22 Nisan 2013 Pazartesi

172- EGEMENLİK VE MİLLİ EGEMENLİK!



EGEMENLİK VE ULUSAL EGEMENLİK

            Egemenlik kavramı çok tartışılan; içten ve dıştan tecavüze, tasalluta uğrayan, gerçek sahiplerinin de onlar adına egemenliği kullananların da pek önemsemediği bir olgudur.
            Egemenliğin kaybı, ulusları köle ve tutsak yapar, gözyaşına boğar.
 Egemenliğin kazanılması da; gözyaşı, alın teri, acı ve kanla mümkündür.
            Egemenlik: Egemen olma hali; bir devletin başka bir devletin boyunduruğu altında bulunmaması, kendi kendini yönetmesidir.
            Egemen Devlet: buyruk ve hüküm sahibi; buyruklarını yürüten, bağımlı olmayan, devlet demektir.
            Egemen Eşitlik: Uluslar arası uygulamalarda; diğer devletlerle eşit olabilmektir.
           Milli egemenlik: Devletin dış güçlerden BAĞIMSIZLIĞI ve yönetim erkinin ALLAH’A, dine ya da geleneğe değil, Millete dayalı OLMASIDIR. (yasama, yürütme ve yargı gibi tüm devlet organlarını ve güçlerini kapsar)
            Milli İrade: yargı denetiminde yapılan, periyodik, serbest ve adil seçimler sonunda oluşan, Meclis’te temsil edilen siyasal güçtür. (iktidar ve muhalefeti kapsar)
            İktidar: Mecliste oluşan, Milli İrade’nin temsiline göre belirlenen yönetimdir. (Hükümeti ve hükümetin Meclis’teki gücünü belirtir)
            Bilindiği gibi; Osmanlı Devletinde; egemenlik tümüyle Osmanlı ailesine aitti. Ailenin en yaşlı ya da yetkin üyesi kim ise; O, ‘Egemenlik Hakkı’nı ailesi adına sınırsız olarak kullanırdı.
            Osmanlı’da; özellikle Halifeliğin kabulünden (1517) sonra iktidar, Tanrısal iradeye dayatılmıştı.
            Devletin başı olan ve devletin kendisi sayılan Padişah; doğrudan doğruya tanrısal irade ile iktidara sahip bulunuyor ve devleti yönetiyordu.
            Egemenliğin kaynağı ve dayanağına dokunulmadan, yalnızca Padişahın yetkilerinin sınırlandırılması ya da egemenliğine ortak olunması çabaları, Osmanlı devletinin son dönemlerinde, görülmüş ise de; Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Birinci ve İkinci Meşrutiyetler, gibi düzenlemeler (AÇILIMLAR) ne devleti ne de Saltanatı kurtarabilmiştir.
            Birinci Dünya Savaşında yenilen Osmanlı Devleti, egemenliğini de Saltanatını da İtilaf Devletlerinin insafına bırakmıştır.

            Ancak; Türk Usunun Büyük Önderi Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi ile ‘VATANIN BÜTÜNLÜĞÜNÜ VE ULUSUN BAĞIMSIZLIĞINI, YİNE ULUS’UN AZİM VE KARARININ KURTARACAĞINI’ dünyaya duyurmuştur.
Bu karar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde pekiştirilmiş, TBMM’NİN 23 Nisan 1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını halktan alan İnsan Hakları Esaslarına dayandırıyordu.
23 Nisan 1920’de; Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya (Saltanattan, Ulus’a) geçmekle kalmıyor, Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel Osmanlı Egemenliğinin yerine ULUS EGEMENLİĞİ geçiyordu.
Osmanlı Devletinin karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal Meclisi olarak, tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘ULUSAL EGEMENLİĞİN’  önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar durabilirdi.
Meclisin kurucusu Mustafa Kemal, bu olayı; “23 Nisan 1920, Türkiye Milli Tarihi’nin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına karşı, ayaklanan Türkiye Halkının TBMM’Nİ vücuda getirmek, hususunda gösterdiği mucizeyi ifade eder” sözleriyle değerlendirerek, ‘MECLİSİ ULUSAL İRADENİN’ eseri olarak göstermiştir.
23 Nisan 1920’te Ankara’da Meclis açıldıktan sonra; adını koyan ilk kararında; TBMM deyimini kullanmıştır. TBMM,  ‘Türk Ulusunu temsil edecektir.’
Adının başındaki “TÜRKİYE” sözcüğü devlet yaşamında ilk kez kullanılmaktadır.
Osmanlı Anayasasında; Devlet; “Osmanlıdır”, Saltanat; “Osmanlıdır”, Ülke; “Osmanlıdır”, Uyruklar; “Osmanlıdır.
Oysa açılan yeni dönemde; “Türklük”, “Osmanlılık” ın üzerine çıkmaktadır.
Artık Türk Milliyetçiliği de filizlenmektedir.
Kurulan yeni devlet; temelini Türk Ulusu’na dayandırmaktadır. Bunun da bir DEVRİM olduğu görülmektedir.
Göksel İrade; yerini insan iradesine, beşeri İRADE’YE bırakmıştır. Egemenliği kullanma hakkı, fiilen halkın temsilcileri tarafından, halk adına kullanılmaya başlanmıştır.
Ulus Egemenliği ile Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Emperyalizm ve Hıristiyanlık yenilmiş, Megalo İdea ortadan kaldırılmış, Sevr Antlaşması yok edilmiş, Batı Anadolu ve Trakya işgalden kurtarılmış, Doğu Sorunu çözülmüş, Saltanat ve Halifelik kaldırılmış, Lozan Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı hesapları ve yüzlerce yıllık sorunlar çözülmüş, Misak-ı Milli esasları yaşama geçirilmiş ve Yeni Türk Devleti Dünyaya tanıtılmıştır.
Mustafa Kemal’in hedeflediği DÜZENİ, yani “Milli Egemenlik ve Bağımsızlığa bağlı, aynı zamanda barışçı ve insancı, Milliyetçi, Laik, Halkçı, Demokratik Parlamenter Sistemi benimsemiş, Atatürkçü özde Devrimci, tüm Dünya Uluslarıyla her alanda işbirliğine açık, her türlü diktayı reddeden, Haklar, Hürriyetler ve Kalkınma düzenini” kurma çabasına girmiştir.
93 yıl önce bugün; egemenlik, hanedandan sökülüp alınarak, gerçek sahibine teslim edilmiştir.
Bu uygulama ile Türk Toplumunun, Ümmet’ten Ulus’a, ‘Kulluk’tan ‘Yurttaş’lığa geçişi sağlanmıştır.
Bu Devrimi gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk ve dava Arkadaşlarını şükranla yâd edelim ve bize kazandırdıklarının değerini bilelim.
VE BU BİLİNCİMİZİ KORUYARAK, BİZİ YENİDEN “ÜMMET”E VE “KUL” OLMAYA DÖNÜŞTÜRMEK İSTEYENLERİ, AÇILIMLARLA; EGEMENLİĞİMİZİ; BÖLÜCÜLERLE PAYLAŞTIRMAK İSTEYENLERİ, BOP VE KÜRESELLEŞME MASALLARIYLA BİZİ AB VE ABD’YE,  MAHKUM ETMEK İSTEYENLERİ DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATALIM…

Ahmet AVCI
İZMİR
23 NİSAN 2013                       



Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar