EGEMENLİK VE ULUSAL EGEMENLİK
Egemenlik kavramı çok tartışılan; içten ve dıştan
tecavüze, tasalluta uğrayan, gerçek sahiplerinin de onlar adına egemenliği
kullananların da pek önemsemediği bir olgudur.
Egemenliğin kaybı, ulusları köle ve
tutsak yapar, gözyaşına boğar.
Egemenliğin
kazanılması da; gözyaşı, alın teri, acı ve kanla mümkündür.
Egemenlik: Egemen olma hali; bir
devletin başka bir devletin boyunduruğu altında bulunmaması, kendi kendini
yönetmesidir.
Egemen Devlet: buyruk ve hüküm sahibi;
buyruklarını yürüten, bağımlı olmayan, devlet demektir.
Egemen Eşitlik: Uluslar arası
uygulamalarda; diğer devletlerle eşit olabilmektir.
Milli
egemenlik: Devletin dış güçlerden BAĞIMSIZLIĞI ve yönetim erkinin ALLAH’A, dine
ya da geleneğe değil, Millete dayalı OLMASIDIR. (yasama, yürütme ve yargı gibi
tüm devlet organlarını ve güçlerini kapsar)
Milli İrade: yargı denetiminde
yapılan, periyodik, serbest ve adil seçimler sonunda oluşan, Meclis’te temsil
edilen siyasal güçtür. (iktidar ve muhalefeti kapsar)
İktidar: Mecliste oluşan, Milli
İrade’nin temsiline göre belirlenen yönetimdir. (Hükümeti ve hükümetin
Meclis’teki gücünü belirtir)
Bilindiği gibi; Osmanlı Devletinde;
egemenlik tümüyle Osmanlı ailesine aitti. Ailenin en yaşlı ya da yetkin üyesi
kim ise; O, ‘Egemenlik Hakkı’nı ailesi adına sınırsız olarak kullanırdı.
Osmanlı’da; özellikle Halifeliğin
kabulünden (1517) sonra iktidar, Tanrısal iradeye dayatılmıştı.
Devletin başı olan ve devletin kendisi
sayılan Padişah; doğrudan doğruya tanrısal irade ile iktidara sahip bulunuyor
ve devleti yönetiyordu.
Egemenliğin kaynağı ve dayanağına
dokunulmadan, yalnızca Padişahın yetkilerinin sınırlandırılması ya da
egemenliğine ortak olunması çabaları, Osmanlı devletinin son dönemlerinde,
görülmüş ise de; Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Birinci ve
İkinci Meşrutiyetler, gibi düzenlemeler (AÇILIMLAR) ne devleti ne de Saltanatı
kurtarabilmiştir.
Birinci Dünya Savaşında yenilen
Osmanlı Devleti, egemenliğini de Saltanatını da İtilaf Devletlerinin insafına
bırakmıştır.
Ancak; Türk Usunun Büyük Önderi
Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi ile ‘VATANIN BÜTÜNLÜĞÜNÜ VE ULUSUN
BAĞIMSIZLIĞINI, YİNE ULUS’UN AZİM VE KARARININ KURTARACAĞINI’ dünyaya
duyurmuştur.
Bu karar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde pekiştirilmiş,
TBMM’NİN 23 Nisan 1920’de açılmasıyla da Yeni Türk Devleti Ülküsü
gerçekleşmiştir.
“Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur.” hükmü Yeni Türk
Devletinin egemenlik hakkını; kaynağını halktan alan İnsan Hakları Esaslarına
dayandırıyordu.
23 Nisan 1920’de; Egemenlik, İstanbul’dan Ankara’ya
(Saltanattan, Ulus’a) geçmekle kalmıyor, Egemenliğin kaynağı ve yapısı da
değişiyordu.
Dinsel ve geleneksel Osmanlı Egemenliğinin yerine ULUS
EGEMENLİĞİ geçiyordu.
Osmanlı Devletinin karşısında; tüm siyasi ve hukuki
yetkileri elinde toplayan TBMM, bir İhtilal Meclisi olarak, tarihi bir
sorumluluk yükleniyordu.
Artık ‘ULUSAL EGEMENLİĞİN’ önünde ne zincirler ne de tahtlar ve
taçlar durabilirdi.
Meclisin kurucusu Mustafa Kemal, bu olayı; “23 Nisan
1920, Türkiye Milli Tarihi’nin başlangıcı yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir
husumet dünyasına karşı, ayaklanan Türkiye Halkının TBMM’Nİ vücuda getirmek,
hususunda gösterdiği mucizeyi ifade eder” sözleriyle değerlendirerek, ‘MECLİSİ
ULUSAL İRADENİN’ eseri olarak göstermiştir.
23 Nisan 1920’te Ankara’da Meclis açıldıktan sonra; adını
koyan ilk kararında; TBMM deyimini kullanmıştır. TBMM, ‘Türk Ulusunu temsil edecektir.’
Adının başındaki “TÜRKİYE” sözcüğü devlet yaşamında ilk
kez kullanılmaktadır.
Osmanlı Anayasasında; Devlet; “Osmanlıdır”, Saltanat;
“Osmanlıdır”, Ülke; “Osmanlıdır”, Uyruklar; “Osmanlıdır.
Oysa açılan yeni dönemde; “Türklük”, “Osmanlılık” ın
üzerine çıkmaktadır.
Artık Türk Milliyetçiliği de filizlenmektedir.
Kurulan yeni devlet; temelini Türk Ulusu’na
dayandırmaktadır. Bunun da bir DEVRİM olduğu görülmektedir.
Göksel İrade; yerini insan iradesine, beşeri İRADE’YE
bırakmıştır. Egemenliği kullanma hakkı, fiilen halkın temsilcileri tarafından,
halk adına kullanılmaya başlanmıştır.
Ulus Egemenliği ile Kurtuluş Savaşı kazanılmış,
Emperyalizm ve Hıristiyanlık yenilmiş, Megalo İdea ortadan kaldırılmış, Sevr
Antlaşması yok edilmiş, Batı Anadolu ve Trakya işgalden kurtarılmış, Doğu
Sorunu çözülmüş, Saltanat ve Halifelik kaldırılmış, Lozan Antlaşması ile Birinci
Dünya Savaşı hesapları ve yüzlerce yıllık sorunlar çözülmüş, Misak-ı Milli
esasları yaşama geçirilmiş ve Yeni Türk Devleti Dünyaya tanıtılmıştır.
Mustafa Kemal’in hedeflediği DÜZENİ, yani “Milli
Egemenlik ve Bağımsızlığa bağlı, aynı zamanda barışçı ve insancı, Milliyetçi,
Laik, Halkçı, Demokratik Parlamenter Sistemi benimsemiş, Atatürkçü özde
Devrimci, tüm Dünya Uluslarıyla her alanda işbirliğine açık, her türlü diktayı
reddeden, Haklar, Hürriyetler ve Kalkınma düzenini” kurma çabasına girmiştir.
93 yıl önce bugün; egemenlik, hanedandan sökülüp
alınarak, gerçek sahibine teslim edilmiştir.
Bu uygulama ile Türk Toplumunun, Ümmet’ten Ulus’a, ‘Kulluk’tan
‘Yurttaş’lığa geçişi sağlanmıştır.
Bu Devrimi gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk ve dava Arkadaşlarını
şükranla yâd edelim ve bize kazandırdıklarının değerini bilelim.
VE BU BİLİNCİMİZİ KORUYARAK, BİZİ YENİDEN “ÜMMET”E VE
“KUL” OLMAYA DÖNÜŞTÜRMEK İSTEYENLERİ, AÇILIMLARLA; EGEMENLİĞİMİZİ; BÖLÜCÜLERLE
PAYLAŞTIRMAK İSTEYENLERİ, BOP VE KÜRESELLEŞME MASALLARIYLA BİZİ AB VE
ABD’YE, MAHKUM ETMEK İSTEYENLERİ DÜŞ
KIRIKLIĞINA UĞRATALIM…
Ahmet AVCI
İZMİR
23 NİSAN 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder