MENEMEN OLAYI VE KUBİLAY
“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktığı emanetin bekçileriyiz.”
Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra;
Saltanatın kaldırılışı, Cumhuriyetin ilanı, Hilafetin kaldırılışı; devleti,
Laik temeller üzerine oturtmak amacını gerçekleştirmek içindi.
Bu köklü değişim Yeni Türk Devletinin Osmanlı
İmparatorluğu ile ilgisi kalmadığını gösteriyordu.
Şimdi yapılması gereken ise, devrim
hareketlerinin getirdiği yeniliklerle çağdaş Türk insanının düşünce yapısını
geliştirmekti.
Devrimler yapılmıştı ama uygulanması ve
sürekli olması, halk tarafından özümsenmesi ile mümkün olacaktı.
Elbette yapılan yeniliklere muhalif olanlar
da vardı. Onlar teokratik devlet düzeninden, laik düzene geçişte çıkarları
zarar gördüğünden dolayı laikliği dinsizlik olarak betimleyen bir tutum
sergilediler ve bu doğrultuda bir muhalefet kitlesi yaratmak için çalıştılar.
Belirtmek gerekir ki yenilikleri yalnızca
belirli bir halk kitlesi değil Meclis içinde de hazmedemeyen gruplar vardı.
Evet, Gazi Mustafa Kemal, DEVRİM yapmıştı ama;
diyalektik olarak; Karşı Devrim de başlamıştı…
Günümüzde
de Atatürk’ün, Atatürk’ün kurduğu düzenin, Atatürkçülerin, Ulusalcıların hedef
alındığı göz önünde bulundurulduğunda, TEHLİKENİN BÜYÜKLÜĞÜ VE YAKINLIĞI
GÖRÜLECEKTİR…
23 ARALIK 1930
tarihinde; İzmir- MENEMEN’DE gericiler, CUMHURİYE’E karşı, İRTİCAİ bir kalkışma
başlatmışlar ve görevli Asteğmen Hasan Fehmi KUBİLAY’I hunharca şehit
etmişlerdi…
Gazi Mustafa Kemal’in
başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kalkışmayı anında
bastırmış, gericilere de gereken cezayı vermişti…
88 yıl önce
gerçekleşen, bu menfur olayın sorumlularının günümüzdeki uzantıları da hala boş
durmamaktadırlar…
Cumhuriyetimiz bugün
de tehdit ve tehlike altındadır…
Menemen Olayı, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin, laik ve demokratik yapısını hedef alan gerici bir
ayaklanma girişimidir.
Menemen’de 23 Aralık
1930’da Şeriat isteyenlerce Asteğmen Kubilay’ın Şehit edilmesi, Genç Cumhuriyet
Rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli
irtica olayıdır.
Ulusal uyanış ve
kurtuluşla gerçekleştirilen Laik Cumhuriyet düzenine düşman tarikat
şeyhleri, 88 yıl önce, çağdaş bir ulus için yüz karası sayılacak
bir eylemde bulunmuş, Cumhuriyeti korumakla ve onu yaşatıp yükseltecek
kuşakları yetiştirmekle görevli yedek-subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı
Menemen’de şehit etmişlerdi.
23 Aralık 1930 sabahı; isyancılar, Menemen’de
toplandılar. Müftü Camiinde sabah namazı kılındıktan sonra; Derviş Mehmet,
camide toplanan kalabalığa; “Ankara
Hükümeti’ni düşürüp, ikinci Abdülhamit’in oğlu Selim’i Halifeliğe getireceğini,
Menemen’in yetmiş iki bin Müslüman Arap tarafından kuşatıldığını” bildirdi
ve halkın yeşil bayrak altında toplanmasını istedi.
Halkın da katılmasıyla olay, kısa sürede ayaklanmaya dönüştü. Asiler yeşil
bayrak altında hükümet konağına yürüdüler.
Derviş
Mehmet, Hükümet konağının önünde yaptığı konuşmada da:
“Şapka giyen kâfirdir. Din elden
gidiyor. Saltanatı ve hilafeti geri getireceğiz” diyerek, “kendisinin Peygamber
olarak geldiğini, ’Şeriatı’ uygulayacağını ve herkesin şapkasını çıkartıp
kendisiyle birlikte “ZİKİR” etmesini” istedi.
Olayı öğrenen İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri, hemen olay yerine gitmiş,
ancak gericileri yatıştıramayınca, Hükümet konağına giderek, telefonla
43.P.Alay ve Garnizon komutanlığından yardım istemiştir.
Menemen Garnizon Komutanlığı; karışıklık çıktığını öğrenince, kalabalığı
dağıtmak üzere, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan Asteğmen Mustafa
Fehmi Kubilay komutasındaki birliği görevlendirmiştir.
1906 doğumlu Mustafa Fehmi Kubilay; Bursa öğretmen okulunu bitirmiş, Cumhuriyet
ilkelerine bağlı askerliğini Yedek Subay olarak yapan bir Öğretmendi.
Mustafa Fehmi Kubilay, olayı bastırmak için birliği ile birlikte asilerin
üzerine yürümüş, ikazla dağılmayan topluluğu korkutarak dağıtmak amacıyla;
manevra fişeği taşıyan askerlerine havaya ateş emrini vermiştir.
Asiler dağılmamışlar, manevra fişeklerinin etki etmediğini anlayınca da;
“Kendilerine kâfir mermilerinin zarar vermeyeceğini” söyleyerek askerlere
saldırmışlardır.
İsyancılar, Kubilay’ı önce yaralamışlar, sonra da Kubilay’ın yaralı olarak
sığındığı caminin musalla taşında başını kesip yeşil bayrağın tepesine takarak
bir süre menemen sokaklarında dolaştırmışlardır.
Bu
sırada kendilerine engel olmak isteyen Şevki ve Hasan adlı iki bekçiyi de
öldürmüşlerdir.
Olay
yerine gelen yeni askeri birlikler; isyancıları dağıtmış; bu arada kendisini
mehdi ilan eden yobaz Derviş Mehmet ve iki adamını öldürmüşlerdir.
Ayaklanmanın lideri;
Derviş Mehmet, Nakşibendî tarikatının Manisa ve Balıkesir sorumlusu Laz İsmail
Hocanın kışkırtmasıyla, kendisini MEHDİ ilan eden ve Manisa’da gizli
toplantılar düzenleyen gözü dönmüş bir Nakşibendî yobazıdır.
Bu kişi, ortamı
elverişli bulunca, Müritleri; Sütçü Mehmet, Mehmet Emin, Şamdan Mehmet, Nalıncı
Hasan, Ramazan ve Küçük Hasanla birlikte Menemen köylerini dolaşmaya ve “Din
elden gidiyor” yaygarasıyla köylerde halkı ayaklanmaya çağırmıştır.
Menemen’e Manisa’dan
gelmişlerdir.
İsyancıların,
istedikleri Şeriattır. Karşı çıktıkları ise Laik Cumhuriyettir, Atatürk
İlkeleri ve Atatürk Devrimidir.
Laik
Demokratik Türkiye Cumhuriyetini yıkmaktır amaçları.
Şeriatçılar, Cumhuriyetin önüne engeller koymaya
çalışmışlardır. Kendilerine ‘dur’
diyenlere de saldırmışlardır. Bugün de saldırmaktadırlar.
İnancın; görüntüde
değil, şekilde değil; gönüllerde, zihinlerde yaşaması, yaşatılması gerektiğini
bilmezden gelmişlerdir.
Olay sırasında;
çevreden toplanan halkın bir bölümü bu gelişmeleri tepkisiz olarak izlemiş, bir
bölümü de bu korkunç olayı alkışla desteklemişlerdir.
Mustafa
Kemal, daha devletin başındaydı.
Bu ülkeyi kurtaran ve
devleti bağımsızlaştıran Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı idi.
Mustafa Kemal, duruma
bizzat el koydu ve:
“Olayla ilişkisi olan
herkesin şiddetle cezalandırılmasını...
Verilecek idam
cezalarının hemen uygulanmasını...
Olayın “siyasal
kaynaklarının” araştırılmasını...
Olayın oluşmasına
katkıda bulunan “basına karşı sert önlemlerin alınmasını...
Olaya destek veren
Menemenlilerin, hatta seyirci kalanların bile başka yerlere göç ettirilmesini
istedi (ancak son isteğinden daha sonra vazgeçti)”.
Mustafa Kemal, 28
Aralık’ta Orduya aşağıdaki baş sağlığı Mesajını yayımlamıştır:
“Menemen’de geçen gün
meydana gelen gerici kalkışma sırasında yedek subay Kubilay Bey’in görev
yaparken uğradığı sondan dolayı Cumhuriyet Ordusu’na başsağlığı dilerim.
Kubilay Bey’in şehit
edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan
kimilerinin alkışla onaylar bulunması, bütün Cumhuriyetçiler ve Yurtseverler
için utanılacak bir olaydır.
Yurdu savunmak için
yetiştirilen, her türlü iç politika ve çekişmenin dışında ve üstünde, saygın
bir konumda bulunan Türk subayının gericiler karşısındaki yüksek görevinin,
yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur.
Menemen’de halktan
kimilerinin yanlışları, bütün ulusa üzüntü vermiştir.
Yabancı saldırısının
acısını çekmiş bir çevrede genç ve kahraman yedek subayın uğradığı saldırıyı,
ulusun doğrudan doğruya Cumhuriyet’e karşı bir suikast saydığı ve bu saldırıyı
yüreklendirenlerle özendirenleri ona göre kovuşturacağı kesindir.
Hepimizin dikkatimiz,
bu soruna ilişkin görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği biçimde
yerine getirmeğe yöneliktir.
Büyük Ordunun kahraman
genç subayı ve Cumhuriyet’in idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi
Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, yaşama gücünü tazelemiş ve güçlendirmiş
olacaktır.”
Başbakan İsmet Paşa da
aşağıdaki mesajı yayımlamıştır:
“Kubilay Devrim
uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına kuvvet hesabı yapmayan
bir İdealist Vatanseverin örneğidir.
Kubilay, millet
yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna
bir abidesidir.”
Büyük
Millet Meclisi’nin 1 Ocak 1931’de yaptığı toplantıda; Başbakan İsmet Paşa,
olayı; “Yüzyıllardır dini politikaya alet eden tüm faaliyetlerin bir tekrarı”
olarak niteliyor ve “Bu zavallılar laikliğe karşı gelerek, şeriat
istemektedirler. Gerçekte ise yitirdikleri çıkarlarını istiyorlar” diyordu.
7 Ocakta Çankaya’da
Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında yapılan toplantıda; “OLAYIN GERİCİ
NİTELİKTE, düzenli ve siyasi olduğu görüşüne varılmıştır.
Olaydan
sonra: Manisa, Balıkesir ve Menemen’de sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Soruşturmalar,
Derviş Mehmet ve onu yönlendiren Laz İsmail Hocanın, İstanbul’da bulunan
Nakşibendî Şeyhleriyle bağlantısını ortaya çıkardı.
Nakşibendî
Şeyhi Hoca Esat, şeyh Halit, Hoca Saffet ve Hoca Esat’ın oğlu Mehmet Ali’nin
ayaklanmanın hazırlanmasında başrolü oynadıkları anlaşıldı.
General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan; Sıkıyönetim Harp Divanı 2200
sanığı “sorguladı”. 105 kişiyi de “YARGILADI”.
Bu sanıklardan
kimileri beraat etti. Kimileri değişik cezalar aldı.
37 kişiye idam; (bunlardan beşine yaşlılıktan ötürü 15–24 yıl hapis, birine
TBMM kararı ile iki yıl hapis verildi, idamlıklardan ikisi de eceli ile öldü.)
13 kişiye üç yıl adi hapis, 10 kişiye bir yıl hapis, 7 kişiye 15 yıl ağır
hapis,1 kişiye şeyhlikten üç yıl hapis, 10 kişiye şeyhlikten üç yıl hapis, 27
kişiye beraat kararı verildi.
Kutup-ul ak tap (Kutupların kutbu) olarak anılan Hoca Esat duruşmalar sırasında
tutuk evinde öldü.
Başlarında Hoca Saffet, Şeyh Halit, Mehmet Ali ve Laz İsmail’in bulunduğu yirmi
dokuz kişi Kubilay’ın şehit edildiği yerde idam edildi.
Olay yeri olarak
Menemenin seçilmesinin özel bir nedeni var mıdır bilinmez. Ancak bilinen şudur:
Manisa’da bir Tümen, Balıkesir’de bir Kolordu yine İzmir’de bir Kolordu
bulunmaktadır. Yani bir isyan için ya da isyanın başarısı için risklidir.
Menemen’de bir Alay var. Bu Alayın da iç güvenlik konusunda ne kadar duyarlı
olduğu bir Yedek Subay komutasında birlik görevlendirmesi ile anlaşılmakta.
İç Güvenlik birlikleri
de günlerce süren isyan hazırlığını öğrenmekte ve önlem almakta acze düşmüştür.
O günkü Menemen Halkını: genel yapısı ile tutucu, cahil, rejim konusunda
duyarsız, menfi propagandaya açık olarak değerlendirmek mümkündür.
Ve
bu halkın büyük çoğunluğu da Mübadele de Girit'ten gelmiş, yılgın, şaşkın,
Milli duyguları gelişmemiş, birçoğu Türkçe bile konuşamıyor.
Ayrıca, Menemen; olay sonrasında kaçış için kara ve deniz ulaşım merkezlerine
yakın olduğu için de seçilmiş olabilir.
Bu gerici olayın
başlangıç aşamasında; Manisa ve Menemen Güvenlik Güçlerinin durumu kavrayıp,
gerekli önlemleri almaması, ayaklanma girişimini bastırmak üzere, askeri
deneyimi yeteli olmayan bir yedek subayın ve yine eğitimsiz ve donatımsız bir
birliğin görevlendirilmesi hatadır.
Gelişmeleri dört jandarma eri ile birlikte Hükümet konağında izleyen Jandarma
Komutanının, seyirci kalışı ve Olay sırasında, Kubilay’ın birliğindeki
Askerlerinin kaçışması da üzücüdür.
Açıkça
bilinmektedir ki; Şeyh Sait isyanı da Menemen olayı da Nakşibendî şeyhlerinin
eseridir.
Bu şeyhler; “Sade
dindarlar” olmayıp, otorite sahibi, varlıklı ve eli silah tutan kimselerdir.
Hedefleri; İslam Devleti kurmak, araçları da önce propaganda, sonra da
“CİHAT”TIR. Bu hedefe ulaşmak için başvurmayacakları yöntem, iş birliği
yapmayacakları kimse yoktur.
Propagandalarında işledikleri başlıca temalar; “DİN ELDEN GİDİYOR” söylemi ve
başta Abdülhamit olmak üzere Osmanlı Hanedanlığına övgü ve kadının yeni
statüsünü yerme, Cumhuriyet düşmanlığı, Mustafa Kemal Paşaya ve Cumhuriyetin
Bekçilerine küfürdür.
Cihat
aşamasında ise halkı birbirine kırdırmaktan, “gâvur” dedikleri kişilerle
işbirliği yapmaktan çekinmezler.
Nakşibendî
Şeyhlerinin bir başka özelliği de dünya nimetlerine düşkünlükleridir.
İşlerini sağlam
tutmuşlardır. Nüfuzlarını yalnızca “GELENEĞE” değil, aynı zamanda paraya da
dayandırmışlardır. Paranın iktidar demek olduğunu iyi bilirler, mürit hediyesi,
evlenme ve ticaret gibi zengin olmak yollarını çok iyi uygularlar. Ayrıca bu
işe bir dünya makamı kapabilmek için girmişlerdir.
Şeyhler
Siyasi hedeflerini gerçekleştirmek faaliyetlerinde yalnız da değildirler.
Siyasiler ve bir takım aydınlar hatta bir takım bilim adamları arasında
bilinçli ya da bilinçsiz kışkırtıcıları ve destekleyicileri hep olmuştur.
15 Temmuz'a giden süreçte gördük ki cemaatler, Devlet erkini, Yargıyı,
Emniyet Teşkilatını ve Türk Silahlı Kuvvetlerini militanca kullanabilecek
örgütlenme yapabilmişlerdir.
İzninizle; irtica konusuna açıklık
getirmek için, Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün TBMM’de yaptığı konuşmayı aktarmak
istiyorum:
“İrtica-
Gericilik- fitne- Siyasal İslam: Yaşamı geri götüren, güzel her şeyi
tahribe yönelen, şer unsurudur.
İrtica:
her iyi, güzel ve yararlı şeyin karşısına çıkan güçtür.
Dinin
ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır.
Kurtuluş Savaşı belgeleri iyi incelendiğinde düzgün bir İRTİCA tanımını bulmak
mümkündür.
İrtica,
tarihte hep Hıristiyan- Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir.
Günümüzde daha çok “Siyasal İslam” unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkartılan
İrtica, tarihi boyunca, itibarı, desteği, alkışı Müslümanlardan almış; ama
hizmeti bilerek ya da bilmeyerek bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir.
Ne
ilginçtir ki İslam’ın ana kaynağı KUR’AN İrticaı, ehli kitap aleyhine işleyen
bir FİTNE olarak tanımlamıştır.
Unutmayalım
ki; Kurtuluş Savaşımız temelde iki düşmana karşı verilmiştir: BİRİ VATANSIZLAR
DİĞERİ DE İMANSIZLAR.
Gericilerin
temel karakterleri İŞBİRLİKÇİ oluşlarıdır. Halkın manevi duygularını sömürerek
çıkar sağlarlar. Emirleri ve icazetleri Emperyalistlerden alırlar. Dün
söylediklerini bugün inkâr ederler.
Bugün de; 1919–1923 döneminin
rövanşını almak isterler.
Bu kavga Aydınlıkla
karanlığın kavgasıdır. Tüm aydınlanma tarihimizde bu kavgada iki çizgi
görülür; Halkın egemenliği ve bağımsızlığı için çalışan ilericilerle,
halkını kul- köle gören gericiler.
Bu
ülkenin İlericiler güçlerini halktan alırlar, Mustafa Kemal gibi.
Bu ülkenin gericileri güçlerini
dışarıdan alırlar: Vahdettin, Damat Ferit Şeyh Sait ve günümüzdeki uzantıları
gibi.”
Yaşar Nuri Hocamızı bu
gerçekçi saptamalarından ötürü; rahmetle anıyorum...
Ünlü
Tarihçi İlber ORTAYLI diyor ki:
“Yunanistan da din
adamlarının çoğu Yunan Milliyetçisi, Rusya’da din adamlarının çoğu Rus
Milliyetçisi, Ermenistan’da din adamlarının çoğu Ermeni Milliyetçisi, ama Türkiye’deki din adamlarının çoğu Türklük düşmanı!
İşte
Türk Milletinin önemli sorunu budur.”.
Demokrasinin
özünde, Teokratik düşüncenin tutsağı olmayan bir yurttaş varsayımı yatar; eğer
buna ulaşamamışsanız, eğer aydınlanma düşüncesini yurttaşların zihinlerine
yerleştirememişseniz, onlarla demokrasiye ulaşma olanağı yoktur.
Demokrasinin
öngördüğü, var saydığı yurttaş, kendisini, bir aşiretin bir kabilenin, bir
cemaatin, bir inanç grubunun, bir inanç alt kimliğinin, bir etnik alt
kimliğinin parçası sayma tutsaklığını aşmış olan insandır.
Bir ülkenin, tüm
yurttaşları ve siyasi oluşumları, o ülkenin devlet şekline ve rejiminin
ilkelerine sadık olmak ve onları kabul etmek zorundadır.
Dünyanın
tüm gelişmiş ülkelerinde de bu böyledir.
Hiçbir
rejim, kendisini yıkma amacı güden bir düşünce ve eyleme izin vermez.
Menemen Olayının ardından, Menemen’de Devrim
Şehidi iki Bekçi ve Kubilay adına bir anıt dikildi.
Anıtın
üzerinde şöyle bir yazı var: “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktığı
emanetin bekçileriyiz.”
BİZ DE BEKÇİLERİYİZ...
Necip Fazıl KISAKÜREK’İN
dediği gibi; “İrtica yatağımızın başucundaki suya karıştırılan bir zehirdir.
Kubilay’ın katili Derviş Mehmet’in Menemen kapılarına sokuluşu gibi uykumuzu
bekler ve ayaklarının ucuna basa basa gelir”.
“Sinsi sinsi deliğine çekilen yılan, şöyle ıslık çalıyor: Bana tabii ömrün ne
kadarsa burada geber diye delik gösterdin ben bu delikte duramıyorum. Beni
taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü yele vermedikçe, sana rahat haram
olsun.”
Aradan
88 yıl geçmesine rağmen, yılanın başı hala ezilmedi.
Sayın
Emin ÇÖLAŞAN’IN bir yazısında belirttiği gibi: ”Yılan pusuda bekliyor, bazen de
ülkeyi yönetiyor.”
Görüldüğü
gibi; bu olay, çok büyük bir kitle hareketi, bir toplu isyan değildir. Halkın
büyük çoğunluğu bu olaylara hiç karışmamıştır. Karışan suçlular da yargılanarak
en ağır cezalara çarptırılmıştır. Zaten bu kişilerin büyük bir bölümü de
Menemenli değildir. Eylemi başlatanlar da o sabah Menemen dışında gelmişlerdir.
Menemen
olayı hazırlayıcılarının ölümle cezalandırılmaları Nakşibendîleri sindirmedi.
Olaydan
üç yıl sonra Kazanlı İbrahim ve yandaşları, Bursa da “Türkçe ezan”ı protesto
ederek “ŞERİAT İSTERİZ” bağırtıları ile yürüyüş yaptılar. Yürüyüşe Bursa
halkının önemli bir bölümü de katıldı.
Bu
olay sonrasında; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa da yaptığı
konuşmayı tüm Yurtseverlerin özümseyerek okuması gerek…
1935’te
Siirt’te Şeyh Halit ve Oğlu Abdulkuddüs şeriat adına bir ayaklanma girişiminde
bulundular.
1936’da İskilip’te Ahmet KALAYCI, yeni bir din sistemi ortaya koyduğunu ileri
sürerek olay çıkarttı.
Tüm bu faaliyetler iktidarın sert ve kesin tutumuyla en şiddetli bir biçimde
bastırıldı.
Bundan
sonra da irtica yılanı pusuya yattı.
1950
yılına değin şeriatçılar yuvalarından çıkamadılar.
Ancak; Demokrat Parti iktidarı ile birlikte;
yuvalarından çıktılar ve İKTİDARA ORTAK OLMAYA BAŞLADILAR...
Son
yıllarda tanığı olduğumuz olayları gördükçe İrtica bitmiştir, SİYASAL İSLAM
tehlike olmaktan çıkmıştır diyebilir miyiz...
2007
yılında Bir kumpas olarak başlatılan, Türk Silahlı Kuvvetinin Atatürkçü
yapısını, Atatürkçü Subayları ve Atatürkçü Aydınları hedef alan Ergenekon,
Balyoz ve benzeri davaların İrticai bir kalkışma olmadığını söylemek mümkün mü?
Hatta
17/ 25 Aralık soruşturmaları hukuki bir gerekçeye dayandırılsa da; ŞERİAT
DÜZENİNİ AMAÇLAMADIĞINI VE CUMHURİYET Rejimini ele geçirmeyi hedeflemediğini
söyleyebilir miyiz?
15
Temmuz Hain Darbe girişimi; Demokratik Laik Cumhuriyet Rejimini yıkma ve yeni bir
İslami düzen kurama amacına yönelik GERİCİ BİR KALKIŞMA DEĞİL MİDİR?
Nakşibendî tarikatı
mensuplarının ATATÜRK’E karşı tavrını anlamak için Menemen olayı ve benzeri
denemeleri unutmamak gerekir.
“Menemen
olayı ve Kubilay” olarak tarihe geçen bu olayın izleri toplumsal bellekten hiç
silinmemiştir.
Ancak ne yazık ki TÜRK DEVRİM TARİHİ DERS KİTAPLARINDAN, MENEME OLAYI VE
KUBİLAY” konusunun çıkartıldığını duyuyoruz.
Menemen olayı ve Kubilay, asla unutulmaması ve unutturulmaması gereken bir
vahşettir.
Türkiye’yi
tarihin kör karanlıklarına geri götürmek isteyen tüm irticai hareketlerin,
dinci ve dinsiz yobazların, geçmişte olduğu gibi bugün de var olduklarını ve
gelecekte de var olacaklarını Türk Milleti aklından çıkarmamalıdır.
Laik Cumhuriyetimize, Atatürk’ümüze, Türk Silahlı Kuvvetlerimize, hurafelerden
arındırılmış Dinimize, kısacası ülkemize sahip çıkmalıyız.
Evet;
aydınlık ülkenin aydınlık insanları; “durumu” bilelim ve görevimizi yapalım
Özellikle de Atamızın Laiklik ilkesine sahip çıkalım.
Laikliğin
bir yaşam biçimi, insanca bir yaşam biçimi olduğunu, Türklerin Müslüman olmadan
önce de laik bir düzen içinde yaşadıklarını, başka ulusların ve Türklerin
tarihinde; dini kavramların, dini kişilerin, dini anlayışların egemen olduğu
dönemlerde; toplumların neler çektiği ne mücadelelerle karşı karşıya kaldığını,
nice acılar yaşadığını anımsayalım.
Laiklik,
“Toplumun Çağdaş olması” ve “Kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olması”
esasına dayanır.
Bu
temel felsefeyi özümseyen Büyük Atatürk, bireyin; üzerindeki dini baskılardan
kurtarılarak, özgür olmasını ve yaratıcı gücünü; ülke ve insanlık yararına
kullanmasını sağlayacak yapısal dönüşümü gerçekleştirmiştir.
Kimilerince
öcü gibi algılanan LAİKLİK, işte bu yapısal dönüşümün ruhudur.
Dini
baskılardan kurtarılma yalnız “bireysel özgürleşme” için değil, bütün bir dünya
yaşamı için gereklidir. Hatta kadın-erkek eşitliği için de gereklidir.
Ve artık bu yaşamda;
dünya sorunları; akılla ve bilimle çözülecektir.
Böylece; laiklik
sıradan bir “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, yaşama,
akılcı ve bilimsel bakışı egemen kılmaktır. Çağdaş yurttaşlar yetiştirmenin
yolu da budur. “Aklı önemsemek, eleştirel düşünmek ve giderek doğmalara,
kalıplaşmalara karşı çıkmaktır.”
Aydınlanma
devriminin hedefi de budur.
Devrim şehidi Kubilay’ın ardından “O Devrim için, O Devrimi ilerletmek için”
nice Kubilaylar şehit verdik, veriyoruz.
Bir
simge insanıdır Kubilay; inandığı devrim uğruna gerici yığınların üstüne
yürümenin unutulmaz örneğidir.
Kubilay bir anıt insan
olarak kuşakların belleğinde kalacaktır.
Şeyh Sait isyanı,
Menemen olayı ve diğer gerici ayaklanmaların benzer ve ortak nedenlerine de
bakmak gerekmektedir.
Siyasal İslam
hedefinde odaklanmış, kökten dinci akımların, tempolarını
yükselttiklerini, hedeflerini genişlettiklerini fark etmemek olanaksızdır.
Tablo budur ve çok
vahimdir.
Gericilerin
Ortak hedefi; Cumhuriyeti yıkarak “Dine dayalı” bir devlet kurmaktır.
Cumhuriyetin
“Egemenlik ulusundur, felsefesini yıkarak, “Egemenlik Allah’ındır” felsefesini
yerleştirmeye çalışmaktadırlar.
Allah;
egemenlik hakkını bizzat kullanamayacağına göre “Tarikat ehli” olanlar;
egemenliği de Allah adına, “SEÇİMSİZ VE DENETİMSİZ” olarak kullanacaklardır.
“Halk
İradesi”nin” egemenliği, laisizmi getirir. Laisizm, insanlığın “olmazsa
olmazı”dır. O olmayınca da; insan, insan olamaz.
Şeyh Sait ayaklanması,
Menemen olayı ve benzerleri...
Atatürk böyle bir
Türkiye’de yola çıkmıştı.
Arkasında; tüm
aymazlık, sapma ve ihanetlere karşın, ayakları üzerinde durabilen bir
Cumhuriyet bıraktı.
Ve bunu; Çağdaş bir
eğitimi genelleştirerek ve Çağdışı başkaldırılara karşı ödünsüz davranarak
başardı.
Çözüm, yine eğitimi
düzeltmekten ve yine çağdışı güçlerin cüretlerini kırmaktan geçiyor.
Kubilaylar
unutulmamalı.
Eğer unutulmasaydı...
Maraş, Çorum, Sivas, Sincan olayları ve Danıştay katliamı yaşanmazdı.
Ergenekon Ve benzeri
kumpas davaları yaşanmazdı.
15 Temmuz Gerici
Kalkışması yaşanmazdı...
Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu,
Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Mustafa Özbilgin gibi
Vatanseverler aramızda olurdu.
Ergenekon Kumpası ve
15 Temmuz kalkışması yüzünden yaşamını yitirenler de aramızda olurdu...
Devrim şehitleri,
KUBİLAY İLE BEKÇİLER; ŞEVKİ VE HASAN BEYLERİN katledilişlerinin 88. Yıl
dönümünde manevi anıları önünde
saygıyla eğiliyorum ve diyorum ki:
Menemen olayı ve
Kubilay’ı anma günü tüm kendini bilenler için bir fırsattır.
KUBİLAYLARI
unutturmamanın fırsatıdır.
Karanlık Güçlerin
Cüretlerini Kırmanın fırsatıdır.
İRTİCA’YI tehdit ve
tehlike olarak görmeyenler, DİN SÖMÜRÜSÜ İLE TİCARİ VE SİYASİ RANT SAĞLAMAYA
ÇALIŞANLAR, İSLAMİYET’E DE BU ÜLKEYE DE TÜRK MİLLETİNE DE EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ
YAPMAKTADIRLAR…
Saygılarımla...
Ahmet Avcı
İZMİR
21 ARALIK 2018