SINIRINDAKİ ASKERLERİMİZİ, YILAN VE AKREPTEN KORUMA YÖNTEMİMİZ…
NE GÜNLERMİŞ…
Yılandan korkar mısınız bilemem…
Sevdiğim bir söz vardır: “Yılandan korkmam, yalandan korktuğum
kadar ”
Bir zamanlar, Hatay- Dörtyol’da Yılancı Hacı diye bilinen bir kişi
vardı…
Yılancı Hacı Taci MACİT, ya
da EFSUNCU HACI.
Yılancı Hacı’yı tanıyan da basından adını duyan da çoktur…
1980’li yıllarda ünü yaygındı.
Efsun; bir doğal güç, Efsunlanan kişi; yılan, akrep ve benzeri
zararlılara karşı koruma zırhı kazanıyor, yani akrep de yılan da sokmuyor…
İnanan var, inanmayan var…
Ben de duyunca meraklanmıştım…
1986 yılında; Antakya Sınır Tabur Komutanlığına atandım…
Sınır görevi zordur askerler için…
Sorumluluğu büyüktür, ama onurlu görevdir…
Sorumluluktan kaçılmaz… Komutan her şeyden sorumludur…
Görevde zaman kavramı yoktur…
Tatil, bayram, izin de görevin müsaade ettiği ölçüde akla
gelebilir…
Suriye’nin Reyhanlı ve Altınözü ilçeleri bölgesindeki 144 km lik
bölümünden benim Taburum sorumlu idi…
Sının 55 km lik bölümünü ASİ nehri çiziyordu…
Sınır boyunda üç BÖLÜK, 32 KARAKOL görevliydi…
Sınırda; Asıl görev Sınırı korumak, kaçakçılığı önlemek olsa da;
yol, su, elektrik, ikmal, iaşe sorunları vardı, hatta çiftçinin sınır boyundaki
tarlalarını güven içinde ekip biçmesini sağlamak da görevlerimiz arasındaydı…
Laf aramızda; “SINIRIN NAMUS OLDUĞU” günlerdi…
Bölgeyi ve Karakolları dolaşırken; Karakoldaki buzdolaplarında
gördüğüm; YILAN VE AKREP SERUMLARI DİKKATİMİ ÇEKTİ…
Çevre sağlık birimlerinde de bu serumlar, hazır bekletilirmiş…
Yılan ve Akrep sokma olaylarını duyunca irkildim…
Sınır boyunda; sürekli nöbette ve mevzide olan; 70 kadar
devriyemiz vardı…
Akrep ve yılan sokması konusu beni endişelendirdi, ancak daha
yapılacak çok iş vardı…
Öncelikle, bölgeyi ve birlikleri tanımaya, görevi kavramaya
çalıştım…
Tam akrep olayını unutmuştum ki; akrep sokma raporları gelmeye
başladı. Neyse ki; biz de sağlık birimleri de hazırlıklıydı… Serumla,
kurtarıyorduk askerlerimizi…
YILANCI HACI MACİTLE TANIŞMA
Karargâhımın bulunduğu kışlada görevli bir de Komando Taburu
vardı…
Komutanı da benden kıdemli, Duran DİKMEN Binbaşı idi…
Komando Taburunun bir bölüğü de İskenderun’da idi…
Ben bölgeyi de tanımak istiyordum. Dikmen Binbaşıma; “İskenderun’a
giderken beni de götürmesini” söyledim…
İkimizin de uygun olduğu bir gün yola koyulduk…
Yolda YILANCI HACIYI da görebileceğimizi söyledi. Memnun olmuştum…
İskenderun’u dolaştık, Komando Bölüğünü gördük ve Yılancı Hacı’ya
gittik…
Yolda Dikmen Binbaşı’ya “Efsunlanmak istediğimi ama akrebe sokturulmak
istemediğimi” söyledim…
Çünkü efsunlanma işleminden sonra akrebe sokturulduğunu duymuştum…
“Tamam” dedi…
Yılancı HACI’YI bir kır kahvesinde bulduk…
Duyduklarımla gözümde başkalaşan Yılancı HACI; Bir halk adamı idi…
Sıradan bir kişilik… Hatta o dönemde, DSP İl Genel Meclis üyesi imiş…
Bizi iyi karşıladı. Tanıştık, sohbet ettik…
Komşudan karabiber istedi…
Peçete içindeki, karabiberi avucuma koyarak, bir şeyler okudu…
Cebinden kibrit kutusu çıkarttı, içinden de AKREP çıkartarak eline aldı ve
benim karabiber tutan elimin üzerine koydu… Hareketsiz kaldım, DİKMEN Binbaşıya
baktım, ama tepkisizdi…
Elimin üzerindeki Akrep, kuyruğunu dikmiş duruyordu… Hoca,
elimdeki “karabiber dolu peçeteyi bırakmamı” istedi…
Bırakınca da AKREP; kalkık kuyruğunu indirdi ve elimi soktu…
Donup kalmıştım…
Acısı; arı sokması gibiydi…
HACI, korkulacak bir şey olmadığını, istersem zehiri geri
akıtabileceğini, ama “Kalsa da zararının olmayacağını, hatta vücutta romatizma
varsa iyi de gelebileceğini” söyledi…
Ben de romatizma yoktu ama başlangıçta acı arı sokması gibi olunca
da bana cesaret geldi ve “kalsın” dedim…
Okunmuş karabiberi tekrar elime vererek, kıbleye döndürdü ve üç
kez tatmamı istedi…
Dediğini yaptım, tekrar akrebi elime koydu, akrep yine kuyruğunu
kaldırdı ve öylece kaldı…
Artık efsunlanmıştım…
Ben istediğimi elde ettim ya; birliğimdeki akrep ve yılan sokma
olaylarından da söz ettim…
Hoca; “Kolay, askerlerin isim listesini ve her bölük için bir kilo
karabiber yollayın, okuyayım ve her askerleriniz de, senin yaptığın gibi tatsın,
ancak askerler de temiz olmalıdır” dedi…
Vedalaşırken beni tekrar uyardı: “ZEHİRİN HİÇ BİR ZARARI OLMAZ,
ANCAK ENDER DE OLSA ALLERJİ YAPABİLİR… BİR GÜN BOYUNCA ELİNİ; SOKMA YERİNE
SÜRMEMELİSİN VE KAŞIMAMALISIN…” dedi.
Teşekkür ederek, ayrıldık…
Antakya’ ya döndüğümüzde, akşam olmuştu…
Askeri Gazinoya gittik, Dikmen Binbaşı, her önümüze çıkana anlatı:
“Ahmet Binbaşıyı akrep soktu” diye herkese duyurdu…
Ben de soranlara kendimce anlattım, sokulan yeri gösterdim;
KAHRAMAN gibi…
Eve gittim, yalnızdım, yattım ama bir süre sonra, kolumda ağrı ve
şişkinlik başladı.
Yılancı Hacı’ya telefonla ulaşamadım, Doktorumuzu çağırdım… Geldi
anlattım, şaşırdı ama ne yapacağını da bilemedi…
Yanında Hacı’yı tekrar aradım, ulaştım, durumu bildirdim… “Endişe
edilecek bir şey olmadığını, sabah kendisine gitmemi, kolumu da askıya almamı,
ama ağrı kesici almamamı” söyledi…
Ne benim, ne de Doktor Asteğmenin aklına, (bugün şaşkınlık duysam
da); DEVLET HASTANESİNE BAŞVURMAK geldi…
Sabahı zor ettim…
Hacı’ya gittim, o da üzüldü. Kolum şişmiş ve yer yer kabarcıklar
oluşmuştu, PANSUMAN yaptı, kolumu askıya aldı ve dinlenmemi istedi…
Döndüm; eşim ve çocuklarımın bulunduğu Samandağ- Çevlik’te ki- Alayımızın Kampına gittim…
Kolum şiş, yer yer kabarmış, askıya alınmış ve dayanılmaz ağrı…
Gören ve duyan şaşırdı kaldı…
Eşimin tepkisini izninizle burada yazmayayım (en iyisi siz hayal
gücünüzü kullanın, çünkü yazamam.)…
Ağrı, ve şişkinlik kısa sürede geçti ama eşimin tepkisinin etkisi
ve şaşkınlığım hala sürmekte…
***
Normale dönünce; askerlerimin AFSUNLANMASI için gerekenleri
yaptım…
VE bir daha, AKREP VE yılan sokma olayı görmedik…
***
Dikmen binbaşı dağda taşta Akrep bularak, denemeler yapardı, sonuç
olumlu idi…
Ben deneme cesareti
bulamadım…
***
Merak edilebilir; “kişisel
olarak, hiçbir yararını gördüm mü?” diye…
Yine bölgede yaşadığım bir
olayı anlatayım da kararı siz verin…
1988 yılında; görevden
ayrılmadan önce; Reyhanlı Sınır Bölük Komutanı J, Üsteğmen Feyzan TEMİZEL ile
birlikte; YENİŞEHİR Karakolu bölgesi sınır hattında SINIR TAŞLARIYLA İLGİLİ
inceleme yaparak ve alınacak güvenlik önlemlerini konuşarak yürüyorduk,
arkamızdan da muhafızlarımız geliyordu.
Bir ara arkamızdan garip
sesler duyduk, döndük; manzara şu idi: İKİ MUHAFIZ ASKERİN ÖNÜNDE BİR YILAN
DİKİLMİŞ DURUYORDU, ASKERLER, ELLERİNDE
SİLAHLARI OLDUĞU HALDE, ŞAŞKIN BAKIYORLARDI, BİZE SESLENME GÜÇLERİ BİLE
KALMAMIŞTI, NE OLUYOR DİYE ONLARA DOĞRU YÖNELDİK VE SESLENDİK, ÜZERİNE DOĞRU
GİDİNCE DE YILAN SÜZÜLDÜ, İNDİ VE KAYBOLUP GİTTİ…
Sonradan öğrendim ki;
muhafızlarımız, yeni gelmiş ve henüz efsunlanmamış erlermiş…
Ahmet AVCI
E. Jandarma Alb.
İZMİR
NOT:1
Aramızdan ayrılmış olan; Duran DİKMEN’İ de
Yılancı Hacı Macit’i de rahmet ve minnetle anıyorum…
Not:2
Birlikte çalışmaktan onur
duyduğum: Alay Komutanım; Ali İhsan Güvener’i saygı ile Bölük Komutanları, Üsteğmenler;
Mehmet SEÇKİN, Aydın YEŞİL, Yüksel, Kenan DANIŞ ve Feyzan TEMİZEL’İ sevgi ile yâd
ediyorum…
Not: 3
Bu anımı, epeyce önce kaleme
almıştım. Suriye karışınca, İşid gündeme gelince, Kobani ortaya çıkınca, Süleyman
Şah Türbesi taşınınca, Rus Uçağı düşürülünce yayımlamaktan vaz geçmiştim…
Artık ortalık durulmaya
başlıyor, Rusya ile de sorun ortadan kalkacakmış, ben de yüzlerde bir tebessüm
oluşur düşüncesiyle bu anımı paylaşıyorum…
SURİYE SINIRINDA- ZAMANIMIZDA- ASKERİN SAĞLIĞI...
https://www.facebook.com/notes/ahmet-avc%C4%B1/suriye-sinirinda-zamanimizda-askerin-sa%C4%9Fli%C4%9Fi/1203038869746648
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder