TÜRK BÜYÜK TAARRUZU (26 AĞUSTOS
1922)
VE BÜYÜK ZAFER (30 AĞUSTOS 1922)
“Türk
Kurtuluş Savaşı bir Vatan yaratmak, Bir Millet oluşturmak için yapıldı;
Ulusu cemaatlere, etnik gruplara ayırmak için değil.”
19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan
Türk Milli Mücadelesinin kesin sonuç alıcı duruma gelmesi kolay olmamıştır…
Özetle; 1914 yılında başlayan
Birinci Dünya Savaşı; Çanakkale Muharebelerindeki üstün başarı ve diğer
cephelerdeki azimli direnişe karşın; 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros
Ateş kes antlaşmasıyla; Osmanlı Devleti kesin yenilgiyi kabul etmiştir…
Antlaşma hükümleri gereği;
topraklarımızın çoğu ve nüfusumuzun önemli bir bölümü, sınırlarımız dışında
kalmış, ordumuz terhis edilmiş, ülkemiz işgal edilmeye başlanmış, Osmanlı Padişahı
da tahtını kurtarmak derdine düşmüş ve kendisini İngiltere’nin insafına terk
etmişti…
Mustafa Kemal Paşa, öncülüğünde başlayan
Milli Mücadele; Amasya Genelgesin de; gerekçe, hedef ve amaç ortaya konulmuştur…
Erzurum ve Sivas Kongreleri ile
Mücadele Millete mal edilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı ile de
bir devlet yapısı içinde kurtuluş ve kuruluş mücadelesi yürütülmüştür…
Öncelikle; Doğu’da Ermeni işgali
ve sorunu çözülmüş ve asıl işgalci güç olan Yunan cephesine dönülmüştür..
Birinci ve İkinci İnönü
zaferlerinden sonra; Yunan Genel Taarruzu Sakarya önlerinde durdurulmuş ve
Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) ile de Yunan Ordusunun taarruz gücü hepten yok
edilmiştir…
Sakarya Muharebesinden
sonra, Yunan ordusunun hazırlık yapmasına fırsat vermeden taarruz yapılması
istenmiş, ancak ordunun buna hazır olmayışı yüzünden vazgeçilmişti. Sonra da
yağışların başlaması, nedeni ile ertelenmişti. Ancak her an taarruz
yapılacakmış gibi hazırlık yapıldı.
Yaşamı boyunca hiç başarısız olmamış, savaşlar içinde yetişmiş olan Mustafa
Kemal Paşa; üstün askeri ve siyasi strateji zekâsına ve bilgisine, üstün
seziş-inisiyatif yeteneklerine sahip bir komutandı.
Kesin sonuç alıcı bir “imha” savaşına hazırlanmak için zamana ve ordunun
en az 200 000 kişilik bir silahlı güce ihtiyacı vardı.
Yüzlerce top ve makineli tüfek, bu silahlar için milyonlarca mermi ve binlerce
ton tutan bu savaş malzemelerinin sağlanması ve cepheye taşınması, ayrıca
ordunun subay ve komutan ihtiyacının karşılanması gerekiyordu. Silah ve
cephanenin yanı sıra; yiyecek giyecek, hastahane doktor ve ilaç ta gerekli idi.
13 Eylül 1921’de
Seferberlik ilan edildiğinden ordunun er ihtiyacı büyük ölçüde karşılanmıştı.
Hazırlıklar sürerken; TBMM içinde Mustafa Kemal’e karşı olanlar yine saldırılara,
halkın ve ordunun moralini bozucu eleştirilere başlamışlardı. Halk ise uzun
savaş yılları boyunca varını yoğunu ortaya koymuştu ve perişan durumda idi.
Başkomutan, kesin sonuca ve düşmanı vatan topraklarında yok edecek, başarıya
ulaşmak için; Millet’i, TBMM’Nİ
ve Ordu’yu savaşa hazırlamak ve “Türkiye’nin düşünen kafalarını tümüyle yeni
bir inançla donatmak, tüm ulusa sağlam bir ruh vermek” gerektiğini biliyor ve
bu yolda çalışıyordu.
Bu hazırlık döneminde cephe sakin, ancak cephe gerisi çetin mücadeleler ve
hazırlıkla geçti.
Halk, Milli Mücadelenin başlangıcında; Padişah ve İstanbul Hükümetlerinin
etkisinde kalmış, TBMM’nin otoritesine girmemek için bazı yerlerde direnmişti.
Milli Mücadelenin gücü her geçen gün arttı. Birinci Dünya Savaşında perişan
hale gelen bu halk, Sakarya Zaferinden sonra Mustafa Kemal’e büyük bir inançla
bağlandı. Ordunun hazırlanması için varını yoğunu ortaya koydu.
Ordunun komuta heyeti;
uzun savaş yıllarında yetişmiş, deneyimli komutanlardan oluşuyordu. Yeni
katılanlarla ordunun mevcudu 200 bine ulaştı. Yiyecek, giyecek ve donatım
yeterli düzeye getirildi.
Birkaç meydan savaşı yapılaması olasılığı düşünülerek, hazırlıklar yapıldı.
Türk Ordusu; vatan topraklarını kurtarmak için Başkomutanının emrini beklemeğe
başladı.
Sakarya savaşından sonra,
Yunanlılar, Afyon-Eskişehir çizgisinde kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular.
Bu mevzileri gören bir İngiliz kurmayı, ”Türkler bu mevzileri dört beş ayda
işgal ederlerse, bir günde başardıklarını iddia edebilirler” demişti. Bu
cepheyi böylesine güçlendiren Yunanlılar, öte yandan da İtalyanların boşalttığı
Söke ve Kuşadası’nı 21 -30 Nisan 1922’de işgal ettiler.
Bu davranışları ile Anadolu’da kalmaya kararlı olduklarını gösteriyorlardı. Ege
Bölgesinin Rumlarını da silâhaltına alarak, birlikler oluşturuyorlardı.
Türkiye’ye gözdağı vermek, Yunan halkının moralini yükseltmek ve Türklerce esir
alınan,”Enosis" adlı geminin intikamını almak için 7 Haziran 1922’de,
Samsun’u bombaladılar.
5 Haziran da yunan ordusunun başına, Lloyd George’un “bir çeşit deli “ dediği
Hacı Anesti’nin getirilmesi ile Yunanlılar; Trakya ve Anadolu’da sivil halka
karşı baskı ve katliama giriştiler.
Sakarya yenilgisi, Yunanistan iç işlerinin karışıklığı, Ordusunun moralinin
kötü oluşu, İngiltere’nin maddi yardımı kesmesi, Yunanistan’ın sonunda
Anadolu’yu boşaltmak zorunda kalacağını gösteriyordu.
Gerekli plan ve hazırlıklar özenle
yapılarak, Meclisteki muhalifler ve kötü niyetlilere de gereken dersler
verilerek, 6 Ağustos 1922’de birliklere; taarruza hazırlık” emri verilmiştir.
Mustafa Kemal; 20 Ağustos’ta; Akşehir’de
ki komuta yerinde, İsmet ve Fevzi paşalarla buluşarak planları gözden
geçirmiştir.
Plan; Yunan birliklerini, beklenmedik bir
baskınla, çevirme ve yok etme taktiğine göre düzenlenmiştir.
Türk ve Yunan ordularının savaş güçleri
şöyle idi:
Türk Ordusu: 186.000 Personel, 98.956
Tüfek, 839 Ağır makineli tüfek, 2025 Hafif makineli tüfek. 323 Top, 5286 kılıç,
10 Uçak, 5386 Süvari…
Yunan ordusu: 195.000 personel, 130.000
Tüfek, 1002 Ağır makineli tüfek, 344 Top, 3.000 kılıç, 50 Uçak, 1.300 Süvari.
Büyük Taarruzda Batı Cephesi Komutanları:
Batı Cephesi Komutanı: İsmet Paşa
Birinci Ordu Komutanı: Nurettin Paşa
(Sakallı Nurettin)
İkinci Ordu Komutanı: Yakup Şevki Paşa
(Orgeneral Yakup Şevki Subaşı)
Büyük Taarruz 26 Ağustos’ta saat 05.30 da
Türk topçularının; Yunan mevzilerini hedef alan atışı ile başladı.
Türk Ordusu: Düşmanı imha ederek,
Anadolu’yu Yunan işgalinden kurtarmak amacıyla taarruz ediyordu…
Yunan ordusu: Bulundukları bölgeleri
savunarak, en azından ellerindeki Anadolu topraklarını korumayı amaçlıyordu…
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa,
Kocatepe’de ordusunun başındadır. Taarruzun ilk iki gününde Afyonun güneyinde; 100
km. Doğusunda 30 kilometrelik, Yunan cepheleri çökertilmiştir. Yunanlıların en
güçlü birlikleri, Aslıhanlar yöresinde çevrilmiş, 30 Ağustos günü de
Başkomutanın doğrudan yönettiği muharebe sonunda düşmanın en güçlü birlikleri
yok edilmiştir.
Bu muharebeler, Dumlupınar Muharebeleri
olarak adlandırılmıştır. 30 Ağustos günkü Başkomutanın doğrudan yönettiği ve
düşman birliklerinin yok edilmesiyle sonuçlanan muharebeye de “Başkomutanlık
Meydan Muharebesi“ denilmiştir.
Düşman artık, dağınık, perişan ve bozgun
halinde kaçmaktadır. Ertesi gün yani 31 Ağustos’ta; Başkomutan cepheyi, düşman
durumunu bir kez daha değerlendirip, gözlemledikten sonra, kesin ve son emrini
vermiştir:
“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AK DENİZDİR,
İLERİ.”
Artık düşman geçtiği yerleri yakıp yıkarak
ve sivil halkı katlederek İzmir’e doğru kaçmakta ve ordularımız onları
kovalamaktadır.
1 Eylül 1922’de Yunan Başkomutanı Trikopis
Uşak’ta esir alınmıştır. Uşakta, 2 Eylül’de Mustafa Kemal’in huzuruna
çıkartılan Trikopis Yunan Orduları Başkomutanlığına atandığını Mustafa
Kemal’den öğrenir. Türk Başkomutanı, Yunan Başkomutanına dostça davranmış ona
ikramlarda bulunmuştur. ”Sağlık haberinin İstanbul’da bulunan ailesine
bildirilmesi” dileği de yerine getirilir.
Mustafa Kemal, 26 Ağustosta başlayan
savaşları; Zafere kadar, küçük, önemsiz, çatışmalar olarak bildirir ve açıklar.
Nedeni de; Yunan Ordusunu yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin girişimine fırsat
vermemektir.
Yine de, itilaf Devletleri, İstanbul’dan
Ankara’ya başvurarak, ateşkes önerisinde bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerin
görüşme isteyen Konsoloslarına, 9 Eylül’de Nif’te randevu vermiştir. Mustafa
Kemal Paşa, gerçekten 9 Eylül’de NİF’E (Kemalpaşa) varmış, ancak görüşme
talebinde bulunanların hiç birini bulamamıştır.
Yunanlılar kaçarken Türk birlikleri de
İşgal altındaki yerlere peş peşe girdiler. Gediz, Uşak, Eşme, Salihli,
Kula, Manisa, Aydın ve Nif kurtarıldı.
9 Eylülde Türk birlikleri İzmir’e girdi. Ertesi gün de Başkomutan
İzmir’de olacaktır.
Kuzey’de
ise, Eskişehir-Bursa yönüne ilerleyen birliklerimiz, bu iki bölgeyi de kısa
sürede düşmandan temizledi.
10
Eylül’de Bursa Düşmandan kurtarıldı. Tutsak edilenler dışında, kaçabilen düşman
askerleri, Bandırma’dan ve Kapıdağı yarımadasından gemilere binerek, perişan
durumda yurdumuzu terk ettiler.
18
Eylül 1922’de Batı Anadolu’da hiçbir Yunan askeri kalmamıştı. Bu büyük
temizleme harekâtından sonra, birliklerimizin bir bölümü, İzmit’ten İstanbul
yönüne, bir bölümü de Çanakkale’ye yaklaştı. Burada bulunan İngiliz birlikleri
ile karşı karşıya gelindi.
Türk
Ordusunun 26 Ağustos’ta başlayan taarruzu, böylece 15–20 gün gibi kısa bir
sürede 200.000 kişilik Yunan Ordusunun yok edilmesi ve Batı Anadolu’nun tüm
olarak temizlenmesi ile sonuçlanmıştı.
Böyle
bir zafer dünya tarihinde çok ender görülen bir olaydır.
Bundan sonrası artık görüşmeler, ateşkesler, barış konferansları ve
anlaşmalarla geçecek, diplomatik ilişkiler içinde sorunlara yaklaşılacaktır.
Büyük
Taarruz ve bu taarruzun ”hedefine” ulaşıncaya dek, geçen çok kısa süre
içerisinde, yer alan muharebeler, kolay yapılmamıştır. Bu muharebelerde tüm
Ulusun nesi varsa, yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine, malından, canına
kadar, tüm varlığı savaş için ortaya konmuştur.
Bu
savaşta, Generaller, Subaylar ve Erler, yurt görevinin en büyük ve en anlamlı
örneğini vermiş, bağımsız olmanın özgür yaşamanın “BEDELİNİ” canlarıyla
ödemişlerdir.
Bağımsızlık savaşında; Başkomutan’ın, Cephe Komutanının verdiği emrin
belirlenen sürede yerine getirilememesinin; bir subayın ruhunda ve vicdanında,
öz benliğinde, neler yarattığını bilmek gerekir. Bu bilinirse, bağımsızlık
savaşının nasıl kazanıldığı, Büyük zaferin nasıl gerçekleştirildiği, tüm
kutsallığı ile ortaya çıkacaktır.
Tek
bir örnek bu savaşın kutsallığını kanıtlayacaktır: Büyük Taarruzun ikinci
gününde; bu muharebenin büyük yükünü üstlenen Tümen Komutanlarından, Albay
Reşat Beyin Tümenine; Çiğiltepe’nin ele geçirilmesi, düşmanın tepeden atılması
görevi verilmiş ve görevin belirlenen saatte sona erdirilmesi istenmiştir. Süre
dolmuş fakat tepe ele geçirilememiştir. Emrin yerine getirilememesi karşısında,
Tümen Komutanı Albay Reşat Bey’in kendisine verdiği ceza ”ölümdür”. Komutan
ölmüş ama geride kalan askerler bu tepeyi ele geçirerek Başkomutan’ın emrini
yerine getirmişlerdir.
Anadolu’nun Yunanlılardan temizlenmesinden sonra; sıra, Doğu Trakya ile
İstanbul ve Boğazlara gelmiştir.
Doğu
Trakya’da Yunan Birlikleri, Çanakkale ve İzmit’te; İngiliz birlikleri,
İstanbul’da İtilaf Devletleri birlikleri vardı.
Ege’deki Düşman temizlendikten sonra kuzey’e yönelen birliklerimiz; Çanakkale
Bölgesinde İngiliz birlikleri ile karşı karşıya gelmişlerdi. Bu birlikler
aşılmadan Trakya’ya geçmek olanaksızdı. Ancak başka bir gerçek de artık
Ordularımızın Muharebelerden yorgun düşmesi, İngilizlerle doğrudan başlatılacak
bir savaşın anlamsızlığıdır.
Onun
için Mustafa Kemal ve arkadaşları, bundan sonra kurtarılacak toprakların görüşmeler,
anlaşmalar yoluyla ülke topraklarına katılması yolunu izlemişlerdir.
İngilizler; Doğu Trakya’nın ve Boğazların Türkiye’ye bırakılmasını
istememektedir.
Ancak
bu konuda, Fransa ve İtalya, İngiltere’yi desteklememiş, askerlerini Çanakkale
ve İzmit’ten çekmişlerdir.
Sovyet Rusya’nın da İngiltere’ye karşı çıkması ile eski görüşlerinde
direnememiş ve barış görüşmelerine kapı aralanmıştır
Zaferin
Sonucu:
1. Batı Anadolu Yunan işgalinden
kurtarıldı.
2. Mudanya Ateşkes Antlaşması’na ortam
hazırladı.
3. Lozan Barış Antlaşmasına ortam yarattı.
4. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş
yolunu açtı.
Büyük
Taarruz, Kurtuluş Savaşının son silahlı mücadelesidir.
Yunan
Ordusunun, on beş gün içinde imhası ile sonuçlanan, ”Büyük Zafer” Başkomutan
Mustafa Kemal Paşa’nın büyük riski göze alarak, güçlü bir sıklet merkezi
yapmak, taarruzda baskını sağlamak, denk kuvvetle ateş üstünlüğüne sahip,
düşmana karşı, muharebede kesin sonuç yerini seçmek, doğru karar vermek, iç ve
dış siyaseti iyi yönetmek, Milleti ve Orduyu kaynaştırıp, savaşa hazırlamaktaki
üstün başarısı ile kazanılmıştır.
Türk
Ordusu, 4–5 ayda parçalanamaz denilen Yunan cephesini birkaç günde parçaladı.
15 günde 400 km. yol kat edildi 200 000 kişilik Yunan ordusu yok edildi.
Bu
büyük başarı; içte milli bütünlüğü ve güveni sağladı. Öldü sanılan Türk
Milletinin azmi, bu düşünceyi yıktı.
Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasını
hazırlaması bakımından büyük bir dayanaktı.
Tam
bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve Türk Devriminin güç kaynağı
oldu.
Sevr
Antlaşması ile “Doğu Sorunu”nu diledikleri gibi çözebileceklerini sanan İtilaf
Devletleri, Türkiye’nin gücünü ve Lozan’da “Doğu Sorunu’nun kapandığını kabul
ettiler.
Mustafa Kemal’in dediği gibi, ”Zaferler, amaçları ve sonuçlar bakımından önem
taşırlar.”
Tarihte meydan savaşları çok olmuştur. Fakat bunların çoğu aynı ölçüde büyük
sonuçlar getirmemiştir. Başkomutanlık Meydan Muharebesi, yalnız, düşman
ordularını denize dökmek ve ülkeyi kurtarmakla kalmamış, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşunu da sağlamıştır.
Mustafa Kemal; yıllar sonra BÜYÜK ZAFER’İ
şöyle değerlendirmiştir; Söylev: 2-495: ”Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış,
yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu savaşlar, Türk Ordusunun, Türk
subaylarının ve komutanlarının üstün niteliklerini ve yiğitliklerini tarihte
bir kez daha saptayan ulu bir yapıttır.”
Bu
yapıt Türk Ulusunun, Özgürlük ve Bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır.
Bilmeliyiz ki; Kurtuluş Savaşı bir Vatan
yaratmak, Bir Millet oluşturmak için yapıldı; Ulusu cemaatlere, etnik gruplara
ayırmak için değil.
30 AĞUSTOS ZAFER’İ; Türk’ün Türklüğün ve
Türkiye’nin Dünyaya mührünü vurmasıdır.
Tüm olumsuzluklara karşın, coşkusunu
yitirmeyen bir Bayram yaşayacağız.
Bu coşku; 30 AĞUSTOS Zaferi galibiyetinin
sevincinden çok; bu Zafer’in Dünya Barışına sağladığı katkıdan ötürüdür.
Ne yazık ki; Günümüzde bile, Dünya
Bankası, Uluslararası Para Fonu ve AVRUPA BİRLİĞİ ve ABD’nin tutum ve istekleri
Sevr Antlaşmasının hükümleri ile örtüşmektedir.
Yani Türkiye; ufaltılarak; siyasi, askeri
ve ekonomik bakımdan bağımlı hale getirilmek istenmektedir.
Falih Rıfkı ATAY’IN belirttiği gibi:
“Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet
kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak,
yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun (Arap’ın)
pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyorsak, bu topraklarda
ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi
30 Ağustos Zaferine borçluyuz...”
Bu duygularla 30 Ağustos Zaferi’nin
93’üncü yılını kutluyor; başta Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, tüm
Şehitlerimizi ve Gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyor, saygı ile
selamlıyorum.
Ahmet AVCI
İZMİR
17 AĞUSTOS 2015
KAYNAKLAR:
1. Anadolu İhtilalı- Sabahattin SELEK
2. Şu Çılgın Türkler- Turgut ÖZAKMAN
3. Ahmet MUMCU- Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
Tarihi
4. Harp Tarihi Yayınları-
Genelkurmay Başkanlığı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder