SON
OSMANLI PADİŞAHI VAHDETTİN (1861- 1926)
Ve
ÜLKEDEN
KAÇIŞI- 17 KASIM 1922
Sultan Vahdettin, 1861 yılında dünyaya
gelmiştir.
Veliaht Yusuf İZZETTİN’NİN ani ölümü
üzerine Veliaht olmuş, Sultan Reşat’ın ölümü üzerine de 1918 yılında Birinci
Dünya Savaşı’nın en yoğun ve kara günlerinde tahta çıkmıştır…
Sultan Vahdettin, ağabeyi İkinci
Abdülhamit’in kötü bir kopyasıdır. Bu iki kardeşin davranışları, iç ve dış
politikadaki tutumları birbirine benzer.
Vahdettin’in felaketini biraz da bu
benzerlik hazırlamıştı
Osmanlı Hanedanı’nın şerefli olduğu
kadar bayağı olaylarla da yüklü yaşamının son çağında, normal insan yetiştiği
çok az görülmüştür.
Saltanat Makamına nice tehlikelerden
geçerek ulaşmak, ondan sonra da elde edilen tüm dünya nimetlerine rağmen iğneli
bir taht üzerinde oturmak, bu insanların değişmez kaderi idi.
Öyle iken Vahdettin’in Şehzadeliği
gibi Veliahtlığı da şanslıdır. Ağabeyi Abdülhamit’in sevgisi sayesinde
yaşamının Şehzadelik dönemi rahat geçmekle beraber, Hanedanın bünyevi hastalığı
ve dış etkiler yüzünden birçok münasebetsiz olayın gürültüsü arsında geçti.
Sefahat yüzünden ölen babası Sultan
Abdülmecit’i hiç tanımadı. Amcası Sultan Abdülaziz’in HAL’İ ve öldürülmesi (ya
da intiharı), iki büyük kardeşi Murat ve Abdülhamit arsındaki çirkin mücadele, Sultan
Murat’ın tahttan indirilmesi gençlik hatıraları arasında önemli yer tutar.
Daha sonra; Abdülhamit’in uzun süren
huzursuz SALTANATININ en yakın tanığı olmuş ve tahttan indirilişini de
görmüştür.
Genç Türk hareketi, İttihat ve Terakki,
ihtilaller, isyanlar, savaşlar, Vahdettin’in ŞEHZADELİK VE VELİAHTLIK yaşamını
dolduran diğer olaylardır.
Kimi gözlemciler, Vahdettin’in diğer
şehzadelere göre daha iyi yetiştiğini söylerler.
Oysa gördükleri ve yaşadıkları, ona
bilgi ve tecrübeden çok korku, vehim ve güvensizlik kazandırmıştır. Bu nedenle SALTANATI
sırasında pek az kimseye güven duyabilmiş, dolayısıyla bu ters etkilerden
kurtulamamıştır.
Kendisine de fazla güveni yoktu.
Padişah olduğu günlerde tebrik için huzura çıkan Şeyhülislam Musa Kazım
efendiye şöyle demiştir:
“Ben bu makam için hazırlanmadım.
Çocukluğumdan beri, vücutça rahatsız olduğumdan layığı ile tahsil yapamadım.
Sinnim kemale erdi (57 yaşında idi). Dünyada bir emelim kalmadı. Biraderlerle
(Veliaht Yusuf İzzettin) hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu
makama intizar da değildim. Fakat takdiri ilahi ile teveccüh etti, bu görevi
deruhte ettim. Şaşırmış bir haldeyim. Bana dua ediniz.”
Sabık Adliye Nazırı İbrahim Bey’e de
Şunları söylemiştir: ”Aczim var, korkuyorum. Maddeten hiç bir şeyden korkmam.
Fakat ağır bir vazife deruhte ettim. Allah’tan korkarım. Bu saray bizim baba ocağıdır,
siz böyle şeyleri anlarsınız. Odalardan birinde doğmuşum, birinde büyümüşüm,
birinde babam vefat etmiş, birinde amcam ya da birader bir şey olmuş. Elhasıl
biri ruhperver, biri feci. Bunları gördükçe mütehayyiç oluyorum.”
Sultan Vahdettin, yetersizliğini
bildiği halde danışmanlarını iyi seçememiştir. İttihatçılar çekilince
yanlarında yalnızca ittihatçı düşmanları kaldı. Meclis-i Mebusan'ı da
feshettikten sonra artık çeşitli fikirlerin tartışılmasına da imkân kalmamıştı.
Ve dar yakın çevresinin etkisine girmişti. Kendisinin ve devletin tüm
geleceğini İngiltere’nin insafına bırakmıştı.
Vahdettin’i bu yanlış yoldan çevirecek
adamlar yok değildi. Ancak ne yazık ki koca Osmanlı İmparatorluğu içinde ancak
ihtiyar Tevfik Paşa ile yetersiz Ferit Paşaya inanıyordu.
Başından sonuna kadar Kuvayı Milliye
ye karşı durması çokça bu politik inanışından geliyorsa, biraz da Mustafa Kemal
Paşadan korkmasındandır. Mustafa Kemal’den beklediği tehlike onu; hiçbir
meziyeti olmadığını bildiği Ferit Paşa’ya daha fazla sarılmak zorunda
bırakıyordu. Tevfik Paşanın dirayetine ise gerçekten inanıyordu. Tahtı
sallantıda iken kullanacağı adamlarda aradığı en büyük nitelik “SADAKAT”Tİ.
Mustafa Kemal Paşa’yı Veliahtlığında,
Almanya seyahatinde tanımıştı. Bu genç Paşa daha o zaman çok tehlikeli laflar
etmiş onu ürkütmüştü. Savaşın son günlerinde telgrafla kendisine” falanı Sadrazam
yap, beni de Harbiye Nazırı yap,” diyen Mustafa Kemal Paşa’da büyük bir ihtiras
seziyordu.
Kuvayı Milliye hiçbir zaman Padişah’a
karşı görünmediği halde Padişah’ın gösterdiği husumet, gerçekte Kuvay-ı Milliye
akımına değil, bizzat Mustafa Kemal Paşayadır.
Sultan Abdülaziz’e Hüseyin Avni Paşa,
Sultan Abdülhamit’e Mithat Paşa nasıl birer amansız düşman olarak görünmüşlerse,
Sultan Vahdettin’in karşısına da Mustafa Kemal Paşa çıkmıştı.
Hem Mustafa Kemal onlardan daha
tehlikeli idi, Padişahın önce ORDUSUNU, sonra ÜLKESİNİ elinden almış, TEBAASINI
kendisinden ayırmıştı.
Elbette sıra TAHTINA da gelecekti.
Milli Mücadele süresince; Pek söz
edilmemekle birlikte en çetin mücadele Vahdettin ile Mustafa Kemal arasında
olmuştur. Çünkü mutlaka biri diğerini tasfiye edecekti.
Her ikisi de bunu gayet iyi biliyordu.
Vahdettin İstanbul’da kalmak ve
Kuvay-ı Milliye ye karşı davranmakla, davayı daha başlangıçta kaybetmiştir.
Oysa, İstanbul’un işgaline (16 Mart
1920) ve hatta bir süre sonraya kadar, Vahdettin’in elinde tahtını kurtaracak
fırsat vardı: ANADOLU’YA GEÇMEK.
Eğer bunu yapabilseydi. Mustafa Kemal,
sonuçta padişahın Sadrazamı olurdu.
Tüm memleket ölüm kalım mücadelesi
içende yaşarken, Padişahın Yıldız sarayında oturması, Başkent halkının
acılarının azalmasına bile yaramamıştır.
Vahdettin 1920 yılında akıl edemediği
şeyi, iki yıl sonra yapmak zorunda kaldı.
Hem bu kez İstanbul’u, Sarayını,
Saltanatını ebediyken terk edecek ve MİLLETİN KUCAĞINA DEĞİL Düşmanın
himayesine sığınacaktır...
ÜLKEDEN KAÇIŞ…
Vahdettin, elbette Türk Milletine
karşı işlediği suçların Birgün hesabını vereceğini biliyor ve Milletin
adaletinden korkuyordu.
Milli Mücadele’yi taçlandıran Büyük
Taarruz sonunda Yunan birlikleri 9 Eylül 1922 de denize dökülüp, sonra da
birliklerimiz Çanakkale Boğazına dayanınca; tüm dünya gibi Osmanlının son Hükümdar’ı
da hayret ve endişe içinde olayların yıldırım hızıyla gelişmesine, büyük bir
heyecan ve korkuyla tanık olmuştu.
HESAP VERME ANI YAKLAŞIYORDU…
Düşmanla işbirliği yapan hükümdarların
sonunu tarihler de yazıyordu…
Saltanatın kaldırıldığı 1KASIM 1922
den itibaren huzuru kaçmıştı.
Vahdettin
“DEVRİK Hükümdar” durumuna düştü. Halifelik ise boşta
kalmıştı.
Milli Hükümetin temsilcisi Refet PAŞA İstanbul’da
idi…
Refet PAŞA’NIN kendisini karşılamaya
gelen Padişah’ın Yaveri’nin; “HOŞ GELDİNİZ. PADİŞAHIMIZIN SİZE VE TEMSİL
ETTİĞİNİZ MİLLİ HÜKÜMETE SELAMLARINI İLETMEKLE GÖREVLENDİRİLDİK.” sözleri
üzerine, Refet PAŞA’NIN; “PADİŞAH’A KARŞI DUYDUĞUM SAYGI VE TEŞEKKÜRÜ LÜTFEN
KENDİLERİNE SUNUNUZ.” yanıtı,
Vahdettin’in kaderini ortaya koymuştu…
İngiliz işgal Kuvvetleri komutanı
General Harrington’un Saraya sıkça gidiş gelişi gözden kaçmıyordu. Kaçış planı
hazırlandığı belli idi…
Padişah
Vahdettin 10 Kasımda, ”Cuma selamlığında” bulundu. Mustafa Kemal Paşa ile
görüşme isteği reddedildi. Saray çevresindeki güvenlik önlemleri arttırıldı.
Padişah artık yalnızdı. İngiliz Generali Harrington’a; ”İstanbul’da hayatının
tehlikede olduğunu belirterek, sığınma hakkı” istedi.
Harrington,
başvurunun yazılı yapılmasını istedi. Vahdettin talebi, Halife sıfatı ile ve
yazılı olarak yineledi.
600 yıllık OSMANLI Hanedanı’nın
sonuncu Sultanı, şu iki satırlık Yazı ile iltica etmiştir:
“Der saadet İşgal Orduları
başkumandanı
General Harrington Cenaplarına,
İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden,
İngiltere Devleti Fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahara
naklimi talep ederim efendim.
16 teşrinisani (KASIM) 1922
Halifei Müslümin
Mehmet Vahdettin”
Vahdettin’in; 600 yıllık bir aile ve
kahraman bir millet için yaptıkları çok ağırdı…
Milli Mücadele’de düşmanla işbirliği
yaptığı ve Milli Mücadeleyi baltaladığı gibi, Milletine hesap verme ve milletin
adaletine güvenme yürekliliğini de gösterememiştir…
17 KASIM 1922 Cuma günü, Yıldız Camisi
önünde toplanan vezirler ve yüksek rütbeli kişiler, CUMA SELAMLIĞINA alışıldığı
gibi katılacak HALİFE’Yİ BOŞUNA bekliyorlardı.
Sarayın özel askerleri renkli kıyafetleri,
beyaz eldivenleriyle özel bölüklerin yaldızlı kalpaklı, çizmeli subayları
gösterişli tavırlarıyla her an YILDIZ SARAYI’NIN kapısından gözükecek arabayı
karşılamaya hazırdılar…
Ezan okundu. Vakit bir hayli geçti,
gelen giden yoktu…
Sultan Vahdettin, o gün sabahtan kaçış
hazırlıklarına başlamıştı.
Yanına on iki kişi alacaktı.
Kaçış Malta köşkünden yapılacaktı.
Saray’dan üç araçla çıkıldı.
Dolmabahçe Sarayı’nın Rıhtımında
İngiliz Bayrağı taşıyan motor, Marmara da demirli İngiliz zırhlısı MALAYA’YA
kaçakları ulaştırdı.
Artık Osmanlı devri ebediyen
kapanmıştı…
Vahdettin, saltanatı döneminde bir gün
Baş Kâtibi’ne şöyle demiş: ”Bizim Hanedanımıza her türlüsü gelmiştir; Sarhoşu gelmiştir. Zalimi gelmiştir,
dinsizi gelmiştir.” Vahdettin’den sonra bu halkaya eklenecek hükmü de tarih
vermiştir. VATAN HAİNİ VAHDETTİN.
VAHDETTİN’NİN
SONU
Vahdettin,
İngiltere’ye sığınırken yalnız Halife sıfatını kullanmıştır.
Vahdettin’in
kaçışı, SALTANAT HAKKINI Osmanoğullarından da uzaklaştırmış ve tarihe
karıştırmış oldu…
Bundan
sonra bu ailede yalnızca HİLAFET unvanı kalıyordu.
Hilafet
Makamı’na da TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNCE HANEDAN’IN EN İYİ VE NİTELİKLİSİ
Abdülmecit Efendi getirildi.
Düşmüş,
Hükümdar, MALTA’DA soğuk bir törenle karşılandı. Sonra Mısır’a gönderildi…
Mısır’da hakarete uğrayan Vahdettin Mekke’ye geçti…
Tüm
Arap Hükümdarları, büyük bir ailenin bu üyesinden KENDİ SALTANATLARI İÇİN KUŞKU
DUYDULAR…
Vahdettin,
kaçarken “HALİFELİK” sanını da beraberinde götürdüğünü belirtti ise de kimse
ciddiye almadı.
Sonunda
konuk olarak hiçbir yerde kalamayacağını anlayan Vahdettin, San Remo’ya
yerleşti.
26
Mayıs 1926’da SAN-REMO’ DA öldü. Cenazesi ile ilgilenen olmadı. Borçları nedeni
ile cenazesine haciz konuldu. Mezarı Suriye’de ŞAM’DA dır.
Ahmet
AVCI
17
Kasım 2013
Not:
2010 yılı Mayıs ayında bir grup arkadaşımla; Suriye, Ürdün ve Lübnan gezisine
katılmıştım…
Bu
gezi ile gözlemlerimi “ÜÇ ÜLKE GEZİSİNDE GÖRDÜKLERİM VE DÜŞÜNDÜKLERİM” başlığı
ile yazmıştım.
İzninizle
bu yazımdan bir bölümü paylaşıyorum:
“Ben kendimi; bir Türk
Milliyetçisi ve Türk Devrimcisi olarak görürüm.
Geziye çıkmadan önce; 15
Mayıs ve 19 Mayıs tarihlerinin anlam ve önemini göz önüne alarak iki yazı
yayımlamıştım: “İZMİR’İN İAŞGALİ-ANLAMI- ÖNEMİ” ve “KURTULUŞ SAVAŞININ
BAŞLATILMASI”.
İki yazımın odağında da,
bana göre ‘CAHİL VE HAİN’ olan Padişah Vahdettin vardı.
Ama Vahdettin’in (ŞAM’DAKİ)mezarını
insani duygularla ziyaret ettim ve dua okudum. Yüreğim sızladı. Bir cami
avlusunda; Osmanlı Hanedanına mensup kişilere ait dokuz mezarın en sıradan ve
sade olanı Vahdettin’e aitti.
İçimden ağladım. Her
şeye karşın O bizim İmparatorluğumuzun son Padişahı idi.”
5 yorum:
Bir yere kadar objektif okumaya calistim ama sonuna dogru resmen hakaret etmissiniz neden surgun edildigi degilde vatan haini kacak oldugunu one suruyorsunuz fotografli belgeli askere selam vererek kacismi olur ataturkcu olabilirsiniz onun yolundan gidebilirsiniz ama tarihinizi karalamak neyin ugruna? En sonunda da vijdan sizlamasindan bahsedip kendinizce gunah cikarmissiniz tabi o ani size ait ise
Adsız demiş ki; fotoğraflı belgeli askere selam vererek, orası bir kere Malta hangi askere selam siz saflığınızdan olayları anlamaktan acizsiniz, niye İstiklal Savaşına ihanet edip Atatürkle ters düştüğünü kabul edemiyorsunuz, sizin bundan ne çıkarınız olabilir?
Mekanı cenneti ala olsun ülke ittihatcıların elinde oyuncak iken taht a çıkarılıp hain ilan edilen bahtsız sultan
57 yaşında, hasta ve Padişah ve Halife.... Az vicdan be.... Osmanlı ve Hilafet Abdülhamid han ile ne yazık bitmiştir, kim bitirmiştir,tabiki içimizdeki Osmanlı düşmanı ittihatçı
subaylar(!) başta olmak üzere, hainler! öteki düşman, zaten mertçe karşımıza çıkmadı, zaten Anadolu halkı, önüne kattı sadece bir Yunan aptalı(şimdiki pkk=ypg midali) önümüze çıktı, onları da Çerkez Ethemin süvari birlikleri halleti... Kurtuluş şavaşında Ordu anlsmında yunandan başka hangi orduyla cephe savaşına girdik?
Yorum Gönder