HAYIR MI, ŞER Mİ?
Dün akşam ailece EGE
ÜNİVERSİTESİ’NİN düzenlediği YENİ YIL KONSERİNİ izledik…
Konser İçin Torunum İlayda
zorladı; “Dede bizi ancak sen götürürsün (şoför olarak)” dedi…
Anlamıştım, ama kırar mıyım?
Konser davetiyeli idi ama
numarasızdı…
Erkenden yerimizi aldık.
Salon iyi idi, konuklar da
seçkindi…
ÖZGEN AKÇAGÜL& BLUE NOTE
ORKESTRASI yerini aldı ve zamanında konser başladı…
Yerli ve yabancı
şarkılardan, danslardan oluşan mükemmel bir şölen izledik…
Programdaki şarkılar bitince
Rektör Yardımcısı sanatçılara Ege ormanında adlarına dikilen fidanların
sertifikalarını verdi…
Konuklar, gitmek üzere ayağa
kalkmışlardı ki; Özgen Bey; iki eser daha seslendireceklerini belirterek,
kalmamızı istedi…
İzmir Marşı başladı…
Tüm salon ayağa kalkarak,
eşlik etti…
Ve ardından ONUNCU YIL
MARŞI…
ÇAĞDAŞ İZMİR’İN UYGAR
İNSANLARI; coşkuyla iki eseri hep birlikte seslendirdiler…
Bir kez daha İZMİR’DE
yaşamanın hazzını duydum…
Tüm Ülkemin İzmir gibi, tüm
Milletimin de İZMİRLİ gibi olması için içimden dua ettim…
22. 30 da evimiz de idik…
Huzur ve mutluluk içimize
sinmişti…
İnternet’i açmadım…
Televizyonu da açmadık…
Paris Teröristlerinin
öldürülüşünü de merak etmiyordum,
Sabri UZUN’UN açıklamaların
da…
Huzur içinde erkenden
yattım…
Deliksiz uyumuşum…
Gerçek mi düş mü denir ya:
Eski askerlerin düşleri de
askeri oluyor nedense…
Kendimi bir anda; KARA HARP OKULUNDAKİ
sınıfımda buldum…
Ama emekli askerleriz…
Aramızda tanımadıklarım olsa
da (sanırım korumalar), genellikle okul arkadaşlarım…
Sınıfımız da konuk da var…
Başbakan Erdoğan ve İstanbul
Valisi…
Valiyi ilk kez görüyorum,
yüzü de adı da bana yabancı…
Konuklar, kürsüde değil de
en arka sırada ayaktalar.
Bizler de ayaktayız ve arka
sıralara dönük ayakta duruyoruz…
Vali, Erdoğan’ı anlatıyor:
“Asrımızın lideri, büyük
insan, cesur yürek, dünyanın örnek aldığı devlet adamı, yeni Türkiye’nin
mimarı…”
Daha başka şeyler de
söylüyor ama benim aklımda kalanlar bunlar…
Kimseden ses çıkmıyor…
Erdoğan da sessizce
dinliyor…
Benim de kafama, CESARET
konusu takılıyor…
Soru sormalıyım…
Acemi gazeteci gibi bu
konuya kilitleniyorum…
Artık başka bir şey
duymuyorum…
Valinin açıklamaları bitince
soru faslına geçiliyor…
Elimi kaldırıyorum ve sorumu
patlatıyorum:
“Erdoğan, bu cesaretini;
vatanını milletini koruma-kollama yönünde mi kullanıyor, yoksa; yakın
çevresini, partisini ve partililerini koruma-kollama yönünde ve ANAYASAYI,
yasaları aşma yönünde mi kullanıyor?”
Vali şöyle bir baktı…
“Sen hangi ülkede yaşıyorsun?
Bu nasıl bir soru?
Otur yerine…”
Oturdum yerime…
Bilimsel ve gerçekçi yanıtı
almıştım…
Sessizce gözden uzaklaştım…
Artık diğer soruları da
dinlemedim, önemsemedim…
Arkadaşlarımın arasına
karıştım…
Sorumun etkisini araştırmaya
çalıştım…
Kimse oralı değildi…
Demek ki dikkati de
çekmemişti: benim o “yürek isteyen” sorum.
Bir an önce kendimi dışarı atmaya
çalışırken konuşmalar bitti,
Bir hareketlenme oldu.
Erdoğan çıkıyordu.
Ben de görünmemek için
kendimi kenara atmaya çalıştım…
Erdoğan çıkarken, gözü bana
takıldı…
Önümde durdu…
“Ben ne yapıyorsam, MİLLETİM
için yapıyorum“
“Beni tanıyamamışsın”
“Ben diktatör olsam, bu
soruyu soramazdın”
“Bizde basın hürdür” dedi…
Etrafıma baktım; korumalar
işaret bekliyor…
Ben de; “Evet basın KANUNLAR
ÖLÇÜSÜNDE ve egemenlerin izni kadar hürdür… Ben de sorumu bu hürriyete
güvenerek ve ödeyeceğim bedeli göze alarak sordum…”(peh, peh, peh…) dedim…
Son sözlerim duyuldu mu
anlamadım…
Kan ter içinde uyanmışım…
Düş mü kâbus mu diye
bakınırken ve bir yerim açıkta mı kalmış diye aranırken, DEPREMLE sarsıldık…
Ve yataktan fırladım…
Dostlarım, siz söyleyin
HAYIR MI ŞER Mİ?
Ahmet AVCI
10 OCAK 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder