5 Ocak 2012 Perşembe

92- LAİKLİK ATATÜRK'ÜN LAİKLİK İLKESİ!

Ahmet AVCI           
            5 OCAK 2012

LAİKLİK,  ATATÜRK’ÜN LAİKLİK İLKESİ

 “Cumhuriyet’in iki büyük projesi vardı. Biri “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” diye söylenen “LAİKLİK”; diğeri, “Ne Mutlu Türküm Diyene” özdeyişinde ifadesini bulan “MİLLİ BİRLİK” idi.

Ülkemizin içinde bulunduğu bu olağan dışı ortamda; en çok gündemde olan konu, kuşkusuz LAİKLİK’TİR ve MİLLİ BİRLİKTİR.

Göz ardı edilen MİLLİ BİRLİK VE LAİKLİK uygulamasındaki farklılıklar yüzünden, Ülke kaosa sürüklenmekte, Toplum bölünme kaygıları taşımaktadır.

  LAİKLİK NEDİR NE DEĞİLDİR?

Laiklik; devletin dinin etkisinden, dinin de devletin etkisinden kurtarılması; bireylerin tanrılarıyla, kendi tanrılarıyla baş başa bırakılmasıdır. Toplumsal düzenin ve hukuk kurallarının dine değil de akla ve bilime dayandırılmasıdır. Halkın; mutluluğuna, refahına, insancına günlük yaşamına yönelik her yeniliğin yasaklanması anlayışına da son vermektir.

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel özelliğidir. Devlet düzenini yansıtan Anayasa ve dolayısıyla Hukuk Düzeni, Laiklik İlkesine göre biçimlenmiştir.

Bu durum, Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve birçok maddesinde ifade edilmiştir

10 Nisan 1928’de; “DEVLETİN DİNİ İSLAM’DIR” hükmü Anayasadan çıkartılmıştır. Bu önemli adımdan sonra da Laiklik ilkesi; 5 Şubat 1937 tarih ve 2115 sayılı Yasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında yer almıştır. Laik devlet ilkesinin Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer verilmesine 1961 ve 1982 Anayasalarında devam edilmiş ve her iki Anayasa laiklik ilkesini sıkı bir korumaya almıştır.


LAİKLİK KÖKENİ:

 Grekçe Laikos kökeninden gelmektedir. Din adamı kimlik ve yetkisini taşımayan kişiler için söylenmiştir. Halk anlamına gelen Laos sözcücüğünden türetilmiştir.

            Hıristiyanlıkta da din adamları sınıfı için Clerrici, onların dışında kalan halk için Laici denilerek, bu ayırımın yapıldığı bilinir.

            Türk literatüründe bu deyim ancak, Ziya Gökalp’in “La-dini”, Ahmet İzzet Paşa'nın “la-ruhbani”, Ubeydullah Efendi’nin “iş Hükümeti” deyişleriyle karşılık bulur.                     

Laik;  ”din işleri ile uğraşmayan kişi, dinsel olmayan şey, düşünce ve kurum.” Giderek bu sözcük, devletin temel yapısını belirtmeye başlamıştır.

 BATI’DA LAİKLİK – SEKÜLARİZİM:

            Laiklik-Sekülarizim; din ve ruhban dışılık,  ya da dünyasallık anlamındadır.

Laiklik / Sekülarizim, Batı toplumlarının ürünüdür.

 LAİKLİK ANLAMI:

Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.

Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir.

Lâiklik, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması; ULUSAL EGEMENLİĞE, DEMOKRASİYE, ÖZGÜRLÜĞE VE BİLİME DAYANAN SİYASAL, SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAMIN ÇAĞDAŞ DÜZENLEYİCİSİDİR.

İnsanı kul olmaktan çıkarıp birey yapan, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla SİYASET-DİN VE İNANÇ AYRIMINI GEREKLİ KILARAK DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN İLKEDİR.

Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler de dinsel niteliklidir.

Lâik düzende ise DİN, SİYASALLAŞMADAN KURTARILIR, YÖNETİM ARACI OLMAKTAN ÇIKARILIR,  GERÇEK VE SAYGIN YERİNDE TUTULARAK KİŞİLERİN VİCDANLARINA BIRAKILIR.

Laiklikte; kişinin dini inancına devlet karışmaz. Kişi din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir.

Laiklik; din ve vicdan özgürlüğünü sağladığı gibi, düşünce özgürlüğünü de sağlar.

Laiklikte; kişi, hangi dine ya da mezhebe ait olursa olsun, yasa önünde eşittir.

            Laiklik Dinin de güvencesidir.

Demokratik ve lâik devlet, bireyler arasında inançlarına göre ayırım gözetemez. Herkes, dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta, din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir.

LÂİK ÜLKELERDE, GERÇEK VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN SÖZ EDİLEBİLMESİ, LÂİKLİĞİN BU ÖZGÜRLÜĞÜN DE GÜVENCESİ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR.

Ayrıca devletin, her dinin mensuplarının kendi dinsel kurallarına tabi olarak yönetilmesini benimsemesi, çok hukukluğunun geçerlilik kazanması anlamındadır.

 Bu durum ise, devleti dışlayıcıdır ve dinler yönünden de ayrımcılık yaratmaktadır.

            Laiklik, halkın; mutluluğuna, refahına, insancına, günlük yaşamına yönelik her yeniliğin yasaklanması anlayışına da son vermektir.

En kısa tanımıyla 'Laiklik, bir insanın, bir toplumun, bir kültürün; insana bakışında, toplumun yaşam kurallarında, çalışma dünyasında, inanç ekseninin yer almamasıdır'.

Laiklik, insanlara 'kendi kararlarını verme hakkını, bu karara göre yaşamak hakkını' ve bu hakların güvencesini vermeyi amaçlar.

Laik düşünce, yüzyıllar boyunca Tanrının emirleriyle toplumları yöneten ortaçağ düşüncesinin, Rönesans ve Aydınlanma ile değişerek “İNSAN İRADESİ”NİN egemen kılınmasıyla kazanılmış büyük bir gelişmedir.

Laikliğin kabulü ile dinler gerilememiş, dine inananlar baskı altına alınmamıştır. Tam tersine, laiklik herkesin inancına saygı duymayı zorunlu kılmış, ancak toplumları dinlerin baskıcı tutumlarına karşı korumuştur.

LAİKLİK İLKESİ DAR ANLAMI: Devletin yönetim kurallarının din dışında oluşturulmasıdır.

Vatandaşın istediği dine girebilmek, bu seçimin gereğini mutlak biçimde yerine getirmek olanağı vardır.

LAİKLİĞİN GENİŞ ANLAMI: Devletin en mutlak biçimde din işlerinden çekilmesidir. Bu durumda devlet; vatandaşın din işleriyle olumlu biçimde bile uğraşmamaktadır

 Dini kurumlara yardım etme, destek olma yoktur.

Özetle: Laiklik “BU DÜNYA’YI YAŞAMAKTIR”

            Yönetim erki üzerindeki; Tanrısallık örtüsünün çekilip alınması, egemenliğin gökten yere indirilmesi, EGEMENLİĞİN ULSA VERİLMESİDİR.

Egemenliğin ya da iktidarın böylece laikleştirilmesi/ dünyasallaştırılması; Tanrı’nın, mutlak monarkların, dinin ve ruhbanın, siyasetteki egemenliklerine de son verilmesi demektir.

            Laik düşüncenin ana ilkeleri; doğruyu araştırmak, gerçeği söylemek, adaleti uygulamak, insanların, serbestçe düşünüp konuşmalarına engel olamamaktır.

            İlk, Orta ve Yeni Çağ’da kurulan ve yaşayan devletlerin hepsi, din temeline oturmuştu. Kişisel egemenliği destekleyebilmek için Hükümdarların, yetkilerini “Din”den alması gerekiyordu. Tek bu yolla ulusları yönetme imkânı doğuyordu.

Egemenlik, dine dayandırılınca, din adamları da devlet yönetimine karışıyorlardı. Böylece dini kurallar, yönetimde belli başlı ilkeleri oluşturuyordu.

Aydın ve ileri eski YUNAN ve ROMA devletlerinde bile, din, yönetim işlerine egemendi.

Özü bakımından, devlet işlerine karışmama ilkesini benimseyen HIRİSTİYANLIK da giderek “Ortaçağ” toplumlarının yönetilmesinde en önemli rolü oynamaya başladı.

Din ve devlet işlerinin iç içe geçmesi, pek çok bakımdan sakıncalıdır. Egemenlik hakkı belli bir dine dayandırılınca, devlet işleri yalnızca o dinin esaslarına göre yürütülmek zorundadır.

Dini kurallar ise aslında “RUHANİ”DİR.

Dini bakımdan esas olan; ”Bu dünyada mümkün olduğu kadar günahsız yaşamak ve öbür dünya için hazırlanmaktır.” Özellikle tek tanrılı, ileri dinlerin baş ilkesi budur.

Gerçekten yüzyıllarca süren “Ortaçağ’da”  insanlık son derece yavaş ilerlemiştir.

Böyle bir yönteme bağlanmış Ulusların, daldıkları uykudan uyanmaları olanaksızdır.

Buna bir tepki olarak doğan RÖNESANS hareketi, ilk adımda düşünce özgürlüğünü gerçekleştirmiştir.

Bunun ardından Hıristiyanlıkta REFORMLAR yapılmış, Rönesans’ın etkisi ile din, bazı ülkelerde devlet işlerinden yavaş yavaş çekilmeye başlamıştır. Ancak bu sanıldığı kadar kolay olmamıştır.

 Laiklik ilkesinin devlet temellerine girmesi 1789 Fransız İhtilalinden sonra gerçekleşmiştir.

Bu olaydan sonra; toplumlar, ilerleme yoluna girmiş, Batı ülkelerinin çoğunda laiklik ilkesi belirli ölçüler içinde uygulanmıştır.

 İSLAMİYET VE LAİKLİK:

İslam dünyası bu gelişmenin dışında kalmıştır. Çünkü İSLAM DİNİNİN Laik devlet sistemine sokulması çok zordu.

Bu din, yalnız öbür dünya işleri ile uğraşmıyor, toplum faaliyetlerinin tümünü düzenliyordu.

Devletler dini esaslara göre yapılandırılmıştı, hukuk kuralları da dine dayanmak zorunda idi. Bu nedenle, din dünya işlerinin içerisine öylesine girmişti ki, tüm aydınlar, düşünce yeteneklerini hep “DİN KURALLARI” içinde geliştiriyorlardı.

Böylece RÖNESANS’LA başlayan “ AYDINLANMA” İSLAM DÜNYASINA girememişti.

Osmanlı bir din Devleti idi ve çok ileri bir İslam topluluğuna sahipti. Ancak bu toplumun üyeleri de yalnız dini kurallar içinde düşünebiliyorlardı.

İSLAM ESASLARINI, Devlet yönetimi dışında tutmak son derece zordu. Çünkü DEVLET DİNE EŞİTTİ.

Tanzimat döneminde, bazı FAALİYETLER din dışında düzenlemek istendi. Ancak, bunlar; devletin temel yapısı ile ilgisi olmayan, önemsiz etkinliklerdi. Osmanlı devleti çökünceye değin, tümüyle dinsel bir yapıya sahipti. Bunu değiştirmek düşünülemezdi.

LAİKLİK NE DEĞİLDİR?

Bir şeyin ne olduğunu anlamak için ne olmadığı yöntemini kullanırsak, bilimselliğe de yakın düşeriz:

            Laiklik:

  1. Dinin varlığını ortadan kaldırmak değildir.
  2. Dinin karşısında olmak demek değildir.
  3. Dinin özerk olması demek değildir.
     ÖYLE İSE; DİN İNSAN YAŞAMINDA VAR, ÖTESİNDE YOKTUR.

Laiklik, devleti ve yapılanmayı dinden ayırır.

BÖYLECE DİN, YÜCELİĞİNİ, ANLAMINI DEĞERİNİ, YORUMUNU LAİK ORTAMDA BULMUŞTUR.

DİN İNSAN İÇİNDİR. DEVLETİN DİNİ OLAMAZ. Çünkü insan dindar olabildiği gibi, devlet te dindar olmak isteyebilir. Bu durumda, devlet güdümü doğar ki, devlete din verilirse, kişiye seçim hakkı veremezsiniz. Çünkü devlet ne ise kişi de o olacaktır.

LAİKLİK, KESİNLİKLE DİN DÜŞMANLIĞI DEĞİLDİR.

Laiklik, toplumu din adına yönetmeye kalkan kişi ve zihniyetleri insanlığın yakasından düşürmeyi, insanlığın Allah ile aldatılmasını önlemeyi amaçlayan bir sistem ve anlayıştır. Ve bu haliyle İslam’ın da takdir edeceği bir disiplindir.

Peygamberlik Kur’an tarafından bitirildiğine göre, insan kitlelerini Allah adına yönetme devri de bitmiştir.

LAİKLİK İŞTE BU BİTİŞİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEYİ AMAÇLAR. 

TÜRK DEVRİMİNDE LAİKLİK İLKESİ

Laiklik, Cumhuriyetle özdeştir. Çağdaşlığın mihenk taşıdır. Cumhuriyetin Tanımı: “LAİK, DEMOKRATİK, SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ” diye yapılırken laiklik anahtar durumundadır.

Bu anahtarla kapıyı açıp içeri girersek içeride şunları buluruz:

Bilimsellik, Bağımsızlık, Uluslaşma, Ulusal Egemenlik, Özgürlük, Barış, Hümanizm, Anti-Emperyalizm, Çağdaşlık, Diğer Temel İlkeler.

Laiklik, çok geniş kapsamlı bir kavram olup, bir birini tamamlayan ve bir bütünü oluşturan şu beş öğeden oluşmaktadır.

1. Din ve vicdan hürriyetinin sağlanması: Yurttaşlar ibadetlerini serbestçe yapabilirler. Ancak bu törenlerin serbestliği teokratik bir devlet kurmak amacıyla kullanılamaz.

Dini törenler ve ibadet, genel asayişi, milli güvenliği, ulus egemenliğini, devlet bütünlüğünü ve diğer yurttaşların hak ve özgürlüklerini sınırlamaya yönelik olamaz.

2. Devletin resmi dininin olmaması: Devlet hiçbir dini benimsemez, hiçbir dini yasaklamaz, hiçbir dini korumaz. Devlet hiçbir dini özendirmez, din aleyhtarlığı yapmaz. Bütün din ve mezheplere karşı tarafsızdır.

3. Devletin, din ve mezhepler arasında ayırım yapmaması: İnançlarına göre yurttaşlara ayrıcalık tanımaması.

4. Devletin “din kurallarına”  göre değil; akla, bilime, çağa, tekniğe ve toplumun ihtiyaçlarına göre yönetilmesi:

5. Eğitimin; akılcı çağdaş olması: Dini esaslara bağlı olmaması:

İşte Atatürk, bu öğelerin oluşabilmesi için, dört ana grupta gerçekleştirdiği reformlarla, laiklik ilkesini yerli yerine oturtmuştur.

Bunlar sırasıyla; DEVLETİN, HUKUKUN, EĞİTİMİN VE KÜLTÜRÜN LAİKLEŞTİRİLMESİDİR, bir diğer anlatımla dinden soyutlanmasıdır.

 DEVLETİN LAİKLEŞTİRİLMESİ;

Amasya karaları, Erzurum ve Sivas kongreleri, TBMM’nin oluşturulması, 1921, 1924 Anayasaları ve 1927 değişiklikleri, Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması, 1937’de laiklik ilkesinin Anayasaya girmesi ile ulus egemenliği, ”Egemenlik ulusundur” ilkesi gerçek yaşama geçirilmiş, çağdaş ve laik devletin temelleri atılmıştır.

 HUKUKUN LAİKLEŞTİRİLMESİ;

Şeriye ve Evkaf vekâletinin, Mecellenin ve Şeriye mahkemelerinin kaldırılması, başta Türk medeni kanunu olmak üzere, Borçlar, Ticaret, İcra İflas, Türk Ceza Kanunlarının ve benzerlerinin kabulü ile dine dayanan hukuk sistemi yerine çağdaş ve laik hukuk sistemi benimsenmiştir.

 EĞİTİMİN LAİKLEŞTİRİLMESİ;

Medreselerin ve mahalle mekteplerinin kaldırılması, Tevhidi tedrisat kanunu ile eğitim birliğinin sağlanması, Üniversiteler kurulması ile çağın gerektirdiği laik eğitim sistemi gerçekleştirilmiştir.

KÜLTÜRÜN LAİKLEŞTİRİLMESİ;

 Türbe, Tekke, Ocak, Zaviye ve benzerlerinin kapatılması, Şeyh, Mürit, Dede ve benzer unvanların kaldırılması ve yasaklanması, yazı dil ve kıyafet reformları, Soyadı Kanunu, Takvim, Ölçüler, Resmi Tatil ve Bayram günleri ile ilgili düzenlemeler, sanat ve dış ilişkilerin çağdaş bir anlayışla düzenlenmesi ile ulusal birliği ve ulusal bilinci oluşturmaya, kişilikli, uygar, çağdaş insana yönelik kültür anlayışı benimsenmiştir.

ATATÜRKÇÜLÜK’TE LAİKLİK:

Atatürkçülükte; laiklik ilkesi, devletle dinin ayrılması ve devletin dini kurallara dayanmaması ile açıklanamaz.

Laiklik ilkesi aynı zamanda kişiye din konusunda özgürlük tanıması ve bu özgürlüğün korunmasıdır.

Dini inancından ötürü kişinin farklı davranışlarla karşılaşmamasıdır. Yasalar önünde kişilerin dini farklılıklar güdülmeksizin eşit olmasıdır. Bu açıdan laiklik; din konusunda kişinin özgürlüğünün; öbür kişiler, toplum ve devlet tarafından tanınması, saygı gösterilmesi ve yaptırımlarla korunmasıdır.        Laiklik doğrultusunda atılan adımlardan en önemli ve en anlamlı olanı da kuşkusuz; “TÜRK KADINININ ERKEĞİ İLE HER BAKIMDAN EŞİT HALE GELMESİDİR”.

Bu devrim atılımı ile demokrasinin temeli olan eşitlik ilkesi bir İslam Ülkesinde ilk-ve son- kez gerçekleştirilmiştir.

Kadın-erkek eşitliği, yüzlerce yıllık dar kalıplı hukuk ve devlet biçiminin tam olarak tasfiye edilmesidir; gerçek laikliğin en önemli aşamasıdır.

Bundan dolayıdır ki bu çok büyük olay bugün bile kimi çevrelerce hazmedilememekte, Türk kadınını tekrar karanlık içine sokmak bir kutsal idealmiş gibi gösterilmektedir.

Bu çevrelerin içinde; Atatürk’ün çağdaşlık ışığı altında yetişmiş olmaları gereken güya aydın bazı kadınlarımızın bulunması da çağdaşlığın yerleşmesi gereken süreyi henüz tam olarak doldurmamış olmamızdan kaynaklanmış sayıyoruz.

Laiklik; yönetimi, siyaseti, eğitimi, hukuku, devlet ve toplum yaşamının gerekli kıldığı görevleri; dinin, dini kuralların etkisinden tekelinden kurtarmak; aklı ve bilimi devlet yaşamında egemen kılmaktır.

            Çağdaşlaşmaya yönelen, çağdaşlaşmayı amaç edinen Türk devriminin zorunlu ve gerekli ilkesi laikliktir.

            Çağdaş olma; toplum ve devlet yaşamını akla bilime dayama; ancak laiklik ilkesinin; eğitimde, kültürde, siyasette devlet ve toplum yönetiminde, hukuk sisteminde eksiksiz uygulanmasıyla gerçekleşir.

            ÇAĞDAŞLAŞMAK; İNSANIN ÖZGÜRLEŞMESİ VE MUTLU OLMASIDIR.

            Cumhuriyetimizin hedefi; ”ÇAĞDAŞ UYGARLIĞIN ÜZERİNE ÇIKMAKTIR”. Çağdaş uygarlığın “FELSEFESİ” DE ; ”BİREYİN özgür ve mutlu olması VE “KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME HAKKI”NA sahip olması, esasına dayanır.

Bu temel felsefeyi özümseyen Atatürk; ”BİREYİN, ÜZERİNDEKİ DİNİ BASKILARDAN KURTARILARAK, ÖZGÜR OLMASINI VE YARATICI GÜCÜNÜ; ÜLKE VE İNSANLIK YARARINA KULLANMASINI,  SAĞLAYACAK YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ” gerçekleştirmiştir.

LAİKLİK; İŞTE BU YAPISAL DÖNÜŞÜMÜN RUHUDUR.

            Dini baskılardan kurtarılma yalnız “BİREYSEL ÖZGÜRLEŞME” için değil, tüm Dünya yaşamı için gereklidir. Dünya sorunlarının çözümü de; laik düzende akla ve bilime bırakılacaktır.

            Böylece laiklik; sıradan bir “DİN VE DEVLET İŞLERİNİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI“ OLGUSU değil, yaşama; akılcı ve bilimsel bakışı egemen kılmaktır. Çağdaş yurttaşlar yetiştirmenin yolu da budur. ”AKLI ÖNEMSEMEK VE ELEŞTİREL DÜŞÜNMEK” ve giderek “DOĞMALARA KARŞI ÇIKMAK”.  AYDINLANMA DEVRİMİNİN HEDEFİ DE BUDUR.

            LAİKLİK BİZE ÇAĞ DEĞİŞİMİNİ DE GETİRMİŞTİR;
             ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANIP, Devrimi başlatıncaya değin Ortaçağın içinde yaşıyorduk. ATATÜRK; GERÇEKLEŞTİRDİĞİ Devrim ile Saltanatı kaldırıp, Cumhuriyeti kurarak Feodaliteyi yıkmış, laiklik ile de “DİN”İ tüm yaşama egemen olmaktan çıkartarak aklı egemen kılmış, ekonomik düzenlemelerle de tarım ekonomisinin yerine para ekonomisini oturtarak, Ortaçağ’ın temel niteliklerini ortadan kaldırmıştır.

BÖYLECE DE TÜRKİYE’DE ÇAĞ DEĞİŞİMİ BAŞLAMIŞTIR.

 ATATÜRK VE DİN:

Laiklik, kesinlikle din düşmanlığı değildir. Atatürk, yalnızca “DİNİ KENDİ ÇIKARLARI İÇİN KULLANMAK İSTEYENLERE” karşı idi.

Mustafa Kemal ve dava arkadaşları, ”Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir”  diyerek açtılar bu topraklarda çağdaş uygarlığın yolunu…

Büyük Millet Meclisi’yle attılar 23 Nisan 1920’de Cumhuriyet Devrimi’nin ilk adımını…

Dinle devlet işlerinin ayrılması demek olan Laiklik açısından en büyük sıçrama böylece tarih sahnesine çıktı ülkemizde.

Hedef çok açıktı.

İşte Mustafa Kemal Paşa’nın 1923’teki sözleri;

Memleketimizi modernleştirmek istiyoruz. Bütün gayretimiz, Türkiye’de modern, yani Batılı bir yönetim kurmaktır. Uygarlığa katılmayı arzu edip de Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?

Yine Mustafa Kemal’in sözleri;

“Memleketler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve milletin ilerlemesi için bu yegâne uygarlığa katılması gerekir…

Siyasetimizin, geleneklerimizin, çıkarlarımızın, bizi fikir ve eğilim itibariyle bir Avrupa Türkiye’si, daha doğrusu Batı’ya yönelmiş bir Türkiye arzu etmeye götürecektir.”

Batı’ya Avrupa’ya yönelmiş bir Türkiye!

Mustafa Kemal’in Uygarlık tarifi böyle.

Çünkü çağdaş uygarlığın temelinde Millet Egemenliği var. Allah Egemenliği değil.

Allah’la ilişkilerin vicdanlarda yer etmesi var. Yani dinin özel alanlarla sınırlı kalması, kamu alanının dışına çıkartılması, devlet işleriyle ilgisinin kesilmesi var. Dünya işlerine, dini karıştırmaktan sakınmak var.

Hatta 2011 yılında başlayan ve “ARAP BAHARI” denilen gelişmelerin temelinde de bu kavga var.

Bin Ladinizm, Talibanizm, Humeynizm, Vahhabizm…

Hepsi, tüm bu izm’ler çağdaş uygarlıkla bu yüzden kavga ediyorlar.

Bu ideolojilerin hedefi tek: Millet Egemenliğine son vermek!

Başka bir deyişle: Dine dayalı Cumhuriyetler kurmak!

Onun için bu İzm’ler, kadın- erkek eşitliğine dayalı cumhuriyetlere, başında İslam sıfatı olmayan Cumhuriyetlere, yani Laik Cumhuriyetlere düşman.

Bizim laik demokratik cumhuriyetle benimsediğimiz ortak değerlerin hepsine düşman bu izm’ler.

Türkiye Modeli deyince o yüzden tüyleri diken diken oluyor hepsinin.

Birbirine tümüyle zıt bu iki yolun takipçilerinin kavgası bu topraklarda henüz sona ermiş değil.

 “Ben dinimi yalnız kendi yaşamımda değil, toplum ve devlet yaşamında da yaşamak istiyorum” diyenler küçümsenmesin.

Çünkü dış destekleri var!

Türkiye’de devlet ve toplum düzenini, dini temele oturtmak, yani laik demokratik rejime son vermek isteyenlerin varlıkları bu topraklarda devam ediyor!  Bunlar bazen pusuda, bazen de yönetimde!

ATATÜRK KESİNLİKLE DİNE KARŞI DEĞİLDİR.

Atatürk, yalnızca “DİNİ KENDİ ÇIKARLARI İÇİN KULLANMAK İSTEYENLERE” karşı idi.

Mustafa Kemal ve dava arkadaşları, ”Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir”  diyerek açtılar bu topraklarda çağdaş uygarlığın yolunu…

Büyük Millet Meclisi’yle attılar 23 Nisan 1920’de Cumhuriyet Devrimi’nin ilk adımını…

Dinle devlet işlerinin ayrılması demek olan Laiklik açısından en büyük sıçrama böylece tarih sahnesine çıktı ülkemizde.

Hedef çok açıktı.

İşte Mustafa Kemal Paşa’nın 1923’teki sözleri;

“Memleketimizi modernleştirmek istiyoruz. Bütün gayretimiz, Türkiye’de modern, yani Batılı bir yönetim kurmaktır.

Uygarlığa katılmayı arzu edip de Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

Yine Mustafa Kemal’in sözleri;

“Memleketler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve milletin ilerlemesi için bu yegâne uygarlığa katılması gerekir…

Siyasetimizin, geleneklerimizin, çıkarlarımızın, bizi fikir ve eğilim itibariyle bir Avrupa Türkiye’si, daha doğrusu Batı’ya yönelmiş bir Türkiye arzu etmeye götürecektir.”

Batı’ya Avrupa’ya yönelmiş bir Türkiye! 

Mustafa Kemal’in Uygarlık tarifi böyle.

Çünkü çağdaş uygarlığın temelinde Millet Egemenliği var. Allah Egemenliği değil.

Allah’la ilişkilerin vicdanlarda yer etmesi var. Yani dinin özel alanlarla sınırlı kalması, kamu alanının dışına çıkartılması, devlet işleriyle ilgisinin kesilmesi var. Dünya işlerine, dini karıştırmaktan sakınmak var.

Burada düğümleniyor kavga.

İslam dünyası bunun için karışık.

11 Eylül, 15 Kasım, 20 Kasım, 17 Mayıslar buradan kaynaklanıyor.

Bin Ladinizm, Talibanizm, Humeynizm, Vahhabizm… Hepsi, tüm bu izm’ler çağdaş uygarlıkla bu yüzden kavga ediyorlar.

Bu ideolojilerin hedefi tek: Millet egemenliğine son vermek!

Başka bir deyişle: Dine dayalı Cumhuriyetler kurmak!

Onun için bu izm’ler,  kadın- erkek eşitliğine dayalı cumhuriyetlere, başında İslam sıfatı olmayan Cumhuriyetlere,  yani Laik Cumhuriyetlere düşman.

Bizim Laik Demokratik Cumhuriyetle benimsediğimiz ortak değerlerin hepsine düşman bu izm’ler.

Türkiye Modeli deyince o yüzden tüyleri diken diken oluyor hepsinin.

Birbirine tümüyle zıt bu iki yolun takipçilerinin kavgası bu topraklarda henüz sona ermiş değil.

 “Ben dinimi yalnız kendi yaşamımda değil, toplum ve devlet yaşamında da yaşamak istiyorum” diyenler küçümsenmesin.

Çünkü dış destekleri var!

Türkiye’de devlet ve toplum düzenini, dini temele oturtmak, yani laik demokratik rejime son vermek isteyenlerin varlıkları bu topraklarda devam ediyor!

Bunlar bazen pusuda, bazen de yönetimde…

            ATATÜRK'ÜN OLUŞTURDUĞU  “Türkiye modelinin” temel direği; laikliktir.

            Atatürk, Türkiye modelini kurarken Üç yanında üç karabasan Yükseliyordu:

 Bir yanda İngiliz ve Fransızların biçimlendirdiği “ARAP ŞERİATÇILIĞI”,

Bir yanda, “BATI AVRUPA FAŞİZMİ”,

Öte yanda; “SOVYET KOMÜNİZMİ.”

Avrupa, Asya ve Ortadoğu’yu kapsayan coğrafyada demokratik denebilecek ülkeler parmakla sayılacak kadar azdı. Üstelik onlar da faşizmin ve komünizmin gölgesi altında baskı yasalarını birer birer yürürlüğe koyuyorlardı.

            Atatürk’ün bu üç karabasandan birine kapılıp gitmesi işten bile değildi. Ama o yüzyıllarca geri ve cahil bırakılmış, hemen tamamı Müslüman olan bir halkı çağdaş uygarlığa yönelten “TÜRKİYE CUMHURİYETİ MODELİ”Nİ yarattı.

 HEM DE Kimsenin dinine imanına dokunmadan.

O sırada Faşizmin ve Komünizmin pençeleri altında çırpınan BATI REJİMLERİNİ değil, EVRENSEL DEĞERLERİNİ BENİMSEYEREK, BUNU BAŞARDI.

            Gericilerin ortak hedefi; CUMHURİYET’İ yıkarak, ”dine dayalı bir devlet” kurmaktır.

 İlk hedefleri de LAİKLİKTİR

Cumhuriyetin; ”Egemenlik ulusundur” felsefesini yıkarak, ”Egemenlik Allah’ındır” felsefesini yerleştirmeye çalışırlar.

            Allah egemenlik hakkını bizzat kullanmayacağına göre; ”Tarikat ehli” olanlar egemenliği de Allah adına “SEÇİMSİZ VE DENETİMSİZ “ olarak kullanacaklardır.

            MUSTAFA KEMAL’İN AMASYA GENELGESİ İLE ORTAYA KOYDUĞU, “EGEMENLİK ULUSUNDUR” FELSEFESİ, YÖNETİMDE; ”Tanrı hakları sistemi yerine, “İNSAN HAKLARI” SİSTEMİNİ GEÇERLİ KILMIŞ VE “ TANRISAL İRADE” yerine “İNSAN İRADESİ” konulmuştur. 

Atatürk devrimi; sırsıyla, SİYASAL SİSTEMİ, HUKUK SİSTEMİNİ, EĞİTİM SİSTEMİNİ VE KÜLTÜRÜ LAİKLEŞTİRDİ.

Bir İslam ülkesinde; ilk laik devlet böylece doğdu. Çok sayıdaki Müslüman ülke arasında TEK; ÇAĞDAŞ, DEMOKRATİK BİR HUKUK DEVLETİNE SAHİP, DEVLET DÜZENİNİ, İNANÇ KÖR GÜDÜSÜNDEN KURTARABİLMİŞ ÜLKE TÜRKİYE İSE BUNUN LAİKLİKLE İLGİSİNİN OLMADIĞINI İLERİ SÜRMEK OLANAKSIZDIR.

Laik Türkiye Cumhuriyetinin uygarlık tarihinde de bu bakımdan onurlu bir yeri vardır.

Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, Türkiye’nin Müslüman ülkeler içinde; sanayileşmiş, ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip tek ülke oluşu da ayrıca düşünmeye değer...

 LAİKLİĞİN SAĞLADIĞI YARARLAR:

1.    Din ve mezhep farklılığı ortadan kaldırılarak, toplumsal kaynaşma ve barış sağlanmıştır.

2.    Hukuk birliği sağlanmıştır.

3.    Din ve vicdan özgürlüğü sağlanmıştır.

4.    Çağdaşlaşma hız kazanmıştır.

5.    Halkımız için Ortaçağ kapanmıştır.

6.    Yabancı devletlerin din bahanesi ile iç işlerimize karışması önlenmiştir.

7.    Sosyal yaşama, inanca ve insana saygı ve hoşgörü gelmiştir.

 LAİKLİĞE NEDEN KARŞI ÇIKILMAKTADIR?

 İSLAMCILAR, LAİK CUMHURİYETİ İSLAMİLEŞTİRMEYİ İSTEMEKTEDİRLER. BUNUN İÇİN DE İRTİCAYI KULLANMAKTADIRLAR.

İRTİCA NEDİR?

Bir toplumun özünü, yapı ve kurumlarını, gündelik hayatını İslamileştirmeyi istemek ve tasarlamak irticadır.

Bunun için şiddet kullanmaya gerek yok. "İstemek" ve "tasarlamak" yasalarımıza göre suç değildir ama irticadır.

İrtica- Gericilik- fitne- Siyasal İslam:  Yaşamı geri götüren, güzel her şeyi tahribe yönelen, şer unsurudur.

İrtica: her iyi, güzel ve yararlı şeyin karşısına çıkan güçtür.

Dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır.

            Kurtuluş Savaşı belgeleri iyi incelendiğinde düzgün bir İRTİCA tanımını bulmak mümkündür.

İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. 

Günümüzde daha çok “SİYASAL İSLAM” unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkartılan İrtica, tarihi boyunca, itibarı, desteği, alkışı Müslümanlardan almış; ama hizmeti bilerek ya da bilmeyerek bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir.

 Unutmayalım ki; Kurtuluş Savaşımız temelde iki düşmana karşı verilmiştir:

BİRİ VATANSIZLAR DİĞERİ DE İMANSIZLAR.

Gericilerin temel karakterleri İŞBİRLİKÇİ oluşlarıdır. Halkın manevi duygularını sömürerek çıkar sağlarlar.

Emirleri ve icazetleri Emperyalistlerden alırlar.

Dün söylediklerini bugün inkâr ederler. 1919-1923 döneminin rövanşını almak isterler.

Bu kavga Aydınlıkla karanlığın kavgasıdır.

Akılcılık yerine dinin imanın egemen olduğu toplumlarda rasyonel düşünceye, mantığa, bilimsel verilere fazla yer yoktur.

Tüm aydınlanma tarihimizde bu kavgada iki çizgi görülür;  HALKIN EGEMENLİĞİ VE BAĞIMSIZLIĞI İÇİN ÇALIŞAN İLERİCİLERLE, HALKINI KUL- KÖLE GÖREN GERİCİLER.

Cumhuriyet buna karşı önlem alır.  Almalıdır. Başka bir deyişle; "Anayasa’nın 174. maddesi tarafından korunan devrim yasalarına karşı olmak irticadır."

İslamcılar, bu tanımların mihenk taşında bir deneme yaparak kendisinin bir mürteci olup olmadığını kolayca anlayabilir.

Laiklik ilkesi, dinci kesimi ve din ardına gizlenerek; ekonomik, politik, çıkar sağlayan, hatta toplumda ayrıcalıklı yer tutmayı amaçlayan geniş bir kesimi rahatsız etmekte, en önemli çıkar aracını ellerinden almaktadır.

Bu kesim, çıkarlarını koruyabilmek için, laikliğe karşı çıkmakta, öç alma duygusu ile de Atatürk’e saldırmaktadır.

Emperyalist güçler, Türkiye üzerindeki emellerini, en iyi biçimde dincileri destekleyerek gerçekleştirebileceklerinin bilincindedirler.

Emperyalist güçler, dincileri Kurtuluş Savaşı sırasında kullandıkları gibi, günümüzde de istedikleri doğrultuda yönlendirmektedirler; laiklikten ayrılışın, Türkiye’nin bağımsızlığını, bütünlüğünü tehlikeye düşüreceğini gördüklerinden, bu konuda kundakçılık da yapmaktadırlar.

Laikliğe karşı çıkanlar, laikliği dinsizlik gibi göstermeye çalışanlar, toplumları din kurallarına göre yönetmek isteyenlerdir.

Böyle düşünenlere kendilerinin din kurallarına göre yaşaması yetmemekte, başkalarının da din kurallarına göre yaşamasını gerekli kılan bir sistemi topluma egemen kılmak istemektedirler.

Bu konuda da 'çoğunluk bir dine bağlı olduğuna, böyle de yaşamak istediğine göre olması gereken budur' diyerek bir dayanak bulduklarını sanmaktadırlar.

Çoğunluğun böyle yaşamak isteyip istemediğini bir yana bıraksak bile, çoğunluk bir şeyi istiyor olsa bile bu istemin temel kurallara uygun olup olmamasına göre karar verilmelidir. Örneğin, bir toplumun çoğunluğu, toplumun tümü için doğru olmayan bir istemi öne sürerse onun kabul edilmesi yanlış olur.

Toplum yönetiminin temel ilkeleri din kurallarına göre belirlenirse o toplum laik bir toplum olmaktan çıkar, teokratik –dinin egemenliği altında- bir toplum olur.

            'Evet, dinin egemen olduğu bir toplum yaşamı olsun' diyenler de olabilir. Örneğin İran böyle bir ülkedir. Ama artık o topluma 'köktendincilerin yönettiği bir toplum' demek gerekir, 'laik bir toplum' denemez.

Burada tartışılan 'Nasıl bir laiklik olsun?' konusu değildir. Tartışılmak istenen konu, 'Laik bir toplum olsun mu, olmasın mı?' dır.

Eğer din temelli bir toplum yönetimi olursa, o dine bağlı olanlar -ve elbette bunu kanıtlayanlar- ülkenin yönetimine de, hizmetlerine de, ekonomik olanaklara da, refah payına da 'öncelikle' sahip olacaklardır. Geriye kalanlar da bu 'öncelik sahiplerinden geri kalanlarla yetinmek' zorunda kalacaklardır.

İşte, günümüzdeki laiklik tartışmalarının aslı budur.

Şimdi düşünelim, laik bir toplumda mı yaşamalıyız, yoksa din temelli bir toplumda mı?

Düşünelim, hem de bugünden düşünelim, çünkü yarın çok geç olabilir.

Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı Halde, Türkiye’nin Müslüman ülkeler içinde; Sanayileşmiş, ileri Teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip tek ülke oluşu da ayrıca düşünmeye değer...


Kaynaklar:

1. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 324 ATATÜRKÇÜLÜK

2. Prof. Dr. Ergün Aybars; TÜrkİye Cumhurİyetİ Tarİhİ

3. Bülent Tanör; KURULUŞ-KURTULUŞ

4. Ahmet Taner Kışlalı; Ben Demokrat deĞİlİm

5. Prof. Dr. Suna Kili; ATATÜRK DEVRİMİ

6. Prof. dr. Ahmet Mumcu: Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi

7. Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

8. Anayasa Mahkemesi Kararları.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Özüm TÜRK Kanım TÜRK Canım ATATÜRK
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
İNADINA İLELEBET !!!

Blog Arşivi

Katkıda bulunanlar