Ahmet Avcı
23 Aralık 2009
İZMİR
“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktığı emanetin bekçileriyiz.”
1. MENEMEN OLAYI NEDİR? NE ZAMAN OLMUŞTUR? NELER OLMUŞTUR?
Menemen Olayı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, laik ve demokratik yapısını hedef alan gerici bir ayaklanma girişimidir.
Menemen’de 23 Aralık 1930’da Şeriat isteyenlerce Asteğmen Kubilay’ın öldürülmesi, Genç Cumhuriyet Rejimi’nin 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır.
Ulusal uyanış ve kurtuluşla gerçekleştirilen Laik Cumhuriyet düzenine düşman tarikat şeyhleri, 79 yıl önce, çağdaş bir ulus için yüz karası sayılacak bir eylemde bulunmuş, Cumhuriyeti korumakla ve onu yaşatıp yükseltecek kuşakları yetiştirmekle görevli yedek-subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı Menemen’de şehit etmişlerdi.
Cumhuriyetin ilanına, Halifeliğin kaldırılmasına karşı olan ve Türk Devrimine karşı sık sık güç denemesine yönelen gericiler, Serbest Fırka Partisinin kuruluşunda, iktidara karşı oluşan tepkilerden de cesaret alarak, partinin kapatılmasından kısa bir süre sonra, 23 Aralık 1930’da MENEMEN’DE bir ayaklanma girişiminde bulundular.
23 Aralık sabahı; isyancılar, Menemen’de toplandılar. Müftü camiinde sabah namazı kılındıktan sonra; Derviş Mehmet, camide toplanan kalabalığa; “Ankara Hükümeti’ni düşürüp, ikinci Abdülhamit’in oğlu Selim’i halifeliğe getireceğini, Menemen’in yetmiş iki bin Müslüman Arap tarafından kuşatıldığını” bildirdi ve halkın yeşil bayrak altında toplanmasını istedi.
Halkın da katılmasıyla olay, kısa sürede ayaklanmaya dönüştü. Asiler yeşil bayrak altında hükümet konağına yürüdüler.
Derviş Mehmet, Hükümet konağının önünde yaptığı konuşmada da:
“Şapka giyen kâfirdir. Din elden gidiyor. Saltanatı ve hilafeti geri getireceğiz” diyerek, “kendisinin Peygamber olarak geldiğini, ’Şeriatı’ uygulayacağını ve herkesin şapkasını çıkartıp kendisiyle birlikte “ZİKİR” etmesini” istedi.
Olayı öğrenen İlçe Jandarma komutanı Yüzbaşı Fahri, hemen olay yerine gitmiş, ancak gericileri yatıştıramayınca, Hükümet konağına giderek, telefonla 43.P.Alay ve Garnizon komutanlığından yardım istemiştir.
Menemen Garnizon komutanlığı; karışıklık çıktığını öğrenince, kalabalığı dağıtmak üzere, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay komutasındaki birliği görevlendirmiştir.
1906 doğumlu Mustafa Fehmi Kubilay; Bursa öğretmen okulunu bitirmiş, Cumhuriyet ilkelerine bağlı askerliğini yedek subay olarak yapan bir öğretmendi.
Mustafa Fehmi Kubilay, olayı bastırmak için birliği ile birlikte asilerin üzerine yürümüş, ikazla dağılmayan topluluğu korkutarak dağıtmak amacıyla; manevra fişeği taşıyan askerlerine havaya ateş emrini vermiştir.
Asiler dağılmamışlar, manevra fişeklerinin etki etmediğini anlayınca da; “Kendilerine kâfir mermilerinin zarar vermeyeceğini” söyleyerek askerlere saldırmışlardır.
İsyancılar, Kubilay’ı önce yaralamışlar, sonra da Kubilay’ın yaralı olarak sığındığı caminin musalla taşında başını kesip yeşil bayrağın tepesine takarak bir süre menemen sokaklarında dolaştırmışlardır.
Bu sırada kendilerine engel olmak isteyen Şevki ve Hasan adlı iki bekçiyi de öldürmüşlerdir.
Olay yerine gelen yeni askeri birlikler; isyancıları dağıtmış; bu arada kendisini mehdi ilan eden yobaz Derviş Mehmet ve iki adamını öldürmüşlerdir.
2. MENEMENDE AYAKLANMA GİRİŞİMİNDE BULUNANLAR KİMLERDİR? NEREDEN GELMİŞLERDİR?
Ayaklanmanın lideri; Derviş Mehmet, Nakşibendî tarikatının Manisa ve Balıkesir sorumlusu Laz İsmail Hocanın kışkırtmasıyla, kendisini MEHDİ ilan eden ve Manisa’da gizli toplantılar düzenleyen gözü dönmüş bir Nakşibendî yobazıdır.
Bu kişi, ortamı elverişli bulunca, Müritleri; Sütçü Mehmet, Mehmet Emin, Şamdan Mehmet, Nalıncı Hasan, Ramazan ve küçük Hasanla birlikte Menemen köylerini dolaşmaya ve “Din elden gidiyor” yaygarasıyla köylerde halkı ayaklandırmaya çağırmıştır.
Menemen’e Manisa’dan gelmişlerdir.
3. AYAKLANMA GİRİŞİMİNDE BULUNANLARIN AMAÇLARI NE İDİ?
İsyancıların, istedikleri Şeriattır. Karşı çıktıkları ise Laik Cumhuriyettir, Atatürk İlkeleri ve Devrimidir.
Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyetini yıkmaktır amaçları.
Şeriatçılar, Cumhuriyetin önüne engeller koymaya çalışımışlar. Kendilerine ‘dur’ diyenlere saldırmışlardır.
İnancın; görüntüde değil, şekilde değil; gönüllerde, zihinlerde yaşaması yaşatılması gerektiğini bilmezden gelmişlerdir.
4. AYAKLANMA GİRİŞİMİ SIRASINDA, MENEMEN HALKININ TAVRI NASIL OLMUŞTUR?
Olay sırasında; çevreden toplanan halkın bir bölümü bu gelişmeleri tepkisiz olarak izlemiş, bir bölümü de bu korkunç olayı alkışla desteklemişlerdir.
5. OLAY TARİHİNDE DEVLETİNİN BAŞINDA BULUNANLARIN OLAYI DEĞERLENDİRMELERİ NASILDI? VE TEPKİLERİ NELERDİ?
Mustafa Kemal, daha devletin başındaydı. Bu ülkeyi kurtaran ve devleti KURAN Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı idi.
Mustafa Kemal, duruma bizzat el koydu ve:
“Olayla ilişkisi olan herkesin şiddetle cezalandırılmasını...
Verilecek idam cezalarının hemen uygulanmasını...
Olayın “siyasal kaynaklarının” araştırılmasını...
Olayın oluşmasına katkıda bulunan “basına karşı sert önlemlerin alınmasını...
Olaya destek veren Menemenlilerin, hatta seyirci kalanların bile başka yerlere göç ettirilmesini istedi (ancak son isteğinden daha sonra vazgeçti)”.
27 Ocak 1930’da İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Ordu K. Fahrettin (Altay) Paşa, İstanbul’a giderek Cumhur Başkanı Mustafa Kemal’e olay hakkında bilgi vermişlerdir.
Mustafa Kemal 28 Aralık’ta Orduya aşağıdaki baş sağlığı Mesajını yayımlamıştır:
“Menemen’de geçen gün meydana gelen gerici kalkışma sırasında yedek subay Kubilay Bey’in görev yaparken uğradığı sondan dolayı Cumhuriyet Ordusu’na başsağlığı dilerim.
Kubilay Bey’in şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan kimilerinin alkışla onaylar bulunması, bütün cumhuriyetçiler ve yurtseverler için utanılacak bir olaydır.
Yurdu savunmak için yetiştirilen, her türlü iç politika ve çekişmenin dışında ve üstünde, saygın bir konumda bulunan Türk subayının gericiler karşısındaki yüksek görevinin, yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur.
Menemen’de halktan kimilerinin yanlışları, bütün ulusa üzüntü vermiştir.
Yabancı saldırısının acısını çekmiş bir çevrede genç ve kahraman yedek-subayın uğradığı saldırıyı, ulusun doğrudan doğruya Cumhuriyet’e karşı bir suikast saydığı ve bu saldırıyı yüreklendirenlerle özendirenleri ona göre kovuşturacağı kesindir.
Hepimizin dikkatimiz, bu soruna ilişkin görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği biçimde yerine getirmeğe yöneliktir.
Büyük Ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, yaşama gücünü tazelemiş ve güçlendirmiş olacaktır.”
Başbakan İsmet Paşa da aşağıdaki mesajı yayımlamıştır:
“Kubilay Devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına kuvvet hesabı yapmayan bir İdealist Vatanseverin örneğidir.
Kubilay, millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna bir abidesidir.”
Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ocak 1931’de yaptığı toplantıda; Başbakan İsmet Paşa, olayı;
“Yüzyıllardır dini politikaya alet eden tüm faaliyetlerin bir tekrarı” olarak niteliyor ve “Bu zavallılar laikliğe karşı gelerek, şeriat istemektedirler. Gerçekte ise yitirdikleri çıkarlarını istiyorlar” diyordu.
7 Ocakta Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında ve Başbakan İsmet Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp, Sıkıyönetim K. Fahrettin Paşa, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Milli Savunma Bakanı Zekai (Apaydın)in katılımı ile yapılan toplantı da; Olayın gerici nitelikte, düzenli ve siyasi olduğu görüşüne varılmıştır.
6. OLAYLA İLGİLİ OLARAK DEVLET NELER YAPMIŞTIR?
Olaydan sonra: Manisa, Balıkesir ve Menemen’de sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Soruşturmalar, Derviş Mehmet ve onu yönlendiren Laz İsmail Hocanın, İstanbul’da bulunan Nakşibendî Şeyhleriyle bağlantısını ortaya çıkardı. Nakşibendî Şeyhi Hoca Esat, şeyh Halit, Hoca Saffet ve Hoca Esat’ın oğlu Mehmet Ali’nin ayaklanmanın hazırlanmasında başrolü oynadıkları anlaşıldı.
General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan; Sıkıyönetim Harp Divanı 2200 sanığı “sorguladı”. 105 kişiyi de “YARGILADI”.
Bu sanıklardan kimileri beraat etti. Kimileri değişik cezalar aldı.
37 kişiye idam; (bunlardan beşi’ne yaşlılıktan ötürü 15–24 yıl hapis, birine TBMM kararı ile iki yıl hapis verildi, idamlıklardan ikisi de eceli ile öldü.) 13 kişiye üç yıl adi hapis, 10 kişiye bir yıl hapis, 7 kişiye 15 yıl ağır hapis,1 kişiye şeyhlikten üç yıl hapis, 10 kişiye şeyhlikten üç yıl hapis, 27 kişiye beraat kararı verildi.
Kutup-ul ak tap (Kutupların kutbu) olarak anılan Hoca Esat duruşmalar sırasında tutuk evinde öldü.
Başlarında Hoca Saffet, Şeyh Halit, Mehmet Ali ve Laz İsmail’in bulunduğu yirmi dokuz kişi Kubilay’ın şehit edildiği yerde idam edildi.
Mustafa Kemal Paşa, bu feci olayı daha sonra değerlendirirken;
“Bu olayın nedeni din değil, dildir.” demiştir.
Evet, bu feci cinayetin asıl nedeni din değil, dil idi. Elebaşı Derviş Mehmet, Menemen’de camiden bir Arapça kitap alıp; yalan yanlış okuduklarını cahil halka Allah’ın son emri diye yorumlamış ve halkı arkasına takarak ayaklandırmıştır.
Bir süre sonra; camide bulunan bu Arapça kitabın, Arapça Dilbilgisi kitabı olduğu ve dua olarak okunduğu anlaşılmıştır.
Eğer okuduğu kitap Türkçe olsaydı, Derviş Mehmet ve benzerleri halkı kandıramazlardı.
7. BU GERİCİLİK OLAYI NEDEN MENEMEN’DE MEYDANA GELMİŞTİR?
Olay yeri olarak Menemenin seçilmesinin özel bir nedeni var mıdır bilinmez. Ancak bilinen şudur: Manisa’da bir Tümen, Balıkesir’de bir Kolordu yine İzmir’de bir kolordu bulunmaktadır. Yani bir isyan için ya da isyanın başarısı için risklidir.
Menemen’de bir Alay var. Bu Alayın da iç güvenlik konusunda ne kadar duyarlı olduğunu bir Yedek Subay komutasında birlik görevlendirmesi ile anlaşılmakta.
İç Güvenlik birlikleri de günlerce süren isyan hazırlığını öğrenmekte ve önlem almakta acze düşmüştür.
O günkü Menemen Halkını: genel yapısı ile tutucu, cahil, rejim konusunda duyarsız, menfi propagandaya açık olarak değerlendirmek mümkündür.
Ve bu halkın büyük çoğunluğu da Mübadele de Girit'ten gelmiş, yılgın, şaşkın, Milli duyguları gelişmemiş, birçoğu Türkçe bile konuşamıyor.
Ayrıca, Menemen; olay sonrasında kaçış için kara ve deniz ulaşım merkezlerine yakın olduğu için de seçilmiş olabilir.
8. DEVLET GÖREVLİLERİNİN ÖNLEMDE HATALARI VAR MIDIR?
Bu gerici olayın başlangıç aşamasında; Manisa ve Menemen güvenlik güçlerinin durumu kavrayıp, gerekli önlemleri almaması, ayaklanma girişimini bastırmak üzere, askeri deneyimi yeteli olmayan bir yedek subayın ve yine eğitimsiz ve donatımsız bir birliğin görevlendirilmesi hatadır.
Gelişmeleri dört jandarma eri ile birlikte Hükümet konağında izleyen Jandarma komutanının, seyirci kalışı ve Olay sırasında, Kubilay’ın birliğindeki Askerlerinin kaçışması da üzücüdür.
9. MENEMEN OLAYINI GERÇEKLEŞTİREN NAKŞİBENDÎ TARİKATI NASIL BİR OLUŞUMDUR? TÜRK DEVRİMİNE KARŞI GİRİŞİMLERDEKİ ROLU NASIL OLMUŞTUR?
Mezhep: “gidilen yol” anlamında, Arapça bir sözcüktür.
Peygamberin ölümünden sora ortaya çıkan ve zamanla zümreleşme biçiminde sonuçlanan oluşumlara verilen addır.
Bir din içinde anlayış ayrılıklarından ortaya çıkan kolların her biridir.
Tarikat: Meslek-yol-usul anlamındadır.
Aynı dinin içinde, tasavvufa dayanan ve kimi ilkelerle biri birinden ayrılan, Tanrı’ya ulaşma yollarından her birsidir.
Nakşibendîlik: Bahaattin Nakşibent (1318–1389) tarafından ya da onun adına kurulan tarikattır.
Hoca Yusf-i Hamedani ve Ahmet Yesevi tarafından geliştirilmiştir. Temelini zikir oluşturur. Kökeni Ebubekir’e dayandırılır.
Nakşibendî Tarikatı, Müslüman topluluklarında tüm yeniliklere karşı çıkan, tutucu, bağnaz, öteki dünya ile ilgilenen, rüyaya çok özel anlamlar veren, rüyayı gerçek kabul eden bir mistik tarikattır.
Tarikat mensupları çok sıkı bir disiplinle tarikatlarına bağlıdırlar.
Açıkça bilinmektedir ki; Şeyh Sait isyanı da Menemen olayı da Nakşibendî şeyhlerinin eseridir.
Bu şeyhler; “Sade dindarlar” olmayıp, otorite sahibi, varlıklı ve eli silah tutan kimselerdir.
Hedefleri; İslam Devleti kurmak, araçları da önce propaganda, sonra da “CİHAT”TIR. Bu hedefe ulaşmak için başvurmayacakları yöntem, iş birliği yapmayacakları kimse yoktur.
Propagandalarında işledikleri başlıca temalar; “DİN ELDEN GİDİYOR” söylemi ve başta Abdülhamit olmak üzere Osmanlı Hanedanlığına övgü ve kadının yeni statüsünü yerme, Cumhuriyet düşmanlığı, Mustafa Kemal Paşaya ve Cumhuriyetin Bekçilerine küfürdür.
Şeyhlerin müritlerine genel tavsiyeleri de;
Şefkatte güneş gibi ol!
Tevazuda toprak gibi ol!
Teslimiyette mevta gibi ol!
Ayıpları örtmekte gece gibi ol!
Şeyhine kayıtsız teslim ol!
Cihat aşamasında ise halkı birbirine kırdırmaktan, “gâvur” dedikleri kişilerle işbirliği yapmaktan çekinmezler.
Nakşibendî Şeyhlerinin bir başka özelliği de dünya nimetlerine düşkünlükleridir.
İşlerini sağlam tutmuşlardır. Nüfuzlarını yalnızca “GELENEĞE” değil, aynı zamanda paraya da dayandırmışlardır. Paranın iktidar demek olduğunu iyi bilirler, mürit hediyesi, evlenme ve ticaret gibi zengin olmak yollarını çok iyi uygularlar. Ayrıca bu işe bir dünya makamı kapabilmek için girmişlerdir.
Şeyhler Siyasi hedeflerini gerçekleştirmek faaliyetlerinde yalnız da değildirler. Siyasiler ve bir takım aydınlar hatta bir takım bilim adamları arasında bilinçli ya da bilinçsiz kışkırtıcıları ve destekleyicileri hep olmuştur.
10. İRTİCA, GERİCİLİK, FİTNE, SİYASAL İSLAM NE DEMEKTİR VE NEDEN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE KARŞIDIR?
İzninizle; Bu konuya açıklık getirmek için, Milletvekili Yaşar Nuri
Öztürk’ün TBMM’de yaptığı konuşmayı aktarmak istiyorum…
“İrtica- Gericilik- fitne- Siyasal İslam: Yaşamı geri götüren, güzel her şeyi tahribe yönelen, şer unsurudur.
İrtica: her iyi, güzel ve yararlı şeyin karşısına çıkan güçtür.
Dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır.
Kurtuluş Savaşı belgeleri iyi incelendiğinde düzgün bir İRTİCA tanımını bulmak mümkündür.
İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. Günümüzde daha çok “Siyasal İslam” unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkartılan İrtica, tarihi boyunca, itibarı, desteği, alkışı Müslümanlardan almış; ama hizmeti bilerek ya da bilmeyerek bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir.
Ne ilginçtir ki İslam’ın ana kaynağı KUR’AN İrticaı, ehli kitap aleyhine işleyen bir FİTNE olarak tanımlamıştır.
Unutmayalım ki; Kurtuluş savaşımız temelde iki düşmana karşı verilmiştir: Biri Vatansızlar diğeri de İmansızlar.
Gericilerin temel karakterleri İŞBİRLİKÇİ oluşlarıdır. Halkın manevi duygularını sömürerek çıkar sağlarlar. Emirleri ve icazetleri Emperyalistlerden alırlar. Dün söylediklerini bugün inkâr ederler.
Bugün de; 1919–1923 döneminin rövanşını almak isterler.
Bu kavga Aydınlıkla karanlığın kavgasıdır. Tüm aydınlanma tarihimizde bu kavgada iki çizgi görülür; Halkın egemenliği ve bağımsızlığı için çalışan ilericilerle, halkını kul- köle gören gericiler.
Bu ülkenin İlericiler güçlerini halktan alırlar, Mustafa Kemal gibi.
Bu ülkenin gericileri güçlerini dışarıdan alırlar: Vahdettin, Damat Ferit Şeyh Sait ve günümüzdeki uzantıları gibi.
11. KİMİ ÇEVRELERİN İLERİ SÜRDÜĞÜ GİBİ MENEMEN OLAYI BAŞLAGINÇTA DEMOKRATİK BİR GÖSTERİ OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?
Demokrasinin tarihinde, Teokratik düşüncenin tutsağı olmayan bir yurttaş varsayımı yatar; eğer buna ulaşamamışsanız, eğer aydınlanma düşüncesini yurttaşların zihinlerine yerleştirememişseniz, onlarla demokrasiye ulaşma olanağı yoktur.
Demokrasinin öngördüğü, var saydığı yurttaş, kendisini, bir aşiretin bir kabilenin, bir cemaatin bir inanç grubunun bir inanç alt kimliğinin, bir etnik alt kimliğinin parçası sayma tutsaklığını aşmış olan insandır.
Bu ülkenin, tüm yurttaşları ve siyasi oluşumları, o ülkenin devlet şekline ve rejiminin ilkelerine sadık olmak ve onları kabul etmek zorundadır.
Dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde de bu böyledir.
Hiçbir rejim, kendisini yıkma amacı güden bir düşünce ve eyleme izin vermez.
12. ÜLKEMİZDE İRTİCA TEHDİDİ ORTADAN KALKTI MI? İRTİCAYI ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
Olayın ardından, Menemen’de devrim şehidi iki bekçi ve Kubilay adına bir anıt dikildi.
Anıtın üzerinde şöyle bir yazı vardır: “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktığı emanetin bekçileriyiz.”
Bugün menemen olayın 79’inci yıl dönümü. Yılanın başı aradan geçen bunca yıla karşın ezilmedi.
Sayın Emin ÇÖLAŞAN’IN bir yazısında belirttiği gibi:”Yılan pusuda bekliyor, bazen de ülkeyi yönetiyor.”
Görüldüğü gibi; bu olay, çok büyük bir kitle hareketi, bir toplu isyan değildir. Halkın büyük çoğunluğu bu olaylara hiç karışmamıştır. Karışan suçlular da yargılanarak en ağır cezalara çarptırılmıştır. Zaten bu kişilerin büyük bir bölümü de Menemenli değildir. Eylemi başlatanlar da o sabah Menemen dışında gelmişlerdir.
Menemen olayı hazırlayıcılarının ölümle cezalandırılmaları Nakşibendîleri sindirmedi.
Olaydan üç yıl sonra Kazanlı İbrahim ve yandaşları, Bursa da Türkçe ezanı protesto ederek “ŞERİAT İSTERİZ” bağırtıları ile yürüyüş yaptılar. Yürüyüşe Bursa halkının önemli bir bölümü de katıldı.
Bu olay sonrasında; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa da yaptığı konuşmayı tüm Yurtseverlerin özümseyerek okuması gerek…
1935’te Siirt’te Şeyh Halit ve Oğlu Abdulkuddüs şeriat adına bir ayaklanma girişiminde bulundular.
1936’da İskilip’te Ahmet KALAYCI, yeni bir din sistemi ortaya koyduğunu ileri sürerek olay çıkarttı.
Tüm bu faaliyetler iktidarın sert ve kesin tutumuyla en şiddetli bir biçimde bastırıldı.
Bundan sonra da irtica yılanı pusuya yattı.
1950 yılına değin şeriatçılar yuvalarından çıkamadılar.
Nakşibendî tarikatı mensuplarının ATATÜRK’E karşı tavrını anlamak için Menemen olayı ve benzeri denemeleri unutmamak gerekir.
Bir yazarımızın dediği gibi; “İrtica yatağımızın başucundaki suya karıştırılan bir zehirdir. Kubilay’ın katili Derviş Mehmet’in Menemen kapılarına sokuluşu gibi uykumuzu bekler ve ayaklarının ucuna basa basa gelir”.
“Sinsi sinsi deliğine çekilen yılan, şöyle ıslık çalıyor: Bana tabii ömrün ne kadarsa burada geber diye delik gösterdin ben bu delikte duramıyorum”; Beni taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü yele vermedikçe, sana rahat haram olsun.”
“Menemen olayı ve Kubilay” olarak tarihe geçen bu olayın izleri toplumsal bellekten hiç silinmemiştir.
Menemen ve Kubilay Olayı, asla unutulmaması ve unutturulmaması gereken bir vahşettir.
Türkiye’yi tarihin yobaz karanlıklarına geri götürmek isteyen tüm irticai hareketlerin, dinci ve dinsiz yobazların, geçmişte olduğu gibi bugün de var olduklarını ve gelecekte de var olacaklarını bu millet aklından çıkarmamalıdır.
Laik cumhuriyetimize, Atatürk’ümüze, Türk Silahlı Kuvvetlerimize, hurafelerden arındırılmış dinimize kısaca ülkemize sahip çıkmalıyız.
Evet; aydınlık ülkenin aydınlık insanları; “durumu” bilelim ve görevimizi yapalım Özellikle de Atamızın laiklik ilkesine sahip çıkalım.
Laikliğin bir yaşam biçimi, insanca bir yaşam biçimi olduğunu, Türklerin Müslüman olmadan önce de laik bir düzen içinde yaşadıklarını, başka ulusların ve Türklerin tarihinde; dini kavramların, dini kişilerin, dini anlayışların egemen olduğu dönemlerde; toplumların neler çektiği ne mücadelelerle karşı karşıya kaldığını, nice acılar yaşadığını anımsayalım.
Çağdaşlaşmaya yönelmiş, çağdaşlaşmayı amaç edinmiş Türk devriminin zorunlu ve gerekli ilkesi laikliktir.
Cumhuriyetimizin hedefi; “Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmaktır”, çağdaş uygarlığın felsefesi de; ”Bireyin özgür olması”, “Mutlu olması” ve “Kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olması” esasına dayanır.
Bu temel felsefeyi özümseyen Büyük Atatürk, bireyin; üzerindeki dini baskılardan kurtarılarak, özgür olmasını ve yaratıcı gücünü ülke ve insanlık yararına kullanmasını sağlayacak yapısal dönüşümü gerçekleştirmiştir.
Kimilerince öcü gibi algılanan laiklik, işte bu yapısal dönüşümün ruhudur.
Dini baskılardan kurtarılma yalnız “bireysel özgürleşme” için değil, bütün bir dünya yaşamı için gereklidir. Hatta kadın-erkek eşitliği için de gereklidir.
Ve artık bu yaşamda; dünya sorunları; akılla ve bilimle çözülecektir.
Böylece; laiklik sıradan bir “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, yaşama, akılcı ve bilimsel bakışı egemen kılmaktır. Çağdaş yurttaşlar yetiştirmenin yolu da budur. “Aklı önemsemek ve eleştirel düşünmek ve giderek doğmalara, kalıplaşmalara karşı çıkmaktır.”
Aydınlanma devriminin hedefi de budur.
Devrim şehidi Kubilay’ın ardından “O Devrim için, O Devrimi ilerletmek için” nice Kubilaylar şehit verdik, veriyoruz.
Bir simge insanıdır Kubilay; inandığı devrim uğruna gerici yığınların üstüne yürümenin unutulmaz örneğidir.
Kubilay bir anıt insan olarak kuşakların belleğinde kalacaktır.
Şeyh Sait isyanı, Menemen olayı ve diğer gerici ayaklanmaların benzer ve ortak nedenlerine de bakmak gerekmektedir.
Siyasal İslam hedefinde kararlı, kökten dinci akımların tempolarını yükselttiklerini genişlettikleri fark etmemek olanaksızdır.
Tablo budur ve çok vahimdir.
Taassupluk, bağnazlık, batıl inanç, cehalet, hurafe, beyin yıkama önlenemiyorsa, tersine, gizli ve açık destek veriliyorsa çağdaşlık hedefinde engeller ortaya çıkmış demektir.
Gericilerin Ortak hedefi; Cumhuriyeti yıkarak “Dine dayalı” bir devlet kurmaktır.
Cumhuriyetin “Egemenlik ulusundur, felsefesini yıkarak, “Egemenlik Allah’ındır” felsefesini yerleştirmeye çalışmaktadırlar.
Allah; egemenlik hakkını bizzat kullanamayacağına göre “Tarikat ehli” olanlar; egemenliği de Allah adına, “SEÇİMSİZ VE DENETİMSİZ” olarak kullanacaklardır.
Çünkü din, ‘iman’ ve ‘ibadet’ dışındaki alanların düzenlenmesi konusunda çeşitli kurallar koysa da, bunun nasıl uygulanacağıyla ilgili bir çözüm yoktur.
Eğer ‘iman’ ve ‘ibadet’ dışındaki alanları, devleti elinde tutan iktidar sahipleri düzenleyecekse ortaya şöyle bir durumun çıkması kaçınılmaz olacaktır:
‘İman’ ve ‘ibadet’ dışındaki alanlarla ilgili düzenlemeler, iktidarı elinde bulunduranların dinden anlayabildiklerine göre yapılacaktır.
Yani ilahi talep, iktidar sahiplerinin o talepten anlayabildikleriyle şekillendirilecektir.
Oysa biz öyle biliyoruz ki, ‘Din’ çeşitli algı biçimlerine açıktır.
Beşeri irade; insanı, doğmaların, hurafelerin ve masalların tutsaklığından kurtarır; sebep- sonuç ilişkilerine götürür. İnsanın kendisine, aklına ve düşüncelerine egemen olmasını sağlar.
İradenin egemenliği, laisizmi getirir. Laisizm, insanlığın “ olmazsa olmazı” dır, “si ne qu’a non” sudur. O olmayınca da; insan, insan olamaz.
Şeyh Sait ayaklanması, Menemen olayı ve küçük benzerleri...
Atatürk böyle bir Türkiye’de yola çıkmıştı.
Arkasında; 70 yılı aşkın süredeki tüm aymazlık, sapma ve ihanetlere karşın, bugün hala ayakları üzerinde durabilen bir Cumhuriyet bıraktı.
Ve bunu; Çağdaş bir eğitimi genelleştirerek ve Çağdışı başkaldırılara karşı ödünsüz davranarak başardı.
Maraş ve Çorum Kıyımları, Sivas’ta devletin gözleri önünde; inançları, düşünceleri yüzünden çıra yapılan insanlar ve Sincan gösterileri, İstanbul’daki 15 Kasım ve 20 Kasım ikiz saldırıları ve 17 Mayıs 2006’da görevi başında; gerici bir avukat tarafından, şehit edilen Danıştay ikinci dairesi Üyesi Mustafa Özbilgin ve yaralanan arkadaşları unutulmamalıdır.
Çözüm, yine eğitimi düzeltmekten ve yine çağdışı güçlerin cüretlerini kırmaktan geçiyor.
Kubilaylar unutulmamalı. Eğer unutulmasaydı... Maraş, Çorum, Sivas, Sincan olayları ve Danıştay katliamı yaşanmazdı.
Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Mustafa Özbilgin gibi Vatanseverler aramızda olurdu.
79 yıl önce, Menemen’de Derviş Mehmet öncülüğünde “Hilafet isteriz” diye ayaklanıp Kubilay’ı katledenler, 2 Eylül 2005’te İstanbul Fatih Camii’nde ortaya çıktılar. Bu kez kadın ve çocukları da yanlarına almışlardı. Yine “ Hilafet”, yine “Şeriat” çığlıkları atarak yürüyorlardı. Yine Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okuyorlardı.
İki eylemin arasındaki tek fark, bu kez karşılarına Asteğmen Kubilay cesaretinde bir kişinin çıkmamış olmasıdır. Belki de bu nedenle, Fatih Camii avlusunda bağ bıçağı ile kafa kesmeye yeltenenler olmamıştır.
Bu Ülkenin gerçeklerini bilmeyenler, Fatih Cami avlusundaki bu tablo karşısında şaşırabilirler…
Şaşırmasınlar, hatta bu eylemlere güvenlik kuvvetlerinin müdahale etmemesine de şaşırmasınlar…
Oysa bu ülkede, şaşırmamız gereken o kadar çok olgu var ki;
Anayasa Mahkemesince; “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu hükme bağlanan ve bu gerekçe ile cezalandırılan, bir siyasi parti” tarafından hala yönetildiğimize mi şaşıralım?
Açılım adı altında ülkemizin bölünmesine mi, Bölücü başının parti başkanı oluşuna mı şaşıralım…
Menemen olayı ve Kubilay’ı anma günü tüm kendini bilenler için bir fırsattır.
KUBİLAYLARI unutturmamanın fırsatıdır.
Karanlık Güçlerin Cüretlerini Kırmanın fırsatıdır.
23 ARALIK 2009
Kaynakça:
Meydan Larousse,
Gen kur. Bşk.lığı Harp Dairesi Bşk.lığı resmi yayınları No:8
A.Taner Kışlalı,
Osman Türkoğuz,
Çağdaş Kırçak,
Kemal Üstün,
O. Doğu SİLAHÇIOĞLU
Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk
1 yorum:
Çok ayrıntılı bir açıklama olmuş. Hoş toplumuzun okuma alışkanlığı yok maalesef ama okuyanlar okumayanlara anlatsa gene yeter albayım ellerinize sağlık.
Yorum Gönder