8 Ocak 2013 Salı

127- MUSTAFA KEMAL'İ UNUTAMAM!

Falih RIFKI ATAY


MUSTAFA KEMAL’İN Mütareke Defterinden…
MUSTAFA KEMAL’İ UNUTAMAM


                Mustafa Kemal bizimdi. ATATÜRK sizindir…


“Akşam” Gazetesi “İkdam Yurdu”nun bitişiğindeki aşı boyalı ahşap bina idi. Arka oda Boğazı ve limanı görür…

Eski İttihat ve Terakki Merkezinden ve Dördüncü (SURİYE) Ordu Şifre kaleminden tanıdığım Cafer, o sabah beni ziyarete gelmişti. Temiz yürekli, sıcak gönüllü bir Rumeli çocuğu idi. Fazla okumuş yazmışlardan değildi. Fakat pek sezinişli, gördüklerinin, duyduklarının sevgi ve inanış sırrına varan sağduyulu bir efendi idi.

Mondros Mütarekesini imzalamıştık. Ancak soğuk ölüm nefesinin duyurabileceği bir bitiş, bir sona eriş hissi içinde idik.

Vatanperliğinden hiç şüphe olmayan bir fikir adamımız:

-    “Parçalayacak mı toptan mı alacaklar? Artık mesele bundan ibaret… Ah parçalamasalar da İngiltere bizi toptan alsa, Mısır gibi olsak…” diyordu.

Bu bir Türkçü, bir yazıcı, bir üniversite profesörü idi.

Osmanlı seçkinleri bir ümide benzer her düşünceyi, Mısır gibi bir sömürge olmak fikrini bile zihinlerine uğratmazlardı.

Şehrin havasında şimdiden bir sahip değiştirme hali vardı. İkide bir caddelerde bir kalabalık… Çığlıklı bir kaynaşma… Gazeteye koşan biri havadis verir:

-    “Ayasofya’ya çan takacaklarmış…”

Ayasofya’yı kurtarmak için yokuştan çıkanlara bakardım. Yalnız halk idi. Kravatsız, ütüsüz başıbozuk halk…

(AYASOFYA’YA ÇAN TAKILMASI, HALKIMIZI, NE YAZIK Kİ ÜLKEMİZİ İŞGALDEN DAHA ÇOK ETKİLİYORDU… Elbette bu kusur,  cahil bırakılan ve din adına hurafelere boğulan halka ait olamazdı… a.a)

Cafer de bitkinlik içinde idi… sigara paketini uzatırım:

-    “Off…” der.

İkram ettiğim kahveyi geriletir…

-    “Off…” der

Bir müddet sonra gözleri yaşararak:

-    “Bak” dedi beni pencereye çağırdı.

İngiliz Donanması limana giriyordu. İrili ufaklı tekneler, Üsküdar ve Sarayburnu arasında dağıldılar. En büyüğü ağır ağır geldi, Galata Rıhtımına yanaştı. Hepsinin topları havaya dikmişti…

Zafer, Osmanlı İmparatorluğunu yere serenlerin zaferi, Padişahın oturduğu Dolmabahçe Sarayının açığına demirlemişti.

O pençe, derin ve onulmaz ızdırapların pençesi, bütün tırnaklarını boğazıma geçirmişti. Hiç kıramıyorduk.

Bir aralık Cafer’i deli olmuş sandım. Birden gözleri kurudu, iki yumruğunu pencereden ZAFER FİLOSUNA doğru sıkarak:

-    “Biz sana gösteririz”, dedi.

Çıktı gitti.

İŞTE MUSTAFA KEMAL, 19 MAYIS’TA, SİLAH VE KUVVET OLARAK O SIRADA BÜTÜN HALK, YOKUŞUN HALKI OLAN BU DELİKANLININ SIKILMIŞ İKİ YUMRUĞU İLE SAMSUN’A AYAK BASTI.

***        ***      ***

General Franchet d’Esperey, Galata Rıhtımında beyaz zafer atına bindiği zaman, hayvanını ürküttüğü için kendisini selamlayan Osmanlı Mızıkasına:

-“Sus!” diye kırbacı ile hakaret etmişti.

Ada vapurundan çıktım. Köprü kalabalığı arasında O’nu beyaz atın üstünde gördüm.

Hiçbir kâbus, ondan sonraki hayatımda bu MAREŞALİN o günkü yüzü kadar ürpertici olmamıştır.

-    “Çabuk Padişahı çıkarınız, DOLMABAHÇE Sarayında oturacağım.” Diye emir vermiş.

Devlet bütün gün, MAREŞALİ BİR BAŞKA SARAY SEÇMEĞE kandırabilmek için uğraşıp duruyordu.

     ***     ***       ***

Sonra bir sabah, İngiliz askeri kılığında iki ERMENİ ile bir İngiliz Subayı ”AKŞAM” Matbaasına geldiler. Aşağıda idare odasında idim:

-    “Makineyi durdurunuz, RESMİ TEBLİĞ var” dediler…

İstanbul’un işgal edildiği hakkındaki TEBLİĞ idi. Fakat Hükümet ağzından yazılmış hissini veriyordu. Askerlerden biri MÜRETTİPHANEYE çıktı. Biri MAKİNENİN başına gitti.

BABIALİYE KOŞARAK haber yolladık. Hükümet de kendine göre TEBLİĞ verdi, getirdik, Ermeni tercümanlar, İngiliz Subayına tercüme ettiler:

-    “Bizimkini sahifenin başına kayacaksınız, Hükümetinkini altına…” dedi.

İngiliz TEBLİĞİNDE; “MUHAREBE” SÖZÜ YERİNE “mahrebe” şivesi ile yazılmıştı. Resmi tebliğin yabancılar tarafından verildiğini göstermek için bu kelimenin bu türlü çıkmasına dikkat ettik.

Alabildiğimiz intikam, bundan ibaretti. (İşgal altındaki bir ülkede aydınların elinden daha fazla bir şey gelebilir miydi ki! a.a)

***        ***    ***

    Fethin (KURTULUŞUN) ikinci günü İzmir Rıhtımındayım. Karargâh, Birinci Kordonda bir KÖŞK. Alt katın açık penceresinden İNCE, KURU, YANIK bir yüz görüyorum.

MUSTAFA KEMAL’İN BAŞI. Karşısında ayaküstü SELAM DURAN BİR DENİZ KOMUTANI. İNGİLİZ FİLOSUNUN KURMAY BAŞKANI.

Donanma yanaşık denecek kadar yakın.

    İnanabilmek için GÖZLERİMİN YAŞINI SİLİYORUM…

    BİRAZ SONRA YANGIN, İzmir’in aşağı mahallelerini silip süpüren büyük yangın. Rıhtım üstü onbinlerce insan dolu.

    Hepsi İNGİLİZ DONANMASINA SIĞINMAK ÇARESİNİ ARAMAKTA. Fakat gemi merdivenlerine sokulan sandalları, SÜNGÜLÜ NEFERLER geri kovuyor…

ARALARINDA BU SÜNGÜLERE ARKALARINI VEREREK İZMİR’E ÇIKMIŞ OLAN ORDUNUN ASKER KAÇAKLARI DA var.

    Mustafa Kemal, açık otomobili ile Göztepe’ye gitmek üzere kalabalığı yardığı vakit kalabalıktan:

-    “MUSTAFA KEMAL… MUSTAFA KEMAL” Sesleri geliyor.

PANİĞİN NASIL KORKAK OLDUĞUNU GÖZLERİMİZLE GÖRÜYORUZ.

Yangının bir sele benzeyen alevi ile denizi kaplayan FİLO arasında onbinlerce çeteci kalabalığı içinden MUSTAFA KEMAL BİR TANRI İRADESİ gibi geçiyor…

Köşkün holünde oturuyorduk: (Bugün de LATİFE HANIM Köşkü olarak anılan bu KÖŞK; hala LATİFE HANIM ve MUSTAFA KEMAL’DEN İZLER TAŞIMAKTADIR… a.a)

-    “Ne işi var bu donanmanın İzmir limanında?” dedi.

Sonra aramızdaki ev sahibi (LATİFE… a.a) Hanıma:

-    “Siz Fransızca yazar mısınız?” diye sordu.

Evet, cevabını alınca:

-    “Yirmi dört saat içinde İzmir Limanından çıkıp gitmesi için FİLO Komutanına ÜLTİMATOM yazınız” dedi.

ZAYIFLAR TEKRAR baygınlık geçirdiler.

-    “İngilizlerle, harbe tutuşacağız, her şey bitecek.” diyorlardı.

Mustafa Kemal’i vazgeçirmek mümkün değimliydi?

Fakat yirmi dört saat sonra, BİRİNCİ DÜNYA HARBİNİ KAZANANLARIN ZAFER DONANMASI, DEMİR ALARAK VE TÜRK SANCAĞINI SELAMLAYARAK, AĞIR AĞIR LİMANDAN UZAKLAŞTI.

CAFER’İN SIKILMIŞ YUMRUKLARINI HATIRLIYORUM.

Aynı KÖŞKE öğle yemeğine davetli idik.

“GENERAL PELLE, PAŞA’YI ZİYARETE GELECEK” dediler.

General PELLE, İstanbul’da Fransız Yüksek Komiseri idi.

Köşkün dışında kendisini bekledik.

Arabadan indi. Tutumlu ve sert adımlı bir yürüyüşle KÖŞKÜN MERDİVENLERİNİ çıkmağa başladı.

Mustafa Kemal, ziyaretçisini karşılamak üzere sokak kapısında görününce, Generalin yüzü sapsarı kesildi. Sendeler gibi oldu.

Yalçın yüzlü, uzun ve büyük bir seferin bütün şanlarını ve şereflerini bakışlarında dalgalandıran Mustafa Kemal,   gülümseyerek Generale yardım etti.

Galata rıhtımındaki Mareşalin (Franchet d’Esperey) hayali gözümün önüne geldi…

***        ***        ***

Mustafa Kemal’in -İstanbul üzerinden Trakya’ya geçecek- KUMANDANINI karşılamak üzere İstanbul’a koştum.

KÖPRÜNÜN ÜZERİNDEN, EMİNÖNÜ’NDEN BABIÂLİ’YE DOĞRU O GEÇİŞİN AYAKLARI ALTINDA BÜTÜN ACI HATIRALAR ÇİĞNENİP HAVAYA UÇUYORDU…

Çan takma (AYASOFYA’YA) günü yokuşu tırmanan halk, kadınları ile çocukları ile delikanlı ve ihtiyarları ile geçiş yollarına dökülmüştü. (kurtuluşu hak eden halk, tehlikeye karşı topyekün karşı koymak gerektiğini artık öğrenmiştir… a.a)

BU FIRTINA GİBİ, KASIRGA GİBİ, KURUNTU VERİCİ BİR SEVİNÇ COŞKUNLUĞU İDİ.

Gece; “AKŞAM”IN aynı odasına döndüm.

BOĞAZİÇİ GENE KARŞIMDA İDİ.

***        ***        ***

AĞIR BİR HASTALIĞIN NÖBETLERİ İÇİNDE ÖLÜMÜ İKİ GÖZLERİ İLE GÖRMÜŞ GİBİ OLANLAR VARDIR.

BEN İKİ GÖZÜMLE BATTIĞIMIZI GÖRDÜM VE KURTULDUĞUMUZU GÖRDÜM.

MUSTAFA KEMAL’İ UNUTAMAM.

O SONRA DAHA DA BÜYÜDÜ. KENDİ MİLLETİNE TEKRAR O GÜNLERİ GÖSTERMEMEK İÇİN, ASIL KURTULUŞ SAVAŞINA ZAFERDEN SONRA GİRDİ.

İNKILÂP NİZAMI (DEVRİM DÜZENİ)’NIN ATATÜRK’Ü, ZAFERİN MUSTAFA KEMAL’İNİ GÖLGEDE BIRAKTI.

KENDİNİ GENE KENDİ GEÇTİ.

GENÇLER, BİZİM ÇEKTİKLERİMİZİ ÇEKMEMEK VE BU HALKA ÇEKTİRMEMEK İÇİN, SİZ DE ATATÜRK’Ü UNUTMAYINIZ…

MUSTAFA KEMAL BİZİMDİ…
ATATÜRK SİZİNDİR…


Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN çok yakınında bulunarak, gelişmeleri izleyen ve kayda almak üzere; bizzat Atamızın ağzından anıları derleyen değerli yazar FALİH RIFKI ATAY’IN Yukarıdaki sözlerine, ekleyecek bir şey bulamıyorum…

ATATÜRK’E ve Eserlerine sahip çıkamayan bir neslin mensubu olarak, ATATÜRK GENLİĞİNİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUM…

Saygılarımla.
Ahmet AVCI


Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar