferden pay almak için savaşa katılacak Avusturya ve Bulgaristan’la savaşacaktır.
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra; yapılacak genel barışın temel ilkelerini saptamak üzere 1919 yılı Ocak ayında Paris’te; İtilaf devletleri ona bağlı olan devletlerin (27 devlet) katıldığı büyük bir konferans toplandı. Doğal olarak bu konferansa dört büyük devlet egemendi. İngiltere, ABD, Fransa, İtalya idi.
Savaş sırasında yapılan plana göre; Anadolu’nun Ege ve Akdeniz bölgeleri, İtalyanlara bırakılmış ise de İngiltere artık; İtalya gibi güçlü bir devlete söz konusu bölgelerin verilmesini kendi çıkarlarına aykırı bulmaktadır.
Bu nedenle de Batı Anadolu’nun büyük bölümü güçsüz ve sürekli İngiltere’nin güdümünde bulunabilecek Yunanistan’a verilmeliydi.
Böylece; İtilaf Devletleri safında 1917 ortalarında Birinci Dünya Savaşına giren Yunanistan’a verilmiş söz de yerine getirilmiş olacaktı.
Yunan isteklerini Paris Konferansı’nda Yunanistan Başbakanı Venizelos yürütmüştü.
Venizelos, Konferans’a verdiği raporda, İstanbul dâhil bütün Trakya’nın ve Bandırma’dan Güney’e çekilecek düz çizginin batısında kalan bütün toprakların Yunanistan’a verilmesini, ayrıca Karadeniz’de bir Yunan “Pontus devleti” kurulmasını istemişti.
Venizelos;  gözlerini Batı Anadolu’ya dikmiştir. Savaşta yaptığı hizmetin karşılığını istemektedir.
 Ona göre;
a) Yunan anavatanının bir parçası olan tüm Trakya kendisine verilmeliydi.
b) Arıca Ege bölgesi de kendisinin doğal hakkı idi.
 Şöyle ki;
            Tarihsel bakımdan, Yunan Uygarlığı Batı Anadolu’da kurulmuş ve gelişmiştir. Anadolu’nun Batı Bölgesi bu bakımdan hep Yunanlı kalmıştır.
            Ayrıca Wilson ilkelerine göre de bu bölgenin Yunanistan’a bırakılması gerekir. Çünkü bu bölgede ki halkın çoğu Rum’dur. 
Wilson İlkeleri; Her ulusun kendi istediği yönetimi kurabileceğini söylüyordu. Mademki Ege’de çoğunluk Rumlarda idi öyle ise orada Yunan yönetimi kurulmalıydı.
Her yönden son derece anlamsız ve saçma olan bu gerekçelerin ikincisi ayrıca yalandı.
            Etkili konuşması, verdiği yanıltıcı bilgiler ve tüm dünyaya yayılmış, Yunanlı zenginlerin desteği ile kendilerine göre yeni bir dünya kurmağa çalışan bilgisiz politikacıları ve ileriyi göremeyen diplomatları etkilemişti.
İngiltere’nin Yakındoğu petrollerinin ve pazarlarının paylaşılması sırasında, bir ajan-devlete, olası bir Türk kıpırdanmasın bastıracak jandarmaya ihtiyacı vardır.
İngiltere Amerika’yı da ikna eder. Fransızlar da; Almanya’dan elde edecekleri çıkarları düşünerek, itiraz edemez ve böylece İtalya yalnız kalır.
Ve İtalya, Akdeniz bölgesi ile yetinmek zorunda kalır.
Ve ilk büyük çatlak oluşur.
Konferansta; Mondros Mütarekesinin 7.maddesinin tüm Ege bölgesi için uygulanması ve bu iş için Yunanistan’ın görevlendirilmesi karalaştırılmıştır.
İngiltere Başbakanı Lloyd George, Yunanlıları gözüne kestirmiştir…
Kanlı ve uzun bir savaşa yol açacak olan düşüncelerini açıklar:
            “Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı, Yunanistan’dır.”

Ateşkes anlaşmasının gerçek yapısına uygun olmayan bu tutum gizlice İtalyanlar tarafından Osmanlı hükümetine bildirildi ise de herhangi bir şey yapılamamıştır.
            14 Mayıs akşamı, İzmir Metropoliti Hrisostomos, Efes Kilisesinde Rumlara müjdeyi yetiştirir:
            “Kardeşlerim, Mükâfat zamanı gelmiştir.”

                        İZMİR’İN İŞGAL EDİLMESİ:  15 MAYIS 1919
           
İşgal öncesinde İzmir’de ki 17. Kolordu K. ve Vali Vekili Nurettin Paşa işgale karşı tedbirler alıp, Müdafaa-i hukuk cemiyetinin kurulmasına yardım edince İtilaf devletleri Osmanlı hükümetine baskı yaparak Nurettin Paşanın yerine Ali Nadir Paşayı, Valiliğe de Kambur İzzet bey’in atanmasını sağlamışlardır.
Yeni Vali İzmir’deki milli örgütlenmeyi engellemeye çalıştı. Ancak bölge halkı tehlikenin farkında idi.
Halk, işgalden bir gece önce Bahri Baba parkında toplanarak, İşgal girişimini protesto ettiler. REDD-İ İLHAK ilkesini ortaya attılar.
            14 Mayıs günü İtilaf devletleri İzmir’in kritik noktalarına asker çıkardılar ve 15 Mayıs 1919'da Yunan birlikleri İzmir’e çıktı.
Ve katliama da başladı.
İlk Türk kurşununu Hasan Tahsin attı.
Bu kahraman ve Zito Venizelos diye bağırmayan Albay Fethi Bey öldürüldü.
Bu arada şehirde rast gele öldürülenlerin sayısı bilinmiyor.
Ayrıca; Yunan mezalimini tasvip etmeyen ve tenkit eden Yunan Albayı Mazarakis de yunan askerlerince öldürüldü.
            Ege’de acı kanlı dönem başlamıştır.

            İZMİR’İN İŞGALİ ANADOLU’DA UYUYAN DEVİ UYANDIRDI. BU; ÖZELLİKLE İŞGALİ EN ÇOK DESTEKLEYEN İNGİLİZLERİ PİŞMAN EDECEKTİR…

             İŞGALİN ÖNEMİ:

            İzmir’in Yunanlılarca işgali, oluş ve sonuç bakımından birtakım gerçekleri de ortaya koymuştur.
Şöyle ki:

  1. Osmanlı Hükümeti, Ordusu ve Halk işgal karşısında büyük bir gaflet ve acizlik göstermiştir.
Böyle olmasa idi, işgal yine de önlenemezdi, ama enerjik bir davranış; hiç değilse işgal sırasında meydana gelen faciaları önleyebilir, İzmir’deki 17. Kolordu ve 56. Tümen karargâhları ve birliklerinin dağılmadan daha gerilere çekilmesini sağlar, önemli ölçüde silah ve malzemeyi kurtarabilir, işgal olayını uzun süre İzmir şehrinde tutabilirdi.
İzmir’in işgal edileceği açıkça belli iken hatta gazetelerde bile yazılırken Osmanlı Devleti hiçbir önlem almadığı gibi, İzmir’e de gerekeni yapabilecek Vali ve Komutan atamamıştır.
Vali Kambur İzzet’in “İşgalin yalan” olduğuna ilişkin açıklaması 15 Mayıs günkü Köylü gazetesinde yayımlanıyordu.
Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’da 14/15 Mayıs gecesi, tüm subayları evlerinden getirterek kışlada toplamıştı. Bu da Komutanın basireti (!) idi.
Böylece Kolordu subayları hep birlikte, işgali kışla penceresinden izlemişler; fakat ne haysiyetlerini ne de canlarını kurtarabilmişlerdir.
            Yunanlılar, 15 Mayıs günü, bir kısmı er olmak üzere, 30-40 askeri nedensiz olarak öldürmüşler, 60 askeri de yaralamışlardır.
            O gün Milletin ve Ordunun; şerefi, haysiyeti, gururu, Kordon boyunda, kaldırımlarda sürüklendi ve çiğnendi.
            14/15 Mayıs gecesi İzmirlilerin gösterdikleri çaba bile acı tablonun oluşmasını önleyemedi.

            2. İzmir’in işgali, Yunanistan’ın hak iddia ettiği Batı Anadolu topraklarını ilhaka hiç de hazır ve layık olmadığını göstermiştir.
            Türkler tarafından bir direniş gösterilmediği halde, Yunanlıların işgal günü İzmir’deki davranışları, bir devlet gücüne yakışmayacak ölçüde çirkin ve korkunçtur.
Gazeteci Hasan Tahsin’in attığı bir tabanca kurşunu, Yunan birliklerini çileden çıkarmış, şehrin birçok yeri savaş alanına döndürülmüştür.
Hükümet Konağına kışlaya ve evlere rast gele ateş açılmıştır.
Silahlı yerli Rumların da katıldığı bu askeri harekette yalnız bir taraf silah kullanmakta idi.
Yerleşmek üzere gelen istilacı bir gücün, bu davranışı yanlıştı.
            Yunan askerinin İzmir’e gelişi, bir devlet gelişi değildi. Buradaki Türklere bir tebaa işlemi yapılmayacağı belli oluyordu.
Uzun süredir hazırlanan ve tahrik edilen İzmirli Rumlar ise, istilacı güçlerin karşılayıcıları iken, bir anda öncü kuvvet oluvermişlerdi.
            Büyük ve eski medeniyetin varisi olan bu küçük devletin, hak iddia ettiği Batı Anadolu topraklarını ilhaka hiç de hazır ve layık olmadığı ilk günden anlaşılmıştı.
Yunanlılar, eski İyonya’ya yeni bir düzen değil, kin ve zulüm getirmişlerdi.
Bu nedenle Türk-Yunan çatışması son derece çetin ve kıyıcı olacaktı.

3. İşgalin niteliği ve oluş biçimi Türkleri uyarmış ve tehlikenin büyüklüğünü göstermiştir.
Mütarekeden sonra, İstanbul’un işgali, resmi çevrelerce, kaybedilmiş bir savaşın sonucu olarak kabul ediliyor ve geçici sanılıyordu.
Güneydeki Fransız ve İngiliz işgalleri ve Doğuyu tehdit eden Ermeni kuvvetleri, yerel tehlikeler olarak görülüyordu. Doğu Karadeniz bölgesini hedef alan “Rum Pontus” devleti iddiaları henüz söylenti olmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
İzmir’in aniden Yunanlılarca işgali, Türkler üzerinde şok etkisi yarattı.
İzmir’deki Yunan işgali, yayılmayı ve kalıcı olmayı hedef alan bir görünümdeydi.
Aslında bu işgale tepki, aynı şiddetle, ani ve yaygın olmadı.
Mustafa Kemal Paşa’yı düşündüren ve endişelendiren bu ölü dönem neyse ki uzun sürmedi.
İstanbul Mitingleriyle ve Mustafa Kemal Paşa’nın da uyarmalarıyla, Anadolu’nun değişik yerlerinde yapılan mitinglerle şaşkınlık havası silinmiştir.
Yunan Birlikleri, İzmir’den içerilere doğru ilerledikçe, her tarafta tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılmıştır.
Batı Anadolu’da ki olaylara seyirci kalan hükümetin güçsüzlüğü de ayrıca, bir geçeği ortaya koyuyordu: Artık bu hükümetten bir şey beklenemezdi.

İŞGALİN ANLAMI:

İşte bu iki gerçek, Kuvayı Milliye’nin doğuşunu ve Milli Mücadelenin kolaylaştıran faktörler olmuştur.
Şöyle ki:

  1. İzmir’in İşgali, Anadolu İhtilalinin doğmasında olumlu bir etki yapmış ve İhtilali çabuklaştırmıştır.
İdeolojik bir yönü olmayan Anadolu İhtilali, Mustafa Kemal’in kafasında, Siyasi sistemi, değiştirerek ülkeyi kurtaracak yeni bir rejim kurmayı hedeflediğinden, İzmir’in işgali ve hükümetin işgal karşısındaki tutumu, ihtilal liderlerinin çok işine yaramıştır.
    • Halka "dış düşmanı"  hedef göstererek devlet düzeni dışında bir organizasyon kurmak olanak ve fırsatını vermiştir.
    • Sonra da bu organizasyonu, ülke haklarını korumayan hükümete karşı işletmek, Anadolu İhtilalinin stratejisinin temelini oluşturma fırsatını vermiştir.
İzmir’in işgali, Mustafa Kemal Paşa’ya bu fırsatı vermese idi, ihtilalın en büyük dayanağı olan Orduyu bile İstanbul yönetiminden ayırmak zor olurdu. O durumda, mevcut güçleri, bir ihtilal eylemine sokabilmek için, bu ölçüde net olmayan başka gerekçeler bulmak gerekecekti.
İyi bir rastlantı ile İzmir’in işgali ile Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması zaman bakımından da denk düşmüştür.
Fırsatlardan yararlanmayı bilen ihtilal lideri, ilk aşamada, Ülkeyi düşman işgalinden kurtaracak kişi rolünde görülmüş ve ihtilalcı kimliğini gizlemiş olmasına karşın, İzmir’in işgalini hükümete karşı alabildiğine kullanmıştır.
Durum böyle olmasa idi, Hükümetin ASİ ilan ettiği, ordu ile ilişiği kesişmiş bir Osmanlı eski paşasının arkasından gidecek pek az babayiğit çıkardı.
1919 Türkiye’sinin koşulları, böyle bir ihtilal için fazla elverişli değildi.

  1. İzmir’in işgali, Türk İstiklal Savaşının gerçek cephesini ve savaşılacak asıl düşmanı ortaya koymuştur.
Kuzeydoğu sınır bölgesinden (BATUM; KARS; ARDAHAN), İngilizler çekilmişler ve yerlerini Ermeni kuvvetlerine bırakmışlardı. Bu cephede yalnız Ermenilerle savaşmak söz konusu idi.
Güney de ise İngilizler, Antep, Urfa Maraş gibi birkaç yeri işgal etmişler ve sonra da Fransızlara bırakmışlardı.
İtalyanlar, büyük bir işgalci güç olarak görünmüyorlardı. Antalya ve Konya’da bulundurdukları küçük birlikler,  fazla bir endişe yaratmıyordu.
İngiliz, Fransız ve İtalyanların Anadolu’nun değişik yerlerinde bulundurdukları kontrol subayları ve Samsun ve Ankara gibi bazı yerlerdeki küçük işgal birlikleri, bu devletlerin Türkiye ile yeni bir savaşa girişmeyeceğine gösteriyordu.
Zaten savaş sonrası durumları gereği; İngiltere, Fransa ve İtalya’nın yeni bir savaşı göze alamayacakları belli olmuştu.
Büyük devletler, yenilmiş Osmanlı Devletine zafer programlarını, siyasi yollarla ve hazırlıkları süren barış antlaşması ile kabul ettireceklerin umuyorlardı.
Fakat Yunanlıların önemli güçlerle Anadolu’ya çıkmaları, kendirline verilen bölgeyi kendi topraklarına katmak için gerekirse savaşmak niyet ve karında olduklarını belli etmişlerdi.
Türkiye her şeyden önce, kendi topraklarından bu küçük devleti atmak zorunda idi. Bunu yapamadıktan sonra, büyük devletlerin emellerine karşı durulamazdı.
Öyle ise; Türk kurtuluşunun sağlanması için girişilecek kurtuluş savaşının asıl cephesi Batı Anadolu’da kurulmuş demekti. Dolayısıyla savaşılacak düşman da belli olmuştu.
Türk Kurtuluş Savaşının planı bu gerçeğe göre hazırlanabilirdi.

Böylece İzmir’in Yunanistan tarafından İşgali Kurtuluş Savaşının hem gerekçesini,  hem hedefini, hem de yöntemini belirlemiştir.

Kaynaklar:
1.    Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler.
2.    Sabahattin Selek: Anadolu İhtilali…
3.    Alev COŞKUN: Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay








Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar