Ahmet
AVCI
İZMİR 29 EKİM 2013
CUMHURİYETİMİZİN
İLAN EDİLİŞİ
“Bütün millet emin ve müsterih olsun ki, Devrimi yapanlar, karşı güçleri,
çıktıkları noktada imha edecek, kudret, kabiliyet ve tedbire sahiptirler”
Gazi Mustafa
Kemal
Cumhuriyete giden süreçte; Ulusal Kurtuluş Savaşı başarı ile sonuçlanmış,
Saltanat kaldırılmış ve Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı
Devletinin kabul ettiği Mondros Mütarekesi ve Sevr Barış Antlaşması, tarihin
çöplüğüne gömülmüştür.
Böylece, 1919–1923 yılları arasında, elde edilen Askeri ve Siyasi alandaki bu
başarılardan sonra Türk Devleti yeni bir döneme girmiştir.
BU, ARTIK “BARIŞ DÖNEMİDİR”.
Türk Ulusunun bu yeni barış döneminde, Modern ve Çağdaş ölçülerde, KALKINMASI
gerekiyordu. Bunun için de Türk Devleti; modern, çağdaş, laik bir yapıya
kavuşmalıydı.
Kurtuluş
Savaşının kazanılması ve barışın sağlanması; Türk Ulusu’nun yeni bir devlet ve
yaşama sistemine kavuşması ortamını hazırlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın öncelikli amacı: “Her bakımdan tam bağımsız bir
devleti, tüm kurumlarıyla yaşama geçirmekti.”
Mustafa Kemal Paşa için ikinci önemli iş: “Ulusun sahip olduğu egemenliğin
sınırsız bir biçimde kullanabilmesi, ona ortak başka hiçbir güç kabul
edilmemesidir.”
Ulusal Kurtuluş Savaşını; MÜDAFAA-İ HUKUKÇULAR VE KUVAY-I MİLLİYECİLER
başlatmış, TBMM de; ülkemizin ve savaşın yönetimini üstlenmiştir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, “kayıtsız-şartsız” egemenliğe sahip Türk Ulusunu
temsil eden tek makam olmalıydı. Ama bilindiği gibi, binlerce yıl Monarşik
rejimlerde yaşamış bir halka ve onu temsil edenlere, bu gerçeği belletmek
gerekti.
Ulusal
egemenlik ilkesi, iyice yerleştikten sonra, demokrasinin gereği olan
çoğulculuğa geçilebilirdi.
Ama 1922 yılı sonbaharında, zaferi kazanan TBMM’nin bir bunalıma doğru
sürüklendiğini görmekteyiz. Kişisel bazı önemli çekişmeleri bir yana
bırakırsak, bunun nedenini de şöyle açıklayabiliriz: TBMM ile kurulan rejim
henüz tam bir ‘KİMLİĞE’ kavuşmamıştır.
‘KURTULUŞ’TA
fikir bir birliği içinde olan TBMM, ‘KURULUŞ’TA duraksamıştı
Bu bunalımın
nedeni bir geçiş dönemi içinde bulunulmasıyla açıklanabilir.
TBMM ile
kurulan rejimi gözden geçirelim: Bilindiği gibi, bu rejimde egemenlik
kayıtsız-şartsız ulusundur. Seçimle iş başına gelen TBMM, ulus adına egemenlik
hakkını kullanır. Ama biliyoruz ki; 23 Nisan 1920’de bu esas üzerine kurulan
devletin bir BAŞKANI yoktur. Gerçi; TBMM’nin Başkanı vardır; ama O, devletin
değil bir kurumun başkanıdır. Oysa hiçbir devlet başkansız yaşayamaz. Devleti
temsil edecek, yürütme gücüne yön verecek, yasaları yürürlüğe sokacak, ulusun
birliğini simgeleyecek bir MAKAM’A her devlette ihtiyaç vardır.
Saltanat kaldırılıncaya
dek, pek çok kişi, bu arada önemli sayıda milletvekili için padişah devletin
doğal başkanı idi. Hatta TBMM başlıca amaçlarından biri olarak “padişahı
kurtarmayı” benimsenmişti.
Ulusal
egemenlikle bağdaşmasa da Saltanat varlığını sürdürürken, bir devlet başkanı
sorunundan söz etmek yersiz gibi görülüyordu.
Mustafa Kemal
Paşa, TBMM Başkanı, sonra da aynı zamanda Başkomutan olarak bir tür devlet
başkanı gibi davranıp, bu boşluğu doldurmayı başarabiliyordu. Ama her şeye
karşın O, bir Devlet Başkanı değildi. Özellikle saltanatın kaldırılmasından
sonra, bu boşluk iyice bir sorun haline geldi.
Bir yandan
Lozan’da barış görüşmeleri sürerken, bir yandan da rejimin içinde belli bazı
aksamalar göze çarpmaya başlamıştı.
CUMHURİYETİ HAZIRLAYAN OLAYLAR:
Saltanatın kaldırılmasından Cumhuriyetin ilanına kadar geçen bir yıl, çok
önemli siyasal gelişmelerle doludur.
Başkomutan ve yakın çevresi, kazanılan büyük zaferin siyasal alandaki
ürünlerini almak için var güçleriyle çalışırlarken, savaş bittiği için
rahatlamış olan TBMM’de güçlü bir muhalefet belirmeye başlamıştı. Gazi’ye karşı
olan, ama bunu tam olarak ifade edemeyen pek çok İkinci Grup milletvekili,
şimdi, özellikle Halife ve Saltanat yanlısı önemli kimi İstanbul gazetelerinin
de desteği ile amansız bir mücadeleye girişmişlerdi.
Bu muhalefetin ana düşüncesi şu idi: Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın işi
bitmişti. Askerlik sanatının gereğini yerine getirmiş ve yurdu kurtarmıştır.
O’nun artık yapabileceği bir şey kalmamıştır. Bir köşeye çekilmeli; politikaya
karışmamalıdır.
Bu düşünceye sahip olanlar arasında, öyle aşırı ve insafsız düşünenler vardı
ki; bunlar Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bir daha milletvekili seçilip,
MİLLETVEKİLİ OLMAMASI için yasa önergesi bile hazırlamışlardı.
2 Aralık 1922’de Mecliste görüşülen bu önergede; “Milletvekili adayı
olacakların, Türkiye’nin o günkü sınırları içinde doğmak ya da belli bir yerde
en aşağı beş yıl sürekli oturmuş bulunmak koşulunu taşımalarını
öngörmüşlerdi. (Erzurum milletvekili Süleyman Necati, Mersin milletvekili
Selahattin ve Canik Milletvekili Emin)
Doğrudan Mustafa
Kemal'in kişiliğine yöneltilmiş, bu akılsızca önergeye, Mustafa Kemal Paşa,
gerekli yanıtı vermiştir…
Ancak olay gerçekten acı, hüzünlü ve
üzücüdür. Ve Devrim Tarihinin en önemli olaylarındandır. Çünkü O’nun karşısında bulunanların, yalnız kişisel nedenlerle davrandıklarını
göstermektedirler.
Öneri hemen reddedilmiş, ancak bu olay, Gazi’ye karşı olanların ne kadar ileri gidebileceklerini
göstermiştir.
Bu kanun önerisi iki bakımdan Mustafa Kemal’in işine yaramıştır:
Birincisi;
Meclis çoğunluğu bu önergeyi verenleri lanetlemiş; ayrıca yurt içinde O’na
duyulan bağlılık, çok daha artmış, kendisine binlerce telgraf gelmiştir, Ankara
pek çok illerden gelenlerle dolup taşmıştır.
İkincisi; Mustafa Kemal’in, devrimleri yürütmek için, güçlü bir
siyasal kadroya ihtiyaç olduğunu kesin biçimde anlamasıdır.
Gerçekten, Gazi’ye karşı muhalefet, O’nun kurulu düzeni değiştirme amacına
sahip bulunmasından kaynaklanmaktaydı. Özellikle Saltanatın kaldırılmasından
sonra ‘Rejim’in nasıl bir nitelik alacağı tartılıyordu.
Oysa Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kendine çizdiği stratejinin yalnızca ilk
evresinin kapandığını biliyordu.
O’nu yeni görevler bekliyordu:
Kurtarılan
yurt; Kalkınmaya, gelişmeye, ilerlemeye muhtaçtı.
Yüzlerce yıl denenmiş modellerle bu hedefe ulaşılamazdı.
Mustafa Kemal Paşa, kendisine bilinçli ya da bilinçsiz bağlı bir avuç aydınla
bu yeni mücadelesini yürütecek ve hedeflerini halka benimseyecekti.
Bu amaçla Başkomutanın zaferden sonra, yurt içinde yolculuklara çıktı. Her
gittiği yerde “ulusal egemenliğin” öneminden,
“çağdaşlaşmak” gereğinden söz ediyordu.
Anlaşılıyor ki; O, halka, bir siyasal kültür aşılamak istiyordu.
Gazi, bu yolculuklarda yaptığı konuşmalarla DEVRİM dönemini başlattığını ortaya
koymuştur.
Seçimlerin
yenilenmesi
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, kurulduğu günden başlayarak, “KURTULUŞ”
için her türlü özveriyi göstermiştir. İlk Meclisimizin üyeleri, bugünkü
ölçülerimize göre “yoksulluk” sınırı içinde yaşamış sayılırlar. Böylesine
özverili ve maddi çıkarlardan uzak bir siyasal kadroyu Ülkemiz şimdiye dek
görmemiştir.
Milletvekillerinin, ister Birinci Gruba, ister İkinci Gruba mensup olsunlar,
yaşamsal konularda nasıl bir araya geldikleri, buna karşılık düşünce ve söz
özgürlüğüne nerede ise sınırsız denecek ölçüde sahip çıktıkları görülür.
İçinde siyasal parti bulunmamasına karşın, büyük olasılıkla en özgür havanın
egemen olduğu, parlamentolarımızdan biridir ilk Meclisimiz.
Gerçi bu meclis içinde, yukarıda örneğini verdiğimiz, nitelikte garip huylular
da yok değildi. Bu da doğaldır. Önemli olan bu garip huylular zarar vermeye
başlayınca, sağduyulu çoğunluğun, onları engellemesidir. İlk meclisimiz bunu
başarabilmiştir.
Büyük Zaferin kazanılması ve ardından Saltanatın kaldırılması dolayısı ile
siyasal bakımdan bölünmeye başlayan ve iyice yorulan Birinci Dönem TBMM, 1
Nisan 1923 günü çalışmalarını sona erdirerek, yeni seçimlerin yapılmasını
kararlaştırdı.
Böylece, Türk Parlamento tarihinin en onurlu görevini yerine getiren bu
Meclisimizin siyasal yaşamı kapandı.
Cumhuriyet
Halk Fırkası (Partisi)
23 Nisan
1920’de açılan TBMM’de siyasi partilere dayalı gruplar yoktu. Bu mecliste, tüm
Milletvekillerinin tek bir amacı vardı. O da Misak-ı Milli’yi
gerçekleştirmekti. Milletvekillerinin tamamı Sivas Kongresinde kurulan;
”Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti”nin üyesi idiler.
Eylül 1920’de ilk Anayasa metni hazırlanma çalışmaları başlayınca, mecliste bir
takım gruplaşmalar görüldü. Mustafa Kemal’in çevresinde toplananlara; Birinci
Grup, bu grubun karşısında olanlara da İkinci Grup denildi.
Saltanatın kaldırılmasından sonra; İkinci Grubun üye sayısı ve gücü arttı.
Kazanılan zaferden sonra, Mustafa Kemal, tüm yenilik ve atılım hareketlerinin
birer birer uygulama alanına geçirilmesini istiyordu. Bu devrim ve yeniliklerin
hızla ve istenilen biçimde yerleşmesi için güçlü bir siyasi kadroya ihtiyaç
vardı. Bu yüzden disiplinli bir parti kurma gereği duyuldu.
6 Aralık 1922’de, o güne kadar “Birinci Grup” ya
da “ Müdafaa-i Hukuk Grubu” denilen ve yalnız meclis içinde çalışan, üyeleri
arasında tam bir anlaşma olmayan kuruluşun ortadan kaldırılarak, yerine “Halk
Fırkası” adlı bir siyasal parti kurulacağı bildirildi.
1 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar verdikten ve yeni seçimden
sonra; 9 Eylül 1923’te: Halk Fırkası Tüzüğü, Meclis grubunda kabul
edildi. Anadolu ve Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin yerini; Halk Fırkası
(Cumhuriyet Halk Partisi) aldı. 11 Eylül’de yeni Partinin Genel Başkanlığına Mustafa
Kemal seçildi. Böylece; kadro sorununun çözülmesinde önemli bir adım atıldı.
Parti, ilerici kişilerin mücadele aracı olacaktı. Mecliste kesin çoğunluk Halk
Fırkasının elinde idi. Zaten başka parti de yoktu.
Siyaset alanında yükselmek isteyen herkes, düşüncesi ne olursa olsun, Mustafa
Kemal’e hoş gözükerek Halk fırkası yandaşı olmuştu.
Mecliste, ilk Mecliste olduğu gibi fazla tutucu yoktu. Ancak, Mustafa Kemal’in
karşısında olanlar, önemli bir sayıda idiler. Bunlar özellikle Lozan Barışını
eleştirerek Rauf Bey’in çevresinde toplanıyorlardı. Siyasal hırslarını
yitirmemiş İttihat ve Terakki Partisi eski üyeleri de onlara katılmışlardı.
Gazi Mustafa Kemal; yapmayı düşündüğü büyük yenilikleri ve uygulanmasını
istediği tüm ilkeleri, Partisinin Programına koymuştur. Partinin Programı
Hükümet Programı olarak uygulanmış ve halka benimsetilmiştir.
Cumhuriyete
giden yol…
22
EYLÜL EY1923’te Mustafa Kemal, yabancı bir gazeteciye verdiği demeçte ilk
kez, ”Cumhuriyet” sözcüğünü kullandı.
Mustafa Kemal’in yanında, O’na gerçekten inanan bir avuç arkadaşı vardı.
Bir de olayları “en güçlü”nün arkasında izlemek isteyen fırsatçı politikacılar.
TBMM kurulduğu zaman yeni devletin bir başkanı yoktu. Padişah sözde
tanınıyordu. Buna rağmen Mustafa Kemal, ustaca yollarla ve olayların gelişmesi
ile Padişah’la Meclisi karşı karşıya getirmişti. Yeni devletin başkanlığına
ilişkin önemli işlerini de TBMM’nin başı olarak, kendisi yerine getiriyordu.
Saltanat kaldırılınca, devlet biçiminin ne olacağı üzerinde tartışmalar
başladı. Ulusal egemenliğe sahip olan TBMM’nin yapısı nasıl bir devlet biçimi
gösteriyordu? Özellikle tutucular, Halifenin durumunu güçlendirerek, onu bir
çeşit ”Devlet Başkanı” olarak tanımak istiyorlardı.
Bu gerçekleşirse Saltanat da geri gelecek demekti.
Bu
ihtimalin gerçekleşmesini engellemek için Devletin,
bir ‘Cumhuriyet’ olması gerekiyordu. Devletin başı Cumhurbaşkanı
olursa, saltanatçıların istedikleri önlenebilirdi.
Zaten
kurulduğu andan itibaren yeni devletin yapısı Cumhuriyete benziyordu. Bütün
sorun birkaç ayrıntıyı düzenlemekti. Fakat birçok aydın “Cumhuriyet”
Sözcüğünden ürküyordu.
Bunlar
ulusal egemenliğe sahip TBMM’nin başı olarak halifeyi görmek istiyorlardı. Bu
da Ulusal Egemenlik ilkesiyle bağdaşmazdı.
CUMHURİYET
İLAN EDİLMEDEN ÖNCE YAŞANAN GELİŞMELER:
14 Ocak 1923’te Mustafa Kemal kuracağı parti hakkında temaslar yapmak,
aydınları yoklamak ve Orduyu denetlemek, halkın dertlerini yakından incelemek
için uzun bir Yurt gezisine çıktı.
Aynı gün; Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım, İzmir’de öldü.
Mustafa Kemal’in yurt gezisine çıkışını fırsat bilen muhalifler; 15 Ocak’ta
Afyonkarahisar Mebusu Hoca şükrü imzasıyla ”Hilafet-i İslamiye ve Büyük
Millet Meclisi” adlı bir broşür yayımladılar. Hilafet kurumunun korunmasını
istediler. Ana fikir: ” Halife Meclisin, Meclis
Halifenindir” idi.
Mustafa Kemal verdiği yanıtta; ”Meclisin Halife’ye değil, millete ait
olduğunu, Hilafetin dinle ilgisi olmadığını kendisi öldürülmedikçe başlattığı
Devrim ve ilerlemenin durdurulamayacağını” açıkladı.
16/17 Ocak’ta Mustafa Kemal İzmit’te gazetecilerle basın toplantısı yaptı. Türk
Devriminin gelecekteki yapısını anlattı. Kendisine karşı olan İstanbul
gazetelerini, Devrim ilkeleri doğrultusunda aydınlatmaya çalıştı. Ne yazık ki
bu çabaları tam anlamı ile yararlı olamadı
18 Ocak’ta Halkla sohbet toplantısı yaptı, konuşmasında: “Bütün millet
emin ve müsterih olsun ki, Devrimi yapanlar, karşı güçleri, çıktıkları noktada
imha edecek, kudret, kabiliyet ve tedbire sahiptirler” dedi.
Bu gezi boyunca; yapmak istediği devrimleri anlattı.
27 Ocak’ta İzmir’e ulaştı. Aynı gün annesinin mezarını ziyaret ve yaptığı
konuşma: “Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket
uçurumuna götüren bir keyfi yönetimin kurbanı olmuştur. Bu kadar kan dökerek,
milletin elde ettiği hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için gerekirse validemin
yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli egemenlik uğrunda canımı
vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” dedi
29 Ocak’ta Mustafa Kemal Latife Hanımla evlendi.
7 Şubat’ta Balıkesir’de; sonradan Paşa Camisi adını alacak olan, Zağnos Paşa
camisinin minberinde halka hitap etmiştir: “Hutbelerin halkın anlamayacağı
bir dilde olması ve onların da bugünkü icaplar ve ihtiyaçlarımıza temas
etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle
gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve
bilgilendirilmesidir, başka bir şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl
önceki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir.”
17 Şubat’ta İzmir’de “Türkiye İktisat
Kongresini” açtı. Bu kongrede, ulusal ekonomiye ilişkin ortak hedefler
saptandı.
18 Şubat’ta Gece Latife Hanımla birlikte Ankara’ya hareket edildi.
21 Şubat 1923’te Mecliste: Lozan Konferansının ele alındığı gizli oturumlara
başlandı. Toplantılar, zaman zaman sert itham ve tartışmalara sahne oldu.
27 Mart 1923’te Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Çankaya Muhafız Komutanı
Topal Osman Ağa’nın adamlarınca öldürüldü.
Bu olay mecliste, büyük tepkiye yol açtı. Topal Osman güvenlik kuvvetleriyle
girdiği çatışmada öldürüldü. Meclis önünde asılarak teşhir edildi. Ancak
Meclisin tepkisi yine de dinmedi.
Tüm bu yoğun faaliyetler içinde, Mustafa Kemal; geleneksel devlete karşı henüz
açıkça hücuma geçmemişti. Ancak konuştuklarından çıkan anlamlar, gelecek için
pek ilerici görünmekteydi. Bu işaretler Devrim karşısında olanları bunaltıyor
ve onları daha fazla çabaya zorluyordu.
Mustafa Kemal, DEVRİM atılımlarının yürütülmesi için yukarıda belirttiğim gibi,
TBMM’nin yenilenmesi gerektiğini düşünüyordu. İlk Meclis Kurtuluş Savaşını
yönetmiş, ama tarihsel görevini de bitirmişti, yıpranmıştı.
Yeni ve dinç bir Meclisle işlerin yürütülmesi gerekiyordu.
16 Nisan 1923’te TBMM’nin birinci dönem çalışmaları sona erdi.
23 Nisan 1923’te Lozan Konferansı yeniden başladı.
10 Temmuz 1923’te Fener Rum Patriği Metaksakis, Yunanistan’a kaçtı.
24
Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması imzalandı. Böylece Mustafa Kemal'in durumu daha
da pekişti.
Ancak İsmet Paşa ile arasındaki anlaşmazlık
yüzünden Vekiller Kurulu Başkanı Rauf Bey görevinden çekildi. Yerine Ali Fethi
(OKYAR) Bey getirildi. (13.8.1923).
Rauf Bey, bundan sonra Mustafa Kemal’in karşısına çıkacak, istemediği halde
Devrimi istemeyenlerin önderi durumuna getirilecektir.
Seçimler sonucunda yeni Meclis (2’nci TBMM) 11 Ağustos 1923’te açıldı.
11 Ağustosta toplanan yeni meclis, zaten Mustafa Kemal’in hazırlıklarını
tamamladığı, yakında resmileşecek partiyi destekleyenlerin çoğunluğundan oluşmuştur.
23 Ağustos 1923’te Lozan Barış antlaşması onaylandı.
İtilaf Devletleri tarafından Boşaltılan İstanbul, Türk Orduları tarafından
teslim alındı. (6 Ekim 1923)
13 Ekim 1923’te Ankara Başkent oldu.
26 Ekim’de Ankara’da “Hükümet bunalımı” başladı.
CUMHURİYETİN İLAN EDİLMESİ: 29 EKİM 1923
Cumhuriyet’in İlanını Geciktiren Nedenler:
1.
Birinci TBMM döneminde
öncelikle “Ulusal Bağımsızlığın” esas alınması.
2.
TBMM içerisinde, çeşitli gruplar
arasında, birlik olmaması.
3.
Saltanatın kaldırılmasından sonra,
tepki ve muhalefetin artması.
Cumhuriyet’in ilanını zorunlu kılan nedenler:
1.
Rejim
tartışmalarının önlenmek istenmesi.
2.
Meclis hükümeti sisteminin, hükümet
kurmayı zorlaştırması.
3.
Devlet Başkanlığı sorununun,
çözülmek istenmesi.
CUMHURİYETİN İLANI:
Ocak 1921’de
yayımlanan ANAYASA, adı konulmamış bir Cumhuriyet Anayasasıdır.
2 Ekim’de İşgalci kuvvetlerin İstanbul’dan
ayrılmaları ve 6 Ekim 1923’te Türk Ordusunun İstanbul’a girmesinden sonra,
geriye yeni bir rejimin adının konulması kalmış, bu ad da bir yerde zorunluluk
olmuştu.
O zamana kadar, TBMM’de Meclis Hükümeti Sistemi yürürlükte idi. Buna
göre, kurulacak her hükümetteki bakanların tek tek meclis çoğunluğunun oyunu
alarak seçilmesi gerekiyordu. Bu da uzun zaman ve alıyor ve çeşitli
karışıklıklara neden oluyordu.
13 Ekim 1923’te Anayasaya ek madde konularak Ankara Türkiye’nin Başkenti olarak
kabul edildi.
23 Ekim’de boşalan Meclis İkinci Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı görevleri
için, Mecliste oylama yapıldı. Adaylar konusunda Parti grubu ile Mustafa Kemal
arasında anlaşmazlık çıktı.
25 Ekim’de Mustafa Kemal Bakanlar kurulunu toplayarak, kabine üyelerinin
istifasını istedi.
27 Ekim’de Başbakan Ali Fethi Okyar ve diğer bakanlar istifalarını sundular.
Kabineyi seçmekle yükümlü olan Meclis yeni liste üzerinde anlaşmaya
varamayınca, Hükümet bunalımı doğdu.
Bir
Anayasa sorununun ortaya çıkardığı bunalım Mustafa Kemal’e yeni adım atmak
fırsatını verdi.
Yeni TBMM içindeki karşı grup günden güne güçleniyordu. Bunlar doğrudan Mustafa
Kemal’e saldırmaya cesaret edemiyorlar, Vekiller Kurulu Başkanı’nı
hırpalıyorlardı.
Sonuçta Ali Fethi Bey görevden çekildi. Anayasaya göre Bakanların meclis
tarafından teker, teker seçilmesi gerekiyordu. Meclis içinde siyasal çatışma
öyle bölünmelere yol açmıştı ki, hiçbir bakan adayı yeterli oyu alamıyordu.
Mustafa Kemal, bu durumdan yararlandı. 27 Ekimde başlayan bunalım sürerken, 28
Ekim akşamı, İsmet Paşa ve bir kısım arkadaşlarını Çankaya’da toplantıya
çağırdı. Ve yarın “Cumhuriyeti İlan edeceğiz” diyerek kararını
açıkladı.
Misafirlerin ayrılmasından sonra; İsmet Paşayı alıkoydu. Birlikte “Teşkilatı
Esasiye Kanununda” gerekli değişiklikleri sağlayacak önergeyi
hazırladılar.
Ertesi gün parti grubunda, yapılan toplantıda, Mustafa Kemal, Genel Başkan
olarak; “Hükümet bunalımının mevcut sistemden kaynaklandığını, bunun
çözümünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirttikten” sonra, değişiklik
önergesini okuttu:
1.
Türkiye’nin Hükümet şekli
cumhuriyettir.
2.
Türkiye Devleti, TBMM tarafından
idare olunur.
3.
Türkiye Devleti; hükümetin bölündüğü
idare şubelerini icra vekilleri vasıtasıyla idare eder.
Bu önerge parti toplantısında tartışıldı. TBMM’nin aynı akşam (29 Ekim 1923)
saat 18.45’te toplandı.
29 Ekim’de TBMM tarihi günlerinden birini
yaşadı. Önemli tartışmalar oldu. Milletvekillerinin çoğu, bunalımdan
kurtulmanın tek yolunun Cumhuriyetin ilanı olduğunda birleştiler. Buna karşı
çıkmak isteyenler de Mustafa Kemal’in kesin kararını bildiklerinden seslerini
yükseltemediler. 20.30’da “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında
Cumhuriyet İlan olundu.
Mustafa Kemal, oybirliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyetin ilanı, aynı
gece yurdun her yerine bildirildi. Her ilde yüz bir kez top atılarak, bu önemli
olay kutlandı.
Cumhuriyetin ilanı ile Yeni Türk Devletinin şu önemli sorunları çözümlenmiştir:
A.
Yeni Türk Devletinin adı konulmuş, böylece de devlet rejiminin nasıl olacağı
konusundaki tartışmalar sona ermiştir.
B. Cumhur Başkanının seçilmesiyle de “Devlet Başkanlığı ” sorunu kesin
olarak çözüme kavuşturulmuştur.
C. Hükümet kurma biçimi değişti. Böylece; “TBMM Hükümetleri Dönemi” sona ermiş,
”Cumhuriyet Hükümetleri Dönemi” başlamıştır.
D. Saltanatın geri getirilmesi umudunu taşıyanlar, umutlarını büyük ölçüde
yitirmişlerdir.
Cumhuriyet
tepki değil, genel kabul gördü. Sevinçle karşılandı. Buruk olanlar,
İstanbul basını, Rauf Bey ve çevresiydi. Cumhuriyet konusu Halk Fırkası Grubu
ve TBMM’de yani yetkili organlarda görüşülüp, karara bağlanmıştı, ama Rauf Bey,
kendisine danışılmadığından ve işin aceleye getirildiğinden yakınıyordu.
Cumhuriyetin ilanı, Mustafa Kemal’in Anayasal ve siyasi konumunu, daha da
güçlendirdi. Kendisi zaten; TBMM Başkanı, Başkomutan, Birinci Grup ve sonra da
Halk Fırkası genel başkanı idi. Şimdi Cumhurbaşkanı seçilmekle, Devlet Başkanı
yetkilerini de kazanmış bulunuyordu.
Artık Başbakanı da seçip atayabilecekti.
Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçilince; Başbakanlık görevini İsmet Paşa’ya
verdi. Muhafazakâr (Rauf Bey) ve Liberal (Ali Fethi Bey) kişilerden sonra, bu
seçim; Köktenci (Radikal) bir tercih anlamı taşımaktaydı. Ve hızlı değişimlerin
olacağını göstermekteydi. Ayrıca İsmet paşa, diğerlerine göre Mustafa Kemal’e
daha yakın duruyordu. Onun kurduğu Hükümet, TBMM’de görüşmesiz ve oy birliği
ile “Tasvip” aldı. Ve Cumhuriyetin ilk Bakanlar Kurulu oluştu.
Cumhuriyetimizin
Kuruluşunun 90. yılında; başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm emeği
geçenleri sevgi, saygı ve minnetle selamlıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder