İSMET İNÖNÜ ve YAKIN TARİHİMİZ!
41 yıl önce aramızdan ayrılan Büyük Devlet adamı İsmet İnönü’nün şu ünlü
sözü ile başlamak istiyorum.
“Bir ülkedeki, namuslu
insanlar, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça o ülke için kurtuluş yoktur.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Başbakanı, ikinci Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal
Atatürk’ün yakın silah ve çalışma arkadaşı İsmet İnönü;
1884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamladı.
1897 yılında İstanbul'daki Mühendishane İdadisi'ne gitti. 1901'de
Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a (topçu okulu) başladı, Bu okulu 1903'te topçu
teğmeni olarak bitirdi. 1906'da Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni birincilikle
bitirdi.
31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik'ten
gelerek bastıran Hareket Ordusu'nda görev aldı.
1914'te
Harbiye Nazırlığı ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine (Genelkurmay
Başkanlığı) atanan Enver Paşa'nın başlattığı ordunun yenileştirilmesi hareketinde
etkin rol oynadı.
9 Kasım 1914'te Kaymakam (yarbay), 14 Aralık 1915'te Miralay (albay) oldu ve Çanakkale'deki
2. Ordu'nun Kurmay Başkanlığına atandı.
Daha sonra, Doğu Cephesi'nde görevlendirildi.
Bu sırada Mustafa Kemal Paşa da bu ordunun 16. Kolordu Komutanlığına
atamıştı.
İsmet Bey, 1916'nın
yaz aylarında bir süre çarpışmaları yönetti. Ocak 1917'de 2. Ordu Komutan
vekili Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle 4. Kolordu
komutanlığına getirildi; stratejik birliklere komutanlık dönemi de bu göreviyle
başladı.
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalıştı ve yıllar süren dostlukları ile
devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti.
Mayıs 1917'de Suriye Cephesi'nde 20. Kolordu Komutanlığına,
19 Haziran'da da 3. Kolordu Komutanlığına atandı.
Halep'te 7. Ordu'nun oluşturulmasında görev aldı. Daha sonra bu orduda
Kolordu Komutanlığına getirildi ve 7. Ordu'nun Komutanlığını üstlenen Mustafa
Kemal Paşa ile gene yakın ilişki içinde oldu.
Mütareke döneminde Genelkurmay Karargâhında görev aldı.
Milli Mücadele başlayınca da Mustafa Kemal Paşa ile yakın işbirliğini
sürdürdü. Bu arada bir kaç kez Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcı
oldu.
16 Mart 1920’de İstanbul resmen İtilaf Devletlerince İşgal edilince de
Ankara’ya geçti.
23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM)
Edirne Milletvekili olarak katılan İsmet Bey, 3 Mayıs'ta İcra Vekilleri
Heyeti'nde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (Genelkurmay başkanı) oldu. Bu
görevi üstlendiğinde Albaydı ve kendisinden hem rütbe, hem kıdemce çok ileride
Komutanlar da vardı.
İsmet Bey, 6 Haziran'da İstanbul'da DİVANI-HARP tarafından gıyabında ölüm
cezasına çarptırıldı.
Albay İsmet Bey, Milletvekilliği ve Bakanlık da üzerinde kalarak 10 Kasım
1920’de Garp Cephesi Komutanlığı görevine getirildi.
Kuruluş aşamasındaki düzenli Ordu ile Çerkez Ethem ayaklanmasının ve İç
İsyanların bastırılmasında etkin rol oynadı.
Ocak ve Nisan 1921'de I. ve II. İnönü savaşlarında Yunan ilerlemesini
durdurdu.
İnönü zaferleri, Ulusal Ordu'ya güven duyulmasını sağladı, Ulusal Kurtuluş
Hareketini yürütenlere moral ve güç verdi.
Birinci İnönü Savaşı sonunda Tuğgeneral rütbesine yükseldi.
İkinci İnönü Zaferinden sonra; Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya çektiği
Kutlama telgrafını bilginize aynen sunmak istiyorum; “İnönü Muharebe Meydanında
Metris Tepe’de Garp Cephesi Komutanı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet
Paşa’ya:
Bütün tarihte, Sizin İnönü Meydan Muharebesinde yürüttüğünüz görev kadar,
ağır bir sorumluluk üstlenmiş Komutanlar enderdir. Siz orada yalnız düşmanı
değil, Milletin makûs talihini de yendiniz.”
Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan ZAFER
üzerine, Mudanya Ateşkes toplantısında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsil
etti.
Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk
Heyeti Başkanı olarak katıldı.
Görüşmeler sırasında Ulusumuzun çıkarlarını titizlikle savunan ve koruyan
İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının ve
egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması'nı imzaladı.
Ve artık, İsmet Paşa, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin oluşumunda,
yönetiminde ve Devrim atılımlarının gerçekleştirilmesinde İKİNCİ ADAMDIR.
1923'de Mustafa Kemal'in, İsmet Paşa’yı seçmesi için başlıca nedenler
şunlardır:
İsmet Paşa’nın, Mustafa Kemal'e karşı özel bir rakiplik duygusu içinde
olmadığı herkesçe bilinmektedir. Ayrıca, Mustafa Kemal'in otoritesine kati
ihtiyaç olduğu da açıktı.
Son derece çalışkan, ciddi bir devlet adamı idi.
Mustafa Kemal'in “maddi ve manevi topyekûn düzenlemeleri” diye
özetleyebileceğimiz, DEVRİM davasına en aşağı onun kadar inanmış bir fikir
adamı idi.
Mustafa Kemal ayrıntı ile uğraşmayı sevmezdi. Yalnız DIŞ POLİTİKAYA sürekli
bir ilgi göstermiştir. Bunun dışında Hükümeti İsmet Paşa'ya, orduyu Fevzi
Paşa'ya emanet ETMİŞTİ.
Bazı, şikâyet ve tenkitler üzerine, müdahaleler yapmak ve hakem rolü
oynamaktan başka, hükümet işleri ile pek yorulmamıştır.
İsmet Paşa, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in
ilanı ile sonuçlanan süreçte, Mustafa Kemal'le yakın siyasal işbirliği
içindeydi.
İlk Cumhuriyet Hükümetini kurdu (30 Ekim); aynı zamanda Halk Fırkası
(sonradan Cumhuriyet Halk Partisi-CHP) Genel Başkan
Vekilliğini üstlendi. Böylece hükümet ve parti üzerinde otorite kurma olanağı
elde etti.
Muhalefet partisi olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF)
karşısında istediği yetkileri elde edemediği için 8 Kasım 1924'te
Başvekillikten istifa etti; 21 Kasım 1924'te yeni
hükümeti Fethi Bey kurdu.
Doğudaki Şeyh Said Ayaklanması üzerine 3 Mart 1925'te İsmet Paşa yeniden
hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Ayaklanmanın
bastırılmasında Hükümet Başkanı olarak önemli rol oynadı. Bu tarihten sonra,
yeni devletin ve tek parti yönetiminin oluşumunda Mustafa Kemal ile birlikte en
önemli siyasal kişilik olarak belirdi.
1934'te Soyadı Kanunu çıktığında Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği İnönü soyadını
alan İsmet Paşa, 1924'ten 1937'ye değin Başvekillik görevini aralıksız
sürdürdü. Bu dönemde ülkedeki bütün önemli siyasal gelişmelere damgasını vurdu.
İnönü, Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesinde ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın
çalışma arkadaşıydı.
Siyasal muhalefetin etkisizleştirilmesinde, Kemalist Reformların ilanında ve uygulanmasında, Ekonomi
politikasında, devletçilik ilkesinin kabulünde ve uygulanmasında çok önemli
rolü oldu.
İnönü 20 Eylül 1937'de Atatürk'le aralarındaki bazı görüş ayrılıkları
yüzünden ve onun isteğiyle Başvekillikten ayrıldı. CHP'nin genel başkan
vekilliğinden de alındı.
Görüş ayrılıkları büyük ölçüde İnönü'nün devletçilik uygulamalarından
doğmuştu. Atatürk DEVLETÇİLİK uygulamalarının İnönü'nün düşündüğü biçimde
genişletilmesinden yana değildi ve aynı görüşü paylaşan iktisat Vekili Celal
Bayar'ı, İnönü'ye karşı siyasal bir seçenek olarak görüyordu.
İnönü ikinci kez Başvekillikten ayrılınca yerine Celal Bayar atandı.
İnönü bu dönemde yalnızca TBMM'de Malatya Milletvekili
olarak görev yaptı.
Etkin siyasal yaşamdan çekildikten bir yıl sonra Cumhurbaşkanı
seçilebilmesi, büyük ölçüde Cumhuriyet'le özdeşleşmiş olmasının göstergesiydi.
Atatürk’ün, en yakın çalışma arkadaşlarından, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın
deneyimli Komutanlarından, Devrimin uygulayıcısı, tutarlı, dikkatli, titiz bir
devlet adamı olan İsmet İnönü Türkiye Cumhuriyeti’nin başına getiriliyordu.
Cumhurbaşkanlığının
yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş
otorite sahibi oldu. CHP'nin 26 Aralık 1938'de
toplanan I. Olağanüstü Kurultay'ında partinin "değişmez genel
başkan"ı seçildi. Ayrıca kendisine "Milli Şef" sıfatı verildi.
İnönü, Atatürk Devrimine içtenlikle inanan bir devlet adamı idi.
Devrimlerin, sürdürülmesini istediği kesindir. Ancak, İkinci Dünya
Savaşının o acı ve telaşlı havası dünyayı öylesine kaplamıştı ki, İnönü, tüm
enerjisini, çabasını Türkiye’yi bu savaşın dışında tutmaya çalışmıştır.
İnönü, özellikle; eğitim ve kültür işleri ve Toprak Reformu sorunu ile
yakından ilgilenmiştir. Eğitimin halka yayılması çabalarına ağırlık
verilmiştir. 17 Nisan 1940 ‘a Köy Enstitüleri açılmıştır.
Türk Üniversitelerinin gelişimi, yeni Yüksek Öğretim Kurumlarının açılması
önemli hizmetlerdendir. Ayrıca, bugün yurdumuzda çok gelişmiş olan teknik
öğretimin temelleri de İnönü döneminde atılmıştır.
Batı ve Doğu kültürünün en önemli eserlerinden yüzlercesi en yetkili
kişilerce Türkçeye kazandırılıp devletçe bastırılmıştır.
İnsanı “insana” tanıtmanın ve onu tek yönlü görüş ve anlayış
saplantılarından kurtarmanın en iyi araçlarından olan, Tiyatronun devlet eliyle
yaygınlaştırılması da İnönü dönemindedir.
Cumhuriyet kurulduğundan beri, Türkiye’de Toprak Reformu, kalkınmanın baş
koşullarından sayılıyordu. İnönü bu konuda da olumlu çabalar göstermeye
çalışmış; ama pek başarı sağlayamamıştır (bir çeşit toprak reformu öngören
“Toprak Kanunu” 2 Mayıs 1945 yılında kabul edildi ise de tam olarak
uygulanamadı).
İnönü, Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı (1939-45) döneminde
ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı.
1939 yılında başlayan ve 1945’e kadar süren ikinci Dünya Savaşı Türkiye’nin
ekonomik kalkınmasını önemli ölçüde engelledi.
Hemen tümü üretici erkeklerden oluşan iki milyonluk bir ordu her an savaşa
hazır durumda tutuluyordu. O günlerin çok kısıtlı olanakları, dolayısıyla bütçe
kaynaklarının tümü, orduya aktarılıyordu. Ordunun üreticilerden oluşması,
Tarımsal üretim iyice düşmesine yol açtı. Yeni kurulmakta olan sanayinin
gelişmesi durdu. Yurtta pahalılık ve yokluk başladı.
Kuşkusuz bu sıkıntılar doğaldır. Çünkü savaşa girmemek için bu fedakârlığa
katlanmak gerekti. Üretim arttırılmaya çalışılırken, tüketim de kontrol altına
alınmaya çalışılmıştır. Bazı ürünler karneye bağlanmış, Fırsatçı ve stokçular
cezalandırılmış ama bu arada bazı haksızlıkların yapılması da önlenememiştir.
Savaş sırasında, savaşta satılan bazı değerli ürünler (Krom gibi) ile de
önemli ölçüde döviz stokuna sahip olundu. Çünkü bu dövizler dış alım olanağı
bulunmadığı için kullanılamamıştı. Böylece Türkiye savaşın dışında kaldığı
gibi, savaş sonunda, tarihinde o güne dek görülmemiş bir döviz hazinesine sahip
oluyordu.
Savaşa girmemeyi başaran Türkiye, buna rağmen güç ve zor günler geçirmiş;
Savaş bitince yeni dış tehlikelerle karşılaşılmıştır.
Türkiye’nin savaşa girmemesi, SSCB’nin işini çok zorlaştırmıştı. Bunun
hıncını almak ve ileride de böyle bir duruma düşmemek için, 19 Mart 1945’te
Sovyetler, 17 Aralık 1925’ten beri yürürlükte olan Tarafsızlık Antlaşmasını tek
yanlı olarak yürürlükten kaldırdı.
Savaş süresince de Amerikan ve İngiliz yöneticilerinden ısrarla, Boğazların
gelecekteki durumunun görüşülmesini isteyen Sovyetler Birliğinin bu hareketi,
Türkiye’de soğukkanlılıkla karşılandı.
7 Ağustos 1946’da; Rusya, Türkiye’ye verdiği NOTA ile Boğazlar rejiminin
yeniden görüşülmesini, buraları Türkiye ve kendisi tarafından ortaklaşa
savunulmasını, önerdi. Ayrıca Kars, Ardahan ve Artvin’i de istiyordu.
Sovyetlerin toprak istemi ve Boğazlara ilişkin önerisi, Türkiye’nin
Birleşmiş Milletler üyesi olmasına ve İkinci Dünya Savaşının bitmiş olmasına karşın;
Batılılarca çekimser karşılanmış ve Sovyetlerin istekleri karşısında, tepki
göstermemişlerdir. Türkiye de tek başına kalmıştır.
Tek güvencemiz; Ulusal Gücümüz ve savaş dışı kalan Ordumuzdu.
Türkiye; Sovyetlere, gereken yanıtı vermiş, istek ve önerilerini
reddetmişi. Türk Ordusu da Sınırlarda yığınak yaparak beklemeye başlamıştır.
Batının konuyla ilgilenmesi; Türkiye’nin direnmesi Hazırlıklara girişmesi
ve Sovyetlerin, 24 Eylül 1946’da isteklerini ikinci bir notayla
yinelemeleri üzerine başlamış, ABD ve İngiltere, 9 Ekim 1946’da verdikleri
yanıtla; Boğazların savunulmasında, Türkiye’nin tek sorumlu ve yetkili
olduğunu, Boğazlarla ilgili bir düzenlemeye ve değişikliğe yandaş olmadıklarını
bildirmişler, tehlike de böylece atlatılmıştır.
ABD, Rus tehlikesinin büyüklüğünü kavramıştı. TRUMAN 12 Mart 1947’de
yaptığı konuşma ile ünlü doktrinini açıkladı: ABD, Birleşmiş Milletler Yasasına
uygun olarak, hür ve demokratik ülkeleri destekleyecekti. Dışişleri Bakanı
Marshall da 5 Haziran 1947’de kendi ismiyle anılacak, büyük ekonomik yardım
planını dünyaya duyurdu.
Başta Almanya olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerinin ekonomik açıdan
desteklenmesi için öngörülen Marshall Planının ekonomik değeri ise 200 milyar
doları buluyordu. Bu Programdan Türkiye ile Yunanistan da yararlanacaktı.
1947 yılında ABD “TRUMAN DOKTİRİNİ”ni uygulamaya ve Türkiye’ye askeri
yardıma başladı.
Bunu, 1948 yılında Batı Avrupa ülkelerinin Batı Avrupa Birliğini kuran
Brüksel Anlaşmasını imzalamaları izledi. Ondan bir yıl sonra da NATO
kuruldu.
NATO 1949 yılında kuruldu. Sovyetler Birliği de kendi nüfuzu altındaki Doğu
Avrupa ülkeleriyle VARŞOVA PAKTINI oluşturdu.
Artık uluslar arası ilişkilerde, iki kutuplu bir sistem damgasını
vuracaktı. Bu kampların ikisi de Nükleer silahlara ve güçlü ordulara sahipti.
Yeni düzenin adı: “Dehşet Dengesi” idi.
İki tarafın elindeki silahlar, dünyada yaşayan tüm insanları birkaç kez
öldürmeye yeterli idi.
NATO’nun kurulması, Soğuk Savaşın sonuna dek, Batı Avrupa ülkelerinin,
güvenlik ve istikrar içinde yaşamasını sağladı. Bu Avrupa Kıtası'nın gördüğü en
uzun barış dönemlerinden biri idi.
Türkiye’nin de Yunanistan’la birlikte 8 Şubat 1952’de katıldığı NATO,
yüksek caydırıcı gücü sayesinde Sovyetlerin yayılmacı emellerine engel oldu.
Aslında Türkiye’nin NATO’ya katılması pek kolay olmamıştı. Türkiye daha
kuruluşundan itibaren NATO’ya üye olmak istedi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Partinin en önemli dış politika hedefi
NATO üyeliği idi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında; Sovyetlerin etki alanında olup da; Rus
isteklerini, reddederek bağımsızlığını koruyabilen tek ülke Türkiye olmuştur.
Türkiye’nin Batı ile özellikle ABD ile olan ilişkilerinde, bu ilişkilerin
giderek, biraz da yanlış siyasetler sonucu; Atatürk Devriminin, dış
siyasetinde, uluslar arası ilişkilerde, BAĞIMSIZLIĞIMIZI ZEDELEYECEK,
davranışlardan kaçınma ilkesine ters düşmesinde, Sovyetlerin, Türkiye’den
toprak istemesinin etkisi olmuştur.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı boyunca, Atatürk’ün Tam Bağımsızlık ilke ve
Ülküsünü sürdürebilmiş, ancak savaş sonrası, Sovyet istekleri ve bu isteklerin
atlatılmasından sonraki yanlış siyaset, Türkiye’yi, günümüzde, haklı olarak
tartışılan ve bağımsızlığımıza gölge düşüren, duruma ve ortama sürüklemiştir.
1947’den sonra, Türkiye Batı Savunma Sisteminin daha çok içine girdi.
Böylece, SSCB bir daha Türkiye’den herhangi bir istekte bulunamadı.
Artık
tarafsızlık siyaseti de sona ermiş yeni kurulan dünyada yeni yerimiz belirmeye
başlamıştı.
Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin
unutulmayan mirası olarak kalmıştı.
II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, gerek uluslararası siyasetteki
gelişmeler, gerekse ülke içindeki yeni oluşumlar rejimin genel niteliğinde
önemli değişiklikleri gündeme getirdi. İnönü, çok partili yaşama geçişte
ülkedeki siyasal liberalleşme hareketinde etkin rol oynadı; hem CHP içinde yeni
politikaya karşı çıkan muhalefet grubunun güçlenmesini önlemeye çalıştı, hem de
yeni ve güçlü bir muhalefet partisinin kurulmasını destekledi.
Türkiye’de 1950 yılına doğru, çok partili siyasal yaşam yeniden kurulmuş,
demokrasi sancıları tekrar başlamıştır. Bu mükemmel rejime geçiş ve onu
yaşatış, 40 yılı aşkın bir zaman almıştır.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP, iktidarı Demokrat Parti'ye bırakırken,
İsmet İnönü de Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldı ve 1960 yılına kadar Ana Muhalefet
Partisi Genel Başkanı olarak siyasî yaşamını sürdürdü.
On yıllık muhalefet döneminde partisinin başında kaldı ve iktidarın zamanla
sertleşen siyasal baskılarına karşın, CHP'nin yeniden güçlenmesine katkıda
bulundu.
DP, 27 Mayıs 1960 hareketiyle
iktidardan uzaklaştırıldı. Yeni Anayasa kabul edilip, 15 Ekim 1961 genel
seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkınca, 10 Kasım 1961’ de İnönü
yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Bu dönemde CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar KOALİSYON HÜKÜMETLERİNE
başkanlık etti. Yeni kurulan siyasal sistemin sağlıklı biçimde işlemesi için
çaba gösterdi. 27 Mayıs hareketinin doğurduğu sorunlarla da uğraşarak 22 Şubat ve 21 Mayıs 1963'te iki darbe
girişimini önledi.
Demokratik rejimin, çok büyük bir hızla artmaya başlayan nüfusun; ekonomi,
eğitim ve kültür açısından temel sorunlarına çözüm bulmada aksadığı anlar, kısa
süreli bunalımlara yol açmışlardır. Bu bunalımlar ulusumuzun ve ordumuzun ortak
çabaları ile kısa sürede giderilmiş; ancak toplumsal yasaların gereği olarak
yeni zorluklar da doğmuştur.
1964 Kıbrıs olayları
sırasında ABD'nin
Türkiye'nin Ada’ya müdahalesini önlemesi üzerine dış politikada çok yönlü
arayışlara girmişti.
Planlı ekonomi, sendikalar, grev ve toplu sözleşme yasalarının
çıkarılması, Ortak Pazar üyeliği, SSCB ile iyi
ilişkiler kurulması da bu döneme rastlar.
İnönü hükümeti 6 Şubat 1965'te yerini Suat Hayri Ürgüplü hükümetine bıraktı. 10 Ekim 1965 seçimlerinde
partisinin seçimi kaybetmesi üzerine, parti içi görüş ayrılıkları derinleşti.
İnönü'nün desteklediği "ortanın solu" politikası parti tarafından
benimsendi.
Silahlı Kuvvetlerin 12 Mart 1971'deki
müdahalesinden sonra, CHP'nin tutumu konusunda parti içinde önemli görüş
ayrılıkları belirdi ve İnönü, Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit'le
anlaşmazlığa düştü.
Ecevit'e göre, müdahalenin amacı, CHP içinde egemen olan "ortanın
solu" politikasına son vermek ve partinin iktidar olmasını önlemekti.
İnönü ise, müdahaleye açıkça karşı çıkılmasını onaylamıyordu. Yeni
kurulacak hükümete partinin üye verip vermeyeceği konusunda beliren anlaşmazlık
sonucunda Ecevit istifa etti.
Ecevit'le yoğun bir mücadeleye giren İnönü, Mayıs 1972'de toplanan V.
Olağanüstü Kurultay'da, politikasının partisince onaylanmaması durumunda istifa
edeceğini açıkladı.
Kurultayda parti meclisi Ecevit'in yanında yer alınca da 8 Mayıs 1972'de CHP genel
başkanlığından ayrıldı.
Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk Genel
Başkan olan İnönü 4 Kasım 1972'de CHP üyeliğinden, 14 Kasım 1972'de de
Milletvekilliğinden istifa etti.
25 Aralık 1973’te ölünceye değin Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu
Tabii üyeliğinde bulundu.
1916 yılında Mevhibe Hanım'la evlenen İsmet İnönü üç çocuk babasıydı.
Anılarının bir bölümünü “Hatıralarım”, “Genç Subaylık Yılları”, adı altında
toplamıştır.
Atatürk’ün ölümünden sonra, hemen ertesi gün tek aday gösterilip, TBMM
tarafından oy birliğiyle ikinci Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü’nün En büyük
eseri, ülkemizi 2. Dünya Savaşına sokmamak ve Ülkemize Demokrasiyi
yerleştirmesi olmuştur.
25 Aralık 1973' de kaybettiğimiz büyük devlet adamı, Türkiye’nin gerçek
İkinci Adam’ı olarak ünlenen İnönü, Anıtkabir’de Büyük Önder’in karşısında
yatmaktadır.
Kendisini rahmet, saygı ve sevgilerle anıyoruz.
Ahmet
Avcı
İzmir
25 Aralık 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder