Ahmet
AVCI
İZMİR
İKTİSAT KONGRESİ(17 ŞUBAT 1923)’NİN 89’UNCU YILI
17 ŞUBAT
1923’te toplanan İZMİR İKTİSAT KONGRESİ Ekonomik TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZIN
TEMELLERİNİ ATMIŞ OLSA DA ne yazık ki Devrim TARİHİMİZ’DE hak ettiği yeri
bulamamıştır…
Kurtuluş
Savaşı Sonrasında; Devrimi gerçekleştiren ve yeni devleti kuran kadro, EKONOMİK
SORUNLARIN çözümü için arayışlara girmişler İKTİSAT KONGRESİNİ TOPLAMIŞLARDIR.
Kurtuluş
Savaşı bittiğinde, Türk Halkı, sözcüğün
tam anlamı ile yorgun ve yoksul durumda idi. Ülke bir uçtan diğer uca harap
olmuştu.
Balkan,
Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları, biri birini izleyerek on yıl sürmüştü. Bu
uzun ve yıpratıcı savaşlar, Ülkenin kıt olan kaynaklarını tümüyle tüketmişti.
Son bir atılımla, Ulusal Egemenliğe ve tam bağımsızlığına kavuşan halkı
kalkındırmak önemli bir konu idi.
1923
yılında, Türkiye’de sanayi hiç yoktu. Küçük atölyeler ve imalathaneler,
yalnızca bir el sanatları etkinliği idiler. İşçi sayısı 80.000 kadardı. Ülkenin
temel ihtiyaç maddelerinin tümü, dışarıdan gelmekteydi. Şeker, kumaş, her türlü
sanayi ürünleri, hep dış ülkelere döviz ödenerek getiriliyordu.
Kapitülasyonlar,
Türk Sanayisini öldürmüştü. Yer altı zenginliklerimiz bilinmiyor ve
işletilmiyordu.
Tarım
alanında da büyük çöküntü vardı. Zaten ilkel olan tarımımız, köylü nüfusun
savaşlarda erimesi nedeniyle, iyice
perişan durumda idi.
Nüfusumuz,
o yıllarda çok az olduğu halde, BUĞDAY bile kimi yıllar dışarıdan alınmakta
idi.
Bugün
Güney İllerimizin büyük zenginliğini oluşturan TURUNÇGİLLER, Doğu Kara Deniz’in
servet kaynağı olan ÇAY tarımları, o zamanlarda, sözü edilen bölgelerde
tanınmıyorlardı bile.
Besin
maddeleri sanayisi yoktu.
Ulaşım
zorlukları nedeni ile bazı bölgelerde bol olan ürünler, diğer yerlere
gönderilemiyor; böylece yurdun bir yerindeki ürünler çürümeye terk edilirken,
diğer yörelerde de bu ürünlerin yokluğu çekiliyordu.
Milyonlarca
dönüm toprak bomboştu. Ve işlenmiyordu. Yapay gübre ve sulama gibi olanaklar
yok denecek kadar sınırlı idi. İlaçlama ve tohum geliştirme bilinmiyordu.
Hem tarım
hem de sanayi alanında yetenekli uzmanlar yoktu.
İstanbul’da
bir küçük mühendislik okulu ile Halkalı’da küçük bir Yüksek Tarım ve Veteriner
Okulu vardı. Bunların dışında, ülkenin ekonomik kalkınmasını yürütecek, uzman
yetiştiren kurum yoktu.
Modern
teknoloji bilinmiyordu. Bu nedenle ekonomik kalkınmada ilerlemiyordu.
Osmanlı
Maliyesi, 1876 yılından beri, iflas durumunda idi. Bütçeler hep açıktı. Bütçe
olanaklarının % 28’i dış borçların ödenmesine ayrılmıştı. Bütçe açığına bu da
eklenince, durumun içinden çıkılamıyordu.
Yeni Türk
Devletinin de ilk yıllarda bu bütçeyi devralması doğaldı. Kurtuluş Savaşının
sıkıntılı yıllarında bütçenin hazırlanması ve uygulanması olanaksızdı.
Mütevazı
bütçelerle devletin hemen her işi ihmal edilerek, tüm olanaklar orduya
verilmekteydi.
Zaferden
sonra, işgalden kurtarılan bölgenin geliri de bütçeye girdi. Ancak bu bölgeler
öylesine harap olmuştu ki, gelirinden daha çok masrafı vardı.
1923’ten
sonra, bütçelerin denk, paranın da değerli tutulmasına çaba harcanıyordu. Ancak
gelir olanakları da sınırlı idi. Bütçe gelirinin % 40’ını, köylüden alınan AŞAR
vergisi oluşturmaktaydı. Diğer gelirler de dolaylı yollardan alınan vergilerden
geliyordu. Servet ve gelir vergileri de yoktu.
Dışarıya
giden paralar nedeni ile ülkemizde sermaye birikimi olmamıştı. Halk parasızdı.
Yatırım yapabilecek büyük zengin de yoktu. Orta sınıf Halk çok yoksullaşmıştı.
Tek tarım alanındaki toprak ağaları servet sahibi idiler. Ancak bunların bile
elinde, yatırım yapabilecek ölçüde para yoktu. Sermaye birikimi olmadığı için
yatırım yapılamıyordu.
Milli
Tüccar henüz yoktu. Osmanlı Ülkesinde ticareti ellerinde tutan Rumlar yurttan
kovulmuştu. Artık tüccar Ermeniler de yoktu. Bu iki Halk, yüzlerce yıl, Osmanlı
Ülkesinde ayrıcalıklı olarak bulunmuşlar, Askere ve savaşa gitmemişlerdi.
Evlerinde ve dükkânlarında rahatça oturmuşlardı.
Kapitülasyonlar
yolu ile yurdu sömüren yabancı sermaye, kendinden saydığı azınlıkları “ticari
aracı” olarak kullanmıştır. Böylece Türkler, ticari yaşamın dışına
itilmişlerdir.
Bu azınlıklar yurttan çekilince, her yerde
ticari yaşam durdu. Artık, Ulusal bir tüccar yaratmak gerekli hale geldi.
Bu
karanlık tabloyu daha da karartan nedenler vardı. Halkın iş ve emek gücü,
savaşlar nedeniyle erimişti. En yetenekli uzmanlar, savaşlarda yok olmuşlardı.
Yalnız Çanakkale’de binlerce aydın Yedek subay, şehit düşmüştü. Gene bir subay
savaşı olan Sakarya’da şehit olan yedek subaylar çoktu. Aydın ve uzman tabaka
böyle erimişti.
Mustafa
Kemal,1923 yılında, ”Ulusal Ekonomik kalkınma” yı sağlayacak bilgili uzmanlar
kadrosundan yoksundu.
Kapitülasyonlar
kaldırıldığı için dışarıdan para da sağlanamıyordu. Bunu isteyen de yoktu.
Çünkü tüm dertler bu yüzden başımıza gelmişti.
İşin
başında, Uzman ve gerekli idi. Ancak bunları, tavizler karşılığında istememiz
söz konusu olamazdı.
Halk
yoksul olduğu ölçüde aç ve hastalıklı idi. Bilgisizlik her yerde yaygındı.
Sadece
SITMA ülkeyi kasıp kavurmaya yetiyordu. Bunun yanında, Frengi Ve VEREM de halkı
ezen iki önemli hastalıktı.
Hekim
kadrosu da yetersizdi. Sağlık hizmetleri hiçbir yerde yoktu. Halk sağlığının
çürümesi de kalkınma için önemli bir engeldi.
Osmanlı
kurulduğunda; Köy ne durumda ise yıkıldığında da öyle idi.
Devrim
yönetimi, bu kötü durumu, kökten düzeltmek zorunda idi. Bu amaçla, daha
Cumhuriyet ilan edilmeden,
Lozan’daki barış görüşmelerinin çıkmaza girdiği 17
Şubat 1923 tarihinde İzmir'de, Remzi Şerif (Reyend) Beyin üzüm-incir deposunda,
İŞÇİ; ÇİFTÇİ; TÜCCAR VE SANAYİCİ
temsilcileri olmak üzere,1135 Delegenin
katılımı ile "Türkiye İktisat Kongresi" toplanmıştır. Bu Kongre'de
Misak-ı İktisadi (Ekonomi Andı) kabul edilerek, 4 Mart günü çalışmalar
tamamlanmıştır. Böylece, askeri zaferle sonuçlanan İstiklal (Bağımsızlık)
Savaşımızın ardından, "Ekonomik Bağımsızlık Savaşının" başlatıldığı
dünyaya ilan ediliyordu. Son Osmanlı Meclisinde 28 Ocak 1920 günü kabul edilen
Misak-ı Milli (Ulusal Ant) ile İstiklal Savaşımızın amaçları nasıl
belirlenmişse, şimdi de ekonomik bağımsızlığımızın ilke ve amaçları
belirleniyordu.
Türk tarihinde ekonomik sorunların tartışıldığı bu
ilk kongre, Mustafa Kemal’in bir konuşmasıyla açıldı. ATATÜRK, Kongreyi açılış konuşmasında; "Ulusal egemenlik, iktisadi
egemenliğe dayanmalıdır. Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun,
iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır" diyerek, yeni
devletin politikasını açıklıyordu.
Büyük
Önder, bu konuşmasında, en önemli sorunu; kısa sürede halkı kalkındırmak
olduğunu söyledi. Osmanlı Devletinin çürük siyasetini anlattı. Yeni devletin
izleyeceği ekonomi politikasının bu kongrece saptanmasını istedi.
Kongrede
günlerce süren tartışmalar oldu. Sonunda; ”Misak-ı İktisadi” kabul edildi.
Ekonomi andı anlamına gelen bu Misakta, şunlar belirtiliyordu:
·
Türk Ulusu, kan dökerek sahip olduğu, Ulusal
Bağımsızlık ilkesinden hiçbir biçimde fedakârlık yapmayacaktır.
·
Bu bağımsızlık ilkesi içinde, ekonomik kalkınmamız
sağlanacaktır.
·
Siyasal bağımsızlık gibi Ekonomik bağımsızlık da
esastır.
“ Misak-ı
İktisadi” den sonra, işçi, çiftçi, tüccar ve sanayici, temsilcileri, kendi
açılarından alınması gerekli önlemleri belittiler. Özetle şu önlemlerin
alınmasını istediler:
·
Vergi sisteminde reform.
·
Kredi kurumlarının düzenlenmesi.
·
Ulaştırma sorunun çözümü.
·
İşçilerin yaşama düzeyinin düzeltilmesi.
·
Topraksız çiftçiye toprak verilmesi.
·
Tarımın ilkel yöntemlerden kurtarılması.
·
Ticari spekülasyonlara engel olunması.
·
Yer altı zenginliklerinin saptanması ve
işletilmesi.
·
Gümrüklerin, Sanayicileri koruması.
·
Ekonomik ve ticari işleri düzenleyecek yeni
kanunların çıkartılması.
Görülüyor
ki, o zamanın Türkiye’sinde, dertler çok iyi bilinmekteydi. Ancak, bu
dertlerin, hangi yöntemlerle çözümleneceği belirtilmemişti. Planlı ekonomi
bilinmiyordu. Cumhuriyetin hemen başında, bu işlerden anlayan, iyi plancı
kadromuz olsa idi, kuşkusuz çok daha ileri adımlar atılabilirdi. Bu olmadı.
Kongre, Ulusal ekonomi ilkesini ortaya koymakla, büyük bir hizmet yapmıştır.
Ulusal Ekonomi, Ulusal Bağımsızlığın sonucudur. Bu ilkeye titizlikle bağlı
kalmak, Emperyalist Ülkelerin, ileride tekrar tuzağına düşmemek için
zorunludur.
Bu
Kongrede ne yazık ki, Türkiye’nin büyük ekonomik sorunlarının nasıl çözüleceği
planlanamamıştır.
Kongre 4
Mart 1924’te sona erdi.
İzmir
İktisat Kongresi; ekonomiyi büyük ölçüde yönlendirmişti. Bu yönlendirmede
LİBERAL unsurlar ağır basmıştır.
Bu
Kongrenin daha Lozan Antlaşması tamamlanmadan yapıldığını da unutmayalım…
İzmir
İktisat kongresinde alınan kararlar:
·
Yeni Türk Devleti Liberal bir ekonomi izlemelidir.
·
Hammaddesi yurt içinde bulunan sanayi dalları
kurulmalıdır.
·
Küçük işletmelerden ve el işçiliğinden süratle
büyük işletmeye geçilmelidir.
·
Dış rekabete dayanabilmek için, sanayinin toplu ve
bütün olarak kurulması gereklidir.
·
Demir yolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
·
Topraksız çiftçiye toprak verilmeli ve Aşar vergisi
kaldırılmalıdır.
·
Özel yatırımcılara, kredi sağlanmalı, devlet
bankası kurulmalıdır.
·
Devlet, yavaş yavaş ekonomik görevleri de olan bir
organ haline gelmeli, Özel sektör tarafından gerçekleştirilemeyen yatırımları
devlet gerçekleştirmelidir.
·
İşçilerin çalışma koşulları ve hakları
iyileştirilmelidir.
·
Yeraltı zenginlikleri saptanmalı ve hemen
işletilmelidir.
·
Sendika hakkı tanınmalıdır.
·
Vergi sisteminde reform yapılmalıdır.
·
Yabancıların kurdukları tekellerin olumsuz etkisi
önlenmelidir.
1933’te
birinci beş yıllık kalkınma planı, Sovyet danışmanlarının yardımıyla
hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur.
1930’da
Merkez bankası kurularak ,”Ulusal Para Politikaları” çizilmiştir.
İzmir
İktisat Kongresinde alınan kararlar, Hükümete büyük ölçüde ışık tutmuştur. Ama
kalkınma biçimi saptanmadığı için, Devlet,
ekonomik yaşama karışmak zorunda kalmıştır. Bunu 1933 yılına kadar,
düzensiz olarak yapmıştır. 1933’ten sonra ise, Planlı Ekonomi dönemine
girilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder