22 Nisan 2014 Salı

238- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN AÇILIŞ SÜRECİ!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞ SÜRECİ
23 NİSAN 1920

Bu tarih; TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN açılış günüdür…
Türk Milleti’nin İradesini ortaya koyarak, İşgalcilere ve İşbirlikçilerine, örgütlü olarak karşı koyma günüdür…
TBMM’NİN 23 Nisan 1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını halktan alan İnsan Hakları Esaslarına dayandırmıştır.
23 Nisan 1920’de; Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya;Saltanattan, MİLLETE geçmekle kalmıyor, Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel Osmanlı Egemenliğinin yerine Ulus Egemenliği geçiyordu.
Osmanlı Devletinin karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal Meclisi olarak, tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘Ulusal Egemenliğin’  önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar durabilirdi.
Osmanlı Devleti istemeyerek girdiği BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN yenilgiyle çıkmıştı…
Türk Ulusu; Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Bağımsızlığını, Refahını, Ülkülerini ve Ülkesini yitirmiş ve korkunç bir gelecekle baş başa kalmıştı. (vatanlarca toprağını, milyonlarca insanını yitirmiş, Öz Vatanında vatansız kalmıştı.)
Bu Vatan nasıl kurtuldu? Bu DEVLET nasıl kuruldu?
94 yıl sonra neden bu soru? Çünkü unutmuşuz ya da geçmişimizi tarihimizi bilmiyoruz. Hamasi nutuklar atmadan ve biri birimizi yönlendirmeden kendi uydurduğumuz içi boş tarihi anlatmadan, bu soruyu sıkça sormanın da yanıtını da aynı sıklıkta vermenin de zamanı geldi. Hatta geçiyor bile!
            Bu soruyu sormadığımız için, bu vatanı çok kolay biçimde elimizden çıkarmakta bir sakınca görmüyoruz. Sınırlarımızın ötesinde olup bitenlere boş bakışlarla ilgi gösteriyoruz.
            Yugoslavya’da, Irak’ta neler olduğu umurumuzda bile değil. Aynı şekilde Ukrayna’da, Gürcistan’da, Suriye’de olan bitenler de bizi hiç ilgilendirmiyor.
            Bunların ötesinde; Türkiye’nin içinde olan bitenler de bizden ”ırak”.
Cumhuriyet’e ait ne varsa onları, Gazi Mustafa Kemal’e ait tüm izleri, 1923 sonrasını anlatacak hangi tesis, hangi fabrika, varsa ortadan kaldırıyoruz. Hem ticari olarak satıyoruz hem de tabelalarını bile mezara gömüyoruz.
            Geçmişimizden kurtulmaya çalışıyoruz. Neden?
Acaba bir tek soruyu sormamak için mi? “Bu memleket nasıl kurtuldu?”
            Bu soruyu sorduğumuz gün, bugün satıp kurtulduklarımızdan bu denli kolay vazgeçemeyeceğimiz için mi, Kemalist Cumhuriyet’e ait ne varsa yok ediyoruz.
            Gazi Mustafa Kemal, Demokratik yaşama geçişimizden bugüne kadar, toplumun belleğinden yok etmeye çalıştılar ama başaramadılar. Artık yoruldular ya da bunun için enerji harcamaya gerek yok, daha kolayı var, yarattığı eserleri ortadan kaldıralım. Nasılsa dünyada özelleştirme diye bir furya var, bunun arkasına sığınalım, kalkan olarak kullanalım; fırsat bu fırsat diyerek, ne soru sorduruyorlar ne tepki gösterilmesine izin veriyorlar. Yani ona ait ne varsa ortadan kaldırıldığında, zaten O’nu kimse hatırlamaz olacak. Acaba gerçek düşünce bu mu?
            Milli Mücadeleyi yapan o çılgın Türkler, yoksulluktan dolayı yılgınlığa kapılmamış, dilenci pazarlığı yapmamış, çaresizlik duygusuna düşmemiş, imkânsız diye cesaretini yitirmemiş, yurdunu canından azizi bilen, olağanüstü seven, namuslu, azimli, bilinçli, vakarlı, inançlı, yürekli insanlardı. Bunlar mücadelenin hiçbir aşamasında maceracılık, hayalcilik yapmadılar. Batı’nın bilimine, sanatına ve teknolojisine yani güzel yüzüne karşı olmadılar. Onlar, Batı’nın çirkin yüzüne, her çeşidiyle emperyalizme karşı geldiler.
            Bu üstün özellikleriyle, sayısı 400.000 kişiyi aşan silahlı işgalcileri, çeşit çeşit aşağılık entrikaya, çığırtkana, ajana, gafile, teslimiyetçiye, işbirlikçiye, siyaset ve hukuk cambazına, lafazana, bencile, yalancıya, haine rağmen, yenip sununda yurtlarını tertemiz ettiler.
            Bu kuşağa haksızlık yapılmasına da izin vermeyelim.
Bugün de bir kurtuluş süreci yaşadığımız çok açıktır…
İçinde bulunduğumuz tehlike de, içinde bulunduğumuz yılgınlık da o günlerdekinden az değildir…
Bir basınımız var ki; mütareke basınından etkin,  yandaş basın, satılmış basın…
İngiliz Muhipleri Cemiyetlerinin yerini daha cafcaflı örgütler almış…
Bölücü ve dinci örgütler de cabası…
Ama olanaklarımız ve bilincimiz günkünden çok daha iyidir…

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan MONDROS ATEŞKES antlaşması sonrasında; Güney Cephesinden İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, durumun dehşetini görüyordu. Ancak İstanbul’da herkesin içinde bulunduğu kötümser ve karamsar ruh durumu O’nda yoktu. Kendisi alınması düşünülen tüm önlemlerin hiçbir işe yaramayacağını anlamıştı. Ama O’na göre umutsuz durumdan kurtuluş çaresi vardı. Ancak bu çareyi uygulama alanına koymak zordu: “ULUSAL EGEMENLİĞE DAYANAN YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURMAK; DEVLETİ HALKA İNDİRMEK VE ANADOLU İNSANININ YARDIMI İLE DÜŞMANI YUTAN KOVMAK.”
Kendisini bunu yapabilecek güçte görüyordu: Gerçekten, İstanbul’da limana demirlemiş Galip Devletlerin gemilerine bakarken, durumun korkunçluğunu anlatan bir arkadaşına; “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER DEMİŞTİ.” Bu sözü, o zaman söyleme gücünde ve inancında olan kimse yoktu denilebilir.
            Mustafa Kemal Paşa, Türk Ulusunun, yabancı işgali altında yaşayamayacağını biliyordu. Buna inanmıştı. İstanbul’daki temaslarında, çizdiği planı gerçekleştirmekte yardımcı olacak arkadaşlarını arıyordu, onlarla konuşuyor, ancak kendi düşüncelerini tam bir açıklıkla dışa vurmuyordu.
            İstanbul’un; yapmayı düşündüğü mücadele için hiç elverişli olmadığı açıktı. Anadolu’ya geçmek gerekti.
            İnandığı bazı arkadaşları, buyrukları altındaki birlikleri daha terhis etmemişler ve Komuta yerlerinden ayrılmamışlardı. Özellikle Ankara’daki 20’nci Kolordunun yeni Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile Erzurum’daki 15’inci Kolordunun yeni Komutanı Kazım Karabekir Paşa gibi arkadaşlarına büyük güveni vardı ve onların yardımları ile mücadelenin ilk adımlarını atabileceğini hesaplamıştı.
Mustafa Kemal, tüm bunları hesaplamıştı ve yeni kurulacak devleti de halka indirmekle pek çok zorluğun giderilebileceğini anlıyordu.
            Halka köle olarak yaşamanın mümkün olmadığı anlatılırsa, Anadolu yeniden canlanabilirdi.
Mustafa Kemal, güvendiği birkaç arkadaşı dışında, yapmayı tasarladığı işleri kimseye açmamıştı.  Kendisine verilen Karadeniz Bölgesi Görevini sevinçle karşıladı ve gerekli hizmetleri yapacağına herkesi inandırdı. Görevini iyi yapabilmek için geniş yetkiler istedi ve bu istekleri de karşılandı.
            Çeşitli uğraşlar sonucunda, Mustafa Kemal Paşa, Doğuda henüz terhis edilmemiş birliklerden oluşan 9. Ordu (Sora üçüncü Ordu) Müfettişliğine 30 Nisan 1919’da atandı.
Bandırma Vapurunda Mustafa Kemal’in Karargâhından 48 kişi vardı. Bunların 23’ü rütbeli ve memur 25 er ve erbaş idi. Mustafa Kemal PAŞA, 9. Ordu Müfettişi olarak, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştı.
KENDİSİNE VERİLEN GÖREV: DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNDEKİ ASAYİŞİ SAĞLAMAK VE ERZURUM KOLORDU’SUNDAKİ ASKERLERİN TERHİSİNİ VE SİLAHLARININ TESLİMİNİ SAĞLAMAKTIR.
Ancak Mustafa Kemal Paşa, Padişahı, İstanbul hükümetini ve İtilaf devletlerini şaşırtarak: TÜM MİLLETİ, İŞGALE TEPKİ GÖSTERMEYE ÇAĞIRMIŞTI.
Samsun’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Hükümetin geriye dön çağrılarına uymayıp, MİLLİ MÜCADELENİN; AMACINI, HEDEFLERİNİ VE GEREKÇESİNİ AÇIKLAYAN AMASYA GENELGESİNİ 21-22 HAZİRAN GECESİ YAYIMLAMIŞTIR.
Erzurum’da iken, İngilizlerin baskısıyla Ordu Komutanlığından alınınca, Görevinden ve askerlikten 8/9 Temmuz 1919 gecesi istifa etmiştir.
Mustafa Kemal, Erzurum Kolordusu Komutanı Kazım Karabekir’in ve Ankara Kolordusu Komutanı Ali Fuat Cebesoy’un da desteğini alınca BİR SİVİL BİR VATANDAŞ olarak, gerçeklikten uzaklaşmadan, hayale kapılmadan, büyük bir sabırla tüm Anadolu’yu YURTSEVERLİK VE BAĞIMSIZLIK YOLUNDA toplamaya koyulmuştur.
Erzurum Kongresini, daha kapsamlı Sivas kongresi izlemiştir.
Kurulmuş olan Redd-i İlhak ve Müdafa-yı Hukuk dernekleri, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Derneği” adıyla tüm yurdu kucaklayan tek bir örgüt olarak örgütlenmiştir.
Mustafa Kemal Kongrede seçilen Temsili Heyet (Yönetim kurulu)’inin Başkanlığına seçilmiştir.
27 Aralık 1919’da Heyet Ankara’ya gelmiş ve halkın sevinç gösterileriyle karşılanmıştır.
Mustafa Kemal’in başlattığı MÜCADELEYİ hayal, hatta çılgınlık olarak görenler az değildir.
“Elde avuçta hiçbir şey yokken, emperyalizme, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus çetelerine karşı silahlı mücadeleye girişmeyi çılgınlık sayan çoktur. Silahsızlandırılmış Türk Ordusu’nun bu dönemdeki gücü, o da kâğıt üzerinde, 35–40 bin kişidir. Oysa Türkiye’deki silahlı işgalcilerin sayısı zaman içinde 400.000 kişiyi bulacaktır.
Yoksul, bitik, harabe Anadolu, 400.000 işgalciyi ve ON BİNLERCE SİLAHLI SİLAHSIZ HAİNİ yenmeyi başaracaktır.
Sivas Kongresinde alınan karar üzerine İstanbul hükümeti, İngilizlerin de İzniyle Osmanlı Meclisi için seçim yapılmasını kabul etmiş, Mustafa Kemal ve arkadaşları da Milletvekili seçilmişlerdi.
12 OCAK 1920’de Osmanlı Meclisi, Mustafa Kemal’in karşı çıkmasına rağmen İstanbul’da toplanmış, ESASLARI ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİ İLE ANKARA’DA BELİRLENEN “MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ ANT)”Yİ 27 OCAKTA KABUL VE İLAN ETMİŞTİR.
Misak-ı Milli’nin özü şudur: “BÖLÜNMEZ, BAĞIMSIZ HÜR VE ÇAĞDAŞ TÜRKİYE KURULMAZSA BARIŞ SAĞLANAMAZ”
Meclisin toplanmasına karşı olmayan işgalcileri bu karar rahatsız etmiştir.
İşgalci güçler, Ankara’ya ve halka gözdağı vermek üzere, 16 Mart'ta İstanbul’u resmen işgal ettiler ve yönetime el koydular.
Birçok Milliyetçi’yi tutukladılar. Anadolu Hareketine yardım edenlerin idam edileceklerini gazete ve duvar ilanları ile duyurdular.
Meclisi sarıp; Rauf Orbay ve Kara Vasıf gibi kimi milletvekillerini götürdüler. Kimi Milletvekillerini, Komutanları ve Yazarları tutukladılar, birçoğunu Malta’ya sürdüler.
Mustafa Kemal, işgale misilleme olarak, başta Albay Ralinson olmak üzere, o sırada Anadolu’da bulunan İngiliz askerlerini tutuklatmıştır.
Milli Kuverler de harekete geçerek İngiliz birliklerini Eskişehir’i boşaltmak zorunda bıraktılar. Demiryoluna el koydular. İngiliz Birlikleri İstanbul ile Anadolu arasındaki tek geçit olan GEYVE BOĞAZINI bırakarak İzmit’e çekildiler.

            TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI
          16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletlerince “Geçici” kaydıyla işgali, Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması, aydınların ve milletvekillerinin tutuklanması, Osmanlı Devletinin sona erdiğini gösteriyordu.
ÇÜNKÜ İCRA GÜCÜ, SİYASİ ESARET ALTINA ALINMIŞ, HERKESİN YABANCI YASALARA GÖRE YARGILANACAĞI BELİRTİLMİŞ, TÜM İLETİŞİM ARAÇLARI DENETİM ALTINA GİRMİŞ, HALKIN SESİNİ DUYURABİLECEK ÖRGÜTLER İPTAL EDİLMİŞTİR. İTİLAF DEVLETLERİNİN GÖRÜŞLERİNE AYKIRI SÖZ SÖYLEMEK SUÇ SAYILMIŞTIR.
          Uzun yıllardan beri Ulusal Egemenliğe dayalı bir Devlet kurmayı düşünen Mustafa Kemal, bu fırsatı iyi değerlendirdi ve TÜRK ULUSU’NUN HAKLARINI VE VARLIĞINI KORUMAYA KARAR VERDİ.
Öncelikle Kuracağı Devletin temel organlarını oluşturacak yeni MECLİSİN toplanmasını sağlayacak çalışmaları başlattı.    
          Mustafa Kemal, Osmanlı Meclisi Mebusan’ının artık sona erdiği kanısında idi. Yeni yapılacak seçimlerle kurucu nitelikte bir meclis toplanmalı idi. Çünkü fiilen ortadan kalkmış Osmanlı Devletinin Parlamentosundan da söz edilemezdi.
          Kurucu Meclis yolu ile yeni DEVLETİN temelleri atılmalıydı. Ancak çok kişi de bu düşünceye karşı idi. Onlar Osmanlı Parlamentosunun Ankara’da toplanmasını istiyorlardı. Böylece Osmanlı DÜZENİ de sürecekti. Oysa Mustafa Kemal buna karşı idi. Bu durumda Padişahın Ve Hükümetinin MECLİS üzerinde etkisi kaçınılmazdı hem M. Kemal İstanbul’da toplanan Meclisin Padişaha yaranmak için yaptıklarını da unutmamıştı. 
      Osmanlı Meclisi Ankara’da toplanınca teknik bakımından Padişahın ve Hükümetin de Ankara’ya gelmesi gerekirdi. Oysa ikisi de bu niyette değillerdi. Bu da Mustafa Kemal’in işlerini bir ölçüde kolaylaştırıyordu.
          Sonunda çözüm bulundu. Ülkenin, mümkün olan yerlerinde yeniden seçimler yapıldı. Yeni seçilen Milletvekilleri ile Osmanlı Meclisinin Ankara’ya gelen üyeleri birleştiler ve “OLAĞAN ÜSTÜ YETKİLERLE DONATILMIŞ BİR MECLİS” sıfatıyla 23 Nisan 1920’de Toplandılar.
Meclis ilk toplantısında adını koydu: “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ” Meclis Başkanlığına Mustafa Kemal’i seçti ve hemen çalışmalarına başladı.
          Bu olayın hukuksal ve siyasal önemi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile “DIŞA KARŞI SAVAŞI VE OSMANLI DÜZENİNE KARŞI İHTİLALİ” yönetecek, yepyeni bir DEVLET kurulmuş oluyordu.
          Mondros Ateşkesinden itibaren Osmanlı Devleti eylemsel bakımdan ortadan kalktığından, şimdi bu boşluk, TBMM ile doldurulmuştu. Her ne kadar, Meclis içinde ve dışında bulunan kimi çevreleri ürkütmemek için amacın; ”TEHLİKEDE BULUNAN PADİŞAHI (HALİFEYİ) KURTARMAK” olduğu ileri sürülmüşse de yapılan işle aslında yeni bir devlet kurulmuştur.
Meclis ilk günlerinde çok önemli şu kararları almıştır:
1.         Mecliste toplanan ulusal iradeyi vatanın geleceğine egemen kılmak esas amaçtır.
2.     TBMM’nin üstünde bir güç yoktur.
3.     TBMM yasama ve yürütme yetkisini kendisinde toplamıştır.
4.     Meclisten ayrılacak bir kurul, Meclisin Vekili olarak hükümet işlerini yürütür.
5.     Meclis Başkanı bu gücün de başıdır.
6. Padişah ve Halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduğu zaman, Meclisin düzenleyeceği esaslar içinde yerini alır.
          Yalnızca bu kararlar bile TBMM ile yeni bir devletin kurulduğunu göstermektedir. TBMM, Padişah ve Halifenin üzerindedir. Saltanat ve Halifelik durumunu meclis düzenleyecektir. İstanbul’daki Hükümet artık tanınmamaktadır; çünkü Meclis kendi gücünü kullanmaktadır.
          TBMM ile çok önemli iki temel atılmıştır:
1.     Ulusun egemenliğine kesinlikle sahip çıkılması. Ulusun Egemenliğini eline alması ve sahip çıkması.
2.     TBMM’nin Türk Ulusunu temsil etmesidir.
Adının başındaki Türk kelimesi devlet yaşamında ilk kez kullanılmaktadır.
Osmanlı Anayasasında: DEVLET; OSMANLIDIR. SALTANAT; OSMANLIDIR. ÜLKE; OSMANLIDIR. UYRUKLAR; OSMANLIDIR. OYSA YENİ AÇILAN DÖNEMDE, “TÜRKLÜK”, “OSMANLILIĞIN” üzerine çıkartılmaktadır.
          Türk tarihinde Ulusun doğrudan doğruya egemenliğini ele alışını sağlayan bu olay başlı başına bir DEVRİMDİR.
         
          TBMM’NİN 23 Nisan 1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını halktan alan İnsan Hakları Esaslarına dayandırıyordu.
23 Nisan 1920’de; Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya (Saltanattan, Ulus’a) geçmekle kalmıyor, Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel Osmanlı Egemenliğinin yerine Ulus Egemenliği geçiyordu.
Osmanlı Devletinin karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal Meclisi olarak, tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘Ulusal Egemenliğin’  önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar durabilirdi.
          Meclisin kurucusu Mustafa Kemal, bu olayı; “23 Nisan 1923 Türkiye Milli Tarihi’nin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına karşı, ayaklanan Türkiye Halkının TBMM’Nİ vücuda getirmek, hususunda gösterdiği mucizeyi ifade eder” sözleriyle değerlendirerek, ‘MECLİS’İ ULUSAL İRADENİN” eseri olarak göstermiştir.
TBMM’si ile oluşturulan Ulus Egemenliği ile:
 Kurtuluş Savaşı kazanılacak,
Emperyalizm ve Hıristiyanlık yenilecek,
Megalı İdea ortadan kaldırılacak,
Sevr Antlaşması yok edilecek,
Batı Anadolu ve Trakya işgalden kurtarılacak,
Doğu Sorunu çözülecek,
Saltanat ve Halifelik kaldırılacak,
Cumhuriyet İlan edilecek,
Lozan Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı hesapları ve yüzlerce yıllık sorunlar çözülecek,
Misak-ı Milli esasları yaşama geçirilecek ve
Yeni Türk Devleti Dünyaya tanıtılacaktır.
Gerçekleştirilen Türk Devrimi ile Türkiye Cumhuriyeti Çağdaş Dünyadaki yerini alacaktır. Çağdaş Uygarlık düzeyine ulaşma yoluna koyulacaktır.
Mustafa Kemal’in hedeflediği DÜZENİ: “Milli Egemenlik ve Bağımsızlığa bağlı, aynı zamanda barışçı ve insancı, Milliyetçi, Laik, Halkçı, Demokratik Parlamenter Sistemi benimsemiş, Atatürkçü özde Devrimci, tüm Dünya Uluslarıyla her alanda işbirliğine açık, her türlü diktayı reddeden, Haklar, Hürriyetler ve Kalkınma düzenini” kurma çabasına girilecektir.
Türk Devrimi’nin genel Amacı: “Türkiye’nin özgürlükçü bir ortamda ve Tam bağımsız olarak ve Kendi Kimliği ile Çağdaş Dünya’da yerini alması” GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR.
Başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere; Ülkemizi işgalden kurtaran, Devletimizi kuran, Milletimizi çağdaş dünyaya açan, Bu günü çocuklarımıza BAYRAM olarak armağan eden, tüm kahramanlarımızı minnet ve şükranla selamlıyorum…

23 NİSAN 2014
Ahmet AVCI

            KAYNAKLAR:
Prof.Dr. Ahmet MUMCU- Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Lord KİNROSS- ATATÜRK
TURGUT ÖZAKMAN- ŞU ÇILGIN TÜRKLER



Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar