9 Nisan 2010 Cuma

18- DOĞU SORUNU

DOĞU SORUNU

Osmanlı İmparatorluğunun kanayan bir yarası olarak süregelen ve günümüzde de yansımalarını hissettiğimiz “Doğu Sorunu”nun ne olduğunu merak ettiniz mi hiç?

Doğu Sorununun ne olduğunu anlayabilirsek; bugün ibretle izlediğimiz gelişmelerin nedenini daha iyi anlayabileceğiz.

“Doğu Sorunu”, 18’nci yüzyıl sonlarından başlayarak, Avrupalı büyük güçlerin başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere Yakındoğu’da uyguladıkları emperyalist siyasetin diğer adıdır.

Avrupalı büyük Devletlerin Osmanlı Devleti topraklarını kendi aralarında paylaşma siyasetine de; ŞARK MESELESİ = DOĞU SORUNU denilmektedir.

“Doğu Sorunu” deyimi, ilk kez Viyana Kongresi sırasında 1815’te Rus Çarı Aleksandır tarafından, “Rum Sorununa“ dikkatleri çekmek için dile getirilmiştir.

“Doğu Sorunu” olarak ortaya konulan bu siyasi kavram,  ana konu petrol olmak üzere bütün Ortadoğu’yu (Lübnan, İsrail, Filistin ve bütün Arap âlemi) - bugünkü BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ- kapsamaktadır.

Bu bölgelerin tamamı Türklerin elinde olduğu için esas hedef ortaya çıkmaktadır.

Ermeni Sorunu da bu konunun doğu Anadolu bölümünü oluşturmaktadır.

Ancak; konuya biraz daha eskilere giderek bakacak olursak bunun basit bir “Doğu Sorunu” olmaktan çok bir Müslüman-Hıristiyan ya da Türk-Avrupalı sorunu olduğu görülecektir.

Daha doğrusu bu bir “Haçlı” sorunudur.

Doğu sorununun anlamı:

Doğu sorunu aslında - adı konulmasa da-  Türklerin Anadolu’ya girişlerinden öncesine dayanmaktadır.

AVRUPALI İÇİN BU OLAYIN AŞAMALARI:

1.             BİRİNCİ AŞAMA

A. Türkleri Anadolu’ya sokmamak,
B. Türkleri Anadolu’da durdurmak,
C. Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek,
D. Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine ilerleyişine engel olmak.

Avrupalı tüm bu aşamalarda; önlemlerini almasına rağmen başarılı olamamış ve Türkler Rumeli’ye geçerek Avrupa içlerine Viyana’ya kadar ilerlemişlerdir.

1683 tarihinde viyana önlerinde ki yenilgiden sonra Avrupalı için 1920 tarihine kadar sürecek olan yeni aşama başlayacaktır.

2. İKİNCİ AŞAMA

A. Balkanlardaki Hıristiyan milletleri Osmanlı egemenliğinden kurtarmak. Onları isyana teşvik etmek, önce muhtariyetlerini sonra bağımsızlıklarını kazanmalarını sağlamak. Bu işi Asya’da yaşayan azınlıklar için de yapmak.

B. Eğer bu gerçekleştirilemezse Hıristiyanlar için reformlar istemek ve Bab-ı Ali nezdinde girişimde bulunmak.

C. Türkleri balkanlardan tamamen atmak.

D. İstanbul’u Türklerin elinden almak.

E. En sonunda Anadolu'yu paylaşmak, Türkleri Anadolu'dan çıkarmak.

Doğu Sorunu; zamana bağlı olarak da anlam bakımından farklılık göstermiştir:

19. Yüzyılın başında; İngiltere bakımından, ”Osmanlı’nın Toprak bütünlüğünün korunmasıdır."

19. Yüzyılın ikinci yarısında; Tüm Avrupa için; Avrupa’nın Hasta Adamı Osmanlı Devletinin Avrupa’daki topraklarının paylaşılmasıdır.

19. Yüzyılın sonunda ise; Osmanlı’nın tüm topraklarının paylaşılmasıdır.

Osmanlı Devleti, aslında, 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Doğu Sorununun merkezindeki yerini almıştır.

İngiltere, Fransa, Avusturya ve özellikle Rusya, büyük çöküş yaşayan Osmanlı İmparatorluğunu siyasi ve ekonomik kıskaca almaya başlamışlardır.

Doğu Sorunu esas anlamını; Osmanlı Devleti’nin, Ekonomik (1838) ve Askeri (1839) iflası üzerine bir tür ”gölge devlet” durumuna düşmesi ile almıştır.

Avrupa’nın herhangi bir büyük devleti, istediği zaman Osmanlı ülkesini istila edip, sömürgesi haline getirebilecek güce sahipti.

Osmanlı devleti Dünyanın başka bir bölgesinde bulunsaydı; bunun kısa sürede gerçekleşmesi beklenebilirdi. Ancak Osmanlı Devleti, Avrupa’nın içinde ve dışında, öyle bir kritik konuma yani jeopolitik özelliğe sahipti ki, hiçbir büyük devletin, Osmanlı Ülkesine egemen olmasına tahammül edilemeyeceği gibi, bu ülkeyi herkesi memnun edecek biçimde paylaşmak da zordu.

Öte yandan, Osmanlı Devleti içinde yeşeren, Ulusçuluk Akımları VE BUNUN SONUCUNDA PATLAK VEREN AYAKLANMALAR dolayısı ile durduğu yerde de bir parçalanma süreci yaşamaktaydı.

Bir yüzyıl içerisinde; Yunanistan ve Sırbistancın bağımsızlığını kazanmış, Eflak ve Bulgaristan Rusya’nın himayesine girmiştir.

Fransa’nın Mısır’ı işgali, Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanları, büyük devletlerin Osmanlıya müdahaleleri, Osmanlıyı iç ve dış tehditle başa çıkamaz duruma getirmiştir.

Bunların sonuçları ile aynı yüzyıl içinde yapılan ve adına Tanzimat Hareketleri denilen Tanzimat-ı Hayriye (1839), Islahat Fermanı (1856) ve bu hareketlerle yabancılara özellikle de Ermenilere verilen tavizler sonucunda 1875’ten sonra koca imparatorluk dağılıp gidecektir…

Bu süreç bile Avrupa Devletlerinin biri birine girmesine yol açıyordu.

Avrupa dengesinin bozulması da savaş çıkması olasılığını arttırıyordu.

Görüldüğü gibi; DOĞU SORUNU bir bakıma Avrupa Emperyalizminin yani Batı’nın bir sorunu idi.

Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli anlaşmalarla paylaşma planı uygulamaya konuldu.

Rusya, 1917 yılında çıkan İhtilal nedeni ile savaştan çekilince, ”DOĞU SORUNU”; İngiltere, İtalya ve Fransa tarafından kendi istedikleri biçimde çözülmek istendi.

Asıl amacı Sevr antlaşmasıyla gün ışığına çıkacak olan DOĞU SORUNU’NUN Osmanlı toplumuna ödettiği çok ağır fatura olmuştur.

İmparatorluğun Türk olmayan unsuru, Arapların yaşadığı yerler “Manda” sistemi ile paylaşılırken, TÜRK’ÜN anayurdu ANADOLU da yağmalanıyordu.

OSMANLIYA DAYATILAN SEVR ANTLAŞMASI İLE “DOĞU SORUNU” SONUÇLANDIRILMIŞTI…

Tarih kitaplarımızda; bir cümle hep göze batar:  Sevr antlaşması sonucu anlatılırken ”Türklere de Ankara ve civarında çorak topraklar bırakılmıştı.” gibi zavallı bir cümle…

Aslında bize bırakılan bir yer yoktu. Oraları bize orta Asya’ya gönderilmeden önce gösterilen son toplanma bölgesiydi.

Anadolu parçalanmış ve Türkler orta Asya’ya gönderilmek için son hazırlıklar yapılmaktaydı.

Hesap edemedikleri bir şey vardı; ”Yüzyılın Dâhisi”ni Türkler yetiştirmişti.

ONUN ADI MUSTAFA KEMAL İDİ.

Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde başlatılan Kurtuluş Savaşı ve Lozan barış Antlaşması ile hevesleri kursaklarında kalmıştır…

Düşmanlar yurttan kovulmuş, düşmanla işbirliği yapan Osmanlı Devleti yıkılıp;  Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.

Hanedan Mensupları da yurt dışına çıkartılarak, egemenlik ulusa teslim edilmiştir.

Böylece “Doğu Sorunu” Cumhuriyet Türkiye’si bakımından çözülmüştür.

Acaba, bugün gördüklerimiz ve yaşadıklarımız göz önüne alındığında: “Doğu Sorunu” gerçekten çözülmüştür, diyebilir miyiz?
ŞİMDİLİK KAYDIYLA DURDULAR. NASIL OLSA “O BİRGÜN” GELECEKTİ.

Ne yazık ki; Lozan Antlaşmasıyla “Doğu Sorunu”nu çözdüğümüzü sanırken, elin oğlu, konuyu başka ad ve uygulamalarla, önümüze koymaktadır.

İşte “o bir gün” Lozan'da İngiltere delegesi Lloyd George’un, ABD delegesiyle birlikte ismet paşaya söylediklerinde gizliydi:

”ismet, bugün hiç bir dediğimizi kabul etmiyorsun. Bunları hep bu cebime koyuyorum. ‘bir gün’ gelecek yıkık dökük ülkeni kalkındırmak için bana geleceksin. Çünkü para bende ve ABD de var. Fransa’ya da fazla güvenme. O gün bu cebimdekileri bir bir önüne koyacağım.”

İsmet İnönü bir konuşmasında bunu anlatır ve ”onun için biz millet onuru kırılmasın diye gidip hiç onlara avuç açmadık.” demiştir.

Bugün yapılanlar “Küreselleşme” adı altında “Doğu Sorunu”nun yavaş yavaş uygulanmasıdır.

Avrupa birliği talep ve kararlarını incelediğimizde; ortaya çıkan tablonun Sevr anlaşması ile örtüştüğünü görürüz.

Bugün, stratejik konumda bulunan toprak ve milli kaynaklarımız elden çıkarılmakta, bunun doğuracakları sonuç hiç düşünülmeden ”babalar gibi sattık.” denilmektedir.

İkinci dünya savaşı sonunda tüm borçlarını temizlemiş ve ithalat ihracat dengesi lehte fazla vermiş bir Türkiye nasıl bu hale gelebilir.

Bugün buna; ister, Kürt Sorunu, İster Ermeni Sorunu, İster Rum Sorunu hatta açılımı diyelim.

Hatta isterseniz BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİNİN uygulaması diyelim, ama SEVR’İ aklımızdan hiç çıkartmayalım.

Ve bilelim ki; BUGÜN DE; AVRUPA’NIN VE ABD'NİN TUTUMLARI AYNI DOĞRULTUDADIR...

Ahmet AVCI
9 NİSAN 2010


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar