3 Mayıs 2010 Pazartesi

21- İSMET İNÖNÜ HİTLERMİŞ!

Ahmet AVCI



3 MAYIS 2010- İzmir




21. İSMET İNÖNÜ HİTLERMİŞ!




AKP Genel Başkanı; Ocak Ayında; “Cumhuriyet Halk Partisi Sivil Diktatördür” demişti… Ben de 26 Ocak 2010’da aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım…


Dün de: “İsmet İnönü”yü Hitler’e benzetti…


Bu lafı duyunca; Mevlana’nın, ünlü ‘Söz ve adam deyişini’ hatırladım. Kanım dondu…


Bu yönetimi hak etmiş miydik, bu kişiler tarafından yönetilmeyi hak etmiş miydik?


Yeniden yazmak ve içimi dökmek istedim…


Ama eski yazımı okuyunca; Cumhuriyet Halk Partisi’ni yazarken; aslında İsmet İNÖNÜ’YÜ anlatmış olduğumu gördüm. Ekleme yapmaya da gerek duymadım…


Saygılarımla…






“Cumhuriyet halk partisi sivil diktatör” müş…






“CHP’SİZ NE Cumhuriyet olur, ne Bağımsızlık olur ne de Demokrasi olur. Bir gecede kurulmuş olan siyasi partilerin, tarikatların, gericiliğin ve dış güçlerin esiri olmuşluğu da ortadadır” ostüzü.






Cumhuriyet Halk Partisi, Müdafaa-i Hukuk Derneklerinin, Kuvay-ı Milliyelerin, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın, Lozan’ın uzantısı olan bir partidir.


Bu ülkeyi ve Türk Ulusunu düşman işgalinden kurtaran ve Türkiye Cumhuriyetini kuranların oluşturduğu bir siyasi partidir.


Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında vatanlarca toprağını yitirdiği gibi, nüfusunun da yarıdan fazlasını sınırları dışında bırakmış, ülküsünü, refahını ve tüm geleceğini kaybederek, işgal altındaki vatanında karanlıklara gömülmüştü.


Müdafaa-i Hukuk Derneklerinin öncülüğünde, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının liderliğinde oluşan yönetim, İşgalden kurtardığı ülkeyi, kölelikten kurtardığı halkı, çağdaş uygarlık yolunda ilerleterek, üzerindeki tüm boyundurukları kaldırıp atmış, tüm dış borçları ödemiş, ülkeyi kalkındırma çabalarını ortaya koymuş ve toplumu yeniden yapılandırmış, yabancıların elindeki tüm varlıklarımızı millileştirmiş, devletimizin de egemen ve tam bağımsız olarak, dünya üzeride yerini almasını sağlamıştır…


Ve Bu tam bağımsız Devleti, İkinci Dünyası Savaşı gibi bir beladan uzak tutmuş ve sonrasında da yaptıklarının en anlamlısını gerçekleştirerek, Demokrasiye geçmiştir.


Özetle Teokratik sistemde teslim aldığı bir yönetimi önce Cumhuriyet’e sonra da Demokrasiye taşımıştır…


Demokratik, laik bir Cumhuriyeti, Faşizm’e özellikle de teokratik faşizme götürme çabası içinde hiç olmamıştır.


İzninizle biraz da tarihe dönelim…


(CUMHURİYET Türk Mucizesi - Turgut ÖZAKMAN)


“13 AĞUSTOS 1923 sabahı, Lozan Barış Antlaşmasını imzalayan, İsmet Paşa, Hasan Saka ve danışmanları ile birlikte Ankara’ya gelmiştir…


Mustafa Kemal Paşa ve eşi İsmet Paşa’yı alarak, Çankaya Köşküne çıktılar.


İsmet Paşa yolda, ‘Rauf Bey Hasta mı’ diye sordu. Çünkü Rauf Bey Başbakandı ve Lozan Heyetini karşılamaya gelmemişti.


‘Hayır. İstifa ederek Ankara’dan ayrıldı’


‘Neden?’


Mustafa Kemal, şoförünün yanında veremediği yanıtı eve gelince verdi:


‘Seninle karşılaşmak istemedi. Ayrılmadan önce de Hilafet Makamının güçlendirilmesini istedi.’


‘Ne diyorsun?’


‘Rauf Beyin yerine birisini seçmek gerekiyor.’


‘Kimi düşünüyorsun?’


‘Fethi Bey’i.’


İsmet Paşa’nın gözleri parladı:


‘Çok iyi.’


‘Niye o kadar sevindin?’


‘Bir an beni düşündüğünü sanıp çok korktum. Çünkü antlaşma TBMM’de onaylanınca hiç olmazsa bir ay dinlenmek istiyorum.’


‘Hak ettin ama yapacak çok şey var İsmet.’


Yapılacak işleri saydı. İsmet Paşa da Lozan Antlaşması hakkında bilgi verdi. Açıklamasını ‘Ama antlaşmanın eksikleri var’ diye bitirdi.


Mustafa kemal Paşa, ‘Evet ama…’ dedi. ‘…Hepsi zamanla halledilecek konular. Lozan’da tam bağımsızlığımızı sağladınız. Önemli olan bu…’


İsmet Paşa ayağa kalktı:


‘Fakat sürekli tetikte durmamız gerekiyor. Açık verirsek, Sevr anlayışı her zaman patlayabilir. Çünkü yaşamak ve kurtulmak için kendilerine avuç açacağımıza, böylece tüm kazandıklarımızı geri alacaklarına inanıyorlar. Çağdaşlaşacağımıza, Uygarlık âlemine katılabileceğimize ihtimal bile vermiyorlar. Hep ikinci üçüncü sınıf yoksul, geri bir Doğulu Millet olarak kalacağımızı düşünüyorlar.’


‘Yanıldıklarını görecekler. Türkiye yüz yıldır kendini yenilemeye çalışıyor. Doğruları yanlışları ile arkamızda büyük bir deney birikimi var. Üstelik bizimki o ürkek denemelerin devamı olmayacak. Yaşama gücümüz ve hakkımız olduğunu dünyaya kanıtlayacağız.’


Latife Hanım Paşaları, Türkiye Büyük Millet Meclisine geç kalmamaları için erkenden yemeğe davet etti.


YENİ MECLİS 13.30’da açıldı.


Mustafa Kemal PAŞA 196 oyla ikinci kez, Türkiye Büyük Millet Meclis’i Başkanlığına seçildi. Bir oy da İsmet Paşa’ya çıkmıştı. Bir Milletvekili, ‘Onu da belki Mustafa Kemal Paşa vermiştir!’ dedi.


Mustafa Kemal Paşa, yoğun alkışlar arasında Başkanlık kürsüsüne çıktı. Mondros Ateşkes Antlaşmasından başlayarak son dört yılın özetini yaptı. Yeni Meclis’e Milli Mücadele’yi, Sevr’i, zaferi ve barışı anlattı. Çözüm bekleyen önemli sorunları anlattı.


Ve yeni Milletvekillerini Cumhuriyet düşüncesine hazırlamak için dedi ki:


‘Yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir. Geçmişin kurumları ise bir şahıs devleti idi, şahısların devleti idi…


Büyük düşünce akımları, köhne kurumlara ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların, amansız düşmanıdır.


Avusturya, Almanya, Rusya hatta dünyanın en tutucu bir uygarlığına mensup Çin İmparatorluğu, o büyük düşünce akımının kahredici darbeleriyle gözlerimizin önünse devrilmiştir.


İşte Efendiler, yeni Türkiye Devleti de cihana hâkim o büyük ve kudretli düşüncenin Türkiye’de tecellisidir.’


Muş Milletvekili İlyas Sami Efendi ve arkadaşları ‘Sevr’i Lozan’a çeviren ORDU’YA Meclis’in şükranlarının bildirilmesi’ni önerdiler.


Öneri oybirliği ile kabul edildi. Büyük Millet Meclisi Orduları olmasaydı, Anadolu ve Trakya, sekize bölünecek, Türkiye ebedi denetim altında zavallı bir devletçik olacaktı.


Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Ordusunu kuran ve zaferi sağlayan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisini de yücelten bir karar aldı.”






Bugün; İktidar ile Türk Silahlı Kuvvetleri ilişkilerine baktığımızda; ne yazık ki yüreğimiz kan ağlamakta…


Bir “Darbe Tehdidi” tutturulmuş…


Bence darbe tehdidi değil, “Darbe Paranoyası ” var… Ve bundan siyasal çıkar sağlama amacı var.


Bu paranoya gereği, Orduya yöneltilen düşmanca saldırılardan Merhum İsmet İNÖNÜ’NÜN DE nasiplenmesi elbette kaygı verici…


Şükredelim ki Mustafa Kemal Atatürk’e açıkça saldırma cesaretini hala bulamadılar…


Bilmezler mi ki:


İsmet Paşanın arkasında: Yemen var… Filistin cephesi var.


Kurtuluş Savaşı Kahramanlıkları, Mudanya, Lozan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu, Devrimlerin gerçekleştirilmesi ve uygulamaları var.


Dahası, Milli Mücadele gibi Kutsal bir İsyanın Millet İradesine dayandırılması var. Bu anlayışın neresinde sivil diktatörlük olabilir ki!


İkinci Dünya Savaşı belasından uzak tutma var…


Ülkeyi yeniden imar var…


Ve devleti Demokrasiye geçirme var…


Hırsızlık duymadık.


Gemicik duymadık.


Villacıklar duymadık…


Oğulları vardı, sünnet hediyesi avantası da duymadık.


Eşek yükü ile yolsuzluk dosyası da yoktu.


Askerine de halkına da Türkiye Büyük Meclisine de, Devletin Kurumlarına da saygısı tamdı.


Laiklik karşıtı eylemlerin hükümlüsü değil, Laikliğin kurucusu idi.


Halkı, din ve ırk farkı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek hükümlüsü de asla olmamıştır.


“Bu ülkede namussuzlar kadar namuslularının da cesur olması gerektiğini” söyleyen de odur… Belki de bugünler için seslenmiştir.


Bop. Eşbaşkanlığı gibi bir görevi elinin tersi ile iterdi.


İhanet, Devleti ve Ülkeyi satma gibi ithamların da hedefi hiç olmamıştı…


Devlet olanaklarını da yandaşlarına peşkeş çekmemişti…


Ülkenin Varlıklarını da Özelleştirme adı altında har vurup harman savurmamıştı.


Başka devletler tarafından kullanılmak ya da deliğe süpürülmek gibi bir ZİLLETİ DE HİÇ KİMSE KENDİSİNE YAKIŞTIRAMAZDI.


Elbette Türk Milleti’nin gözünde herkesin bir değeri vardır: İsmet Paşa’nın da; Müslüman rakiplerini bile acımasızca katleden “ Gülbettin Hikmetyar’ın önünde diz çöküp yalvaranların da…


İşte bu nedenlerden dolayı, Türkiye Cumhuriyeti de, Türk Demokrasisi de ve TAM BAĞIKSIIZLIK TA, CUMHURİYET HALK PARTİSİZ ASLA VE KAT’A DÜŞÜNÜLEMEZ…






Ahmet AVCI


26 OCAK 2010






Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar