1 Mart 2011 Salı

53- EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ!

Ahmet AVCI
İZMİR
21 MART 2010

EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ

“TEVHİD-İ TEDRİSAT YASASI”

EĞİTİM DÜZENLEMELERİ!            

”Bir ülkede, iki çeşit eğitim, iki çeşit insan yaratır. Bu da Ulusal Birliğin sağlanmasına en büyük engeldir”. Tevhid-i Tedrisat Yasası gerekçesi…

Türk Devriminin amacı çağdaşlaşmak, çağdaşlaşmanın gereği de geleneksel toplum yapısını değiştirerek; açık, katılımcı, etkin, duyarlı, laik, bilinçli çağdaş bir toplumu oluşturmaktır. Bu yeni oluşumda, bu değişimde, geleneksel toplumun, direnç odakları en büyük engellerlerdir. Bu engeller, ortadan kaldırılmadıkça, yasalarla sağlandığı varsayılan haklar, söylemlerdeki aydınlık sözler, kâğıt üzerinde boşlukta kalır.
O yıllarda, Türkiye nüfusunun % 80’i kırsal kesimde yaşamaktadır. Kentleşme olgusu henüz başlamamıştır. Okuma yazma oranı çok düşüktür. Eğitim, yalnızca okuma yazma öğrenmek de değildir.
Bir toplumun kalkınabilmesi, sağlam bir toplumsal yapıya sahip olabilmesi, sıkı sıkıya eğitimine bağlıdır. Bu nedenle, özellikle devrimci rejimler, eğitim sistemine büyük önem verirler. Rejimin sürekliliği ve amacın gerçekleşmesi, kuşakların eğitilmesi ile olur.

Öncelikli Amaç:
  • Eğitim karmaşasına son vermek, eğitimde birliği sağlamak.
  • Eğitimi devlet denetimine almak.

Önce geçmişteki eğitim kurumlarına bakalım:

OSMANLI DEVLETİNDE   EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİ:

Osmanlı’da Devlet; eğitim ve öğretimi düzenlemediği gibi denetimini de yapamamıştır.
Eğitim ve öğretim; bir hayır işi, bir din görevi gibi kabul edilmiştir. Bu nedenle de yalnızca hayırsever kişilerin kurdukları “vakıflar” aracılığı ile yürütülmüştür.
Eğitim nerede ise tümüyle dinsel esaslara dayanmaktaydı.
Osmanlı tüm yaşamı boyunca nerede ise; Tek bir Medrese yapmamış, hiçbir Müderrisin ücretini ödememiş, bu işlerden sorumlu bir bakan da olmamıştır.
Tanzimat’tan sonra Osmanlı çağdaş okullar açmaya çalıştı ise de dini eğitim veren okulların egemenliğini kıramadı.
Her dini topluluk kendi okullarını açmıştı. Ve özellikle azınlıkların açtığı okullar; bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin de yuvası idiler.
           

         Osmanlı’da Eğitim sistemi:


            1.  Selçuklulardan devralınan, geleneksel İslami eğitim sistemi,
            2. 18.yy. sonlarından itibaren, Avrupa’dan esinlenerek kurulan, yeni okullardan oluşuyordu.
            Biri birinden oldukça farklı bu iki eğitim sistemi, Devlet ve toplum yapısında, biri birinden farklı, bazen de zıt dünya görüşüne sahip, insanlar yetiştiriyordu.
           

Osmanlıda Eğitim Kurumları:


  • Sübyan Mektebi: Bugünkü anlamda okul öncesi eğitim diyebileceğimiz, yalnızca okuma –yazmanın öğretildiği, kuran okuma ve namaz kılmanın öğretildiği mahalle okullarıdır. Bugünkü kuran kurslarına benzetilebilir.
            Bu okullarda da çocuğa okuma yazmadan başka bir şey öğretilemezdi.
  • Medrese: Osmanlıya Selçukludan miras kalmış olup, Sünni dinsel kuralların öğretildiği eğitim kurumlarıdır.  Eğitim dili Arapça olan bir eğitim kurumudur.
Bugün kimi kişilerce Üniversite karşılığı gibi gösterilse de, doğru değildir.
Medreseler Osmanlıda vakıf yolu ile kurulmuş, türlü düzeylerde yüzlerce medrese vardı. Modern anlamdaki müspet ilimlerin hiç birisi bilinmezdi.
Fatih’in İstanbul’la kurduğu Tıp ve Matematik Medreseleri de kısa süre de yozlaşmıştı.
  • Enderun mektebi: Enderun Sarayın içinde olup, üst düzeyde devlet adamı ve komutan yetiştiren bir okuldur. 17. yüzyıla dek, Enderun; yalnızca; dönme, devşirme ve esir alınmış olanlara açıktı.
Enderun’a Osmanlının asıl öğesi olan Türkler alınmamıştır. Bu nedenle; Türk Ulusu; Yüzyıllarca, kendinden olmayanlarca yönetilmiştir.
Bu kişiler ne kadar Türkçe öğrenseler de İslam terbiyesi aslalar da, Milliyetlerini unutmamışlardır.
  • Misyoner Okulları; Hıristiyanlık ilkeleri doğrultusunda eğitim verirdi.
  • Yabancı Devlet Okulları; Kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda eğitim verirdi.
  • Azınlık Okulları: Silahlı isyanlar çıkartarak, devleti parçalama yönünde çalışacak, insanlar yetiştirmeye çalışırlardı.

Bu tür faaliyetlerde bulunan okulların sayısı nerede ise devlet okulları kadardı.
Dolayısı ile Osmanlının Milli Birliğini bozmaya yönelik, birçok okul ve yabancı kökenli birçok öğretmene karşı, Türk- İslam birliğini sağlaması gereken eğitim de ikiye ayrılmıştı:
·         Normal batı tarzı eğitim veren okullar,
·         Dini eğitim veren okullar.

2’nci Mahmut’a kadar devlet eğitim işleri ile uğraşmamıştır.
2’nci Mahmut zamanında; eğitim ihtiyacı fark edildi. 1827’de Tıbbiye, 1837’de de Harbiye açıldı. (Mısır’dan bile sonra).
1845’te eğitim işleri için bir komisyon kuruldu.
Orta Okul düzeyinde; RÜŞTİYE, Lise düzeyinde; İDADİ VE SULTANİ okulları açıldı.
1868'de Galatasaray Sultanisi, 1900’de 2’nci Abdülhamit tarafından İstanbul Darülfünunu açıldı. Bu bile batılı anlamda Üniversite olamadı.
Tanzimat’tan sonra, Mektepler Devlet gözetiminde, Medreseler de Vakıfların gözetiminde idi.
Mektep ve medreselerden, farklı hatta biri birilerine zıt dünya görüşlerinde insanlar yetişmekte idi.
Bunun yanı sıra; Azınlıkların, yabancı devletlerin ve misyonerlerin giderek artan okulları da, farklı görüşlere sahip, insanlar yetiştirmekte idi.

Cumhuriyetin kurulduğunda: dört türlü okul vardı.

  1. Maarif Vekâletine  (Eğitim Bakanlığı) bağlı; İlk-Orta-Yüksek ve Meslek Okulları ile Darülfünun (İstanbul Üniversitesi)
  2. Şer’iye Vekâletine bağlı, Medrese, Kadınlar Mektebi, Hafızlar Mektebi.
  3. Gayr-i Müslimlerin ilk-orta-lisesi ve Din adamları Mektepleri.
  4. Yabancıların (Almanya, Avusturya, İtalya, Fransa, İngiltere, Bulgar ve Amerikan) Kolejleri.

Öğretimin Birleştirilmesi ve Eğitim Sisteminin kurulması:

Mustafa Kemal, eğitimdeki farklılığı ve ikiliği ortadan kaldırmak ve devrime hizmet edecek ve ülkeyi çağdaş dünyaya taşıyacak yeni kuşakları yetiştirmek üzere; 3 Mart 1924’te çıkartılan “Tevhidi Tedrisat” kanunu ile eğitim ve öğretimi tek çatı altına topladı ve devlet kontrolünü sağlamaya çalıştı.
Devrim kadrosu, başta Mustafa Kemal olmak üzere, Türk Vatandaşının geleceğinin, ancak eğitim sorununun çözümlenmesiyle sağlanacağını biliyordu.
Eğitim ve Öğretim, yeni toplum- yeni insan modelini yaratmada başvurulan en önemli araç olmuştur. Amaç, Laik-Ulusal kimlikli yeni kuşaklar yaratmaktı.
3 Mart 1924’te çıkartılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Yasası ile hedefe ulaşılmağa çalışılacaktır.
Eğitim tüm olarak Devlet denetimi ve gözetimi altında alınacaktı. Çağ dışı her türlü eğitim kurumu kapatılacaktı. Eğitim sistemi en modern biçimde, yeniden kurulacaktı.
3 Mart 1924’te ilk adım atıldı ve “EĞİTİM BİRLİĞİ” sağlandı. Şer’iye Vekilliğinin ve Halifeliğin kaldırılması ile bu dinsel kurumlara bağlı eğitim kurumları da kaldırılmalıydı.
Öyle de yapıldı.

TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU
         Kanun Numarası: 430
         Kabul Tarihi: 03/03/1340
         Yayımladığı Resmi Gazete Tarihi: 06/03/1340
         Yayımladığı Resmi Gazete Sayısı: 63
         Madde 1 - Türkiye dâhilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur.
           Madde 2 - Şer'iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir.
         Madde 3 - Şer'iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.
         Madde 4 - Maarif Vekâleti yüksek diniyat mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de aynı mektepler küşat edecektir.
           Madde 5 - Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisatı umumiye ile müştegil olup şimdiye kadar Müdafaai Milliyeye merbut olan askeri rüşti ve idadilerle Sıhhiye Vekaletine merbut olan darüleytamlar, bütçeleri ve heyeti talimiyeleri ile beraber Maarif Vekaletine raptolunmuştur. Mezkur rüşti ve idadilerde bulunan heyeti talimiyelerin ciheti irtibatları atiyen ait olduğu Vekaletler arasında tahvil ve tanzim edilecek ve o zamana kadar orduya mensup olan muallimler orduya nispetlerini muhafaza edecektir.
         (Ek fıkra: 22/04/1341 - 637/1 md.) Mektebi Harbiyeden menşe teşkil eden askeri liseler bütçe ve kadrolariyle Müdafaai Milliye Vekaletine devrolunmuştur.
         Madde 6 - İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.
         Madde 7 - İşbu kanunun icrayı ahkâmına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun hazırlanmasındaki amaç:

            1. Eğitim ve Öğretime milli bir karakter vermek.
            2. Eğitimde çağdaşlaşma, laik ve milli bir yapının oluşmasını sağlamak.
            3. Eğitim ve Öğretimin tek elden yönetilmesini sağlamak.
            4. Eğitimi devlet denetimine almak.
            5. Ulusal çıkarlara uygun bir eğitim sistemi oluşturmaktı.

Bu yasa ile getirilen yenilikler:

1. Tüm eğitim kurumları bir çatı altında toplanarak, eğitimde dağınıklık giderildi. Eğitim işlerinin yürütülmesini sağlamak için Maarif Bakanlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) Kuruldu.
2. Yabancı ve Azınlık okulları Eğitim Bakanlığına bağlanarak, bu okulların bölücü ve yıkıcı faaliyetleri denetim altına alınmıştır.
3. Eğitimde eşitlik ve Öğretim ilkelerinde birlik sağlandı.
4. Eğitim programları çağdaşlaştı.
5. Şeri’ye ve Evkaf Vekâleti’nce yönetilen bütün Mektep ve Medreseler de bu yolla laik, çağdaş ve tek eğitim kanalına sokuldu.
6. İlk Okul kız ve erkek çocuklara zorunlu tutuldu.
7. Eğitim yaşı dışında kalan ve eğitim görmemiş halka, “Halk Eğitim” çalışmaları başlatıldı.
8. Tevhid_i tedrisat kanunundan sonra, çağdaş ve laik ulusal yapıya ters düşen Medreseler de kapatıldı. Böylece Mektep, Medrese ikiliğine son verildi.

Öğretim ve eğitim milli ve laik bir eksene oturtuldu, eğitimde kültür ve ülkü birliği çerçevesinde, Cumhuriyetçi nesiller yetiştirme yolu açıldı.
Ve eğitimde artık; yanlış inançlara, batıl düşüncelere, taassuba ve irticaya yer verilmeyecektir.
Eğitim Birliği Yasasının gerekçesi; bir toplumun ulus olmasını tek başına sağlayabilir niteliktedir.
Gerekçenin ana ekseni; ”Bir ülkede, iki çeşit eğitim, iki çeşit insan yaratır. Bu da Ulusal Birliğin sağlanmasına en büyük engeldir”.
Mustafa Kemal, 22 Eylül 1924’te öğretmenlere hitap ederken; “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için başarı için en hakiki yol gösterici, ilimdir, fendir. İlmin, fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” diyerek tutulacak yolu göstermiştir.

Bu yasanın uygulamaya konulması, Osmanlı eğitim sisteminin yok edilmesi demekti.
Binlerce Medreseli bundan hoşnut olmadılar. Hatta 18 Eylül 1924’te Atatürk’e bir grup geldi. Medreselerin tekrar açılmasını istedi. O da verdiği yanıtta, Ulusun uğradığı felaketlerin nedenlerini saydıktan sonra; ”Okul istemiyorsunuz, hâlbuki ulus onu istiyor. Bırakınız, artık bu zavallı halk, bu ülke evladı yetişsin. Medreseler açılmayacaktır. Ulusa okul gerekir” dedi.

2 Mart 1926’da “Maarif Teşkilatı hakkında Kanun” kabul edildi. Bu temel kanunla, ”Öğretimin Birleştirilmesi” ilkesi ışığı altında eğitim işleri düzenlendi. Devletin izni olmadan hiçbir okulun açılamayacağı belirtildi. İlk ve Orta öğretimin esasları belirlendi. Çağ dışı tüm dersler programlardan çıkartıldı. Bu esaslara göre Cumhuriyet Hükümeti yüzlerce yeni okullar açtı. Öğretmen Okulları çoğaltıldı. Öğretimi güçleştiren tüm engeller yok edildi.

  • 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartıldı.
  • 1926’da Maarif Teşkilatı hakkındaki Kanun çıkartıldı. Eğitim işlerinin sorumluluğu Mili Eğitim Bakanlığına verildi.
  • Okulların açılması devletin iznine bağlandı.
  • Çağdışı eğitim veren Medreseler kapatıldı. Meslek okulları arttırıldı. 1925’te Ankara Hukuk Mektebi açıldı.
  • Çok sayıda yeni okul açıldı.

Medreseler kapatıldığında; 29 Darül Hilafe Medresesi, 475 İlmiye Medresesi vardı. Bunların öğrencileri kapasitelerine göre; İlkokullara, Liselere ve Bakanlığın yeni kurduğu, imam Hatip okullarına kaydırıldı.
            Örgün eğitimle, yaşı geçmiş yetişkin kişilere “Millet Mekteplerinde” okuma- yazma öğretildi.
Devrim düşüncesini köye götürmek, ancak köylüyü eğitmekle mümkündü. Köylüyü yüzlerce yıl saran gericilik, yalnız bu yolla ortadan kaldırılabilirdi. Köylü, aydınlık düşünen, devrimci vatandaş olarak yetiştirilirse, altyapının pek çok sorunu kendiliğinden çözüm yoluna girebilirdi.
Devrimin Harf atılımı ile başlayan ve “Millet Mektepleri” örneği ile yürütülen okumayı yazmayı öğretme çalışmaları; kentlerde bazı köylerde başarılı olmuş, ancak giderek bu çalışmalar, hızını ve yoğunluğunu yitirmiş, kırsal alanda yaşayan büyük kitleden, yalnızca erkekler askerlik çağında, mektup yazacak-okuyacak duruma getirilebilmiştir.
Kadınlar, yetişen geleceğin anneleri kızlar, büyük ölçüde eğitimden yoksun kalmışlardır. Köylerin tümüne yakınında okul yoktur.
Kırsal kesimde yaşayanların tümü, Laiklikle bağdaşmayan, laik eğitimin gereği olarak yasalarla gerçekleştirilen,”Eğitimde Birliğin” dışında, yalan yanlış din eğitimi veren ve gizli olarak sürdürülen, eli sopalı, bilimle eğitimle ilgisi olmayan kişilerin; ”Hocaların”, “Hafızların”, “İmamların”, eline bırakılmıştır. Böylesi bir ortamda, devrimin gereği ve amacı olan; Çağdaşlaşmayı, toplumun yapısını değiştirmeyi gerçekleştirmek olanaksızdır. Laik eğitimi ve bilimi kırsal kesime ulaştırmak, köylüyü okutmak, aydınlatmak, öncelik verilecek konular arasındadır.
Atatürk ölümünden önce bu konular üzerinde çok durmuş; Askerliğinde, okuma yazma öğrenen, açıkgöz, becerikli, yetenekli, çavuş ve onbaşılardan, yararlanmak yoluna gidilmiştir. “KÖY EĞİTMENLERİ” örneği olarak, eğitim tarihimize giren, bu uygulamada, yedi bine yakın eğitmen, görev almış, köylerde çocukların; okuma yazma, az da olsa hayat ve yurttaşlık bilgisi öğrenmeleri sağlanmıştır. Ancak bu yöntem ve uygulama da yeterli değildir.
Sorunu temelden çözmek için, başka yollar ve başka yöntemler denenenmesi gerekmektedir. “KÖY ENSTİTÜLERİ” bu gereksinimden doğmuştur.
Köyü eğitecek kişilerin köyden çıkması, fakat genç yaşta ATATÜRKÇÜ olarak yetiştirilmesi sağlanmalıydı.       
            Köylü, okumayı sevme havasına girecek,  öğretmenin yanındaki kitaplık, herkesin malı olacaktı.
Milli Eğitimin hedefi: “Çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, öncelikle, Türkiye’nin Bağımsızlığına ve kendi benliğine, Milli Geleneklerine, düşman olan unsurlarla mücadele etme lüzumu öğretilmelidir.” olarak belirlenmiştir.
Ne yazık ki, ülkemizde, “Eğitim Birliği Yasası”nı tam uygulayamadık. Birçok alanda olduğu gibi eğitimde de geriye gittik.
İzninizle Bu konuda, Sayın Emre Kongar’a sözü bırakalım:
“Biliyoruz ki; eğitimin amacı, bağımsız düşünme yeteneğine sahip, kendisini ve çevresini irdeleyici bir görüşle algılayan gençler yetiştirmektir.
Bunu başaran ülkeler gelişiyor, kalkınıyor, bunu başaramayanlar geri kalıyor.
Bu tür eğitimin ilkeleri belli:
Ezbere değil, anlamaya dayalı, sorgulayıcı, araştırıcı bir eğitimdir.
Böyle bir eğitim, kalkınmanın ve gelişmenin birinci aracıdır.
Türkiye’deki eğitimde temel sorunun: Çocuklarımızı ve gençlerimizi, ezbere dayalı, dogmatik bir yöntemle yetiştirmemizdir.
Her ülke temel eğitiminde iki dal vardır.
  • Genel eğitim.
  • Meslek eğitimi.
Genel eğitimde amaç: öğrenciye o ülkenin vatandaşlık bilincini vermek, çağdaş dünyayı algılamasına yardımcı olmak ve yüksek öğrenim için gerekli olan sorgulayıcı ve araştırıcı yaklaşımı kazandırmaktır.
Meslek eğitimde amaç: o eğitim hangi mesleğe yönelik ise, yukarıdaki amaçlara ek olarak, o mesleğin temel ilkelerini ve uygulamalı becerilerini öğretmektir.
Meslek eğitimi açısından ise, din eğitimi, ayrı bir nitelik taşır:
Dine dayalı mesleklerin eğitiminde kaçınılmaz olarak, öğrenciye “Dini Formasyon” verilir.
Bu bakımdan, “Dini Eğitim”, yalnız meslek eğitiminden değil, öteki meslek eğitim programlarından da ayrılır.
Çünkü “Dini Formasyon”, dinlerin nitelikleri gereği, kaçınılmaz olarak, “Dini Dogmalara” dayalıdır.
Yani bu eğitimi alan kişi; toplumu, dünyayı ve evreni, dinsel dogmalar açısından algılayacak biçimde yetiştirilir.
Sürekli değişen dünyada, değişmez dogmalara dayalı eğitim alan kişi,  çevresi ile aldığı eğitim arasında pek çok çelişki yaşar.
Semavi dinler bu çelişkiyi, yani içinde yaşadıkları gerçek dünyadaki değişmelere uyum sağlama sıkıntısını çok zor aşmışlar, bu uğurda pek çok kan ve gözyaşının dökülmesine neden olmuşlardır.
Ülkemizdeki pek çok sorunun temelinde, çocuklarımıza “Dini Formasyon” veren İmam Hatip okullarının, genel eğitimin yerine geçirilmesi isteği vardır.
“Dini Formasyon” almış, yani İslam Hukuku’na göre yetiştirilmiş bir kişi, bu hukukla çatışan Medeni Hukuk’u ya da Ceza Hukuku’nu nasıl benimseyecek ve uygulayacaktır?
Ya da dinin kendi mensuplarına tanıdığı ayrıcalıkları ve inananları için koyduğu kuralları, çağdaş Demokrasilerdeki “din, dil, ırk ayırımı olmaksızın bütün vatandaşlar eşittir” ilkesiyle nasıl bağdaştıracaktır?
Kuran kursları, kaçak kuran kursları, zorunlu din eğitimi ve İmam Hatip eğitimi uygulamaları ile “Din Eğitimi” ile “dinci eğitim” biri birine karıştırılmıştır.
Din eğitimi: çocuklarımızın “Kutsal Değerlerini” ve Dinlerini öğrenmelerine yönelik eğitimdir ve “gönüllülük” esasına göre yürütüldüğünde sorun da olmaz.
Sorun; “Din Eğitimi”nin, “dinci eğitim”e dönüştürülmesinde ve “dinci eğitim”in topluma “din eğitimi” adı altında, genel eğitime egemen olacak biçimde sunulmasındadır.
“Dinci eğitim”, yöntem olarak dogmatiktir, yani bilimsel yönteme, sorgulayıcı ve araştırıcı yaklaşıma karşıdır. Din dogmalarının; bilimsel olarak incelenmesi gereken gerçekler ve dünya görüşleri yerine öğretilmesine yönelik ezberciliktir.
Bu çağda; çocuklarımızın, “Din Eğitimi” almalarında bir sakınca yoktur ama “dinci eğitimle” yetiştirilmeleri, (Laik ve demokratik rejimin temellerini sarsacağı gibi) tüm toplum olarak, dünyadan geri kalmamıza yol açar.
Bugün, İmam Hatip okullarının da, kuran kurslarının da bir parçası olduğu Türkiye’deki eğitim sistemi, Demokrasiye ve çağdaş bilime uygun gençler yetiştirmemektedir.
Bu sistemle; bir yanda dogmatik eğitim, öbür yanda az da olsa sorgulayıcı eğitim olarak, iki farklı yaklaşım, Türkiye’yi ciddi bir kültür bölünmesine götürmekte, gelecekteki daha keskin çatışmaların tohumlarını atmaktadır.
Bu uygulama, toplumdaki kültür bölünmesine yol açtığı gibi, Türkiye’nin gelişme ve ilerlemesini de engellemektedir.”

OSMANLI DEVLETİNİN SINIRLARI İÇERSİNDE VE OSMANLI EGEMENLİĞİ ALTINDA BULUNAN TÜM ULUSLAR; FRANSIZ İHTİLALİNDEN YARARLANARAK, KENDİ ULUSAL EĞİTİM SİSTEMLERİNİ, KİLİSELERİNİN ÖDERLİĞİNDE KURMUŞLARDIR.
OSMANLIDA DA DİN ADAMLARI HER TÜRLÜ YENİLİĞE VE ULUSALCILIĞA, BUGÜNKÜ DİNADAMLARI, CEMAATLAR, TARİKATLAR VE DEVLET ADAMLARIMIZIN BAZILARI GİBİ ŞİDDETLE KARŞI ÇIKMIŞLARDI.
HER ULUS KENDİ ANADİLİNDE HEM İBADETİNİ YAPMIŞ HEM DE ULUSAL BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAMLAŞTIRMIŞTIR.

Ülkemizde; bugün yaşanan gelişmeleri ve uygulamaları gördükçe, Eğitim ve Öğretimi birleştirme çabalarının ne kadar yerinde olduğunu görüyor ve anlıyoruz…
İmam Hatip Liselerini, genel ve temel eğitim kurumu haline getirme çabaları ve bu okulları bir siyasal görüşün arka bahçesi olarak kullanma düşüncesi ne yazık ki gözler önündedir.
İmam Cumhurbaşkanı, İmam Başbakan, İmam General, İmam Yargıç, İmam Vali, İmam Doktor çıkartma hevesleri tüm toplumda kendini hissettirmektedir.
Ülkemizde iki türlü insan yetiştiğini görmek için fazla uyanık olmak da gerekmemektedir.
Toplumdaki ayrışmayı gördükçe; farklı eğitim alanların Rejimin Temel İlkelerini ne ölçüde benimsediklerini ve Cumhuriyetimizi kuran Aziz Atamıza ne ölçüde bağlı olduklarını da sorgulamak gerekir diye düşünmekteyim…
DİN ADAMLARI İLE GÖNÜL- GÖNÜLE OLAN DIŞ DESTEKLİ BİR HAREKETİN, ULUSAL VE TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ PARÇALAMAYA YÖNELİK BİR EYLEM İÇERSİNDE olduğunu, yüreğimiz sızlasa da söylemek zorundayız…

Anayasamızın 174. maddesinin teminatı altında bulunan; “Eğitim Birliği Yasası” çağdaşlaşmaya engeldir diyenlere de söylenecek söz yoktur.


Kaynaklar:
Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Prof. Dr. Emre Kongar, Demokrasimizle Yüzleşmek
Prof. Dr. Ergun AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti
Osman Türkoğuz, Halifelik
Ahmet AVCI, Türk Devrim Tarihi Notları




Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar