15 Temmuz 2010 Perşembe

27- ANAMDAN GELEN MEKTUP!

ANAMDAN GELEN MEKTUP!

Yeni nesil, “mektup ya da mektuplaşmayı” bilir mi acep!
Ben mektup yazmayı da mektup beklemeyi de çok severdim…
Askeri Okulda okumak, gurbette olmak…
Aile özlemi çekmek… Elbette farklı bir duygu…
Askeri okulda olmanın elbette birçok zorluğu var…
Okul arkadaşlığı, askeri okul arkadaşlığı, kardeşlik gibi olsa da; aileden beklenen mektubun hazzını verir mi ki!
Şimdi düşünüyorum da…
Hangi zamanı mı? Kimi mi?
Evet; 47 yıl öncesini…
Ve Anamı?
Evet, en çok anamı özlerdim…
Yıl 1963-1966,  yer Erzincan…

Hani ozan demiş ya:
Önde zeytin ağaçları arkasında yar…
Sene 1946, mevsim sonbahar…
Neyleyim, neyleyim, dalları neyleyim.
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim…

Şimdi üçüncü Ordu Karargâhı olan SARI KIŞLA bizim okul binamızdı…
Erzincan, Memleketime (Elazığ) yakın olmasına karşın, SELİMİYE Askeri Orta Okulundan sonra, Kuleli Askeri Lisesine kura sonucunu da olsa, gidememenin üzüntüsünü hep yaşardım… Bu algı nerede ise tüm arkadaşlarımda vardı.
Ama askeri okulda; Erzincan’da da olsa okumak; birçok arkadaşım gibi benim için de bir nimetti.
Severdim mektup yazmayı, satır aralarına duygu eklemeyi de o zaman öğrenmiştim. Satır aralarına yüklenmiş duyguyu çözmeyi de.

İzninizle; mektuplarımda parça buçuk alıntılar yaptığım Bekir Sıtkı Erdoğan’ın KIŞLADA BAHAR şiirini aşağıya tüm olarak yazıyorum…

Kara gözlüm, efkârlanma gül gayri,
İbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayri,
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

Ah çekerim resmine her bakışta,
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki her sigara yakışta,
Sanki duman tüter tütmez ordayım.

Mor dağlara karargâhlar kurulur,
Eteğinde bölük bölük durulur,
On dakika istirahat verilir,
Tüfeğimi çatar çatmaz ordayım.

Dağlar taşlar, hasretlik derdinde,
Sabır sebat etmez, gönül yolunda,
Akşam olur tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım.

Aramıza dağlar girmiş koskoca,
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce,
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım.

Bahar geldi, koyun kuzu koklaştı,
İki âşık kaç senedir bekleşti.
Karagözlüm düğün dernek yaklaştı.
Vatan borcu biter bitmez ordayım…

Geriye bakınca beni en çok ne şaşırtıyor biliyor musunuz? Anama gönderdiğim mektubun yanıtının elime geçeceği günü tahmin edebilmek…
Ana dediysem tabii ki değil, mektubu babamın adına gönderirdim.
Mektup yazmayı sevdiğimi söyledim ama bir oturuşta da yazamazdım… Birkaç denemeden sonra mektubu bitirmiş olurdum…
Mektup biter, zarflarım, Sınıf Başkanına veririm. Sanırım her gün mektup toplanmazdı… Haftada iki gün sınıf başkanları Zafer EREN ya da Salih ORUÇ SOYCAN DURAN mektupları toplar ve Sınıf subayına götürürdü.
Sınıf Subayımız mektupları inceler… “OKUNMUŞTUR” damgasını basar, Sınıf Amirliğine teslim eder, Sınıf amirliği de toplanan tüm Mektupları Okul Komutanlığı ilgili birimine ulaştırır. Ve Okulca toplanan ve denetlenen mektuplar Posta haneye gönderilirdi.
ve ben de mektubumun anama ulaşacağı zamanı ve  bana döneceği zamanı kestirmeye çalışırdım... Bir de yazdıklarımın anamda ve hedeflediklerimde yapacağı etkiyi düşünürdüm...

Mektuplar, tren güzergâhında bulunan alıcılara trenle gönderilirdi.
Benimki de; Erzincan- Çetinkaya- Malatya- Yolçatı- Uluova İstasyonu güzergâhını izlerdi…
Mektup adresim şöyle idi: “Mevlüt Avcı- YOLÇATI-Diyarbakır Demir yolu üzerindeki ULUOVA İstasyonunda görevli Veysi Çelik eliyle- Çulçapur Köyü’ne- ELAZIĞ.”
Veysi Amca, Uluova istasyonunda “DEMİRBAŞ” dediğimiz demiryolu işçisi idi. Aklına geldikçe İstasyonun ilgili birimine uğrar ve köyümüze mektup olup olmadığını sorarmış. Gelen mektupları da alıp köye gittiğinde sahibine verirmiş.
Diyelim ki; Veysi amca benim mektubu, aldı ve yorgun argın köye gitti. Aklına gelirse, anama rastlarsa ya da anam sorarsa müjde diyerek mektubu verir. Anam mektubu sevinçle alır ve okuyacak birisini ararmış. Sonra da her okuması yazması olana yeniden okuturmuş.
En sonunda da babama okuturmuş… Bir de benden haber bekleyenlere. Ya da anlatırmış; Ahmet şöyle, şöyle yazmış diye…
Okuma faslı bittikten sonra da yazdırma faslı başlarmış…
Anam önce yazacak birini bulacak ve mektubu yazdıracak. Artık, kime ya da kimlere yazdırabilirse; ekleyeceği başka da bir şey kalmamışsa… Zarf kapatılcak.
Sonra da anam, mektubu postaya götürecek birini bulacak. Mektubu alan da Şehre ya da istasyona gittiği zaman postaya atacak…
Ve mektubun geriye doğru serüveni başlayacak…

Aynı güzergâhları izleyen mektup, Erzincan’a gelecek, belli kontrollerden sonra da bana ulaşacak.
İster inanın ister inanmayın; Bu süre 20 günü aşsa da elime geçiş tahminim ancak bir gün aksardı…

Ben de özlemle beklediğim “o mektuptan”; başkasına yazdırılmış olsa da; anamın kokusunu, hiç söz edilmese de sözlümün özlemlerini, köyümdeki iyi ve kötü haberleri de algılardım.

Bir süre sonra yeni özlem ve yeni mektup serüveni başlardı…

Bu ulaşım ve iletişim çağında; geriye doğru baktığımda; geçmişte mektuplaşmanın verdiği hazzı hiçbir şeyde alamadığımı söyleyebilirim…
Bırakın mektubun gidiş geliş süresini hesaplamayı, mektup bir olgu olarak iletişim işlevini çoktan yitirdi… Yalnızca bizim gibilerin yaşamlarında hoş bir anı olarak kaldı…

Ahmet AVCI
İZMİR.
15 TEMMUZ 2010

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar