ERMENİ SORUNU VE TÜRKİYE'NİN DURUMU
24 NİSAN 1915
Emeni Tehciri ve Ermeni
Soykırımı İddiası:
1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, kökleri Osmanlı İmparatorluğu
zamanından kalmış, eski bir takım olayların intikamını alıyormuş izlenimi veren
bir Ermeni Sorunu ile meşgul edilmiştir.
Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada, Avusturya, ABD gibi dış
ülkelerdeki üst düzey elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde
başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile yüz yüze geldiğimiz henüz
unutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki diplomatlarını hedef
alan bu terör olayı nereden kaynaklanmaktadır?
İddia edilen, daha doğrusu Ermenilerin iddiası şudur: BİRİNCİ
DÜNYA SAVAŞI yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu, Orta ve Doğu Anadolu'da
yerleşik Ermeni nüfusu, yaşadıkları yerden kopartarak zorunlu göçe (tehcir)
tabi tutmuş ve bir ırkın bilinçli olarak yok edilmesini hedeflemiştir. Yani,
Ermeniler üzerinde soykırım uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve tazminat ödemelidir.
Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver ve Talat
Paşaları, Berlin ve Tiflis'te yaptıkları suikastlarla öldürmüşlerdir. Buna
rağmen egoları tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya çıkıp kan
dökmeye başlamışlardır.
O halde nedir Ermeni sorunu?
Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmiş,
birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum nasıl olmuş da birbirinin canına
kasteden düşmanlar haline gelmiştir?
Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar zinciri aslında
asırlardır aynı toprakların üzerinde barış içinde yaşayan iki toplumun, bu
topraklardan çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine düşman edilmesidir.
Ermeniler Anadolu’ya gelişlerinde; Kafkasya’da Ve Anadolu’nun
çeşitli yörelerinde (VAN; BİTLİS; DİYARBAKIR VE TOROSLARIN GÜNEYİ) dağınık
olarak yaşamaktaydılar.
Ermeniler,
kendilerini, ”HAYK” ve ülkelerini
“HAYATSAN” olarak adlandırırlar. Ermeni ve Ermenistan sözcüklerinin
nereden geldiği bilinmemekle birlikte, COĞRAFİ bir yer adı olduğu
değerlendirilmektedir.
Ermeni Egemenliği, Doğu Anadolu’da, Türkler Anadolu’ya gelmeden
yani 1071 Tarihinden önce Bizanslarca; yaşayan son KİLİKYA Ermeni Krallığı da
13’üyüz yılda Memluklular tarafından ortadan kaldırılmıştır.
“Bağımsız bir devlet kurdukları dönemler son derece kısa
olan” ve Anadolu’dan geçen tüm Fatihlere
bu arada Osmanlılara da boyun eğerek tabi olan Ermenilere; Osmanlı Devletince,
1461’de PATRİKLİK ve 1860’da da “Dini Milli ve sosyal” meselelerini görüşmek
üzere, ”Ermeni Meclis-i Umumi Millisi” adlı bir meclis kurma izini verilmiştir.
Anadolu’da TÜRK BİRLİĞİNİN
sağlanması ve Osmanlı Devletinin yükselmesi döneminde, bu birliğin içerisinde,
Ermenilere, Ruhani Cemaat yapıları da düzenlenerek yer verilmiştir.
Osmanlı
Devletinin; Toprakları içerisinde yaşayan herkese sağladığı hoşgörü ve güven
ortamında özellikle, sanat ve ticaretle uğraşarak, ekonomik durumlarını düzelten
Ermeniler, özellikle 1821'de başlayan Rum isyanları sonrasında, devlet kademelerinde
daha fazla yer almaya başlamışlardır.
Tanzimat Fermanı
ile başlayan yeni dönemde devletin, hemen her kademesinde, başarı ve sadakatle
hizmet gören ve Osmanlı Kimliğini benimseyen Ermeniler, ”TEBA-I SADIKA” (Sadık
vatandaş) olarak adlandırılmışlardır.
Osmanlı‘da;
Ermenilerden, 29 Paşa, 22 bakan ve 33 milletvekili olduğu bilinmektedir.
Ancak onlar,
kendilerine gösterilen bu yakınlığı takdir edemediler ve 19’uncu yüzyıl
ortalarından sonra, Osmanlı Devletinin doğudaki toprakları üzerinde, BAĞIMSIZ
BİR ERMENİSTAN DEVLETİ kurma hayaline düştüler.
Bu emelleri bazı devletler ve kuruluşlarca da desteklendi.
Fransız Devrimi’nin en önemli ürünü olan, Milliyetçilik fikri,
yurt dışında öğrenim görmüş, Ermeniler arasında da yayılmıştır.
1829’da, Rus-İran Savaşında; İran’ın elinde bulunan ERİVAN
Kentinin Rusların eline geçmesi ile Çar 1. Nikola, ”Bu olay, Ermenilerin
kurtuluş günüdür” diyerek, Rus-Ermeni ilişkilerinin ilk adımını atmıştır.
1878’de (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, yenilen Osmanlı
Kuvvetleri, İstanbul Varoşlarına çekilirken, yabancı devletlerin özellikle de İngiltere’nin
yardımı ile Yeşilköy (Ayestefanos) önlerinde durdurulan Rus Kuvvetleri ile
yapılan Ayestefanos Antlaşması sırasında, İstanbul Ermeni Patriği Nersis; Rus Komutanına
başvurarak, ”DOĞU İLLERİNDE, RUS HİMAYESİNDE ERMENİ DEVLETİNİN KURULMASINI TÜRKLERE
KABUL ETTİRMESİNİ” istemiştir.
Devamı olan 1878 Berlin Konferansında:”Erzurum- Van-Bitlis-
Diyarbakır-Muş-Harput ve Sivas illerini kapsayacak bir Ermenistan kurulması”
önerisi, ilk resmi teklif oldu.
İstanbul Patriğinin sinsi sinsi çalışmaları ve Avrupa’nın desteği
ile aşağıdaki Dernekler kuruldu. Bunlar Avrupa’da ciddi ve yoğun propagandalar
yapmaya başladılar. Bu Teşkilatlar:
1. HINÇAK
(Ermenice Çan sesi): Kurucusu; Nazarbek adlı bir Kafkas Ermeni’si.
2. TAŞNAK
(Bayrak) : Komitacı ayaklanmaları yapan bir dernek.
3. RAMGAVAR.
HINÇAK, TAŞNAK VE RAMGAVAR adlı komitelerle Ermeniler, bağımsızlık
için Uluslar arası yardım sağlayarak, amaçlarına ulaşmak için her yolu
denemişlerdir. Bu doğrultu da Türk askeri kılığına girerek, kendi soydaşlarını katletmekten
ve Avrupa Kamuoyunun Hıristiyan hassasiyetini istismar etmekten
çekinmemişlerdir.
İngiliz ve
Rusların Anadolu toprakları üzerindeki, emellerinin gerçekleştirilmesinde kullanabilecekleri,
düşüncesi ile destekledikleri, bu terör grupları; kendi halkının huzur ve rahatını,
adı geçen devletlerin emperyalist emellerine alet etmişlerdir.
İlk kez, 1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Rusların Yeşilköy (Ayestefanos) anlaşmasına
koydukları, iki madde ile uluslar arası platforma getirilen, ERMENİ konusu,
Berlin Antlaşması ile Rusların tekelinden çıkartılmıştır.
İngilizler de;
Rusların, Basra Körfezine inmesinde bir engel olarak, kullanmak istedikleri,
Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardır.
1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı ile ortaya çıkan ve Rus-İngiliz desteği ile gelişen ve “Doğu
Anadolu’da Islahat” projesi ile Osmanlı Devletinin dış baskılara uğramasına yol
açan sorun; görünüşte Ermenilerin, İNSAN HAKLARINDAN YARARLANMASINI sağlamak ve
çoğunluk oldukları iddia edilen yerlerde, bağımsız bir yönetim kurmalarını
sağlamaktır.
Bağımsızlık
konusunu; Rusya kendi topraklarındaki; Ermenilere kötü örnek olacağı için,
kabul etmezken, İngiltere desteklemiştir.
Abdülhamit’in, ”Ölürüm de Doğu Anadolu’yu devletten ayırmaya yol
açacak bir gelişmeye izin vermem” biçimindeki yaklaşımı, çeşitli girişimlere
karşın, Ermenilerin amaçlarına ulaşmasını engellemiştir.
Ermenilerin Gerçekleştirdiği
Ayaklanmalar:
1.
Erzurum Ayaklanması:1890
2.
Zeytun Olayları
3.
Sason Ayaklanması
4.
Van Ayaklanması
5.
Kumkapı Gösterileri
6.
Osmanlı Bankası Baskını:27.8.1890
7.
2. Abdülhamit’te Suikast girişimi
Birinci Dünya
Savaşı, Ermenilere beklediği fırsatı vermiştir. Dört bir yana savaşa giden
orduların, boş bıraktığı Doğu Anadolu’da, Ermeniler, Rusya’nın da teşviki ile
Türklere saldırmaya başlamışlardır.
Andrew MANGO’YA
göre; ”Bu Savaş, Osmanlı-Rus sınırının her iki tarafında yaşayan, ama büyük
çoğunluğu huzur içinde yaşamlarını sürdürmek isteyen Ermeniler için felaket
olmuştu. Duyguları ve davranışları ne olursa olsun, çarpışmaların başlamasından
bir yıl sonra yüz binlercesi ölmüştü.”
Ermenilerin; Osmanlı
Devletine karşı, Savaş içinde giriştiği faaliyetler:
a. Türk Köylerini
yakıp, halkı öldürmeyi sürdüren Ermeniler, Şubat 1915’te, sistemli bir şekilde,
Türk yerleşim yerlerini, işgale ve soykırıma başlamışlardır.
b. 1915 yılının
Nisan ve Mayıs aylarında, yani Çanakkale’de çetin muharebeler sürerken, Ermeni
Çeteleri Rusların öncülüğünde, Van ve çevresini işgal edip, geçici bir Ermeni
hükümeti kurmuşlardır.
c. Sivas Bölgesinde,
yaklaşık 30 000 Ermeni, Ruslarla savaşan Türk Ordusunu arkadan vurmak üzere
hazırlanmıştır.
d. 15 000 Ermeni
gönüllüsü, Rus ordusuna katılmıştır. Bir o kadarı da, Türk topraklarında
çetecilik faaliyetlerine girişmiştir.
e. Ruslar da, Osmanlı Devletinden alacakları
toprakları, Ermenilere vereceğini belirtmektedir.
Bu gelişmeler
üzerine, Osmanlı Devleti, tedbir alma gereğini duymuştur.
Esasen Rusya ile işbirliğinde olan Ermenilerin devlete karşı
faaliyetleri, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına girmeden önce de kontrol
edilemez bir biçimde gelişme içindeydi. Hatta Ağustos ayında, Kafkasya’daki
Ermeniler ve özellikle Komitecilerin- Kendilerine ayak bağı olacağı kaygısı
ile- aile bireylerini Erivan’a göndermeleri dikkat çekicidir. Yine bu dönemde
bile Ermenilerin her türlü taşkınlıklarına karşın, Türk Makamlarının serinkanlı
ve sabırlı davrandıkları görülmektedir. Osmanlı Devleti Savaşa girdikten sonra,
alınan önlemlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti, Ermenileri silahlandırıp devlet aleyhine
kışkırtan ve teşkilatlandıran komiteleri dağıtmak amacıyla, 24 Nisan 1915’te
Vilayetlere ve Mutasarrıflara, gizli bir emir göndermiş ve Ermeni Komite
merkezlerinin kapatılması ve Komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir.
(24 Nisan gününü SOY KIRIM GÜNÜ olarak her yıl anmaları tarihin
saptırılmasından başka bir şey değildir.)
Ermenilerin ayrılıkçı ve Müslümanları katletmeye yönelik, terör
olaylarını durdurmaları yolunda, Osmanlı Hükümeti tarafından ileri sürülen,
istekleri reddetmeleri, üzerine, DERNEKLERİ kapatılmış, evraklarına el
konulmuş, 2345 yönetici tutuklanmıştır.
Başkomutan Vekili Enver Paşa; 2 Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırı
Talat Paşa’ya gönderdiği yazıda; Ermenilerin isyanlarını sürdürebilmek için, hazır
ve toplu halde bulunduklarını bildirmiş, İsyan çıkartılan bölgelerdeki ve
Ermenilerin isyan çıkartamayacak biçimde dağıtılmalarını istemiştir.
Ermeniler, kendilerine yapılan uyarılara karşın Van, Bitlis Vilayetleri
ile Şarkikarahisar ve Amasya şehirlerinde, ayaklanmışlardır. Bu ayaklanma Ordu
ve Hükümet aleyhinde olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türk ve Müslüman halka
yönelikti.
Askerlik çağındaki Ermenilerin çoğu davete uymayarak saklanmış,
bir bölümü de orduya katıldıktan sonra silahlarıyla kaçarak köylerine dönmüşler
ve tüm eli silah tutanların orduya katılmasıyla savunmasız kalan savunmasız
halka saldırarak ırz, can ve mallarına zarar vermişler, köy ve mahalleleri
yakıp yıkmışlardır.
Bu sırada 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa, olayların
önlenebilmesi için, Ermenilerin tehcir edilmelerini teklif etmiştir.
Ermeni Terörü karşısında
Osmanlı Devletinin aldığı önlemler:
27 Mayıs 1915
Tarihinde, Osmanlı Hükümeti; İç güvenliğin ve Cephedeki Ordusunun güvenliğini
sağlamak için, ”GEÇİCİ KANUN” çıkarttı.
SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR).
(Unutmayalım ki: Bu kanunun çıkartıldığı Dönemde; Osmanlı Almanya
ile MÜTTEFİKTİR, DEVLET YÖNETİMİNDE DE, ORDUNUN YÖNETİMİNDE DE ALMANLAR
ETKİNDİR. Ve bu tarihte Osmanlı
Genelkurmay Başkanı; Alman Generali Bronsart von Schellendorf idi...)
Çanakkale Muharebelerinin en yoğun olduğu dönemde, Ordu, Kolordu, Tümen
ve Mevki komutanlarına şu yetkiler verilir:
1.
Yurt savunması, asayişin korunması için;
Hükümet emirlerine karşı koyma, direnme ya da silahlı tecavüzde bulunarak,
ayaklananlara karşı silah kullanılacak.
2.
Silahla direnenler imha edilecek.
3.
Savaş sırasında, Casusluk ve benzer
ihanetlerde bulunan köy ve kasaba halkları da ayrı ayrı ya da topluca başka
yerlere gönderilebilecek.
Burada devlet her hangi bir grubu kastetmemekte ve ülke güvenliği
amaçlanmaktadır.
Göç yeri olarak, Urfa, Musul, Deyrizor belirlenmiştir. (O dönemde
Osmanlı toprağı olan; Suriye ve Irak)
Göç ettirilecek Ermenilerin, ”Mallarını, canlarını korumak, yol
boyunca ve konaklamalarda, kollamak, iaşe ve ikmallerini sağlamak
sorumluluğu” Valilere verilmiştir.
Beraberlerinde götürülemeyen mallar, açık arttırma ile satılıp,
bedeli kendilerine verilecektir.
Göç edilen yeni bölgede; Ermenilere maddi durumları ile orantılı
olarak, yeni yerleşme bölgelerinde, emlak ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara;
tohum, sanatkârlara da; alet ve edevat verilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; 703 000 Ermeni yerlerinden alınıp, çeşitli yerlere iskân
edilmişlerdir. Ermeniler ve onları kullanan Batılı Devletler, bu göç sırasında,
Türklerin; Ermenilerin yarısından fazlasını katlettikleri iddiasını ortaya
atmışlardır. Daha sonra da bu rakamı Bir buçuk milyon kişiye çıkartmışlardır. Oysa
bu yıllarda, Türk topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam sayısı, en iyimser
verilere göre bile; 1 280 000 dır.
Bu zorunlu göç sırasında, gerek askeri, gerekse ekonomik
olanaksızlıklar, zor iklim ve ulaşım koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden
çok sayıda insan ölmüştür.
Göç sırasında alınan tüm önlemlere karşın, sorumlu asker ve
sivillerden, Ermenilere kötü davrananların olması da olasıdır. Çünkü yörenin
Türk halkının ve yerel yöneticilerinin gözünde Ermenilerin yaptıkları İHANETTEN
başka bir şey değildir
Savaşın başından sonuna dek, Ermeni kaybı; 200 000 dolayında
hesaplanmaktadır.
Osmanlı Hükümeti, kendi ordusunun harekâtında, gerekli önlem ve
donatımı alamadığı için, yalnızca Sarıkamış’ta, 63 000 askerini yitirmiş, Yurt
içindeki salgın hastalıkları da önleyememiştir.
Osmanlı Hükümeti göç sırasında, Ermenilere kötü davrandığını
belirlediği, 1400 kişiyi çeşitli cezalara da çarptırmıştır.
Mütareke Döneminde; Tüm Osmanlı belgeleri, Batılı Devletlerin
elinde olduğu halde, Ermeni katliamını ispatlayamamışlardı.
Oysa Ruslarla birlikte hareket eden, Ermenilerin; 1914-1919
döneminde, bir milyondan fazla Türk’ün ölümüne yol açtıkları belgelenmiştir.
Ermenilerin sürekli koruyuculuğunu yapan Avrupa devletleri, 1915-1917
yılları arasında, imzaladıkları anlaşmakların hiç birinde, Ermenileri söz
konusu etmemişlerdir. Yalnızca Ruslar, İhtilaldan sonra, Lenin ve Stalin, 13
Ocak 1918 tarihli bildiri ile ”Rusların Türkiye’de işgal ettikleri, Ermeni
bölgelerinden çekilmesinden sonra, göçmenlerin yerlerine dönmeleri ve
güvenliklerinin sağlanması için SİLAHLANDIRIMALARINI istemişlerdir.
İtilaf Devletlerince; Mondros Mütarekesinde ve Sevr Barış
Antlaşmasında; Ermenilere birtakım haklar verilmesi, hatta Bağımsız bir devlet
kurma hakları hükme bağlanırken, Lozan Barış Antlaşmasında sözü bile
edilmemiştir.
Ermenilerin ve yandaşlarının iddia ettiği gibi bir soykırım
kesinlikle söz konusu değildir. Ermeniler bu iddiaların destek bularak bunu
Türkiye’ye de kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu AMAÇLARINA ULAŞIRLAR İSE; ÖNCE
TÜRKİYE’NİN ÖZÜR DİLEMESİNİ İSTEYECEKLERDİR. ARDINDAN DA TAZMİNAT VE TOPRAK
TALEPLERİ GELECEKTİR.
ÇÜNKÜ SOY KIRIM SUÇU İNSANLIK SUÇUDUR, ZAMAN AŞIMI DA YOKTUR VE SUÇUN SORUMLUSU
KİŞİLER YA DA DEVLETLER DEĞİL ULUS’TUR. TÜRKİYE CUMHURİYETİ; BU SUÇU KABUL
ETTİĞİ ANDA HEM TAZMİNAT ÖDEMEK ZORUNDA KALACAK HEM DE ERMENİLERE TOPRAK VERMEK
ZORUNDA KALACAKTIR.
1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin ikinci maddesi soykırımı
şöyle tanımlamaktadır:
Madde 2: Bu sözleşmeye göre, soykırım; bir milli etnik, ırki ya da
dini grubu, grup niteliği ile kısmen ya da tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki
fiillerin işlenmesidir:
- Grubun mensuplarını yok etmek;
- Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve
psikolojik zararlar vermek;
- Grubun maddi varlığının kısmen ya da
tamamen yok olmasına yol açacak hayat koşullarına kasten tabi tutmak;
- Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla
nakletmek.
Bu tanım Uluslar arası Ceza Mahkemesini kuran 1998 Roma
Sözleşmesiyle de olduğu gibi kabul edilmiştir.
Osmanlının 1915 yılında gerçekleştirdiği Ermeni Tehciri (Zorla
göç) olayı bu tanım kapsamına girmemektedir ve dolayısıyla da soykırım suçu da
söz konusu değildir.
Yahudi Soykırımı suçunu işleyen Almanya; Yahudilere bugüne kadar
50 Milyar dolar tazminat ödemiştir ve beş yıl içinde de 50 milyar daha
ödeyecektir.
Bu göç olayında, Hükümetinin emrini yerine getiren Boğazlayan Kaymakamı
Kemal Bey, Batılıların zoruyla Osmanlı Mahkemelerinde yargılanmış ve haksız yere
idam edilmiştir.
Ermeni Soykırımından ötürü yargılananlardan Ziya Gökalp; Divanı
Harpteki ifadesinde; ”MİLLETİMİZE İFTİRA ETMEYİNİZ, ORTADA BİR ERMENİ KATLİAMI
DEĞİL, BİR TÜRK-ERMENİ VURUŞMASI VARDIR. BİZİ ARKADAN VURDULAR, BİZ DE VURDUK.”
deyişi, yargılamaya noktayı koymuştur.
Soykırım yaptığı söylenen Türklerin ölü sayısı, Soykırıma uğradığı
iddia edilen Ermenilerden daha fazla!
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile hukuken sona eren Ermeni
sorununun yarım asır sonra tekrar, bu kez terör yoluyla, canlanması, Türkiye’ye
karşı soykırım iddiaları ileriye sürülmeye başlanması, bazı ülke
parlamentolarının bu iddiaları benimsemesi, 1990’ların başında bağımsız bir
Ermenistan devleti kurulması ve Türkiye’ye ve Azerbaycan aleyhine politikalar
istemesi Ermeni sorununu yeniden ülkemiz gündemine getirmiştir.
Ermeniler, bugün bile devletimiz ve Milletimiz aleyhindeki
siyasetini sürdürmektedir…
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan Ermenistan
Cumhuriyeti, Türk-Ermeni ilişkilerine yeni boyut getirmiştir.
Türkiye; Ermenistan’ı, Azerbaycan ve Gürcistan’ı aynı anda
tanımış, ancak, Ermenistan Türkiye’nin Toprak bütünlüğünü ve sınırlarının
dokunulmazlığını resmen tanımadığı ve ayrıca Ermeni Anayasa bildirgesinde Doğu
Anadolu’dan Batı Ermenistan olarak bahsedildiği için, Ermenistan ile diplomatik
ilişki kurulamamıştır.
Ermeni Sorunu ve Terör:
Birinci Dünya Savaş’ından sonra, Ermeni sorununu tekrar
güncelleşme çabaları dünya kamuoyunda pek yankı bulmayınca, dikkatleri bu konu
üzerine çekebilmek için, 1919 yılında Erivan ve İstanbul’da başlatılan
NEMESİS (Tehcirin intikamı)(*) çalışmalarına
hız verilerek Türk Diplomat ve diğer resmi ilgililerin katledilmesi yolu
benimsenmiştir…
Daha sonra da; 1973 Santa
Barbara cinayeti ile başlatılan ve 1985 yılına kadar süren Ermeni terörü, 34
Türk diplomatının şehit edilmesi, birçoğunun yaralanması ile sonuçlanmış, yabancı
uyruklulardan da ölen ve yaralananlar da olmuştur.
1985 yılında Ermeni terörü bitmiş, bu kez de; Ermeniler farklı bir
yol izleyerek, Propaganda faaliyetlerine ve Ermeni psikolojik harekâtına
başlamışlardır.
Bu yeni dönemde, dünya genelinde, çeşitli ülke parlamentolarına
getirdikleri Ermeni tasarısı çalışmalarını ve propaganda amaçlı kitap, broşür, kongre,
panel, sinema ve son yıllarda etkin bir araç olan Internet ağı kullanımını
ortaya koymuşlardır.
Ermeniler, ABD’de başarılı olamadılarsa da, bazı ülkeler parlamentolarından
“Sözde Ermeni Soykırımı”nı tanıyan kararlar çıkarmayı başarmışlardır.
Bu kararların alındığı yıllar ve ilgili ülkenin adları şöyledir:
ERMENİSTAN, ALMANYA, BELÇİKA, KANADA, ŞİLİ, GÜNEY
KIBRIS CUMHURİYETİ, FRANSA, YUNANİSTAN, İTALYA, LİTVANYA, LÜBNAN, HOLLANDA,
POLONYA, RUSYA, SLOVAKYA, İSVEÇ, URUGUAY, VATİKAN, VENEZÜELA…
Amerika’da;
45 eyalet, Ermenilere soy kırım yapıldığını kabul edtmiştir…
ABD de Ben de “soykırımı tanırım” tehdidi ile
Türkiyeyi korkutmaktadır…
Ayrıca, bir uluslar arası kuruluş olan Avrupa Parlamentosu, sözde
Ermeni soykırımını kabul etmiştir. Bu parlamento, 1987 tarihli kararında Ermeni
soykırımını tanıdıktan başka, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini, SÖZDE
SOYKIRIMIN TANINMASINA BAĞLAMIŞTIR.
Bazı Devletler; ERMENİ SOKIRIMI YOKTUR demeyi bile suç sayan
yasalar çıkartmıştır…
Ermeni Olayını SOYKIRIM olarak tanımayan ülkeler:
AZAEBAYCAN, İNGİLTERE, BULGARİSTAN, DANİMARKA, İSRAİL, TÜRKİYE…
Gerek milli gerekse milletlerarası parlamentoların sözde Ermeni
soykırımı hakkında aldıkları kararlar, tavsiye niteliğinde olduğundan, Türkiye
için hukuksal açıdan bağlayıcı değildir. Ancak bu kararlar, bazı siyasal
sonuçlar doğurmakta ve genellikle Türkiye ile Parlamentosu bu yönde kararlar
alan ülkelerin ikili ilişkilerinde bir gerileme yaşanmaktadır.
Sonuç Olarak:
ERMENİ SORUNUNU, siyasiler çıkartmıştır, ama gerçeği ortaya
çıkartmak; TARİHÇİLERİN, ÇÖZÜMÜ BULMAK DA SİYASİLERİN GÖREVİDİR…
Bu SORUN, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ipotek, tehdit ve şantaj
öğesi olarak kullanılarak, Milletimizin taşıyamayacağı yük haline getirilmek
istenmektedir…
Bugün karşımıza çıkarılan SORUN, aslında birbiri ile barış içinde
iyi komşuluk ilişkileri ile yaşayan iki MİLLETİN, başlangıçta Rusya, daha sonra
da Fransa, Amerika ve kısmen de İngiltere ile Almanya'nın karışması VE YEREL
İŞBİRLİKÇİ SİYASİLERİN yardımı sonucunda, birbirine düşman edilişidir.
Bu düşmanlığı yaratanlar, sömürgeci devletlerin kışkırttığı ve
eğittiği, Ermeni komitacılar olmuştur.
Her iki MİLLETİN masum insanları bundan çok zarar görmüştür.
Bugün parlamentolarından, (gerçekte olmayan ve aslında
kendilerinin yaratmış olduğu acıları soykırım gibi gösteren iddialara
verdikleri isim olan) Ermeni Soykırımının kabul edilmesi yönünde yasalar
geçiren devletlerin hiç biri ne Ermenileri ne de Türkleri düşündüklerinden bunu
yapmaktadırlar. Tek düşünceleri, Sevr'i yeniden ortaya çıkarmak ve Anadolu'yu
parçalamaktır.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken en önemli ülke, çok uzun
vadeli planlar yapan Amerika'dır.
Başlangıçta gönderdiği MİSYONERLER ve onların açtığı okullar vasıtasıyla bize DÜŞMAN
MİLİTANLAR yetiştirmeyi başarmıştır.
Daha sonra bu taktik yeterli gelmeyince hem o okullar vasıtasıyla,
hem de başka yollarla kendi kültürünü bize enjekte ederek toplumumuzu
yozlaştırmıştır.
Marshall yardımı adı altında satın aldığı Mehmetçik kanı yetmediği
için, daha sonra ortaya STRATEJİK ORTAKLIK kavramı atılmıştır
Çeşitli kalkınma hamleleri adı altında önemli düzeyde
borçlandırılan Türkiye, IMF politikaları ile ekonomik açıdan bağımlı hale
getirilmiştir.
Bunun bir tek amacı vardır: 21. yy da müdahale edilmesi planlanan
Ortadoğu’da buna karşı çıkabilecek tek ülke olan Atatürk Türkiyesi'ni, karşı
koyamayacak duruma düşürmek.
Çok ince politikalarla kazasız belasız atlattığımız 2. Dünya Savaşından
sonra, bizi bir daha 1. Dünya savaşındaki tuzağa düşüremeyeceklerini
anlayanlar, memleketi sağcı-solcu, faşist-komünist diye kamplara bölüp oyalamış
ve gerçek niyetlerini görmemizi engellemişlerdir. Aynı taktik şimdilerde
laik-anti laik şeklinde uygulanmaktadır ve ne yazık ki içimizdeki bazı iyi
niyetli aymazlar ve kötü niyetli satılmışlar bu yangını körüklemektedir.
1974' ten 1985' e kadar bizi oyalayan Ermeni terörü, bu tarihten
sonra yerini başka bir taşerona bırakmış ve bu yeni terör örgütü, uygulanan
ekonomik politikaların da yardımı ile bizi bugüne kadar, uğraştırmış hatta
ülkemizi ve Milletimizi bölünme noktasına getirmiştir…
Şimdi artık, ben aydınım,
ben vatanseverim ben milliyetçiyim diyen herkesin Irak'a demokrasi getirdiğini
söyleyenlerin asıl hedefinin ne olduğunu net olarak görüp Batı taklitçiliğini ve günümüzde
yükseliş gösteren Arap taklitçiliğini
bir yana bırakıp Atatürk çizgisini yakalayabilmek için kolları sıvaması
gerekir. Yoksa birkaç yıl içerisinde çocuklarımızın köle, topraklarımızın
sömürge olduğunu görmemiz işten bile değildir.
Tam Bağımsızlık ve Aydınlanma, Türkiye'ye 1923 de geldi. Fakat ne
yazık ki devam ettiremedik. Bugün geldiğimiz bu tehlikeli noktada uyanıp
aydınlanma meşalesini yeniden yakamazsak Sevr'i cebinden çıkaranlara dur
dememiz mümkün olmaz.
Bu meşaleyi yeniden yakmanın tek yolu, bazılarının arkasına
saklandığı özgürlük ve eşitlik maskeleri ile dönülmek istenen Ortaçağ karanlığı
değil Çağdaşlıktır, bir an önce Atatürk aydınlanmasını yeniden yakalamaktır…
Ahmet AVCI
24 NİSAN 2014
Kaynaklar:
- ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü
Yayını: Ermeni Sorunu El Kitabı
- Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları.
İstiklal Harbi Cilt-4
- Sadi KOÇAŞ. Ermeni Meselesi.
- E. Kurmay Albay Ekrem TOPALAN’IN Özel
Notları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder