100. YILINDA ERMENİ TEHCİRİ
VE ERMENİ SORUNU
Emeni Tehciri ve Ermeni Soykırımı İddiası:
1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, kökleri Osmanlı İmparatorluğu
zamanından kalmış, eski bir takım olayların intikamını alıyormuş izlenimi veren
bir Ermeni Sorunu ile meşgul edilmiştir.
Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada, Avusturya, ABD gibi dış
ülkelerdeki üst düzey elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde
başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile yüz yüze geldiğimiz henüz
unutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki diplomatlarını hedef alan bu
terör olayı nereden kaynaklanmaktadır?
İddia edilen, daha doğrusu Ermenilerin iddiası şudur: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu, Orta ve Doğu Anadolu'da yerleşik Ermeni
nüfusu; yaşadıkları yerden kopartarak zorunlu göçe (tehcir) tabi tutmuş ve bir
ırkın bilinçli olarak yok edilmesini hedeflemiştir. Yani, Ermeniler üzerinde
soykırım uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve tazminat
ödemelidir.
Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver ve Talat Paşaları,
Berlin ve Tiflis'te yaptıkları suikastlarla öldürmüşlerdir. Buna rağmen egoları
tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya çıkıp kan dökmeye
başlamışlardır.
O halde NEDİR ERMENİ SORUNU?
Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmiş,
birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum nasıl olmuş da birbirinin canına
kasteden düşmanlar haline gelmiştir?
Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar zinciri aslında asırlardır
aynı toprakların üzerinde barış içinde yaşayan iki toplumun, bu topraklardan
çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine düşman edilmesidir.
Ermeniler Anadolu’ya gelişlerinde; Kafkasya’da Ve Anadolu’nun çeşitli
yörelerinde (VAN; BİTLİS; DİYARBAKIR VE TOROSLARIN GÜNEYİ) dağınık olarak
yaşamaktaydılar.
Ermeniler,
kendilerini, ”HAYK” ve ülkelerini “HAYATSAN” olarak adlandırırlar.
Ermeni ve Ermenistan sözcüklerinin nereden geldiği bilinmemekle birlikte,
COĞRAFİ bir yer adı olduğu değerlendirilmektedir.
Ermeni Egemenliği, Doğu Anadolu’da, Türkler Anadolu’ya gelmeden yani 1071
Tarihinden önce Bizanslarca; yaşayan son KİLİKYA Ermeni Krallığı da 13’üyüz
yılda Memluklular tarafından ortadan kaldırılmıştır.
“Bağımsız bir devlet kurdukları dönemler son derece kısa
olan” ve Anadolu’dan geçen tüm Fatihlere bu arada Osmanlılara da
boyun eğerek tabi olan Ermenilere; Osmanlı Devletince, 1461’de PATRİKLİK ve
1860’da da “Dini Milli ve sosyal” meselelerini görüşmek üzere, ”Ermeni Meclis-i
Umumi Millisi” adlı bir meclis kurma izini verilmiştir.
Anadolu’da
TÜRK BİRLİĞİNİN sağlanması ve Osmanlı Devletinin yükselmesi döneminde, bu
birliğin içerisinde, Ermenilere, Ruhani Cemaat yapıları da düzenlenerek yer
verilmiştir.
Osmanlı
Devletinin; Toprakları içerisinde yaşayan herkese sağladığı hoşgörü ve güven
ortamında özellikle, sanat ve ticaretle uğraşarak, ekonomik durumlarını
düzelten Ermeniler, özellikle 1821'de başlayan Rum isyanları sonrasında, devlet
kademelerinde daha fazla yer almaya başlamışlardır.
Tanzimat
Fermanı ile başlayan yeni dönemde devletin, hemen her kademesinde, başarı ve
sadakatle hizmet gören ve Osmanlı Kimliğini benimseyen Ermeniler, ”TEBA-I
SADIKA” (Sadık vatandaş) olarak adlandırılmışlardır.
Osmanlı‘da;
Ermenilerden, 29 Paşa, 22 bakan ve 33 milletvekili olduğu bilinmektedir.
Ancak
onlar, kendilerine gösterilen bu yakınlığı takdir edemediler ve 19’uncu yüzyıl
ortalarından sonra, Osmanlı Devletinin doğudaki toprakları üzerinde, BAĞIMSIZ
BİR ERMENİSTAN DEVLETİ kurma hayaline düştüler.
Bu emelleri bazı devletler ve kuruluşlarca da desteklendi.
Fransız Devrimi’nin en önemli ürünü olan, Milliyetçilik fikri, yurt dışında
öğrenim görmüş, Ermeniler arasında da yayılmıştır.
1829’da, Rus-İran Savaşında; İran’ın elinde bulunan ERİVAN Kentinin
Rusların eline geçmesi ile Çar 1. Nikola, ”Bu olay, Ermenilerin kurtuluş
günüdür” diyerek, Rus-Ermeni ilişkilerinin ilk adımını atmıştır.
1878’de (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, yenilen Osmanlı
Kuvvetleri, İstanbul Varoşlarına çekilirken, yabancı devletlerin özellikle de
İngiltere’nin yardımı ile Yeşilköy (Ayestefanos) önlerinde durdurulan Rus
Kuvvetleri ile yapılan Ayestefanos Antlaşması sırasında, İstanbul Ermeni
Patriği Nersis; Rus Komutanına başvurarak, ”DOĞU İLLERİNDE, RUS HİMAYESİNDE
ERMENİ DEVLETİNİN KURULMASINI TÜRKLERE KABUL
ETTİRMESİNİ” istemiştir.
Devamı olan 1878 Berlin Konferansında: ”Erzurum- Van-Bitlis-
Diyarbakır-Muş-Harput ve Sivas illerini kapsayacak bir Ermenistan kurulması”
önerisi, ilk resmi teklif oldu.
İstanbul Patriğinin sinsi sinsi çalışmaları ve Avrupa’nın desteği ile
aşağıdaki Dernekler kuruldu. Bunlar Avrupa’da ciddi ve yoğun propagandalar
yapmaya başladılar.
Bu Teşkilatlar:
1.
HINÇAK (Ermenice Çan sesi): Kurucusu; Nazarbek adlı bir Kafkas Ermeni’si.
2.
TAŞNAK (Bayrak) : Komitacı ayaklanmaları yapan bir dernek.
3.
RAMGAVAR.
HINÇAK, TAŞNAK VE RAMGAVAR adlı komitelerle Ermeniler, bağımsızlık için
Uluslar arası yardım sağlayarak, amaçlarına ulaşmak için her yolu denemişlerdir.
Bu doğrultu da Türk askeri kılığına girerek, kendi soydaşlarını katletmekten ve
Avrupa Kamuoyunun Hıristiyan hassasiyetini istismar etmekten çekinmemişlerdir.
İngiliz
ve Rusların Anadolu toprakları üzerindeki, emellerinin gerçekleştirilmesinde
kullanabilecekleri, düşüncesi ile destekledikleri, bu terör grupları; kendi
halkının huzur ve rahatını, adı geçen devletlerin emperyalist emellerine alet
etmişlerdir.
İlk
kez, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Rusların Yeşilköy (Ayestefanos)
anlaşmasına koydukları, iki madde ile uluslar arası platforma getirilen, ERMENİ
konusu, Berlin Antlaşması ile Rusların tekelinden çıkartılmıştır.
İngilizler
de; Rusların, Basra Körfezine inmesinde bir engel olarak, kullanmak
istedikleri, Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardır.
1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı ile ortaya çıkan ve Rus-İngiliz desteği ile gelişen ve “Doğu
Anadolu’da Islahat” projesi ile Osmanlı Devletinin dış baskılara uğramasına yol
açan sorun; görünüşte Ermenilerin, İNSAN HAKLARINDAN YARARLANMASINI sağlamak ve
çoğunluk oldukları iddia edilen yerlerde, bağımsız bir yönetim kurmalarını
sağlamaktır.
Bağımsızlık
konusunu; Rusya kendi topraklarındaki; Ermenilere kötü örnek olacağı için,
kabul etmezken, İngiltere desteklemiştir.
Abdülhamit’in, ”Ölürüm de Doğu Anadolu’yu devletten ayırmaya yol açacak bir
gelişmeye izin vermem” biçimindeki yaklaşımı, çeşitli girişimlere karşın,
Ermenilerin amaçlarına ulaşmasını engellemiştir.
Ermenilerin Gerçekleştirdiği Ayaklanmalar:
1. Erzurum Ayaklanması:1890
2. Zeytun Olayları
3. Sason Ayaklanması
4. Van Ayaklanması
5. Kumkapı Gösterileri
6. Osmanlı Bankası Baskını:27.8.1890
7. 2. Abdülhamit’te Suikast girişimi
Birinci
Dünya Savaşı, Ermenilere beklediği fırsatı vermiştir. Dört bir yana savaşa
giden orduların, boş bıraktığı Doğu Anadolu’da, Ermeniler, Rusya’nın da teşviki
ile Türklere saldırmaya başlamışlardır.
Andrew
MANGO’YA göre; ”Bu Savaş, Osmanlı-Rus sınırının her iki tarafında yaşayan, ama
büyük çoğunluğu huzur içinde yaşamlarını sürdürmek isteyen Ermeniler için
felaket olmuştu. Duyguları ve davranışları ne olursa olsun, çarpışmaların
başlamasından bir yıl sonra yüz binlercesi ölmüştü.”
Ermenilerin; Osmanlı Devletine karşı, Savaş içinde giriştiği faaliyetler:
a.
Türk Köylerini yakıp, halkı öldürmeyi sürdüren Ermeniler, Şubat 1915’te,
sistemli bir şekilde, Türk yerleşim yerlerini, işgale ve soykırıma
başlamışlardır.
b.
1915 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, yani Çanakkale’de çetin muharebeler
sürerken, Ermeni Çeteleri Rusların öncülüğünde, Van ve çevresini işgal edip,
geçici bir Ermeni hükümeti kurmuşlardır.
c.
Sivas Bölgesinde, yaklaşık 30 000 Ermeni, Ruslarla savaşan Türk Ordusunu
arkadan vurmak üzere hazırlanmıştır.
d.
15 000 Ermeni gönüllüsü, Rus ordusuna katılmıştır. Bir o kadarı da, Türk
topraklarında çetecilik faaliyetlerine girişmiştir.
e.
Ruslar da, Osmanlı Devletinden alacakları toprakları, Ermenilere vereceğini belirtmektedir.
Bu
gelişmeler üzerine, Osmanlı Devleti, tedbir alma gereğini duymuştur.
Esasen Rusya ile işbirliğinde olan Ermenilerin devlete karşı faaliyetleri,
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına girmeden önce de kontrol edilemez bir
biçimde gelişme içindeydi. Hatta Ağustos ayında, Kafkasya’daki Ermeniler ve
özellikle Komitecilerin- Kendilerine ayak bağı olacağı kaygısı ile- aile
bireylerini Erivan’a göndermeleri dikkat çekicidir. Yine bu dönemde bile
Ermenilerin her türlü taşkınlıklarına karşın, Türk Makamlarının serinkanlı ve
sabırlı davrandıkları görülmektedir. Osmanlı Devleti Savaşa girdikten sonra,
alınan önlemlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti, Ermenileri silahlandırıp devlet aleyhine kışkırtan ve
teşkilatlandıran komiteleri dağıtmak amacıyla, 24 Nisan 1915’te Vilayetlere ve
Mutasarrıflara, gizli bir emir göndermiş ve Ermeni Komite Merkezlerinin
kapatılması ve Komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir. (24 Nisan gününü
SOY KIRIM GÜNÜ olarak her yıl anmaları tarihin saptırılmasından başka bir şey
değildir.)
Ermenilerin ayrılıkçı ve Müslümanları katletmeye yönelik, terör olaylarını
durdurmaları yolunda, Osmanlı Hükümeti tarafından ileri sürülen, istekleri
reddetmeleri, üzerine, DERNEKLERİ kapatılmış, evraklarına el konulmuş, 2345
yönetici tutuklanmıştır.
Başkomutan Vekili Enver Paşa; 2 Mayıs 1915’te Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya
gönderdiği yazıda; Ermenilerin isyanlarını sürdürebilmek için, hazır ve toplu
halde bulunduklarını bildirmiş, İsyan çıkartılan bölgelerdeki ve Ermenilerin
isyan çıkartamayacak biçimde dağıtılmalarını istemiştir.
Ermeniler, kendilerine yapılan uyarılara karşın Van, Bitlis Vilayetleri ile
Şarkikarahisar ve Amasya şehirlerinde, ayaklanmışlardır. Bu ayaklanma Ordu ve
Hükümet aleyhinde olmakla kalmayıp, aynı zamanda Türk ve Müslüman halka
yönelikti.
Askerlik çağındaki Ermenilerin çoğu davete uymayarak saklanmış, bir bölümü
de orduya katıldıktan sonra silahlarıyla kaçarak köylerine dönmüşler ve tüm eli
silah tutanların orduya katılmasıyla savunmasız kalan savunmasız halka
saldırarak ırz, can ve mallarına zarar vermişler, köy ve mahalleleri yakıp
yıkmışlardır.
Bu sırada 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa, olayların önlenebilmesi için,
Ermenilerin tehcir edilmelerini teklif etmiştir.
Ermeni Terörü karşısında
Osmanlı Devletinin aldığı önlemler:
27
Mayıs 1915 Tarihinde, Osmanlı Hükümeti; İç güvenliğin ve Cephedeki Ordusunun
güvenliğini sağlamak için, ”GEÇİCİ KANUN” çıkarttı.
SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR).
(Unutmayalım ki: Bu kanunun çıkartıldığı Dönemde; Osmanlı Almanya ile
MÜTTEFİKTİR, DEVLET YÖNETİMİNDE DE, ORDUNUN YÖNETİMİNDE DE ALMANLAR
ETKİNDİR. Ve bu tarihte Osmanlı Genelkurmay Başkanı; Alman Generali
Bronsart von Schellendorf idi...)
Çanakkale Muharebelerinin en yoğun olduğu dönemde, Ordu, Kolordu, Tümen ve
Mevki komutanlarına şu yetkiler verilir:
1. Yurt savunması, asayişin korunması için; Hükümet emirlerine karşı
koyma, direnme ya da silahlı tecavüzde bulunarak, ayaklananlara karşı silah
kullanılacak.
2. Silahla direnenler imha edilecek.
3. Savaş sırasında, Casusluk ve benzer ihanetlerde bulunan köy ve
kasaba halkları da ayrı ayrı ya da topluca başka yerlere gönderilebilecek.
Burada devlet her hangi bir grubu kastetmemekte ve ülke güvenliği
amaçlanmaktadır.
Göç yeri olarak, Urfa, Musul, Deyrizor belirlenmiştir. (O dönemde Osmanlı
toprağı olan; Suriye ve Irak)
Göç ettirilecek Ermenilerin, ”Mallarını, canlarını korumak, yol boyunca ve
konaklamalarda, kollamak, iaşe ve ikmallerini sağlamak
sorumluluğu” Valilere verilmiştir.
Beraberlerinde götürülemeyen mallar, açık arttırma ile satılıp, bedeli
kendilerine verilecektir.
Göç edilen yeni bölgede; Ermenilere maddi durumları ile orantılı olarak,
yeni yerleşme bölgelerinde, emlak ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara; tohum,
sanatkârlara da; alet ve edevat verilmesi kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; 703 000 Ermeni yerlerinden alınıp, çeşitli yerlere iskân
edilmişlerdir.
Ermeniler ve onları kullanan Batılı Devletler, bu göç sırasında, Türklerin;
Ermenilerin yarısından fazlasını katlettikleri iddiasını ortaya atmışlardır.
Daha sonra da bu rakamı Bir buçuk milyon kişiye çıkartmışlardır. Oysa bu
yıllarda, Türk topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam sayısı, en iyimser
verilere göre bile; 1 280 000 dır.
Bu zorunlu göç sırasında, gerek askeri, gerekse ekonomik olanaksızlıklar,
zor iklim ve ulaşım koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden çok sayıda insan
ölmüştür.
Göç sırasında alınan tüm önlemlere karşın, sorumlu asker ve sivillerden,
Ermenilere kötü davrananların olması da olasıdır. Çünkü yörenin Türk halkının
ve yerel yöneticilerinin gözünde Ermenilerin yaptıkları İHANETTEN başka bir şey
değildir.
Savaşın başından sonuna dek, Ermeni kaybı; 200 000 dolayında
hesaplanmaktadır.
Osmanlı Hükümeti, kendi ordusunun harekâtında, gerekli önlem ve donatımı
alamadığı için, yalnızca Sarıkamış’ta, 63 000 askerini yitirmiş, Yurt içindeki
salgın hastalıkları da önleyememiştir.
Osmanlı Hükümeti göç sırasında, Ermenilere kötü davrandığını belirlediği,
1400 kişiyi çeşitli cezalara da çarptırmıştır.
Mütareke Döneminde; Tüm Osmanlı belgeleri, Batılı Devletlerin elinde olduğu
halde, Ermeni katliamını ispatlayamamışlardı.
Oysa Ruslarla birlikte hareket eden, Ermenilerin; 1914-1919 döneminde, bir
milyondan fazla Türk’ün ölümüne yol açtıkları belgelenmiştir.
Ermenilerin sürekli koruyuculuğunu yapan Avrupa devletleri, 1915-1917
yılları arasında, imzaladıkları anlaşmaların hiç birinde, Ermenileri söz konusu
etmemişlerdir. Yalnızca Ruslar, İhtilaldan sonra, Lenin ve Stalin, 13 Ocak 1918
tarihli bildiri ile ”Rusların Türkiye’de işgal ettikleri, Ermeni bölgelerinden
çekilmesinden sonra, göçmenlerin yerlerine dönmeleri ve güvenliklerinin
sağlanması için SİLAHLANDIRIMALARINI istemişlerdir.
İtilaf Devletlerince; Mondros Mütarekesinde ve Sevr Barış Antlaşmasında;
Ermenilere birtakım haklar verilmesi, hatta Bağımsız bir devlet kurma hakları
hükme bağlanırken, Lozan Barış Antlaşmasında sözü bile edilmemiştir.
Ermenilerin ve yandaşlarının iddia ettiği gibi bir soykırım kesinlikle söz
konusu değildir.
Ermeniler bu iddiaların destek bularak bunu Türkiye’ye de kabul ettirmeye
çalışmaktadırlar.
Bu AMAÇLARINA ULAŞIRLAR İSE; ÖNCE TÜRKİYE’NİN ÖZÜR DİLEMESİNİ
İSTEYECEKLERDİR. ARDINDAN DA TAZMİNAT VE TOPRAK TALEPLERİ GELECEKTİR.
ÇÜNKÜ SOY KIRIM SUÇU İNSANLIK SUÇUDUR, ZAMAN AŞIMI DA YOKTUR VE
SUÇUN SORUMLUSU KİŞİLER YA DA DEVLETLER DEĞİL ULUS’TUR. TÜRKİYE CUMHURİYETİ; BU
SUÇU KABUL ETTİĞİ ANDA HEM TAZMİNAT ÖDEMEK ZORUNDA KALACAK HEM DE ERMENİLERE
TOPRAK VERMEK ZORUNDA KALACAKTIR.
1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin ikinci maddesi soykırımı
şöyle tanımlamaktadır:
Madde 2: Bu sözleşmeye göre, soykırım; bir milli etnik, ırki ya da dini
grubu, grup niteliği ile kısmen ya da tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki
fiillerin işlenmesidir:
- Grubun mensuplarını yok etmek;
- Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik
zararlar vermek;
- Grubun maddi varlığının kısmen ya da tamamen yok
olmasına yol açacak hayat koşullarına kasten tabi tutmak;
- Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla
nakletmek.
Bu tanım Uluslar
arası Ceza Mahkemesini kuran 1998 Roma Sözleşmesiyle de olduğu gibi kabul
edilmiştir.
Osmanlının 1915 yılında gerçekleştirdiği Ermeni Tehciri (Zorla göç) olayı
bu tanım kapsamına girmemektedir ve dolayısıyla da soykırım suçu da söz konusu
değildir.
Yahudi Soykırımı suçunu işleyen Almanya; Yahudilere bugüne kadar 50 Milyar
dolar tazminat ödemiştir ve beş yıl içinde de 50 milyar daha ödeyecektir.
Bu göç olayında, Hükümetinin emrini yerine getiren Boğazlayan Kaymakamı
Kemal Bey, Batılıların zoruyla Osmanlı Mahkemelerinde yargılanmış ve haksız
yere idam edilmiştir.
Ermeni Soykırımından ötürü yargılananlardan Ziya Gökalp; Divanı Harpteki
ifadesinde; ”MİLLETİMİZE İFTİRA ETMEYİNİZ, ORTADA BİR ERMENİ KATLİAMI DEĞİL,
BİR TÜRK-ERMENİ VURUŞMASI VARDIR. BİZİ ARKADAN VURDULAR, BİZ DE VURDUK.” deyişi,
yargılamaya noktayı koymuştur.
Soykırım yaptığı söylenen Türklerin ölü sayısı, Soykırıma uğradığı iddia
edilen Ermenilerden daha fazladır!
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile hukuken sona eren Ermeni sorununun
yarım asır sonra tekrar, bu kez terör yoluyla, canlanması, Türkiye’ye karşı
soykırım iddiaları ileriye sürülmeye başlanması, bazı ülke parlamentolarının bu
iddiaları benimsemesi, 1990’ların başında bağımsız bir Ermenistan devleti
kurulması ve Türkiye’ye ve Azerbaycan aleyhine politikalar istemesi Ermeni
sorununu yeniden ülkemiz gündemine getirmiştir.
Ermeniler, bugün bile devletimiz ve Milletimiz aleyhindeki siyasetini
sürdürmektedir…
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan Ermenistan Cumhuriyeti,
Türk-Ermeni ilişkilerine yeni boyut getirmiştir.
Türkiye; Ermenistan’ı, Azerbaycan ve Gürcistan’ı aynı anda tanımış, ancak,
Ermenistan Türkiye’nin Toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını
resmen tanımadığı ve ayrıca Ermeni Anayasa bildirgesinde Doğu Anadolu’dan Batı
Ermenistan olarak bahsedildiği için, Ermenistan ile diplomatik ilişki
kurulamamıştır.
Ermeni Sorunu ve Terör:
Birinci Dünya Savaş’ından sonra, Ermeni sorununu tekrar güncelleşme
çabaları dünya kamuoyunda pek yankı bulmayınca, dikkatleri bu konu üzerine
çekebilmek için, 1919 yılında Erivan ve İstanbul’da başlatılan
NEMESİS (Tehcirin intikamı)(*) çalışmalarına hız verilerek Türk
Diplomat ve diğer resmi ilgililerin katledilmesi yolu benimsenmiştir…
Daha sonra da; 1973
Santa Barbara cinayeti ile başlatılan ve 1985 yılına kadar süren Ermeni terörü,
34 Türk diplomatının şehit edilmesi, birçoğunun yaralanması ile sonuçlanmış,
yabancı uyruklulardan da ölen ve yaralananlar da olmuştur.
1985 yılında Ermeni terörü bitmiş, bu kez de; Ermeniler farklı bir yol
izleyerek, Propaganda faaliyetlerine ve Ermeni psikolojik harekâtına
başlamışlardır.
Bu yeni dönemde, dünya genelinde, çeşitli ülke parlamentolarına
getirdikleri Ermeni tasarısı çalışmalarını ve propaganda amaçlı kitap, broşür,
kongre, panel, sinema ve son yıllarda etkin bir araç olan Internet ağı
kullanımını ortaya koymuşlardır.
Ermeniler, ABD’de başarılı olamadılarsa da, bazı ülkeler parlamentolarından
“Sözde Ermeni Soykırımı”nı tanıyan kararlar çıkarmayı başarmışlardır.
Bu kararları ALAN ÜLKELER:
ERMENİSTAN, ALMANYA, BELÇİKA,
KANADA, ŞİLİ, GÜNEY KIBRIS CUMHURİYETİ, FRANSA, YUNANİSTAN, İTALYA, LİTVANYA,
LÜBNAN, HOLLANDA, POLONYA, RUSYA, SLOVAKYA, İSVEÇ, URUGUAY, VATİKAN, VENEZÜELA…
Amerika’da; 45 eyalet, Ermenilere soy kırım yapıldığını kabul etmiştir…
ABD de Ben de “soykırımı tanırım” tehdidi ile Türkiye’yi korkutmaktadır…
Ayrıca, bir uluslar arası kuruluş olan Avrupa Parlamentosu, sözde Ermeni
soykırımını kabul etmiştir. Bu parlamento, 1987 tarihli kararında Ermeni
soykırımını tanıdıktan başka, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini, SÖZDE
SOYKIRIMIN TANINMASINA BAĞLAMIŞTIR.
Bazı Devletler; ERMENİ SOKIRIMI YOKTUR demeyi bile suç sayan yasalar
çıkartmıştır…
Ermeni Olayını SOYKIRIM olarak tanımayan ülkeler:
AZAEBAYCAN, İNGİLTERE, BULGARİSTAN, DANİMARKA, İSRAİL, TÜRKİYE…
Gerek milli gerekse milletlerarası parlamentoların sözde Ermeni soykırımı
hakkında aldıkları kararlar, tavsiye niteliğinde olduğundan, Türkiye için
hukuksal açıdan bağlayıcı değildir. Ancak bu kararlar, bazı siyasal sonuçlar
doğurmakta ve genellikle Türkiye ile Parlamentosu bu yönde kararlar alan
ülkelerin ikili ilişkilerinde bir gerileme yaşanmaktadır.
Sonuç Olarak:
ERMENİ SORUNUNU, siyasiler çıkartmıştır, ama gerçeği ortaya çıkartmak;
TARİHÇİLERİN, ÇÖZÜMÜ BULMAK DA SİYASİLERİN GÖREVİDİR…
Bu SORUN, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ipotek, tehdit ve şantaj öğesi
olarak kullanılarak, Milletimizin taşıyamayacağı yük haline getirilmek
istenmektedir…
Bugün karşımıza çıkarılan SORUN, aslında birbiri ile barış içinde iyi
komşuluk ilişkileri ile yaşayan iki MİLLETİN, başlangıçta Rusya, daha sonra da
Fransa, Amerika ve kısmen de İngiltere ile Almanya'nın karışması VE YEREL
İŞBİRLİKÇİ SİYASİLERİN yardımı sonucunda, birbirine düşman edilişidir.
Bu düşmanlığı yaratanlar, sömürgeci devletlerin kışkırttığı ve eğittiği,
Ermeni komitacılar olmuştur.
Her iki MİLLETİN masum insanları bundan çok zarar görmüştür.
Bugün parlamentolarından, (gerçekte olmayan ve aslında kendilerinin
yaratmış olduğu acıları soykırım gibi gösteren iddialara verdikleri isim olan)
Ermeni Soykırımının kabul edilmesi yönünde yasalar geçiren devletlerin hiç biri
ne Ermenileri ne de Türkleri düşündüklerinden bunu yapmaktadırlar. Tek
düşünceleri, Sevr'i yeniden ortaya çıkarmak ve Anadolu'yu parçalamaktır.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken en önemli ülke, çok uzun vadeli
planlar yapan Amerika'dır. Başlangıçta gönderdiği MİSYONERLER ve onların
açtığı okullar vasıtasıyla bize DÜŞMAN MİLİTANLAR yetiştirmeyi başarmıştır.
Daha sonra bu taktik yeterli gelmeyince hem o okullar vasıtasıyla, hem de
başka yollarla kendi kültürünü bize enjekte ederek toplumumuzu yozlaştırmıştır.
Marshall yardımı adı altında satın aldığı Mehmetçik kanı yetmediği için,
daha sonra ortaya STRATEJİK ORTAKLIK kavramı atılmıştır
Çeşitli kalkınma hamleleri adı altında önemli düzeyde borçlandırılan
Türkiye, IMF politikaları ile ekonomik açıdan bağımlı hale
getirilmiştir.
Bunun bir tek amacı vardır: 21. yy da müdahale edilmesi planlanan
Ortadoğu’da buna karşı çıkabilecek tek ülke olan Atatürk Türkiyesi'ni, karşı
koyamayacak duruma düşürmek.
Çok ince politikalarla kazasız belasız atlattığımız 2. Dünya Savaşından
sonra, bizi bir daha 1. Dünya savaşındaki tuzağa düşüremeyeceklerini
anlayanlar, memleketi sağcı-solcu, faşist-komünist diye kamplara bölüp oyalamış
ve gerçek niyetlerini görmemizi engellemişlerdir.
Aynı taktik şimdilerde laik-anti laik şeklinde uygulanmaktadır ve ne yazık
ki içimizdeki bazı iyi niyetli aymazlar ve kötü niyetli satılmışlar bu yangını
körüklemektedir.
1974' ten 1985' e kadar bizi oyalayan Ermeni terörü, bu tarihten sonra
yerini başka bir taşerona bırakmış ve bu yeni terör örgütü, uygulanan ekonomik
politikaların da yardımı ile bizi bugüne kadar, uğraştırmış hatta ülkemizi ve
Milletimizi bölünme noktasına getirmiştir…
Şimdi artık, ben aydınım, ben vatanseverim ben
milliyetçiyim diyen herkesin Irak'a demokrasi getirdiğini söyleyenlerin
asıl hedefinin ne olduğunu net olarak görüp Batı taklitçiliğini ve
günümüzde yükseliş gösteren Arap taklitçiliğini bir yana bırakıp
Atatürk çizgisini yakalayabilmek için kolları sıvaması gerekir.
Yoksa birkaç yıl içerisinde çocuklarımızın köle, topraklarımızın sömürge
olduğunu görmemiz işten bile değildir.
Tam Bağımsızlık ve Aydınlanma, Türkiye'ye 1923 de geldi. Fakat ne
yazık ki devam ettiremedik. Bugün geldiğimiz bu tehlikeli noktada uyanıp
aydınlanma meşalesini yeniden yakamazsak Sevr'i cebinden çıkaranlara dur
dememiz mümkün olmaz.
Bu meşaleyi yeniden yakmanın tek yolu, bazılarının arkasına saklandığı
özgürlük ve eşitlik maskeleri ile dönülmek istenen Ortaçağ karanlığı değil
Çağdaşlıktır, bir an önce Atatürk aydınlanmasını yeniden yakalamaktır…
Ahmet AVCI
Türkiye Emekli Subaylar Derneği Konak şubesi 2. Bşk.
23 NİSAN 2015
Kaynaklar:
1. ASAM Ermeni
Araştırmaları Enstitüsü Yayını: Ermeni Sorunu El Kitabı
2. Genelkurmay Harp
Tarihi Yayınları. İstiklal Harbi Cilt-4
3. Sadi KOÇAŞ. Ermeni
Meselesi.
4. E. Kurmay Albay Ekrem
TOPALAN’IN Özel Notları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder