Dostlarım,
Milletimiz de devletimiz
de ülkemiz de, çok sıkıntılı sürece girmiştir…
Kara ve karanlık günlerden
geçmekteyiz…
Elbette umudumuzu
yitirmeyeceğiz…
Çözümü elbette seçtiğimiz
yöneticiler arayacak…
Konuya duyarlı yurttaş
olarak, ben de tarihi bir gelişmeyi
gözler önüne sererek, günümüze ışık tutmaya çalışacağım…
Elbette amacımız dünü
tartışmak değil…
Rus Atasözü derki: “DÜN İÇİN
AKILLI ÇOKTUR.”
Denir ki; “TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR.”
Yine denir ki; “DERS
ALINSAYDI TARİH TEKERRÜR EDER MİYDİ?”
Geçmişimizi bilirsek bu
günümüzü anlarız. Bu günümüzü anlarsak geleceğimize yön verebiliriz.
Aşağıdaki yazıyı yıllar
önce; Ege üniversitesindeki öğrencilerime anlatmak için hazırlamıştım…
2009 yılında da bir grup
arkadaşıma paylaşmıştım…
Ama şimdi görüyorum ki;
Osmanlı’nın son yüz yılından hala alabileceğimiz dersler var…
Yazı biraz uzun ama,
okuyanlar pişman olmayacaklar…
Saygılarımla…
OSMANLI DEVLETİNİ KURTARMA ÇABALARI
VE
OSMANLI DEVLETİNİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ
İMPARATORLUĞU KURTARMA ÇABALARI:
1299 yılında kurulan Osmanlı devleti, Kanuni döneminde
İmparatorluk düzeyine çıkmış, Dünyadaki gelişme ve değişime ayak uyduramayanınca
da önce gerilemeye sonra da çöküşe başlamıştır…
Osmanlı Ordusunun eski gücünün
kalmadığı, şehirlerde yaşam düzeninin bozulduğu, 17.yy.da kısmen görülmüş, ancak
bunu, İmparatorluğun sosyo-ekonomik düzeninin bozulmasından kaynaklandığı
anlaşılamamıştı.
Osmanlı da asıl Reform Çağı, 3.
Selimle (1789–1807) başlamıştır. Arada bazı kesintilere karşın ıslahat çabaları
çeşitli alanlarda devlet çökünceye dek nerede ise 150 yıl sürmüştür.
150 yıl sürüp de toplumu
kurtarıcı somut hiçbir sonuca ulaşamayan ve tamamlanamadan biten başka bir
reform hareketine rastlamak mümkün değildir. Bunun nedeni, Osmanlı Islahat hareketlerini
yürütenlerin- birkaç kişi dışında- gerçek
anlamıyla, ileri bir toplum
modelinin hangi esaslara dayandığını kavrayamamaları olmuştur.
1. ISLAHAT HAREKETLERİ:
Islahat hareketlerinin
genel karakterleri:
Osmanlı dönemindeki
Reformların temel amacı “devleti” kurtarmaktı.
Birey yani insan, ikinci üçüncü plana itilmişti. Hedef “Devletin parçalanmaktan
kurtarılması, tekrar eski gücüne hiç olmazsa yaklaşmasını sağlamaktı”.
Durum böyle olunca ve
devletin onu yaratan asıl insan öğesinden soyutlanıp yalnızca, dayandığı dinsel
temellerin biraz “liberalleştirilmesi” ile kurtulacağı sanılınca, tüm çabalar
bu yöne doğru yönelmiştir.
Nedir bu çabalar?
Devlet Adamlarının
görebildikleri başlıca sorun: Osmanlı ordularının, bir zamanlar titrettiği BATI
karşısında sürekli yenilmesidir. O halde “Ordu” düzeltilmelidir.
Ordunun toplumun içinden
çıkan bir kurum sayılması gerektiği ve ona can veren asıl öğenin insan olduğu
unutuldu. Bir “insan” olarak subay yetiştirilmeye çalışıldı.
Ama esas olan “iyi”
bir meslek adamının yetiştirilmesi idi. Orduyu yüceltip yükseltecek asıl
öğelerin, tüm ulusu oluşturan insanların hukuki, toplumsal ve kültürel açıdan
teker teker düzeltilmesi işi bir yana bırakıldı.
17.Yy.dan itibaren,
sürdürülen düzenlemeler; yapı olarak, Devletin üst kademesinde alınan
kararların alt kademeye doğru yönelmesi biçiminde olmuştur.
Avrupa’da; alttan üste doğru talep
biçiminde olmuştur.
Islahatlarda devlet otoritesi
kullanıldı, halka mal edilmedi. Halk da yapılanları sahiplenmedi ve korumadı.
En büyük şanssızlık da ıslahatlarla
uğraşılırken; Dış saldırı ve iç isyanların sürmesidir.
A. 17.YÜZYIL ISLAHATLARI:
Birinci Ahmet (1603–1617), Genç (II.)
Osman (1618–1622), 4. Murat (1623–1640); Sadrazamlar; Tarhuncu Ahmet Paşa,
Köprülü Mehmet Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Kuyucu Murat Paşa.
17. Yüzyılda, Avrupa etkisi yoktur.
Genel hedef Kanuni dönemine erişmektir. 4. Murat, Koçi Beyden rapor istemiş, Koçi
Bey Risalesi hazırlanarak Padişaha sunulmuştur.
Bu raporda problemler ve
çözümleri ortaya konulmuştur.
Birinci Ahmet; yönetici seçiminde;
sancağa çıkma usulünü kaldırdı. Padişahlık için; “Ekber ve Erşed” en büyük ve
en yetkin şehzadenin VELİAHT olması sistemini getirdi. Bu şehzade kavgalarını
önledi, ancak yeteneksiz kişilerin de Padişah olmasına yol açtı.
İkinci Osman (GENÇ),
YENİÇERİ OCAĞI’NI kaldırmak istedi. Saraydaki cariyelerle evlenme usulüne
uymadı. Ve Türk kızı ile evlendi. Kıyafet olarak da Orta Asya Türklerinin
giysilerini giydi. Ancak devleti sarmış olan odaklarla mücadelede yetersiz
kaldı ve YENİÇERİLERCE öldürüldü.
Dördüncü Murat ve Sadrazam
Köprülüler döneminde; şiddet yolu ile düzeltilere gidilmiş, hatta 20 bin
isyancı öldürülmüş, Yeniçerilerle mücadele edilmiş, ama önemli bir gelişme
sağlanamamıştır.
Ya bu işi yürütenlerin
ölmeleri ya da başka nedenlerle ayrılmaları dolayısı ile SOSYO- EKONOMİK yapıdaki
hastalığın ürünü olan ÇÖKÜNTÜ VE BOZULMA hemen kendini göstermiştir.
B. 18. YÜZYIL ISLAHATLARI
Yakın Çağların başında,
hala üç kıtada toprakları bulunan ve siyasi varlığını sürdüren Osmanlı
İmparatorluğu, gerçekte büyük bir çöküntü içinde idi.
18.Yüzyılda uğradığı
askeri yenilgiler, İmparatorluğun varlığını kendi başına sürdüremeyeceğini göstermişti.
1683 Viyana bozgunundan
sonra, imzalanan Karlofça anlaşması ile büyük çapta toprak yitiren devlet,
açıkça Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etti.
Çöküntünün yalnız askeri kurumlarda
olduğunu zanneden, 18.yy.ın ilk yarısındaki Padişah ve diğer yöneticiler, öncelikle bu kurumun ıslahına
giriştiler.
Avrupa’dan uzmanlar getirilerek, BATIN’IN
savaş yöntemleri ve silahları öğrenilmeye çalışıldı.
18.yy.ın ilk yarısında en köklü
ıslahat hareketi, tarihimize “Lale Devri” adıyla geçen, 1718–1730 dönemi oldu.
( 3. Ahmet dönemi; 1703–1730)
Matbaanın Türkiye’ye
koşullu olarak (Dini kitaplar basılmayacak) bile olsa ilk girdiği bu dönem,
1730 tarihinde çıkan Patrona Halil ayaklanması ile yıkıldı. Getirilmek istenen
yeni yaşam biçimi ve değerler ortadan kaldırıldı. Matbaa da ülkeye bu dönemde
girdi.
**** Matbaa konusunda
birkaç not:
Matbaanın Avrupa da
kullanmaya başlanması: 1440
Matbaanın Osmanlı
Yahudilerince kullanılmaya başlanması: 1493
Matbaanın Osmanlı
Ermenilerince kullanılmaya başlanması: 1567
Matbaanın Osmanlı
Rumlarınca kullanılmaya başlanması: 1627
Matbaanın Osmanlı
Devletince kullanılmaya başlanması: 1727
Osmanlıda ilk kitabın
basılması: 1729
Osmanlıda 17. kitabın
basılışı ve matbaanın kapanışı: 1743
Osmanlıda matbaanın tekrar
açılışı: 1784
Avrupa’da 16 yy la girişte
1000 kitap basılmış.
Osmanlı matbaayı
kullanmaya başladığında Avrupa'da 1,5 milyon kitap basılmış ve 1,5 milyon baskı
yapılmış.
Patrona Halil İsyanı
matbaaya dokunmadı.
Tüm yenileşme çabaları, gerici ayaklanmalarla
engellenmekteydi. Askeri alandaki yenileşme çabaları da sonuçsuz kalmıştı.
Asıl bozukluğun, Tüm devlet
kurumlarının ve sosyo-ekonomik yapının bozukluğundan kaynaklandığı
anlaşılamıyordu.
C. ÜÇÜNCÜ SELİM DÖNEMİ:
(1789–1807)
1789 yılında 3.
Selim Tahta çıktığında; Devlet, Rusya ve Avusturya ile savaş halinde idi.
Selim, 18.Yüz yılın
ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha Veliaht iken Fransız İhtilali öncesi,
Fransa’nın son Kralı olan 16. Louis ile yapılacak ıslahat konusunda gizlice
mektuplaşmış, ondan öneriler almıştı.
Batın’ın üstünlüğünün;
Batının devlet, toplum ve ekonomik yapısından ileri geldiğini en iyi anlayan
padişah 3. Selim olmuştur
Tarihimize “Nizam-ı cedit”
adıyla geçen ıslahat döneminin, padişahı olan, 3. Selim, tahta çıktığı yıl
Fransız Devrimi başlamıştı.
Nizam-ı Cedit (Yeni düzen) hareketi;
1.
Dar anlamda;
Avrupa usulünde yetiştirilmek amacı ile
kurulan yeni askeri düzeni ve orduyu tanımlar.
2.
Geniş anlamda ise;
Selimin,
yeniçeri ocağını kaldırıp, yerine Avrupa düzeninde, bir ordu kurmak,
Ulema nüfuzunu kırmak,
Osmanlı Devletini, Avrupa’nın ilim, sanat,
ziraat, ticaret ve uygarlıkta yaptığı tüm gelişmelere ortak yapmak için
giriştiği yenilik hareketlerinin bütünüdür.
Nizam-ı Cedit bu anlamı ile Osmanlı
İmparatorluğunda mevcut idare sisteminin yerine Avrupa modelinden alınan yeni
bir sistemin kurulması demektir.
Üçüncü selim Devleti kurtarma yolunda
önemli adımlar atmıştır ama tarihin bir cilvesi olarak Osmanlı Devleti de çöküş
sürecine onun döneminde girmiştir.
Aslında Osmanlı; Tarihi bir gerçek
olarak çöküş sürecine İstanbul’un fethi ile girmiştir:
İstanbul’un fethi, Amerika’nın
keşfine, Amerika’nın keşfi, Dünyanın değişmesine, Dünyanın değişmesi de
Osmanlının yıkılmasına yol açmıştır.
D. DIŞ VE İÇ SİYASET
FIRTINALARI:
Bir Dünya Savaşı çap ve Niteliğinde olan
Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları sırasında Osmanlı Devleti kendisini
yıkıp parçalayacak iki kasırgaya tutuldu.
Biri, Fransa’nın ihtilalci
heyecanla her yanda bu arada Osmanlı ülkesinde yaymakta oldukları demokrasi ve
milliyetçilik akımıydı.
Diğeri de Rusların ihtilale “panzehir” ve
emperyalizmlerinin silahı olarak Rumeli’de yaptıkları, fakat sonuç olarak aynı
noktaya, Osmanlı ülkesini parçalama noktasına ulaşan, Ortodoksluk ve Slavcılık
propagandası idi.
Bu arada Müslüman Osmanlıların Ayanlık (yerel
Önder) ve talimli asker- Yeniçeri sorunları ile uğraşıyor olması bu etkileri
daha da yıkıcı kılıyordu. Merkeze karşı, başlarına buyrukluk davasında olan
Ayanlar her türlü dış desteği kabule hazır durumdaydılar.
2. OSMANLI DEVLETİNİN
ÇÖKÜŞ SÜRECİNE GİRMESİ:
A. NAPOLYON’UN MISIR
SEFERİ, OSMANLININ DIŞ TEHDİTLE BAŞA ÇIKAMAMASI VE OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞ SÜRECİNE
GİRMESİ: 1798
1798 (1 Temmuz) Yılında Napolyon
komutasındaki, Fransız Ordusu, Mısır’ı; Osmanlı Ülkesinden pay almak ve
İngilizlerin Hindistan yolunu tehdit etmek amacıyla, işgal edince; Osmanlı Devleti, acizliği ve güçsüzlüğünden
ötürü ancak, 2 Eylül 1798’de Fransa’ya savaş ilan edebilmiş, Rusya ve
İngiltere’den yardım istemiştir.
Ve böylelikle Fransız
işgalinden kurtulabilmiştir.
İşte bu; Osmanlı Devleti için önemli bir
dönüm noktasıdır.
Osmanlı artık, “TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ
KORUYABİLMEK İÇİN” dış yardıma ve ittifaka muhtaçtır.
B. Sırp İsyanı (1804):
Sırplar, 1804 yılında, Kara Yorgi
öncülüğünde, Avusturya ve Rus desteği ile ayaklandılar,
Bu ayaklanmada; Fransız İhtilalinin
Milliyetçilik, bağımsızlık ve hürriyet gibi fikirlerin Sırplar üzerinde etkili
olması, Batıdaki savaşların Sırbistan toprakları üzerinde geçmesi ve bu
savaşlarda, Sırbistan’ın sık sık el değiştirmesi, Sırbistan’daki Yeniçerilerin
olumsuz davranışları etkili olmuştur.
Sırplar, Osmanlı devletine karşı “Milliyetçilik”
duyguları ile ayaklanan ilk topluluktur.
Sırplara; 1806–1812 Osmanlı Rus savaşı
sonrasında, imzalanan Bükreş antlaşması ile bazı haklar verilmiş, 1828–1829
Osmanlı- Rus savaşı sonrasında da Edirne Antlaşması ile özerklik, 1877–1878
Osmanlı Rus savaşı sonrasında da İmzalanan Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları
ile Bağımsızlık verilmiştir.
C. Kabakçı Mustafa İsyanı
ve Üçüncü Selim’in katli:
Üçüncü Selim’in ıslahat
hareketi, ilk kez, batı kurumlarını örnek alan, sistemli bir hareket idi. Ancak
Üçüncü Selimin izlediği bu ıslahatçı politika, yenlik karşıtı çevrelerce
dikkatle izlenmekteydi. Yeniçeriler arasında da Nizam-ı Cedit düşmanlığı gün
geçtikçe artmaktaydı.
Camilerde sürekli olarak
halk, 3. Selim ve Nizam-ı cedit aleyhinde kışkırtılmaktaydı.
1807 yılında Yeniçeri
Ocağı içerisindeki Boğaz yamakları Kabakçı Mustafa lakaplı kişinin liderliğinde
ayaklandılar. Padişah
isyancıların isteğini kabul ederek Nizam- Cedit’i kaldırdığını açıkladı.
Ancak bunla yetinmeyen
isyancılar, 3. Selimi tahttan indirerek 4. Mustafa’yı padişah yaptılar.
Yeni Padişah, YENİÇERİLERLE
anlaşma yaparak tahtını sağlama almaya çalıştı ise de; Nizam-ı Ceditçilere ve
yenilikçilere karşı yürütülen katliamları sürdüren, kendini tahta çıkaran
odaklarla başa çıkamadı.
İstanbul’daki gelişmeleri
öğrenen Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa askerleri ile birlikte İstanbul’a
gelmiş, İsyancıları etkisiz hale getirmiş, Eski Padişahın öldürüldüğünü görünce
ve 4. Mustafa’yı da yetersiz bulunca da 2. Mahmut’ padişah yapmış ve kendisi de
Sadrazam olmuştur.
Ç. İKİNCİ MAHMUT DÖNEMİ (1808–1839)
İkinci Mahmut da; 1808’de AYAN’A
bulunduğu yörede, hukuki ve ekonomik haklarını tanıyan buna karşılık devletin
asker ve vergi toplama yükümlülüklerini ortaya koyan, Türkiye’nin MAGNA
KARTA’SI, “Sened-i ittifak”ı imzalamak zorunda kalmıştır.
İkinci Mahmut da yeniçeri
ocağının ve ulemanın baskıları yüzünden, 1826'ya kadar hiçbir yenileşme
hareketine girişemedi.
İkinci Mahmut dönemi Islahatları:
İkinci Mahmut Islahat fikirlerinde ve
hızla Batıya yönelmesinde Avrupa’daki elçilerin izlenimleri ve tavsiyeleri
etkili olmuştur.
Önünde iki örnek vardır;
Mısır Valisi M. Ali Paşa ile Rusya ve 1. Petro.
Avrupa’nın Osmanlıya bakış
açısı olan BARBARLIK imajından kurtulmak için toplumun tepeden tırnağa kendini
yenilemesi, her şeyi ile bir Avrupalı gibi görünmesi için çabalamıştır.
Özellikle Mehmet Ali Paşa ayaklanması karşısında, devletin içine düştüğü
çıkmaz, 2. Mahmut’u derinden etkilemiş ve devletin dışarıdan ve içeriden
görünüşünü değiştirmek amacıyla ıslahatlara başlamıştır.
Düşünce şekle bağlı
olunca, Avrupa aynen taklit edilmeye çalışılmıştır.
İkinci Mahmut kendi
yaşantısında da bir Avrupalı gibi giyinmiş, 1835’te geleneksel bir tarzda
düzenlenmiş olan Topkapı yerine Avrupa usullerine göre düzenlenen Dolmabahçe
Sarayına taşınmıştır.
Askeri Alandaki Yenilikler:
1. Yeniçeri Ocağı
kaldırıldı (1826) Vaka’yı Hayriye olarak adlandırılan bu olaydan sonra, Askir-i
Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kuruldu. Serpuş olarak da fes
giydirildi. (Yeniçeriler, Yalnızca bir askeri sınıf değil, toplumun hemen tüm
yönlerine etki etmiş bir zümre idiler. Yeniçerilerin isyanı sırasında yağmaya
teşvik ettikleri Irgat ve Hamal taifesiyle Kayıkçılar da takibata uğradılar.
Yine Yeniçerilere bağlı olarak kabul edilen, Tulumbacı ocağı da kaldırıldı.
Yeniçerilere yakınlığı ile tanınan Bektaşi Tarikatı’nın tekkeleri de ortadan
kaldırıldı. Yeni çeri ocağının kaldırılması, Osmanlı Devleti’ni derinden
etkileyen bir olaydır.)
2. Avrupa usulüne göre tabur ve
bölüklere ayrılan askerlere sıkı ceket, setre pantolon ve potin giyme
zorunluluğu getirildi.
3. Askeri eğitim için Prusya’dan küçük
rütbeli subaylar getirildi.
4. Mehterane-i Askeri kaldırıldı.
Avrupa usulüne göre Mızıka-i Hümayun kuruldu.
5. 1834’te Harbiye kuruldu.
Eğitim Alanındaki
Yenilikler:
1. İlk Öğretim zorunlu
hale getirildi. (İstanbul’da)
2. İlkokul düzeyinde
Mekteb-i Maarif-i Adli okulları açıldı.
3. Avrupa’ya eğitim için
150 öğrenci gönderildi.
4. Tıbbiye ve Cerrah hane
okulları açıldı
İdari Alanda Yapılan
Islahatlar:
1. Devlet Memurları için
uygulanan müsadere usulü kaldırıldı.
2. Sadrazam Başvekâlete
çevrildi. Nazırlıklar kuruldu: Dâhiliye, hariciye, Maliye
3. Memurların tayin ve
terfileri bir esasa bağlandı.
4. Divan-i Humayun’da
görülen devlet işleri için yeni komisyon ve meclisler oluşturuldu.
5. Merkezi otorite
sağlamlaştırıldı.
6. Pasaport usulü kabul
edildi.
7. Valiler maaşlı memur haline
getirildi.
8. “Redif” adı maltında
Avrupa usulüne göre asker yetiştirmeleri görevi verildi.
9. Birkaç Sancağın bir
araya gelmesi ile “Müşirlikler” kuruldu.
10. Halk ve hükümet
işlerini yürütmek üzere “ muhtarlıklar” kuruldu.
11. Vergiler yeniden düzenlendi.
Herkese vergi miktarını gösteren mühürlü senetler verildi.
11. Devlet dairelerine ilk
kez kendi resmini astırdı.
12. Devlet memurlarına
kıyafet zorunluluğu getirdi. (Setre Pantolon, Fes)
13. İlk Türkçe Resmi
Gazete çıkartıldı. Takvim-i Vekayi.
14. Devlet memurlarının
yargılanmaları, devlet ile kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için
mahkemeler kuruldu
15. Tımar sitemi
kaldırıldı.
14. İlk nüfus sayımı yapıldı. (Yalnızca
erkekler sayıldı.)
Rumeli: 800.000 Hıristiyan +500.000 Müslüman - 1.300.000
Anadolu: 400.000 Hıristiyan +2.000.000
Müslüman—2.400.000
Toplam 3.700.000 kişi
İkinci Mahmut Islahatının
temelinde, devletin sarsılan otoritesinin yeni önlemlerle ve yeni kurumlarla
yeniden sağlanması yatmaktaydı. Bu amaçla; mutlak monarşik bir devlet sistemi
kurmaya çalıştı.
Devletin temel yapısı olan
İslami esaslara ve Padişahlığın Allah vergisi olduğu inancına dokunulmadan,
Batı kurumlarının örneklerine bakıldı.
****Ahmet Fevzi Paşa’nın kurduğu
Sübyan Bölükleri Maçka Kışlasına getirilerek Harbiye açılmış oldu. Padişah
resmi açılışı 1–7-1835’te yaptı. 9 “kısım” dan oluşan Harbiye’de sınıf usulü
yoktu. Medrese’de olduğu gibi, bitirilmesi gereken kitaplar vardı. Bir kitabı
bitirip öğrenen öğrenci diğer kitaba geçerdi. Yani öğrenim süresi öğrenciye
kalmış bir işti. İlk 8 “kısım” Türkçe okuma yazma, din bilgisi, askeri mevzuat,
biraz da Arapça. 9. “kısım” da matematik, topografya, harita öğretiliyordu. İlk
8 kısım ilkokul düzeyinde, 9. kısım ortaokul belki kısmen lise düzeyinde sayılabilir.
Harbiye’yi 1836’da ziyaret eden
İngiliz Seyyahı Miss Pardoe okulun dış görünüşünün fena olmadığını, fakat
aslında ”ruhu olmayan bir cesede” benzediğini söylüyor ve bu durumu Rusya’nın
bir komplosu olarak açıklıyordu.
Daha önce açılan Tıbhane
için de aynı sorunlar vardı. Orada da uzun süre, hasır üzerinde diz çöken
öğrencilere eğitim verilmeğe çalışılıyordu. Tıbhane (Tıbbiye) ve Harbiye böyle
olduktan sonra, 18.yüzyılda açılan ve iddialı isimler taşıyan Mühendis
hanelerin de derme çatma olduğunu düşünebiliriz.
1845’te Harbiye öğrencileri sınava
tabi tutularak, bir bölümü subaylık mesleğini öğreten Mekteb-i Umum-u
Harbiye’ye bir bölümü ilk ve orta öğretim yapan Mekteb-i Fünun-u idadi’ye
alındılar. Kuruluşundan 14 yıl sonra,1848’de Harbiye ilk mezunlarını verdi.
Halkın dinlerine göre, ortaya çıkmış
farklılık ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için, Padişah: Müslümanların,
Musevilerin ve Hıristiyanların ancak camide, Havrada ve kilisede farklı
olduklarını, devlet karşısında ise eşit olduklarını ilan etti.
İKİNCİ MAHMUT DÖNEMİNDEKİ SİYASİ
GELİŞMELER VE ÇÖKÜŞÜN SÜRMESİ
Yunan Sorunu
Osmanlı Devletinde, Sırplardan sonra
ayaklanan ikinci azınlık Yunanlılardır.
Yunanistan’da Uluslararası
bir Rum burjuvazisi vardı. Başta Odesa, Marsilya, Triyeste, Londra gibi yeler
olmak üzere, dünyanın birçok büyük merkezlerinde Rum tüccar kolonileri
oluşmuştu.
Selanik ticaretinde
Rumların önde gelen bir yerleri vardı ve buradan başlayan ticaret ağı
Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılmakta idi.
Rumların pek çok
armatörleri, bunların 1816’da 600 kadar ticaret gemileri vardı. Ticaret yanında
korsanlıkla da zenginleşmişlerdi.
Ayrıca, Rönesans’la
birlikte, Avrupa’da eski Yunan Uygarlığına karşı başlayan ilgi ve hayranlık,
Avrupalıların genellikle eski Yunanlıların torunları diye kabul ettikleri
Rumlara karşı dindaşlık dolayısı ile mevcut olan sempatiyi daha da
arttırıyordu.
Rum Ortodoks Kilisesi,
Hıristiyan olmayan eski Yunanlılara sahip çıkmayı fazla tasvip etmese de, az
çok uyanık birçok Rumlar, büyük bir UYGARLIK sahibi olan eski Yunanlıları
dedeleri olarak benimsiyor. Ve bundan gurur duyuyorlardı.
Ayrıca: Osmanlı Devleti,
Rum Ortodoks Kilisesine geniş bir yayılma alanı vermiştir.
Osmanlı Hükümeti, tüm Osmanlı
Ortodokslarını, milliyetleri ne olursa olsun, Rum Ortodoks kilisesine bağlı
saymıştır. Rum Ortodoks Kilisesinin İstanbul’da bulunduğu Fener semtinin ileri
gelen Rum ailelerinin mensupları, Osmanlı Devlet örgütünde tercümanlık ve Eflak
ile Buğdan Voyvodalıkları gibi önemli görevlere getiriliyorlardı.
Yunan İhtilali Mora isyanı
diye anılır. İsyanı, 1814 yılında Odessa’da 3 Rum’un kurduğu Filiki Etaria
(Dostluk Dermeği) örgütlemiştir.
12 Şubat 1921 yılında
Mora’da başlayan isyan kısa sürede gelişti ve başarılı oldu. Mora'nın merkezi
olan Trabliçe (Tripolis) kalesi
5–10-1821’de düştü. 13–1-1822’de Epidauros’ta toplanan meclis, bağımsızlığını
ilan edip Cumhuriyet yönetimi kurdu. 1822 yazında Atina, Misolongi ve Tep’i ele
geçirdiler. İsyan birçok yere yayıldı. Kısa sürede 15 bin Müslüman
öldürüldü.
Osmanlı Ordusu Korent’e
kadar Yunanistan’a egemen olduysa da Misolongi ve Atina hariç, Mora’ya
giremedi.
Gelişmeler karşısında çok
hiddetlenen 2. Mahmut, sorumlu diye saptanan, başta din adamları olmak üzere,
bazı Rumlara karşı hiddet ve şiddetle davranmıştır.
Kayseri, Edremit, Edirne,
Tarabya Piskoposları asıldığı gibi, Fener Ortodoks Patriği Grigorius da
Patrikhanenin orta kapısında asılmış ve yaftası göğsünde, üç gün teşhir
edilmiştir. Bilindiği gibi bu kapı bugüne değin kapalı kalmıştır.
Mahmut, Fatihin koyduğu
kurallara uygun olarak, Rum Cemaatinin taşkınlığından Patriği sorumlu
tutmuştur. İdamın nedeni de budur.
Osmanlı Devletindeki,
Vezir ve Ayanların iktidar kavgaları ( Halet, Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa, Reissülküttap
ve Rusçuk yaranından Mehmet Sait Galip Paşa) yüzünden; Osmanlı ordusu, Korent
boğazının güneyine üç yıl boyunca inemedi.
Ordunun Rumlar
karşısındaki aczi, Yanya'nın zaptından sonraki iki uzun yıl (1822–1823) boyunca
iyice ortaya çıkınca, 2. Mahmut büyük bir isteksizlikle de olsa ( bir Ayan’a
muhtaç olmak hoşuna gitmiyordu) Kudretli Mısır Valisi Mehmet Ali’den yardım
istedi. Arabistan’da Vahabilerin hakkından gelmiş olan Kavalalı, Girit ve Mora
Valilikleri kendisine verilmek koşulu ile işe girişti. Temmuz 1824’te oğlu
İbrahim Paşa komutasında 54 savaş ve 400 nakliye gemisinden oluşan ve 16.000
asker, 150 top taşıyan filo Mısırdan hareket etti. Mısır gücü önce Girit’e
geldi. Ertesi yıl (24–2- 1825) Mora'ya çıktı.
Bu arada yeniçerilerin
aczi üçüncü yılını doldurmuş bulunuyordu. ( isyandan itibaren 4 yıl)
İbrahim Paşanın kuvvetleri
bir hamlede Mora’da isyana son verdiler. Yalnız Misolongi (23–4–1826) ve
Atina’nın (5–6–1827) zaptı zaman aldı.
Mısır Kuvvetlerinin bu
başarısı yeniçerileri iyice gözden çıkardı. Onların Rus ve Avusturya orduları
karşısındaki perişanlığı kanayan bir yaraydı. Buna Ayanlar (Tepedelenli) ve Asi
Reaya karşısında rezil olmak da eklenince, İstanbul’da kamuoyu iyice aleyhine
döndü. Daha da kötüsü, yeniçerilerin yapamadığını bir Valinin askeri kısa
sürede yapıyordu.
Yeni bir eğitimli asker
sınıfın kurulması kararlaştırıldı. Yeni Eşkinci sınıfı oluşturmak üzere
harekete geçildi. Eğitimler başladıktan üç gün sonra, Mısırlı bir eğitim
öğretmeninin bir askeri dövmesi ile (15–6–1826) Yeniçeriler kazan kaldırdılar.
Bunun üzerine “Yeniçeri Kışlaları” topa tutularak yok edildiler, sağ kalanlar
da idam edilerek ocak tamamen söndürüldü.
Yunanistan’ın bağımsızlığını
kazanmasında, Rusya ve Fransa'nın etkisi olmuştur. 1815 Viyana Kongresinde;
Rusya, Grek Milliyetçilik duygusunu körüklemiş ve 1821 Mora Ayaklanmasını
desteklemiştir. Yunanlıların Rusya etkisine girdiğini gören İngiltere bundan
rahatsız olarak, o da Yunan Bağımsızlığını desteklemeye başlamıştır. Böylece
Stratejik bir bölge olan Doğu Akdeniz ticaretini Rusya’ya bırakmamış olacak ve
Akdeniz’de kendi egemenliğini sürdürmüş olacaktı.
Yunan İsyanı Mehmet Ali Paşa’nın
yardımıyla bastırılmıştır. Ancak İngiltere’nin 1925 yılında Ateşkes önererek,
kesin uyarı vermesi, 1827 İngiliz-Rus- Fransız ortak donanmasının Osmanlı
Donanmasını NAVARİN’DE yakması sonucunda, Osmanlı Devleti bu mücadelede etkisiz
kalmıştır.
1827–1818 Osmanlı – Rus
savaşı Yunanlıların Bağımsızlığında etkili olmuştur. 1829 Edirne Antlaşması ile
Osmanlı Devleti Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmiştir. Doğu Anadolu’daki
bir kısım toprak da Rusya’ya bırakılmış ve Balkanlarda Reform yapılacağı
garantisi verilmiştir.
Cezayir’in İşgali:
1529 Yılında Osmanlıya bağlanan
Cezayir, 1830’da Fransa tarafından işgal edilmiştir. Donanması zayıflayan
Osmanlı bu durumu yalnızca protesto etmiştir.
Gerçekte emperyalist
amaçları için bu işgali gerçekleştiren Fransa, bunu Medeniyet adına yaptığını
söyleyerek bu işgali haklı göstermeye ve dünya kamuoyunun desteğini almaya
çalıştı.
Bu tip gerekçeler sonraki
yıllarda başka devletlerce de kullanılacaktır. (Hatta 21.yy’ı yaşadığımız bu
günlerde bile bu düşünce etkin bir biçimde kullanılmaktadır. Ancak günümüzde “
medeniyet” kavramının yerini “demokrasi” kavramı almıştır.)
Osmanlı devleti, Batının kendisi
hakkındaki “gayri medeni” şeklindeki olumsuz düşüncesini silebilmek için
Batılılaşma yolundaki yenilik hareketlerini hızlandırmıştır.
D. MISIR VALİSİNİN
AYAKLANMASI VE OSMANLININ İÇ TEHDİTLE BAŞA ÇIKAMAMASI: (1831–1841)
Mısır Valisi Mehmet Ali
Paşa Mısır’da ekonomik, idari ve askeri reformlar gerçekleştirmiş, Öncelikle
Mısır’daki tüm toprakları millileştirmiş, Batı Ülkelerine gençler göndermiş,
Ülkenin ana üretim maddeleri devlet tekeli haline getirmiştir. Yeni sanayiler
kurdurmuştur. Nil Deltasında pamuk, şekerpancarı zeytin gibi endüstriye hizmet
edecek ürünlere önem vermiştir.
Böylelikle ülkesini ve
Valiliğini Osmanlıdan daha güçlü yapmış ve Osmanlı Devleti ile yarışır hale
gelmiştir.
Ayaklanmanın Nedenleri:
· M. Ali Paşanın Mısır’ı Bölgede en üstün güç
haline getirmek istemesi.
· M. Ali Paşanın İstanbul’dan bağımsız olarak
hareket etmek istemesi.
· Mısır Valiliğinin hanedanlık biçiminde babadan
oğula geçmesini istemesi.
· Suriye’yi, Anadolu’yu hatta Osmanlı Devletini
ele geçirmek isteği.
Osmanlı Devletinin Mısır Valisi Mehmet
Ali Paşa; Mora İsyanının bastırılmasındaki yardımları karşılığında; Kendisine
Girit Ve Suriye Valiliklerin verilmememsini bahane ederek 20–10-1831’de isyan
başlatmış ve oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordusunu; İstanbul’a doğru
harekete geçirmiştir.
Mısır Ordusu, Osmanlı Ordusunu üç kez bozguna
uğratarak ve Filistin ile Suriye’yi baştanbaşa zaptedip, Torosları ve Konya’yı
aşarak 1833 yılında Kütahya’ya gelmiştir.
Bunlar olurken, M. Ali ve Oğlu Osmanlı Devletine
saygılı davrandılar. Hatta Konya’da esir aldığı Osmanlı Başkumandanı Sadrazam
Mehmet Reşit’i serbest bıraktılar.
İbrahim’in başarısı yalnız askeri değildi.
İbrahim Yeniçeriliğe ve Bektaşiliğe büyük saygı göstererek Osmanlıdaki “Islahat
karşıtlarını” yanına aldı. En önemlisi Kastamonu’da Tahmisçi oğlu isyanı olmak
üzere, Anadolu’nun bazı yerlerinde isyanlar çıkardı. M. Ali'nin Ayanlara
yönelik kışkırtmalarının da bu konuda etkili olduğu söylenebilir.
Kimi yazarlara göre; Anadolu açıkça Mısır
yönetimi altına girmeye razı oldu. Bu destekten yararlanarak, İbrahim bir ara
İstanbul’a gidip 2. Mahmut’u tahttan indirmeyi düşündüğü de anlaşılıyor.
2. Mahmut, sonunda Mısır Valisi ile anlaşmaya
razı olarak, Kahire’ye Halil Rifat Paşa ile Mustafa Reşit Paşa’yı gönderdi ise
de bu kez M. Ali ters davrandı ve sonuç alınamadı.
Tarihçi Karal’a göre; Mahmut’un
tutacağı iki yol vardı: “Ya İmparatorluğun dayandığı İslamlık temellerine sadık
kalarak, M. Ali Paşa ile anlaşmak, ya da ona karşı Hıristiyan bir devlet ile
anlaşarak bir hanedan politikası gütmek.”
2. Mahmut ikinci yolu seçti. Aslında,
Fransa’daki ihtilalle ve Hollanda’daki yansımalarıyla meşgul olan Fransa ve
İngiltere’nin Osmanlı sorunlarıyla uğraşacak halleri yoktu. Zaten Fransa,
Cezayir’i istila ettiği ( 5–7 1830) ve M. Ali’yi de desteklediği için
İstanbul’dan iyi gözle görülmemekteydi. Bunun Üzerine 2. Mahmut, “Denize düşen
yılana sarılır” diyerek Rusya’ya başvurdu.
Ruslar İstanbul’a ordu ve donanma gönderdi,
Fransa ve İngiltere’de diplomatik çabalar ortaya koydular.
Sonuçta Mustafa Reşit Paşa, İbrahimle1934
yılı Ağustos ayında Kütahya anlaşmasını imzaladı.
Kütahya Antlaşması:
1. İbrahim Paşa, Cidde Valiliğinden başka,
Şam, Halep Valiliklerini ve Adana Muhassllığını elde etti.
2. M. Ali Mısır ve Girit Valisi oluyordu.
Buna karşılık İbrahim Torosların Güneyine çekilecek,
3. Anadolu’da M. Ali’den yana olanlar için
genel af ilan edilecekti.
Bu ülkelerin yardımı sonucu Mısır Valisi ile
Kütahya antlaşması imzalanmış ve mısır ordusu geri çekilmiştir.
Mısır Valisi’nin Ayaklanması Osmanlı Devletini
uzun süre uğraştıran bir olaydır. Osmanlı Devletinin sosyal alandaki
gelişmelerini de önemli ölçüde etkilemiştir.
İskenderiye
sözleşmesiyle de teyit olunan bu anlaşmaya karşın İkinci Mahmut kendisini
emniyette hissetmediği için ve Rusya’nın bu iyiliği altıda kalmamak için;
Osmanlı, Rusya ile 8.7.1833’te “Hünkâr İskelesi Antlaşmasını” 8 yıl süreli
olarak yaparak, Mısır Valisi tehlikesinden kurtulmaya çalışmıştır.
Bu bir ittifak ve
yardımlaşma antlaşması idi.
Antlaşmaya göre Osmanlı Rusya’nın yararına
Boğazları kapatacak Rusya da Osmanlıyı iç ve dış saldırılara karşı koruyacaktı.
(Bu antlaşma Osmanlının Rusya Uyduluğunu kabul etmesi olarak
algılanmıştır)
Osmanlı Devleti artık, “İç tehditleri
karşılayabilmek için” de dış yardıma muhtaçtır”
E. HÜNKÂR İSKELESİ ANTLAŞMASI: 1838
Rusya ile yapılan bu Antlaşma ile
1. Edirne Antlaşması (1829)
onaylanıyor.
2. Osmanlı Devleti- Rusya arasındaki
barış durumuna işaret edilerek iki devlet yalnızca, ülkelerini saldırılara
karşı korumak amacıyla birleştiklerini belirtiyor.
3. Osmanlı Devleti herhangi bir güç
durumda Rusya’ya yardım gönderecek,
4. (GİZLİ) : Osmanlı devleti Çanakkale
boğazını yabancı devlet gemilerine tamamen kapatacak.
F. EKONOMİK İFLASA GİDEN YOLUN AÇILMASI:
Mısır’la mücadele uğrunda önce Rusya’nın
uyduluğu kabul edilmiş, daha sonra da belki daha tehlikeli olarak, ülkenin
yaşamsal ekonomik çıkarları Batı’ya peşkeş çekilmiştir.
1820’li yıllarda; İngiltere Sanayi Devrimini
tamamlamış, üretim ve sermaye adeta ülke sınırlarından dışarı taşmış, yani yeni
PAZARLAR gerekmiştir.
Avrupa ülkeleri ve ABD hemen gümrük
duvarlarını İngiliz mallarına karşı yükseltmiştir. Artık İngiliz malları çıkış
için Avrupa dışına yönelmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı tahtında 2. Mahmut (1808–1839)
oturmakta, Sadrazamı da Mustafa Reşit Paşa. Mason da olan Mustafa Reşit Paşa, 1830' lu yıllarda İngiltere ile iyi ilişkiler
içindedir.
Mustafa Reşit Paşa Osmanlının kurtuluşunu
Avrupalılaşmakta görüyor. Başta İngiltere olmak üzere, Avrupa devletleri ile
“SERBEST TİCARET)’İ öneriyor ve şöyle diyor: “Ülke Serbest Ticaret sayesinde
hızla sanayileşecektir.”
İngiliz Dış işleri Bakanı Palmerston:
“Serbest ticaret sayesinde Sultan’ın Tebaasının ticaret ve refahı artacak,
sanayi gelişecektir.”
Ne kadar benzer ifadeler
değil mi?
Bu günde benzer senaryoları gördüğümüzü
rahatça söyleyebiliriz…
Sonunda, 16 Ağustos 1938’de Mustafa Reşit
Paşa, İç ve dış tehditler karşısında, İngiltere’nin yardım ve desteğini
alabilmek için İngiltere ile “Osmanlının idam fermanı olan BALTA
LİMANI Ticaret Anlaşmasını”, “Kalkınma yolunu açacak” belge olarak imzaladı.
Anlaşma neleri getiriyordu?
Bu anlaşma, İngiltere’ye ve kısa süre sonra
diğer batı ülkelerine o güne değin Kapitülasyon Hukukunun sağladığının çok
ötesinde olanaklar tanıyordu.
1. Gümrük vergisi oranları İhracatta; % 12’ye,
İthalatta: % 5’e düşürülecek.
2. İngilizler, Dünyanın
neresinde olursa olsun, ülkemize diledikleri malları sokabileceklerdir.
3. Yed-i Vahit (Tekel) usulü
kaldırılacaktır. İngiliz Tüccarı, iç ticarette, en ayrıcalıklı tüccardan fazla
vergi vermeyecektir.
4. Yabancı mallar
Boğazlardan serbestçe geçecek, Osmanlı Limanlarında, bir gemiden öbürüne
aktarılabilecek, Transit ticaret serbest olacaktır. Bu işlemlerden hiç bir
vergi alınmayacaktır.
5. İngilizler Demir yollarından ücretsiz
yararlanacaklardır.
6. Kapitülasyonlar devam edecek, anlaşma
ile tanınan yeni ayrıcalıklar, öncekilere eklenecektir.
7. Antlaşma hükümlerinden diğer
devletler de yararlanacaktır.
8. Antlaşma sonsuza dek yürürlükte ve
geçerli olacaktır.
Sonra neler oldu?
1. Osmanlı iç pazarı, Batının sanayi ürünlerine
açıldı. Dış ticaret dengesi bozuldu. (O yıl ki ihracatımız, 1 milyon 81 bin
Sterlin idi, İthalatımız, 3 milyon 85 bin sterlin idi. Makas 2 milyon sterlin
kadardı. Anlaşmanın hemen sonrasında, makas 11 milyon sterlin’e çıktı.
2. Ekonomik Bağımsızlık yitirildi. Devletin çöküşü
hızlandı.
3. Devletin bağımsız dış ticaret politikası izleme
seçeneği ortadan kalktı. Çünkü Balta Limanı Ticaret anlaşması, yalnızca, gümrük
vergilerini daha aşağı çekmekle kalmıyor, Osmanlı Devleti, artık kendi gümrük
vergilerini Avrupa devletleriyle birlikte saptamayı kabul ediyordu.
4. Hükümet Dış ticarette olağan üstü vergi koyma
hakkını yitirdi
5. Kapitalist sermayeleşmeye geçemedi.
6. İthal mallar adeta iç piyasayı istila etti.
7. Ekonominin eski yeni tüm sanayileri yok oldu.
8. Ticaret ve sanayi yabancıların eline geçti.
9. Zanaata dayalı yerli üretim ithal ürünlerle baş
edemedi.
10. Ekonomide, tarımsal üretim ile tarım dışı üretim
arasındaki tamamlayıcılık ortadan kalktı.
11. Osmanlı üreticisi ham madde darlığı çekmeye
başladı.
12. Bilgi birikimi ve teknoloji yetersiz olduğundan,
ülke çaresiz duruma düştü.
13. 1840' lardan başlayarak, yüzlerce yabancı tüccar
imparatorluk içine yerleşti.
14. Osmanlı Tüccarları İngiliz tüccarlarından daha
fazla vergi verir duruma düştü. Bu da rekabet gücünü kırdı.
15. Zaten sıfıra yakın olan bütçe tamamen tükendi.
16. Halk yoksullaştı.
Özetle: 1838 yılında İngiltere ile imzalanan
Baltalamanı Ticaret Antlaşması ile Ülke AÇIK PAZAR haline gelmiştir.
Bu ülkenin EKONOMİK İFLAS SÜRECİNE girmesi
demekti. Ve ekonomik olarak yarı sömürge sürecinin başlaması demekti.
Yed-i Vahit usullünün kaldırılması
hükmü, Mısır kalkınmasının can damarı olan mekanizmayı tahrip edip, Mısır’ı
çökertmek için konulmuştu.
Osmanlının Mısır’a
uyguladığı bu zehir, ülkenin başka yerlerinde de hüküm sürecekti. Mahmut
Suriye’yi ve Mısır’ı kendisine daha sıkı bağlayabilmek uğrunda ekonomik
çıkarları feda etmekte, bir kez daha denizden çıkmak için yılana sarılmaktadır.
Osmanlı, Ülkesini geniş tutmak emeli uğruna
ekonomik çıkarlarını feda etmiştir.
Peki, biz Balta limanı anlaşmasını
imzalarken, Avrupa'nın diğer devletleri neler yaptı?
Tabii ki bizim yaptığımızın tersini…
ABD, Fransa ve sonradan Almanya gibi ülkeler,
seçtikleri yolda ilerleyerek, bugün birer sanayi devi haline geldiler. Bunu
karşısında Osmanlı Devleti silinip gitti.
ABD, Fransa gibi ülkeler, 1840 lı yıllarda,
aşağı yukarı bu günkü Türkiye’nin gelişme düzeyinde idiler. Bu ülkeler eğer,
sınırlarını İngiliz mallarına açmış olsalardı ve sözde reformlar yapsalardı, bu
günkü dünyada az gelişmiş birer ülke olurlardı.
İngiltere ise bir “ Süper güç” olurdu.
Serbest ticaret ancak, aynı gelişme düzeyinde
bulunan ülkeler için yararlıdır. Farklı gelişme düzeyinde bulunan ülkeler
arasında ise, yalnızca zengin ülkeler lehine işler. Yoksul ülke serbest
ticaretten zarar görür.
Bugün; ABD’nin, Almanya’nın ve Fransa’nın
bugün ne dediğine değil geçmişte ne yaptığına bakmalıyız…
Mali iflasa giden yol,
aslında KAPİTÜLASYONLARIN verilmesi ile başlamış, 1838 Ticaret antlaşması ile
hızlanmış, 1854 yılında başlayan dış borçlanma ile Ülke Maliyesi, borç batağına
sürüklenmiş, 1881 MUHARREM KARARNAMESİ ile son bulmuştur.
1856’da Londra’da İngiliz
bankerlerince kurulan ve 1883 yılında Fransız Bankerlerinin de katılmasıyla
güçlenen “Osmanlı Bankası”na devletin Merkez Bankası yetkisi verilmesi de hepsinin
üzerine tuz biber ekmiştir.
Peki ya günümüz…
1995 gümrük birliği
anlaşması = 1838 BALTALİMANI TİCARET ANLAŞMASI
ACABA GEÇMİŞTEN HİÇ Mİ
DERS ALMAYIZ!
G. ASKERİ İFLAS (İKİNCİ
MISIR SAVAŞI- 24 HAZİRAN 1839)
Kütahya Antlaşmasından hoşnut olmayan Osmanlı
Devleti ve Mehmet Ali Paşa yeni arayışlara girdiler. Osmanlı Suriye Valiliğini
geri isterken, M. Ali de MISIR; SURİYE VE HİCAZ’IN İRSİ valiliğini
istemekteydi.
Görüşmeler yoluyla sorunlar çözümlenemeyince,
Osmanlının Hafız Ahmet Paşa komutasındaki 40.000 kişilik ordusu ile Mısır
Valiliğinin İbrahim Paşa komutasındaki 50.000 kişilik ordusu Nizip yakınlarında
24 Haziran 1839’da savaşa giriştiler. Osmanlı Ordusu Bozguna uğrayarak dağıldı.
(Prusyalı subay Moltke’ye ve Shaw’a göre;
Mısır Ordusunun on bin kişilik bir fazlalığı olduğu gibi, top sayısı da fazla
idi ve bunlar iyi kullanılıyordu ve manevra yetenekleri de daha iyi idi, fakat
moral ve disiplin bakımından bir üstünlüğü yoktu. Osmanlı Ordusu; Askerlerin
yarıdan fazlası yeni silâhaltına alınmış REDİFLER (MİLİS), subaylar da işini
bilmez torpilli kişilerdi. Nizamiye askerlerinin de yarısı hastalık ve başka
nedenlerle öldüğünden, bunların yerine zorla askere alınan, dil bilmeyen ve
kaçmak için fırsat kollayan KÜRTLER di. Ayrıca; savaş bölgesine daha önce gelen
ve yerleşen Osmanlı Ordusu Komutanı Hafız Ahmet Paşa’ya Moltke ve
arkadaşlarının yaptıkları öneriler de; “Cuma günü Müslüman kanı dökülmez, gece
baskınını ancak eşkıyalar yapar, geri çekilme Osmanlıya yakışmaz” denilerek geri çevrilmiştir.
Savaşta önemli olan sonuçtur. Bu da tam bir
hezimetti.
Yenilgi haberi İstanbul’a ulaşmadan, 30
Haziran 1839 gecesi İkinci Mahmut veremden öldü. Cenaze kalkmadan, Meclisi Vala
Reisi olan Hüsrev Paşa, Başvekil Rauf Paşa’dan Mühürü zorla alarak kendisi
Başvekil oldu.
Yeni Başvekil Hüsrev Paşayla arası bozuk olan
Kaptanı Derya Ahmet Fevzi Paşa, Suriye Kıyılarından geri çağrılan DONANMAYI
Mısır’a götürüp M. Ali Paşa’ya teslim etti.
BÖYLECE; OSMANLI DEVLETİ, ORDUSUNU, PADİŞAHINI
VE DONANMASINI YİTİRMİŞ OLDU.
Artık Osmanlı Devletinin askeri olarak hiçbir
değeri kalmamıştı ve Askeri bakımdan iflas etmişti.
H. DIŞ MÜDAHALENİN KURUMLAŞMASI
1839’da NİZİP SAVAŞINDA Osmanlı Ordusunun,
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ordusuna yenilmesinden ve 2. Mahmut’un
ölümünden sonra, Padişah olan Abdülmecit; Mehmet Ali Paşa’yı bağışladığını
belirterek antlaşma yapmak ister ancak Mehmet Ali Paşa yanaşmaz.
Buna rağmen, Avrupa’nın Büyük devletleri; İngiltere,
Fransa, Avusturya, Rusya ve Prusya (27.7.1839) Ültimatom vererek; “Kendi
onayları olmadan” Mehmet Ali Paşa ile anlaşma yapılmasını engellemişlerdir.
BU BATI’NIN İLK RESMİ MÜDAHALESİDİR.
İ. TANZİMAT FERMANI: 3
KASIM 1839
Cahil fanatik kadrolarla düşünülen
yeniliklerin gerçekleşmesi olanaksızdı. Bunu
gören 2. Mahmut, daha köklü ve sistemli bir düzenleme için, Londra elçisi
Mustafa Reşit Paşa’ya İngilizlerin de isteği ve yardımı ile Bir Islahat
programı hazırlama görevi verdi. Ancak bunun ilanına ömrü yetmedi.
Tarihimize “Gülhane Hattı Hümayunu “
ya da “Tanzimat Fermanı “adıyla geçen bu fermanın ilanı Abdülmecit zamanında
oldu.
Bu fermanın yayımlanmasındaki amaç;
devlet ile yurttaş arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmak idi.
Fransız Devriminin insan hakları
ilkeleri, 50 yıl sonra, Osmanlı İmparatorluğunda padişah tarafından halka
verilen haklar biçiminde giriyordu:
· Müslüman ve Hıristiyan tüm tebaanın namus, can
ve mal güvenliğinin sağlanması,
· Verginin düzenli bir esasa bağlanması,
· Askerliğin düzenli bir esasa bağlanması,
· Hiç kimsenin yargılanmadan
cezalandırılamayacağı,
· Mal ve mülkün müsadere edilemeyeceği,
· Müslümanlarla gayri Müslimlerin kanunen eşit
oldukları, kabul ediliyordu.
Bu fermanla Osmanlı tanrı
haklarının yanında, Batının laik insan hakları sistemi de yer almaya başladı.
Tanzimat döneminin değerli
devlet adamları bu ilkelerin uygulanmaya geçirilmesi için, Şeriatın
düzenlemediği konularda Batıdan yasalar almaya başladılar. Böylece hukuk
alanında Batıya açılma da başladı. Diğer yandan, İslâmiyet’in kesin olarak
koyduğu kurallara hiç dokunulmadı. Böylece hukuk iki başlı bir duruma geldi.
Öte yandan Tanzimatçılar,
Türk toplumunun geri kalmışlığında en önemli rolü oynayan eğitim sorununa de el
attılar.
II. Mahmut'a kadar devlet
eğitim işleriyle hiç ilgilenmezdi. II. Mahmut bu alanda yenilikler yaptı.
Tanzimatçılar eğitim atılımlarını hızlandırdılar. Yeni orta öğretim kurumları
ile yüksek okullar açıldı. Ama doğrudan doğruya din eğitimi veren medreselere
de dokunulmadı. Böylece eğitim alanında da çift başlı
bir düzen oluştu.
Kırım Savaşından sonra
Viyana’da kabul edilen barış ön koşullarından biri, Osmanlı Devletinin
Hıristiyan Uyruklarına tanımış olduğu hakların yeniden ve “kendiliğinden” teyit
edilmesini öngörüyordu.
18–12 1856’da bu gereği
yerine getirmek üzere Islahat fermanı İlan edildi.
FERMANDAKİ KONULAR “eski
hakları “teyit etmenin epeyce ötesine gidiyordu. Birçok hükümler arasında en
çok göze batanlar, Müslüman olmayanların askeri ve sivil tüm okullara girme
haklarını elde etmeleri; Müslümanlarla Müslüman olmayanlar ya da Müslüman
olmayanlar arasında ceza ve ticaret davalarının “ muhtelit divanlarda” (ki
bunlar laik mahkemeler olacaktır) görülmesi ve bunlar için ceza, ticaret ve
usul kanunlarının hazırlanması; Müslüman olmayanların da askerlik hizmetiyle
yükümlü olması, fakat “ bedel” vererek askerlikten kaçınma haklarının
tanınması; yerli mevzuata uymak koşulu ile yabancılara gayrimenkul edinme
hakkının tanınmasıydı.
Islahat fermanında İltizam
usulünün son bulması, maaşların düzenli ödenmesi, rüşvetle mücadele edilmesi
gibi Tanzimat Fermanında bulunan hükümler, teyit olunduğu gibi, devletin bütçe
yapmasını da özenle uygulanması emrediliyordu. Islahat Fermanı Müslüman
olmayanların cemaat kurmalarında da laikleşme ve demokratikleşme yönünde de
değişiklikler öngörüyordu.
L. OSMANLI DEVLETİNİN KISMEN AVRUPA’NIN ORTAK
EGEMENLİĞİNE GİRMESİ.
1841 yılında Londra’da imzalanan Fransa ve
Osmanlı Devleti’nin de katıldığı, BOĞAZLAR MUKAVELESİYLE; Osmanlı Barış
döneminde iken BOĞAZLARIN; tüm savaş gemilerine kapalı tutulması kabul edildi.
Bu Rusya’nın HÜNKÂR İSKELESİ antlaşması ile elde ettiği egemenliğin sonu
demekti. Ancak, aynı zamanda, Osmanlı Devletinin, kısmen Avrupa’nın ortak
egemenliğine girdiğinin göstergesi oluyordu.
Ve artık Osmanlı Devleti,
STRATEJİK tesisleri için de tek başına karar veremeyecektir.
M. OSMANLI DEVLETİNİN SÖMÜRGELEŞME SÜRECİNE
GİRMESİ.
1839’da NİZİP savaşı yenilgisi ve Osmanlı
Donanmasının Mehmet Ali Paşa’ya teslimi, ASKERİ İFLAS ve yarı sömürgelik yolunda
önemli bir adım.
1838 yılında İmzalanan Balta limanı Ticaret
Antlaşması ve 1854 yılından sonra başlayan ölçüsüz ve verimsiz borçlanmalar
(Kırım savaşında Osmanlı Maliyesi alt üst oldu. Ancak bu kez, ilk defa olarak
Avrupa'dan borç alındı. 24.8.1854’de İngiltere ve Fransa’dan beş milyon İngiliz
altını % 4 faiz ve % 1 amortismanla; Mısır haracı, İzmir ve Suriye gümrüğü
karşılık gösterilerek borç alındı.), 1881 yılında Osmanlı Maliyesinin resmen
iflası ve Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) idaresinin kurulması, önemli bir
gelişmedir.
Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde de;
aşırı borçlanmaya karşın, bu paralar verimli alanlara değil de, savaş, isyan,
saray inşaatı ya da doğruca maaş ödemelerine gitmekte idi.
Devlet gelirlerinin; 1/14’ saray
harcamalarına tahsisli iken, Saray; 1/7’sini harcamaktaydı. Ayrıca; 1873–1874
yılları da kış ve kıtlık nedeni ile felaketli yıllar olmuştu. Devlet gelirleri
ve alınan borçlar, yatırıma değil de israfa gitmekte idi. Ülkede iç ve dış,
problemler de israf ve felaketlerle birlikte mali iflası hızlandırdı.
1875’te ilan edilen Tenzil-i Faiz kararı ile
Hükümet, beş yıl süre ile borçlarının ancak yarısını ödeyeceğini, ödemediği
faizlere karşılık, % 5 faizli tahvil vereceğini açıkladı. (Sonra bunu da
yapmadı) .
Böylece; Osmanlı Devleti; Ekonomik ve Askeri
İflastan sonra, bir de Mali iflası yaşamış oluyordu. Ve daha da bağımlı hale
geliyordu. Bu karar büyük tepkilere yol açtı; Çünkü Osmanlı Borç tahvilleri,
çoğunlukla; İngiltere ve Fransa’daki tasarruf sahiplerinin elinde idi ki
bunların arasında, büyük mali kuruluşlar da vardı. Kararla birlikte elde
edilecek gelir % 50 azalmış oluyordu.
Osmanlının bu kararını barbarlık olarak
değerlendirenler de oldu.
20 Aralık 1881 günü Muharrem kararnamesi ile
Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) yönetiminin kurulması, Osmanlı Maliyesinin de
resmen iflası demekti.
Düyun-u Umumiye yönetiminde; İngiltere (aynı
zamanda; Belçika ve Hollanda alacaklarını temsilen), Fransa, Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İtalya temsilcileri bulunacaklardı. Yönetimde, Osmanlı
Devleti temsilcisi de bulunacak, ancak oy hakkı olmayacaktı.
Düyun-u Umumiye yönetimi, zamanla gelişip,
her alana el atmıştır. 1911 yılında, Osmanlı maliyesinde 5472 memur çalışırken
Düyun-u Umumiye de 8931 memur çalışmaktadır ve bunların maaşlarını da Osmanlı
ödemektedir.
Baskılar sonucu; 1876’da Meşrutiyet ilan
edilmiş, 4 Haziran 1878 Berlin Kongresinde de Kıbrıs İngiltere’ye bırakılmış,
1882’de İngiltere, Mısır’ istila etmiş, 1897’den 1900’leri aşan bir süreçte de,
Girit adası Yunanlılara terk edilmiştir.
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan
edilmiş, Bulgaristan bağımsızlığını kazanarak Osmanlı’dan kopmuş, 1909’da 31
Mart gerici ayaklanması üzerine Abdülhamit tahtan indirilmiştir.
Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları
ve Birinci Dünya Savaşı yenilgileri, Mondros Mütarekesi, Sevr Antlaşması,
Kurtuluş Savaşı başarısı ve Lozan Barışı yaşanmış, Ekonomik ve Askeri bakımdan
artık hiçbir değer ifade etmeyen Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Ahmet AVCI
31 TEMMUZ 2016
İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder