TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞ SÜRECİ
23
NİSAN 1920
Bu tarih;
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN açılış günüdür…
Türk
Milleti’nin İradesini ortaya koyarak, İşgalcilere ve İşbirlikçilerine, örgütlü
olarak karşı koyma günüdür…
TBMM’NİN 23 Nisan
1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız
koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını
halktan alan İnsan Hakları Esaslarına dayandırmıştır.
23 Nisan 1920’de;
Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya;Saltanattan, MİLLETE geçmekle kalmıyor,
Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel
Osmanlı Egemenliğinin yerine Ulus Egemenliği geçiyordu.
Osmanlı Devletinin
karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal
Meclisi olarak, tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘Ulusal
Egemenliğin’ önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar durabilirdi.
Osmanlı
Devleti istemeyerek girdiği BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN yenilgiyle çıkmıştı…
Türk
Ulusu; Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Bağımsızlığını, Refahını,
Ülkülerini ve Ülkesini yitirmiş ve korkunç bir gelecekle baş başa kalmıştı. (vatanlarca
toprağını, milyonlarca insanını yitirmiş, Öz Vatanında vatansız kalmıştı.)
Bu Vatan
nasıl kurtuldu? Bu DEVLET nasıl kuruldu?
94 yıl
sonra neden bu soru? Çünkü unutmuşuz ya da geçmişimizi tarihimizi bilmiyoruz.
Hamasi nutuklar atmadan ve biri birimizi yönlendirmeden kendi uydurduğumuz içi
boş tarihi anlatmadan, bu soruyu sıkça sormanın da yanıtını da aynı sıklıkta
vermenin de zamanı geldi. Hatta geçiyor bile!
Bu
soruyu sormadığımız için, bu vatanı çok kolay biçimde elimizden çıkarmakta bir
sakınca görmüyoruz. Sınırlarımızın ötesinde olup bitenlere boş bakışlarla ilgi
gösteriyoruz.
Yugoslavya’da,
Irak’ta neler olduğu umurumuzda bile değil. Aynı şekilde Ukrayna’da,
Gürcistan’da, Suriye’de olan bitenler de bizi hiç ilgilendirmiyor.
Bunların
ötesinde; Türkiye’nin içinde olan bitenler de bizden ”ırak”.
Cumhuriyet’e
ait ne varsa onları, Gazi Mustafa Kemal’e ait tüm izleri, 1923 sonrasını
anlatacak hangi tesis, hangi fabrika, varsa ortadan kaldırıyoruz. Hem ticari
olarak satıyoruz hem de tabelalarını bile mezara gömüyoruz.
Geçmişimizden
kurtulmaya çalışıyoruz. Neden?
Acaba
bir tek soruyu sormamak için mi? “Bu memleket nasıl kurtuldu?”
Bu
soruyu sorduğumuz gün, bugün satıp kurtulduklarımızdan bu denli kolay
vazgeçemeyeceğimiz için mi, Kemalist Cumhuriyet’e ait ne varsa yok ediyoruz.
Gazi
Mustafa Kemal, Demokratik yaşama geçişimizden bugüne kadar, toplumun
belleğinden yok etmeye çalıştılar ama başaramadılar. Artık yoruldular ya da bunun
için enerji harcamaya gerek yok, daha kolayı var, yarattığı eserleri ortadan
kaldıralım. Nasılsa dünyada özelleştirme diye bir furya var, bunun arkasına
sığınalım, kalkan olarak kullanalım; fırsat bu fırsat diyerek, ne soru
sorduruyorlar ne tepki gösterilmesine izin veriyorlar. Yani ona ait ne varsa
ortadan kaldırıldığında, zaten O’nu kimse hatırlamaz olacak. Acaba gerçek
düşünce bu mu?
Milli
Mücadeleyi yapan o çılgın Türkler, yoksulluktan dolayı yılgınlığa kapılmamış,
dilenci pazarlığı yapmamış, çaresizlik duygusuna düşmemiş, imkânsız diye
cesaretini yitirmemiş, yurdunu canından azizi bilen, olağanüstü seven, namuslu,
azimli, bilinçli, vakarlı, inançlı, yürekli insanlardı. Bunlar mücadelenin
hiçbir aşamasında maceracılık, hayalcilik yapmadılar. Batı’nın bilimine,
sanatına ve teknolojisine yani güzel yüzüne karşı olmadılar. Onlar, Batı’nın
çirkin yüzüne, her çeşidiyle emperyalizme karşı geldiler.
Bu
üstün özellikleriyle, sayısı 400.000 kişiyi aşan silahlı işgalcileri, çeşit
çeşit aşağılık entrikaya, çığırtkana, ajana, gafile, teslimiyetçiye,
işbirlikçiye, siyaset ve hukuk cambazına, lafazana, bencile, yalancıya, haine
rağmen, yenip sununda yurtlarını tertemiz ettiler.
Bu
kuşağa haksızlık yapılmasına da izin vermeyelim.
Bugün
de bir kurtuluş süreci yaşadığımız çok açıktır…
İçinde
bulunduğumuz tehlike de, içinde bulunduğumuz yılgınlık da o günlerdekinden az
değildir…
Bir
basınımız var ki; mütareke basınından etkin,
yandaş basın, satılmış basın…
İngiliz
Muhipleri Cemiyetlerinin yerini daha cafcaflı örgütler almış…
Bölücü
ve dinci örgütler de cabası…
Ama
olanaklarımız ve bilincimiz günkünden çok daha iyidir…
30 Ekim
1918 tarihinde imzalanan MONDROS ATEŞKES antlaşması sonrasında; Güney
Cephesinden İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, durumun dehşetini görüyordu. Ancak
İstanbul’da herkesin içinde bulunduğu kötümser ve karamsar ruh durumu O’nda
yoktu. Kendisi alınması düşünülen tüm önlemlerin hiçbir işe yaramayacağını
anlamıştı. Ama O’na göre umutsuz durumdan kurtuluş çaresi vardı. Ancak bu
çareyi uygulama alanına koymak zordu: “ULUSAL EGEMENLİĞE DAYANAN YENİ BİR TÜRK
DEVLETİ KURMAK; DEVLETİ HALKA İNDİRMEK VE ANADOLU İNSANININ YARDIMI İLE DÜŞMANI
YUTAN KOVMAK.”
Kendisini
bunu yapabilecek güçte görüyordu: Gerçekten, İstanbul’da limana demirlemiş Galip
Devletlerin gemilerine bakarken, durumun korkunçluğunu anlatan bir arkadaşına; “GELDİKLERİ
GİBİ GİDERLER DEMİŞTİ.” Bu sözü, o zaman söyleme gücünde ve inancında olan
kimse yoktu denilebilir.
Mustafa
Kemal Paşa, Türk Ulusunun, yabancı işgali altında yaşayamayacağını biliyordu.
Buna inanmıştı. İstanbul’daki temaslarında, çizdiği planı gerçekleştirmekte
yardımcı olacak arkadaşlarını arıyordu, onlarla konuşuyor, ancak kendi
düşüncelerini tam bir açıklıkla dışa vurmuyordu.
İstanbul’un;
yapmayı düşündüğü mücadele için hiç elverişli olmadığı açıktı. Anadolu’ya
geçmek gerekti.
İnandığı
bazı arkadaşları, buyrukları altındaki birlikleri daha terhis etmemişler ve Komuta
yerlerinden ayrılmamışlardı. Özellikle Ankara’daki 20’nci Kolordunun yeni
Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile Erzurum’daki 15’inci Kolordunun yeni Komutanı
Kazım Karabekir Paşa gibi arkadaşlarına büyük güveni vardı ve onların
yardımları ile mücadelenin ilk adımlarını atabileceğini hesaplamıştı.
Mustafa
Kemal, tüm bunları hesaplamıştı ve yeni kurulacak devleti de halka indirmekle
pek çok zorluğun giderilebileceğini anlıyordu.
Halka
köle olarak yaşamanın mümkün olmadığı anlatılırsa, Anadolu yeniden
canlanabilirdi.
Mustafa
Kemal, güvendiği birkaç arkadaşı dışında, yapmayı tasarladığı işleri kimseye
açmamıştı. Kendisine verilen Karadeniz
Bölgesi Görevini sevinçle karşıladı ve gerekli hizmetleri yapacağına herkesi
inandırdı. Görevini iyi yapabilmek için geniş yetkiler istedi ve bu istekleri
de karşılandı.
Çeşitli
uğraşlar sonucunda, Mustafa Kemal Paşa, Doğuda henüz terhis edilmemiş
birliklerden oluşan 9. Ordu (Sora üçüncü Ordu) Müfettişliğine 30 Nisan 1919’da
atandı.
Bandırma
Vapurunda Mustafa Kemal’in Karargâhından 48 kişi vardı. Bunların 23’ü rütbeli ve memur 25 er ve erbaş idi. Mustafa
Kemal PAŞA, 9. Ordu Müfettişi olarak, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştı.
KENDİSİNE VERİLEN
GÖREV: DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNDEKİ ASAYİŞİ SAĞLAMAK VE ERZURUM KOLORDU’SUNDAKİ
ASKERLERİN TERHİSİNİ VE SİLAHLARININ TESLİMİNİ SAĞLAMAKTIR.
Ancak Mustafa Kemal
Paşa, Padişahı, İstanbul hükümetini ve İtilaf devletlerini şaşırtarak: TÜM
MİLLETİ, İŞGALE TEPKİ GÖSTERMEYE ÇAĞIRMIŞTI.
Samsun’dan Amasya’ya
geçen Mustafa Kemal Paşa, Hükümetin geriye dön çağrılarına uymayıp, MİLLİ
MÜCADELENİN; AMACINI, HEDEFLERİNİ VE GEREKÇESİNİ AÇIKLAYAN AMASYA GENELGESİNİ
21-22 HAZİRAN GECESİ YAYIMLAMIŞTIR.
Erzurum’da iken,
İngilizlerin baskısıyla Ordu Komutanlığından alınınca, Görevinden ve
askerlikten 8/9 Temmuz 1919 gecesi istifa etmiştir.
Mustafa Kemal,
Erzurum Kolordusu Komutanı Kazım Karabekir’in ve Ankara Kolordusu Komutanı Ali
Fuat Cebesoy’un da desteğini alınca BİR SİVİL BİR VATANDAŞ olarak, gerçeklikten
uzaklaşmadan, hayale kapılmadan, büyük bir sabırla tüm Anadolu’yu YURTSEVERLİK
VE BAĞIMSIZLIK YOLUNDA toplamaya koyulmuştur.
Erzurum Kongresini,
daha kapsamlı Sivas kongresi izlemiştir.
Kurulmuş olan Redd-i
İlhak ve Müdafa-yı Hukuk dernekleri, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk
Derneği” adıyla tüm yurdu kucaklayan tek bir örgüt olarak örgütlenmiştir.
Mustafa Kemal
Kongrede seçilen Temsili Heyet (Yönetim kurulu)’inin Başkanlığına seçilmiştir.
27 Aralık 1919’da
Heyet Ankara’ya gelmiş ve halkın sevinç gösterileriyle karşılanmıştır.
Mustafa Kemal’in
başlattığı MÜCADELEYİ hayal, hatta çılgınlık olarak görenler az değildir.
“Elde avuçta hiçbir
şey yokken, emperyalizme, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus
çetelerine karşı silahlı mücadeleye girişmeyi çılgınlık sayan çoktur.
Silahsızlandırılmış Türk Ordusu’nun bu dönemdeki gücü, o da kâğıt üzerinde,
35–40 bin kişidir. Oysa Türkiye’deki silahlı işgalcilerin sayısı zaman içinde
400.000 kişiyi bulacaktır.
Yoksul, bitik, harabe
Anadolu, 400.000 işgalciyi ve ON BİNLERCE SİLAHLI SİLAHSIZ HAİNİ yenmeyi
başaracaktır.
Sivas Kongresinde
alınan karar üzerine İstanbul hükümeti, İngilizlerin de İzniyle Osmanlı Meclisi
için seçim yapılmasını kabul etmiş, Mustafa Kemal ve arkadaşları da
Milletvekili seçilmişlerdi.
12 OCAK 1920’de
Osmanlı Meclisi, Mustafa Kemal’in karşı çıkmasına rağmen İstanbul’da toplanmış,
ESASLARI ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİ İLE ANKARA’DA BELİRLENEN “MİSAK-I MİLLİ
(MİLLİ ANT)”Yİ 27 OCAKTA KABUL VE İLAN ETMİŞTİR.
Misak-ı Milli’nin özü
şudur: “BÖLÜNMEZ, BAĞIMSIZ HÜR VE ÇAĞDAŞ TÜRKİYE KURULMAZSA BARIŞ SAĞLANAMAZ”
Meclisin toplanmasına
karşı olmayan işgalcileri bu karar rahatsız etmiştir.
İşgalci güçler,
Ankara’ya ve halka gözdağı vermek üzere, 16 Mart'ta İstanbul’u resmen işgal
ettiler ve yönetime el koydular.
Birçok Milliyetçi’yi
tutukladılar. Anadolu Hareketine yardım edenlerin idam edileceklerini gazete ve
duvar ilanları ile duyurdular.
Meclisi sarıp; Rauf
Orbay ve Kara Vasıf gibi kimi milletvekillerini götürdüler. Kimi
Milletvekillerini, Komutanları ve Yazarları tutukladılar, birçoğunu Malta’ya
sürdüler.
Mustafa Kemal, işgale
misilleme olarak, başta Albay Ralinson olmak üzere, o sırada Anadolu’da bulunan
İngiliz askerlerini tutuklatmıştır.
Milli Kuverler de
harekete geçerek İngiliz birliklerini Eskişehir’i boşaltmak zorunda bıraktılar.
Demiryoluna el koydular. İngiliz Birlikleri İstanbul ile Anadolu arasındaki tek
geçit olan GEYVE BOĞAZINI bırakarak İzmit’e çekildiler.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI
16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletlerince “Geçici” kaydıyla işgali,
Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması, aydınların ve milletvekillerinin tutuklanması,
Osmanlı Devletinin sona erdiğini gösteriyordu.
ÇÜNKÜ İCRA GÜCÜ,
SİYASİ ESARET ALTINA ALINMIŞ, HERKESİN YABANCI YASALARA GÖRE YARGILANACAĞI
BELİRTİLMİŞ, TÜM İLETİŞİM ARAÇLARI DENETİM ALTINA GİRMİŞ, HALKIN SESİNİ
DUYURABİLECEK ÖRGÜTLER İPTAL EDİLMİŞTİR. İTİLAF DEVLETLERİNİN GÖRÜŞLERİNE
AYKIRI SÖZ SÖYLEMEK SUÇ SAYILMIŞTIR.
Uzun yıllardan beri Ulusal Egemenliğe dayalı bir Devlet kurmayı düşünen Mustafa
Kemal, bu fırsatı iyi değerlendirdi ve TÜRK ULUSU’NUN HAKLARINI VE VARLIĞINI
KORUMAYA KARAR VERDİ.
Öncelikle Kuracağı
Devletin temel organlarını oluşturacak yeni MECLİSİN toplanmasını sağlayacak
çalışmaları başlattı.
Mustafa Kemal, Osmanlı Meclisi Mebusan’ının artık sona erdiği kanısında idi.
Yeni yapılacak seçimlerle kurucu nitelikte bir meclis toplanmalı idi. Çünkü
fiilen ortadan kalkmış Osmanlı Devletinin Parlamentosundan da söz edilemezdi.
Kurucu Meclis yolu ile yeni DEVLETİN temelleri atılmalıydı. Ancak çok kişi de
bu düşünceye karşı idi. Onlar Osmanlı Parlamentosunun Ankara’da toplanmasını
istiyorlardı. Böylece Osmanlı DÜZENİ de sürecekti. Oysa Mustafa Kemal buna
karşı idi. Bu durumda Padişahın Ve Hükümetinin MECLİS üzerinde etkisi
kaçınılmazdı hem M. Kemal İstanbul’da toplanan Meclisin Padişaha yaranmak için
yaptıklarını da unutmamıştı.
Osmanlı Meclisi Ankara’da toplanınca teknik bakımından Padişahın ve Hükümetin
de Ankara’ya gelmesi gerekirdi. Oysa ikisi de bu niyette değillerdi. Bu da
Mustafa Kemal’in işlerini bir ölçüde kolaylaştırıyordu.
Sonunda çözüm bulundu. Ülkenin, mümkün olan yerlerinde yeniden seçimler
yapıldı. Yeni seçilen Milletvekilleri ile Osmanlı Meclisinin Ankara’ya gelen
üyeleri birleştiler ve “OLAĞAN ÜSTÜ YETKİLERLE DONATILMIŞ BİR MECLİS” sıfatıyla
23 Nisan 1920’de Toplandılar.
Meclis ilk
toplantısında adını koydu: “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ” Meclis Başkanlığına
Mustafa Kemal’i seçti ve hemen çalışmalarına başladı.
Bu olayın hukuksal ve siyasal önemi:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi (TBMM) ile “DIŞA KARŞI SAVAŞI VE OSMANLI DÜZENİNE KARŞI İHTİLALİ”
yönetecek, yepyeni bir DEVLET kurulmuş oluyordu.
Mondros Ateşkesinden itibaren Osmanlı Devleti eylemsel bakımdan ortadan
kalktığından, şimdi bu boşluk, TBMM ile doldurulmuştu. Her ne kadar, Meclis
içinde ve dışında bulunan kimi çevreleri ürkütmemek için amacın; ”TEHLİKEDE
BULUNAN PADİŞAHI (HALİFEYİ) KURTARMAK” olduğu ileri sürülmüşse de yapılan işle
aslında yeni bir devlet kurulmuştur.
Meclis ilk günlerinde
çok önemli şu kararları almıştır:
1. Mecliste
toplanan ulusal iradeyi vatanın geleceğine egemen kılmak esas amaçtır.
2. TBMM’nin üstünde bir güç yoktur.
3. TBMM yasama ve yürütme yetkisini kendisinde
toplamıştır.
4. Meclisten ayrılacak bir kurul, Meclisin
Vekili olarak hükümet işlerini yürütür.
5. Meclis Başkanı bu gücün de başıdır.
6. Padişah ve Halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduğu zaman,
Meclisin düzenleyeceği esaslar içinde yerini alır.
Yalnızca bu kararlar bile TBMM ile yeni bir devletin kurulduğunu
göstermektedir. TBMM, Padişah ve Halifenin üzerindedir. Saltanat ve Halifelik
durumunu meclis düzenleyecektir. İstanbul’daki Hükümet artık tanınmamaktadır;
çünkü Meclis kendi gücünü kullanmaktadır.
TBMM ile çok önemli iki temel atılmıştır:
1. Ulusun egemenliğine kesinlikle sahip
çıkılması. Ulusun Egemenliğini eline alması ve sahip çıkması.
2. TBMM’nin Türk Ulusunu temsil etmesidir.
Adının başındaki Türk
kelimesi devlet yaşamında ilk kez kullanılmaktadır.
Osmanlı Anayasasında:
DEVLET; OSMANLIDIR. SALTANAT; OSMANLIDIR. ÜLKE; OSMANLIDIR. UYRUKLAR;
OSMANLIDIR. OYSA YENİ AÇILAN DÖNEMDE, “TÜRKLÜK”, “OSMANLILIĞIN” üzerine
çıkartılmaktadır.
Türk tarihinde Ulusun doğrudan doğruya egemenliğini ele alışını sağlayan bu
olay başlı başına bir DEVRİMDİR.
TBMM’NİN 23 Nisan 1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü
gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız
koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını
halktan alan İnsan Hakları Esaslarına dayandırıyordu.
23 Nisan 1920’de;
Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya (Saltanattan, Ulus’a) geçmekle kalmıyor,
Egemenliğin kaynağı ve yapısı da değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel
Osmanlı Egemenliğinin yerine Ulus Egemenliği geçiyordu.
Osmanlı Devletinin
karşısında; tüm siyasi ve hukuki yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal
Meclisi olarak, tarihi bir sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘Ulusal
Egemenliğin’ önünde ne zincirler ne de tahtlar ve taçlar durabilirdi.
Meclisin kurucusu Mustafa Kemal, bu olayı; “23 Nisan 1923 Türkiye Milli
Tarihi’nin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına
karşı, ayaklanan Türkiye Halkının TBMM’Nİ vücuda getirmek, hususunda gösterdiği
mucizeyi ifade eder” sözleriyle değerlendirerek, ‘MECLİS’İ ULUSAL İRADENİN”
eseri olarak göstermiştir.
TBMM’si ile
oluşturulan Ulus Egemenliği ile:
Kurtuluş Savaşı kazanılacak,
Emperyalizm ve
Hıristiyanlık yenilecek,
Megalı İdea ortadan
kaldırılacak,
Sevr Antlaşması yok
edilecek,
Batı Anadolu ve
Trakya işgalden kurtarılacak,
Doğu Sorunu
çözülecek,
Saltanat ve Halifelik
kaldırılacak,
Cumhuriyet İlan
edilecek,
Lozan Antlaşması ile
Birinci Dünya Savaşı hesapları ve yüzlerce yıllık sorunlar çözülecek,
Misak-ı Milli
esasları yaşama geçirilecek ve
Yeni Türk Devleti
Dünyaya tanıtılacaktır.
Gerçekleştirilen Türk
Devrimi ile Türkiye Cumhuriyeti Çağdaş Dünyadaki yerini alacaktır. Çağdaş
Uygarlık düzeyine ulaşma yoluna koyulacaktır.
Mustafa Kemal’in
hedeflediği DÜZENİ: “Milli Egemenlik ve Bağımsızlığa bağlı, aynı zamanda
barışçı ve insancı, Milliyetçi, Laik, Halkçı, Demokratik Parlamenter Sistemi
benimsemiş, Atatürkçü özde Devrimci, tüm Dünya Uluslarıyla her alanda
işbirliğine açık, her türlü diktayı reddeden, Haklar, Hürriyetler ve Kalkınma
düzenini” kurma çabasına girilecektir.
Türk Devrimi’nin
genel Amacı: “Türkiye’nin özgürlükçü bir ortamda ve Tam bağımsız olarak ve
Kendi Kimliği ile Çağdaş Dünya’da yerini alması” GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR.
Başta Mustafa Kemal
ATATÜRK olmak üzere; Ülkemizi işgalden kurtaran, Devletimizi kuran, Milletimizi
çağdaş dünyaya açan, Bu günü çocuklarımıza BAYRAM olarak armağan eden, tüm
kahramanlarımızı minnet ve şükranla selamlıyorum…
23 NİSAN 2014
Ahmet AVCI
KAYNAKLAR:
Prof.Dr. Ahmet MUMCU-
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Lord KİNROSS- ATATÜRK
TURGUT ÖZAKMAN- ŞU
ÇILGIN TÜRKLER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder